Ynt: Uğur Işılak Şiirleri
baklavacıdan bahsetmiyorum, büyük islam aliminden bahsediyorum... konuyu çarpıtmada üstüne yok...
ya sapık olduğunu ispatlarsın şer'i delillerle, yada kendinin sapık olduğunu burda dile getirirsin... niye sapık diyorsun?
hangi delillere göre? şunu söyliyim, sen daha ibni teymiyye hakkında 1 kitap bile okumamış birisin...
hayatının tamamında zulmun ve zalimin yanında olmadığı için mi?
seninle artık hiç bir meselede karşı karşıya gelmek istemiyorum, çünkü senin düşünce ekseninde olmayanlar , Allaha ve muhammede iman etseler bile sapık olabiliyorlar... senden uzak olacağım... sen bildiğin yolda yapayalnız yurumeye devam et...
ibni teymiye ile ilgili arşivimden bir kısmı buraya ekliyorum...
İbn-i Teymiyye'nin Vasıfları
107- Allah Taala (C.C.) bu zata gelişip büyüyen tohum şeklindeki özellikler bahsetmiştir. (Tohum büyüyüp) kökü üzerinde yükselmiş böylesi yüce bir alim olmuştur. Ancak Sübhanehu O'na öyle meziyetler vermiştir ki, bunlardan İslam'ı yenileyip Rasul (S.A.V.) ve Sahabe (Allah onların hepÂsinden razı olsun) zamanındaki tazeliğini yeniden kazandıran bu alim oluşÂmuştur.
Bu meziyetlerin ilki, sahib olduğu kuvvetli ve sağlam hafızasıdır. HerÂhalde tarih İbn-i Teymiyye gibi büyük bir hafıza bahsolunan pek fazla kişi zikretmemiştir. Daha çocukluğunun ilk günlerinde bu hafızanın işaretlen O'nda açığa çıkmıştı. Hadis-i Şerifleri bir bakış ve yazışta daha o yaşta ezÂberlemeye başlamıştı. Kuvvetli bir alim olarak olgunlaştığında cedel, müÂnazarada kendisine yardımcı olacak, ilmini açığa çıkaracak, kuvvetli üslup, istikrarlı kalb, büyük teenni (itidal) ve bela ve mihnetlere tahammü-lüyle insanların kendisine olan rağbetini kabartacak, ve körükleyecek olan işte bu hafızadır. Bir muasırının O'ndan bazı rivayetlerini nakledebilmek için icazet vermesini istediğini ve hiç kitaba müracaat etmeden O'na on yaprak dolusu (hadisi] isnadiyla yazdığını daha önce de zikretmiştik. e!-KevahibüFd-Dürriyye'de şunlar yer almaktadır:
«Hapsolunduğunda birçok kitap tasnif etmiş olması şaşılacak şeydir. BunlarÂda hadis ve sünneti, alimlerin sözlerini, muhaddisler ve müelliflerle bunların eserlerinin isimlerini zikretmiş, bunJann her birini nakleden veya söyleyenleriÂne nisbet etmiştir. Bunların yer aldığı kitapların adlarını, kitabın neresinde buÂlunduğunu da söylemiştir. Bütün bunlar doğrudan ezberindedir, zira o anda ya. nında mütalaa edeceği hiç bir kitap mevcut değildi. Bu kitaplar incelenip araştıÂrıldı. Allah'a hamdolsun ki hiç bir hata ve değişiklik bulunamadı.»[52]
Üstadın son hapsi esnasında oldukça fazla eser yazmış olması haseÂbiyle bu sözün mübalağasız olamıyacağmı sanırız. O, bu müddet zarfında mütalaa ve yazmadan meneditmiş değildi. Yasaklama ve baskı altına alÂma hapsin sonlarındadir. Yasak, iki seneden fazla olan hapsi içinde sadeÂce beş ay kadar sürmüştür. Bunun içindir ki esası ihbar değil istinbat (araştırarak öğrenme, bulma) da olsa biz bu haberin mübalağalı, belki de gayr-i sahih olduğunu zannedebiliriz.
Bu haberin kıymeti ve mübalağa miktarı ne olursa olsun şu kesindirki O darb-i mesel olacak güçlü bir hafıza sahibiydi. (Bu hafıza) sevenlerin sevgisini, hasımların da üzüntüsünü körüklemekteydi.
