Nisâ / 16. Ayet
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَوَّابًا رَح۪يمًا

Ýçinizden iki erkek fuhuþ yaparsa onlarý cezalandýrýn. Eðer tevbe eder, hallerini düzeltirlerse artýk onlara ceza vermekten vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çokça kabul eden, çok çok merhamet edendir.

Çanakkale Anıları-3 (Gül Baba'nın Gülleri, Liseli Şehitler)

Başlatan Mücahittt, Mart 18, 2010, 11:05:32 ÖÖ

« önceki - sonraki »

Mücahittt

                   GÜL BABANIN GÜLLERİ

Fatih Sultan Mehmed’in yerine geçen oğlu ikinci Bayezıd avdan dönüyordu. Bir an önce saraya varıp
dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu, havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:
“- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?”
Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:
“- Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O’na
Gül Baba derler. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Þu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle
donattı. Bu hoş kokular O’nun bahçesinden gelmektedir.”
Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu. Sözlerini bitirince kararını bildirdi:
“- Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!”
Artık yorgunluklar unutulmuştu. Gül Baba’nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül
kokuları artıyor, insanın gözü – gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları
kapıda karşıladı. Padişah, daha atından inmeden sordu:
“- Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!”
Gül Baba mahçup olmuştu, güçlükle konuşabildi:
“- Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağolun!”
“- Sen ki, İstanbul’u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba.
O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?”
Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba’nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve O’nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi. Sonra da şöyle bir teklifte
bulundu:
“- Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!”
“- Sağolun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir iyilik yapmak istersen,
şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep – medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim – irfan öğrensinler!”
Gül Baba’nın sözleri Padişah’ı çok duygulandırmıştı. Yerinden kalkarken O’nu mutlu edecek cevabı verdi:
“- Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!”
Sonra bahçeyi gezdiler…
Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle  konuşuyordu. Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği
gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah ayrılırken O’na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi.
Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti.
Kısa zaman sonra ise Gül Baba’nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı. Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti. 1868 yılında “Mekteb-i Sultani” adıyla yeni bir kimliğe bürünen
okul, Cumhuriyet döneminde de “Galatasaray Lisesi” adını aldı.
Gül Baba’nın Sultan İkinci Bayezıd’a verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin,
sonra da Galatasaray Spor Kulübü’nün sembolü oldu.
Gül Baba’nın türbesi bugün de orada, okulun bahçesindeki yeşillikler arasında duruyor ve ziyaretçilerinden
fatihalar bekliyor.

ÇANAKKALE’DEN UNUTULMAZ BİR ANI

________________________________________
Azman Dede Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış,soyadı kanunu çıkınaca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sordukları mı cevapladı . Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı :

-"Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi.
Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere
alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört
asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum.Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla
üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu.

Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu;
"Yavrum siz kimsiniz?",içlerinden biri; "Mektebi Sultanisi (Galatasaray Lisesi) talebeleriyiz Vatan için ölmeye gönüllü geldik!.." diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı.
Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır.
Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim.

Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladı lar. Yer gök top sesleriyle inliyordu.Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı "Azman yandık!.." diye
siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı.
Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı.
Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı

Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana

Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar.Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından
fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı .

O an geldi. Birden yüzbaşı "Hücum!.."diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler.
İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler.Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.."

Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.

Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; "Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı ." dedi.
   


Þehit olan Galatasaray (Mekteb-i Sultani) Talebeleri:

   Bugünkü Galatasaray Lisesi'ne girer, ağaçların doğal bir koridor oluşturduğu yoldan ilerlerseniz karşınıza çıkacak olan Mektep binasının ana kapısına ulaşırsınız. İçeriye girin tüm Galatasaraylılar ve Galatasaraylı olmayanlar ve tarihin bir bölümüne tanık olun.

   İçerdeki bu taş ve mermer salonda sizi "VATAN" ve "GALATASARAYLILIK" sevgisi karşılayacaktır. Kapının tam karşısındaki bölümde yalın olmasına karşın görkemli bir anıtta vatan uğruna şehit düşen Galatasaray Lisesi öğrencilerinin listesi yer almaktadır. Bu anıtı gördükten sonra "fazla söze gerek olmadığını" siz de anlayacaksınız. Salonun, giriş kapısına göre sağ tarafında, Osmanlı İmparatorlu' ğunun 1910 senesi hudutlarını gösteren bir harita, haritanın her iki yanında ise şehit olan gencecik yurtseverlerin fotoğrafları sıralanmıştır. Ve haritanın üstünde bir ibare: "Galatasaray'ın bu kahraman evlatları, 500 yıllık bu vatan topraklarını kurtarmak için şehid düştüler."

