Kasım 10, 2009, 04:23:20 ÖS
En Büyüğü Hil''fet
Hil''fet 3 Mart 1924 tarihinde Ankara’da ilg'' edildi. Fakat şu neticenin husûlü için yapılmış olan pazarlıklar yürütülmüş olan gizli çalışmaların çok girift bir tafsil''tı vardır ki; bu yazının hacmine sığdırılamaz. Ancak bu istikametteki en ehemmiyetli adımın Lozan’da atılmış olduğunu söylemek, yanlış olamaz.
Lozan müz''kereleri başladığı sırada, M. Kemal Paşa halife olmak istiyor ve Meclis’te Saltanat’ın ilg''sı müz''kerelerinden başlamak üzere, Hilafeti göklere çıkaran konuşmalar yapıyordu. Hatta İzmir İktisat Kongresi ‘ni açmaya giderken yol boyu yaptığı konuşmalar ve bu arada Balıkesir Zağnos Paşa C''mii’ndeki hutbesi herkesçe bilinmektedir.
Diğer taraftan İsmet Paşa da Lozan’da her vesîle ile aynı istikamette beyanatlar veriyordu. Bunun üzerine şüphelenen ve yeni Türk idaresinden eski vaadleri istikametinde hareket etmeyerek, Hilafeti yıkmayacağı düşüncesine kapılan Gürzon bir deneme yaptı. Fahreddin Paşa ‘nın emniyet mülahazası ile Medine’den getirttiği “Mukaddes Em''netler” n geriye i''desinin lüzumundan bahseden bir konuşma yaptı.
İnönü ‘nün buna cevabı çok sert oldu. Bu cevap M. Kemal Paşa‘nın Hilafeti yıkmayacağı ve halife olmak isteyeceği yolundaki kanaatleri takviye edince, Lord Gürzon, İsmet Paşa ‘nın müş''viri Hayim Naum Efendi’yi çağırdı ve onun vasıtasıyla Hilafet yıkılmadıkça, sulh olmayacağını bildirdi. İsmet Paşa buna re’sen karar veremezdi.
Bu sebeple Hahambaşı Hayim Naum Efendi İzmir’e geldi ve durumu M. Kemal Paşa ‘ya anlattı. Bunun üzerine İzmir’e gelinceye kadar yollarda her vesile ileHilafeti methetmiş olan M.Kemal Paşa İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında bu plağı tersine çevirerek, Hilafet ve halifelere veryansın etti. Bununla da kalmayarak daha tek başına verdiği bir kararla, henüz sulh olmadan, ordunun bir kısmını terhis etti.
O sırada Lozan Konferansı kesintiye uğramış, murahhaslar Türkiye’ye dönmüşlerdi. Ankara’ya gitmekte olan İsmet Paşa ‘nın treni Eskişehir’de bekletildi. M. Kemal kendisine mül''ki olunca, hareket edildi.
Ondan da mütebaki tafsil''t alınınca, Hilafetin ipini çekmek kararı verildi. Bunun safha safha gerçekleşme şekli de mevzuumuz h''ricidir. Ancak bilahare “Lozan Zafer mi, Hezimet mi?” isimli eserimizin üçüncü cildinde bütün tafsil''t bulunacağın¬dan şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz.
Patrikh''ne
Patrikh''ne ve yerli Rumlar’ın, huzur ve sükun içinde yaşadıkları vatanımıza, hıy''netlerinin tarihi çok eskidir. Ancak, I.Cihan Harbi ve Türk-Yunan Harbi esnasında bu hıy''netler akla durgunluk verecek bir şekle varmıştı. Din adamlarına ve dinî müesseselere tanınan masuniyeti sûistimal ederek, papazlar birer tedhiş militanı ve kiliseler sil''h deposu h''line getirilmişti.
Müt''rekede daha Müttefiklerin İstanbul’un işgali gerçekleşmeden, Patrikh''ne’nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağı çekilmiş ve güya Ayasofya’ya asılmak için çanlar bile hazır edilmişti. Türk düşmanlığı kazanının kaynatıldığı, bir fitne yuvası h''line gelen Patrikh''ne’nin Lozan’da alınacak bir kararla, Türkiye h''ricine çıkarılması hususunda, TBMM’den sokaktaki adama kadar tam bir ittifak mevcuttu.
Murahhaslar da önce bu istikamette beyanda bulunmuş fakat daha sonra hem İnönü ve hem de Dr. Rıza Nur bu talepten vazgeçerek Patrikh''ne’yi ibka etmişlerdir. İnönü , Patrikh''ne’yi Lord Gürzon ‘a bir doğum günü hediyesi olarak bağışlayıp hediye ederken, Dr. Rıza Nur da Lord Gürzon ‘un muavini Nikolson ile yaptığı bu husustaki pazarlığı, say¬falar dolusu ve safiy''ne bir sûrette anlatmaktadır.
Lozan Mu''heden''mesi’ne bir madde olarak girmeyip, z''bitlarda kalmış olan bu husustaki münakaşalar, havanda su dövmekten ileri git¬memiş ve bizi yine de zuhur edecek bir fırsatta arkadan hançerlemeye am''de bulunan bu uğursuz müessese, bütün teşkilat ve husûsiyetleriyle muhafaza edilmiştir.