108- İbn-i Teymiyye'nin meziyetlerinin ikincisi derin araştırmalar ve düşüncesi idi. O meseleleri derinliğine İnerek öğrenirdi. Bir tek meselenin belirsiz tarafını çözmek, ve kesin hükme ulaşmak için birçok geceleri düÂşünerek geçirirdi. Ayetleri ve hadisleri en uzak ihtimallere kadar düşüÂnür ve hakikat açıkça doğup aydınlanıncaya kadar doğru bir tefekkürle ölÂçer ve kıyaslardı. Bunun içindir ki O, hadis-i şerifler ve Kur'an-ı Kerim ayetlerinden Istinbatta (hüküm çıkarmakta) alimlerin en ince davranışlaÂrından ve en kudretlilerindendir. Yine el-Kevakİbu'd-Dürriyye'de şöyle anÂlatılmaktadır:
«Allah'ın (C.C.) O'na bahşettiği kabiiiyyetlerden Nebevi lafızlar ve rivayet ediÂlen sünnetten manaların çıkarılması, bunlardan meselelere deliller bulunması lafÂzın mantuku ve mefhumunun (mana ve ifadesinin) açıklanması, ammi tahsis fd^-n, mutlakı takyid eden ve mensuhu nesheden nassın izahı, genel kaideler (zevabıt)'in, lazime ve melzumelerin bunlara terettüp edenler ve ihtiyaç duyulanların beyanı vb. sayılamıyacak kadar çoktur, öyleki bir ayet veya bir hadisJ zikredip manaÂlarını açıkladığı O'ndan murad olunan şeyleri açıkladığında bütün zeki alimler O'nun istinbatmm güzelliğine hayran kalır ve O'ndan duyduğu veya öğrendiği şeyler kendisini dehşete düşürürdü.[53]
İbn-i Teymiyye sadece sağlam bir hafıza sahibi değil, bilakis ilk naÂzarda anladığıyla yetinmeyip tekrar tekrar düşünen bir araştırmacı idi. O, hakikati ortaya çıkaran neticelere 'Jİaşana dek meseleleri dibine kadar yaÂrardı. Vardığı neticeler akıllara aehşet verir, hasımlarını şaşkına çevirirdi.
109- Üçüncü meziyet: Hazır cevapJ'k. Üstad hafızasının kuvvetlili-ği ve engin araştırıcılığı yanında hazır cevap idi. Manalar, ilk alarma karÂşılık veren süratli askerler gibi hızlıca hafızadaki yerlerinden çıkarlar. Bu durum derslerinde açık-seçik gözükür. Manaların ifadesi Üstad'ın ihtiyacı olduğu zaman hiç bir yorulma ve zorlanma olmaksızın diline gelir. EzbeÂrinin çokluğu ve bunların mücadele anında hemen aklına geliverrnesiyle münazarada hasımlarını delille sustururdu. Hasımları buna dayanamaz, uzun uzadıya kafa yorup inceleme ve müracaattan sonra ancak cevap verÂmeye muktedir olurlardı.
Talebelerinden Ebu Hafs el-Bezzar şöyle anlatıyor:
*tbn-i Teymiyye derse başladı mı, Allah Taala ilimlerin sırlarım, gizlileri, latifeleri, incelikleri, bilimleri, alimlerin nakillerini arap şiirleriyle istişhadı O'na açardı. O bunlarla birlikte kuvvetli bir dalga gibi akar, deniz gibi taşardı.»
Kendisine soru sorulduğu veya münakaşa yapıldığındaki durumu anÂlatılırken şunlar söylenmiştir:
«Bir olay vaki olup kendisine soruldu, mu mutlaka anında ve hayret verici ve meşhur üslubuyla benzerinin ortaya konulması hemen hemen imkansız bir ceÂvap verir idi.[54]
Bu meziyetten dolayı Ibn-i Teymiyye'nin hasımları O'nunla karşılaşÂmaktan çekinirlerdi. O'nun bu Özelliğini bilmeyen ve elindeki delile güveÂnenler de O'nunla karşılaşınca ibret almak isteyenlere ibret olurdu.
Yüce Alim O'nun da ağzını delille kapatıverirdi. Söz meydanında hiç kimse O'na üstünlük sağlayamamıştır. Mısır'da veya ömrünün sonlarında Şam'da O'nun başına açtıkları belaya geceleri düşünerek ve duyulmama-sına gayret ederek muvaffak olmuşlardı. Şayet duyulmuş olsaydı O'na tuÂzak kurmaları imkansızlık olurdu.