   Bu bölümün tam karşısındaki duvarda ise Donanma Mecmuası'nın Ekim 1915 sayısının Spor İlavesi'nde yayınlanmış olan Galatasaray mensubu şehitlerin, yaralıların ve cephelerde vuruşanların listeleri "Þerefli İdmancılar" başlığı altında yer alıyor. Bu liste Donanma Mecmuası'nın büyük boyda yayımlanan haftalık dergisinin "İdman Sütunları ismi altında verdiği ilavelerin 118 ve 119. sahifelerinde yayımlanmıştır. Bu panoların yanındaki bir başka panoda, "Devrin en büyük gazetesi Tasvir-i Efkar'ın 13 Nisan 1913 tarihli ve 725 sayılı nüshasında çıkan resmin ve yazının bugünkü Türkçe'yle ifadesi" bulunuyor: '1913 Balkan Harbine Gönüllü Giden Galatasaray Talebeleri Hakkında' başlığıyla verilen yazıda, talebeyken savaşa gidenlerin haberi yer alıyor. Çoğu öğrenciyken gönüllü olarak katıldıkları savaşlarda şehit olan bu yurtseverler hiçbir zaman unutulmadı.

Ruhları ş''d olsun.


Satuk Buðra

Olaylara biraz da farklı açılardan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çanakkale müslümanların batı modern emperyalizmine karşı verdiği muazzam bir savaştır. Bununla birlikte istenen hedef hasıl olmamıştır.

Bize, kulağımıza hoş gelecek şekilde hep çanakkalenin geçilemediği söylenmiştir, ancak biraz irdeleyince bunun böyle olmadığını anlamamak mümkün değil.

1915 ta çanakkaleden kimseyi geçirmedik bu doğru, ancak 1918 de ingilizler İstanbulu işgal ettiler. Peki ingiliz gemileri çanakkaleden geçmeden mi istanbulu işgal ettiler acaba? Burası neden gözden kaçırılmakta acaba?

MiM

sevgili satık buğra, yazınızın hepsini okudum abim. güzeldi, teşekkür ediyorum.
iyi bir galatasaraylı olduğunuz anlaşılıyor. verdiğiniz bilgilerin bir çoğunu ilk kez duydum. mesela gül babanın hikayesini az çok bilirdim de, galatasaray mektebinin onun medresesi olarak günümüze geldiğini ilk kez okumuş oldum. hatta gül babanın orda medfun olduğunu da...
bütün bunlara eyvallah.
ama...
bütün bunlar, bugünkü galatasaray müessesesinin fransızların bu ülkedeki truva atı rolü üstlenen ileri bir karakolu olduğu gerçeğini değiştirmiyor ne yazık ki...

ne kadar isterdim ki o gül baba zihniyeti bugün de varlığını bu müessesede koruyabilmiş olsaydı.

Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

Satuk Buðra

Galatasaray hakkında anlattıklarınıza katılıyorum da, benim bir galatasaraylı olduğuma karar vermeniz gülümsetti doğrusu. Çünkü galatasaraylı değilim.

MiM



e, be mübarek... yazdığın bu güzel anekdotların hemen hepsi de galatasaraydan bahsedince mecburen öyle düşündürtüyor insanı, haksız mıyım?

ayrıca gs'lı olmadığınıza da sevindim valla...  :D

Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

Satuk Buðra

Alıntı yapılan: MiM - Mart 20, 2010, 08:05:56 ÖÖ


e, be mübarek... yazdığın bu güzel anekdotların hemen hepsi de galatasaraydan bahsedince mecburen öyle düşündürtüyor insanı, haksız mıyım?

ayrıca gs'lı olmadığınıza da sevindim valla...  :D

Haklısınız. Galatasaylı olmadığıma sevinmenize sevindim. Takım tutmanın  reel bir yönü olmasa bile, o sektörde bulunan insanlarla bir iletişim aracı olarak kullanılabileceğinden Trabzon sporluyum diyebilirim. Ne de olsa aristokrat değil, halk takımı. İstanbul takımlarına karşı tümüyle anadolu takımlarını destekliyorum.