Türkiye’de yaşayan gayr-i müslim ekalliyetler, Müslümanlar’a nazaran imtiyazlı bir zümredirler. O gün Türkiye’de İsl''m Hukuku’ndan yapılmış olan Mecelle mer’idi. Bunu kendi din ve örflerine aykırı bulan Müttefikler, Hristiyan ekalliyetler için ayrı bir kanun yapılması mecburiyetini öne sürmüş ve bu husus Lozan Mu''heden''mesi’nin 35. maddesinden itibaren “Ekalliyetlerin Him''yesi” başlıklı bölümde ser''haten ifadesini bulmuştur.
Aramızda yaşayan bir avuç Hristiyana, onların dinlerine aykırı olan İsl''m Hukuku’nu tatbik etmeyerek ayrı bir kanun yapmayı insan hakları cümlesinden sayıp bunu mu''hede metnine dere eden Yeni Türkiye idarecileri, acaba 1926′da bayrağı Haç olan İsviçre’nin medenî kanununu resmen kabul ile, Müslümanlar’a cebren tatbik ederken, bu insan haklarına saygı lüzumunu nasıl olup da unutmuşlardı? Yoksa insan hakları sırf Hristiyanlar için mi mevzubahistir? Türkiye gerçekleri muv''cehesinde h''l'' böyle söylemek de kabildir.
Hristiyanlar, Lozan Mu''heden''mesi’ne göre pazar günü (o zaman resmî t''til cuma günü idi) bir resmî mu''meleyi ifa etmemekten, çağrıldıkları mahkemelere gitmemekten veya bir resmî tebligatı kabul etmemekten dolayı mu''heze olunamazlar ve hiçbir haklan z''yi olmaz!.. Yine Lozan Mu''heden''mesi’ne göre Hristiyan ekalliyetler Türk mahkemeleri huzurunda Türkçe konuşmaya mecbur değillerdir üstelik.
Hükûmet onlar için, tercüman bulundurmak zorundadır. Kırk yıldan fazla Türkiye’de yaşamış olan Patrik Atenagoras , Yassı Ada Muhakemeleri’inde şahitlik ederken bu sebeple Rumca konuşmuştur.
Türk Hükûmeti, Lozan Mu''hen''mesi’yle gayr-i müslim azınlıklara tanınmış olan hakları, değiştirecek veya onlara üstünlük ifade edecek kanun çıkartamaz.
Yüzellilikler Meselesi
Harp esnasında bizi arkadan hançerlemiş olan gayr-i müslim ekalliyetlerin sulhtan sonra cezalandırılmasından korkan Müttefikler, Türk murahhaslarını bir umûmî af protokolü imzalamaya icbar edince, bizimkiler buna yanaşmadılar. Uzun mün''kaşalar sonunda anlaşıldı ki; bizimkilerin affetmek istemedikleri ih''net etmiş olan gayr-i müslimler değil, yeni Türkiye idarecilerinin şahsî mu''rızlarıdır.
Fakat kimler affedilmeyecekti? Hangi suçları işleyenler? Lozan’daki murahhasların bunu bilmesine imk''n yoktu. Dünyanın her yerinde aftan istisnalar, suç nevi tasrih olunarak yapılır, bizimkiler buna yanaşmak istemiyorlardı.
Böylece muğlak bir muhteva içinde mün''kaşa edilirken, bizimkilerin tahminen yüz-yüzelli kişi kadar olabilecek şahsî mu''rızlarını gayr-i hukuki bir sûrette istisna etmek istedikleri anlaşılınca ve bu hususta hazır bir liste de olmayınca, Lozan’ın eklerinden biri olan af protokolüne bundan yüzelli kişinin istisna edildiğine dair bir hüküm il''ve edildi.
Türkiye’ye dönüp geldikten sonra, yazboz tahtası gibi birinin il''vesi diğerinin kayırıp listeden çıkartması gibi yazıp bozmalarla yüzelli kişilik bir liste vücuda getirilmiş ve bunlar aftan istisna edilmiştir.
“Yüzellilikler” denilen ve çoğu vefatlarına kadar vatancüda kalan bu insanların Þeyhülislam’dan köylü Mehmed Ağa’ya kadar aralarında kimler yoktur? Çoğu bir içtihat farkına, rekabet hissi ve intikam duygusuna kurban gitmiş olan şu insanlarla ilgili hakikat, yeni Türkiye’nin hukukî ayıplarından biridir.
Adlî Mur''kabe
Türkiye, Hristiyan Batı Dünyası’na güven vermek için Avrupa hukukçu¬larından teşekkül eden bir grup insanı Türkiye’ye d''vet edip onlara resmen ve dolgun ücretlerle Türk adliyesini murakabe ettirmeyi kabul etmiştir ki, bu da haysiyet kinci bir hadise olarak Lozan’ın m''nevî kayıplarından birini teşkil eder.
Buraya kadar yazdıklarımızın hulasası şudur ve aksine zorlamalara rağmen, istikbalin tarihçisinin Lozan hakkında vereceği hüküm de bundan ibaret olacaktır:
” Lozan muazzam imparatorluk mirasının han-ı yağması (yağma sofrası) dır. Türk’ün şahsında İsl''m’dan intikam alınarak bütün bir İsl''m Dünyası’nın başsız bırakılmasıdır! Lozan’ın getirdiği; Adalarla Yunan stratejik çemberine alınmış, iktisadî kaynaklardan mahrum bırakılmış, her türlü ünvan ve sıfatı yolunmuş, gayr-i tabii hudutların çizdiği küçük bir Türkiye’dir. “
Yeniden büyük devlet olma imk''n ve ümitleri istikametinde yürürken, Lozan’ı değiştirmedikçe “Büyük Türkiye” nin şafağı sökmeyecektir!…
Kadir Mısıroğlu