110- Dördüncü meziyet, fikri istiklal (serbestçe düşünebilme): Bu meziyet belki de ilminin ve muasırı olan diğer alimlerde bulunmayan özel meziyetleri kazandıran ilmi şahsiyetinin oluşmasında en önemli rolü oyÂnayan bir meziyetdir. Alimlerden çoğunda da üstün zeka ve güçlü hafıza vardır. Fakat onlar arasında bu fikri istiklale sahip olan kimse yoktu. İbn-i Teymiyye, kendisine sunulan veya sorulan herhangi bir meselede Allah'ın Kitab'ını ve Rasulü'nün sünnetini, selef-i salihin haberlerini inceler, ulaşÂtığı sonuca bağlanır ve O'na davet ederdi. İnsanların O'na muhalefet etÂmesi veya muvafakat göstermesi kendisine sıkıntı vermezdi. Zira o, asrın alimlerinin dillerinde konuşulan ve insanların bağlandığı şeylere tabi deÂğildi. O sadece delilin kölesiydi, O'nun peşinden giderdi. O, insanların görüşlere sevkettiği sürülen biri değil, bilakis ancak delilin sevkettiği biÂrisi idi. İncelemeleri kendisini Nebi (S.A.V.)'den yardım dlemenin dinde bir delili olmadığı sonucuna iletti ve bunu evirip kıvırmadan ilan etti. Bu yolda kendisine yardımcı olmaları umulanlardan bir çoğunu kızdırdı. O, ulaştığı her fikirde müstakildi. Allah'ın (C.C.) Kitab'i, Rasulü'nün SünneÂti, Sahabe ve Tabiin'in büyükleri ve selefi salihinden başka yol gösteriÂcisi yoktu.
Biraz önce adı geçen öğrencisi Ebu Hafs O'nun fikri istiklalini açıkÂlarken şunları söylemiştir:
«Hakikat ortava çıkınca Üstad onda ısrar ederdi. Allah'a (C.C.) yemin olsun ki RasuluHah a (S.A.V.) O'ndan fazla tazim eden ve O'ndan kendisine ulaşanlaÂra uymaya ve destek olmaya O'ndan daha hırslı olan birisini görmedim. Bir koÂnuda bir hadis duyar ve bunu gereğince amel olunan, hüküm ve fetva verilen başka bir hadisin neshetmediğini anlarsa o hadisi terkedip -kimin olursa olsun yaratılmışlardan (O'ndan)- başka birinin sözüne yönelmezdi. insaf sahibi O'na insaf gözüyle bakarsa Kitab'a ve Sünnet'e bağlılığını anlardı. Kim olursa olsun hiç kimsenin sözü O'nu bu ikisinden saptıramazdı ve onlardan elde ettiği bilgiye bağlanmada kimseye aldırmazdı. Bu hususta ne emirden, ne sultandan ne de kılıçÂtan korkar, ne de bir kimsenin rızası için onlardan dönerdi. O, en sağlam kulpa tutunmaktaydı.»[55]
Onu dinin müceddidi kılan bu vasıftır. Çünkü diğer alimler meseleleÂri başkasının düşüncesiyle anlıyor veya bu düşünceden alınmış olarak anÂlatıyorlardı. Bu büyük müceddid ise Kitap, Sünnet, Sahabe ve Tabiin'den bazısının haberleri dışında hiçbir düşünüşün tesirinde kalmaksızın dine bakardı. Böylece O, dinin üzerine yapılmış olan asırların tozunu izale edip, ilk yeni ve pırıl pırıl aslına döndürmek suretiyle İslam'ın durumunu yeÂnilemiştir.
111- Beşinci meziyet: Hakk'ı talepte ihlas, nefsani kirlerden arınÂmıştık ve dini öğrenip insanlara açıklama arzusu: İhlas, ihlas sahibinin kalbine hakikat nurunu atar ve O'nun meseleleri yamlmayan doğru bir anla anlamasını sağlar. Garaz ve nefsani arzu kadar aklı sapıklığa düşü-onu hidayet yolundan saptıran hiçbir şey yoktur. Niyet bozukluğu aklı ^n'tırır, fikrin hakikate erişmesine mani olur.
S Allah (C.C.) İbn-i Teymiyye'ye ihlastan en büyük payı vermiştir. Ha-k'kati öğrenmede Allah (C.C.) rızası için samimi davranmıştır. Üstad bu rTnde hakikatin muzaffer olacağına samimiyetle inandı. Bunu kendisi için saklamayıp asrına anlattı. Ve onu asırlar biribirine naklettiler. Okuyucu okuduklarından etkilenir, zira o imanın sıcaklığını hiçbir keşfe ihtiyaç duyÂmadan kuvvetlice ve açık olarak duyar.
O'nun ihlası hayatını kaplayan dört şeyde tecelli etmiştir ki hayatının hic bir dönemi bunlarsız olmamıştır. Bu yüce alimin bütün ömrünü, mutÂlak yücelik ve mutlak ilim sahibi olan Allah (C.C.) ve O'nun yüce dini -için ihlasla yaşadığına bizi inandıran da şu şeylerdir:
(Birincisi): O, fikrinin kendisine ilham ettiği şeylerle alimlerin karşh sına çıkar, uzun bir inceleme ve araştırmadan sonra bunları insanlara ilan ederdi. Özellikle insanların alışkanlıklarına ve aralarında bilinene zıt düÂşen şeylerde böyle davranırdı. Konuyu anlayıp da ondaki hakikatin keyfiÂyetini bilince, insanların razı olması veya kızmasına aldirmaksizın açıklarÂdı. Münazaraya çağırıldığında sözünü çekmez, duraksamaydı. Hiç kimse için sözünde ikiyüzlülük etmez, kimseyi razı etmek için de uğraşmazdı.
(İkincisi): İhlasmı ve hak İçin çabaladığını gösteren bir hususda Hak yolundaki cihaddır. Bu cihad, eğer hasmı Moğollarda olduğu gibi kılıç taÂşıyorsa veya Nusayriler ve Samdaki diğer dağ sakinlerinde olduğu gibi itaÂat altına alınmaları ancak kılıçla mümkün olacaksa cihadını kılıçla yapıÂyordu. O, görüşünü ilan edebilme uğrunda bela ve sıkıntılara katlanır, biÂrinde sussa diğerinde susmazdı. Talat (boşanma) ile ilgili meselelerde susması, fetva vermemesi İstenmişti. Bu hususlarda dört mezhep imamıÂnın vardığı neticelere aykırı sonuçlara varmıştı. Önce susacağına söz verÂdi. Fakat Sultan'a verdiği sözden derhal vazgeçti. Çünkü bu sükut dine muhalif olan bir meselede sukuttu. O, Allah Taala'nın (C.C.) alimlerden almış olduğu insanlara açıklamak, onlardan saklamak hususundaki and-laşma ve ahdine bağlı kalmak için Sultan'a verdiği ahdini bozdu. O, kenÂdisini hakkı açıklamaya zorlayan ihlası yüzünden hapiste öldü. Bununla da görüşlerinde garaz ve nefsani arzudan uzak olduğu tescil edildi.
(Üçüncüsü): İbn-i Teymiyye'nin ihlas sahibi olduğunu, garazdan, nefÂsani arzudan, çekememezlik ve kin beslemekten arınmış olduğunu gösteÂren üçüncü husus, hata da etseler, ihlas sahibi hakikat arayıcıları oldukÂları müddetçe, kendisine kötülük edenleri affetmesidir. O, kendisini kaÂlenin dibinde hapseden, İskenderiye hapishanesine atan alimleri affediÂyordu. Sultan Nasır onlara istediği muameleyi yapma imkanı verdi. O ise hayırdan başka bir şey söylemedi. Ve son olarak O'nu aşırı derece dar duruma düşüren hatta kaydettiği hatıralarından ve okuduğu kitaplarından mahrum edenleri bile affediyor, ihlas sahibi büyük bir insanın söyleyeceÂği sözü söylüyordu: «Bana eziyet etmiş olan her bir müslümar.a hakkımı helal ettim.» O, kendisine yaptığı eziyetten dolayı da Suİtan Nasır'i bile mazur göstermeye çalışıyordu. Şüphesiz bu her nefsin üstünde olan ihias ve her eziyetin üzerinde olan, iffetli şahsiyettir.
[Dördüncüsü): İbn-i Teymiyye'nin ih.las sahibi olduğunu ispatlayan bir diğer husus da makamlara, dünya süs ve ziynetine karşı zahidane tutuÂmudur. Hiç bir makam istememiş, hiçbir makamda idarecilik yapmamış, riyaset konusunda hiç kimseyle nizai, çekişmesi olmamıştır. Devlet işleÂrinden hiç bir işi olmaksızın sadece müderris, vaiz ve araştırmacı idi. BunÂdan dolayı fakir yaşadı. Az yemekle, pahalı olmayan ve hayaya muvafık şekilde avretini örtecek kadar elbiseyle yetinirdi. Araştırma ve incelemeÂye yönelmiş alimlerin yaptığı gibi kendisine gelen rızkın çoğunu tasad-duk ederdi. Açıkça görülüyor ki kendisine sadece hayatının devamını sağÂlayacak kadar az bir şey bırakırdı.
İbn-i Teymiyye'nin kendisi için düşünülen şeylerin birçoğundan kurÂtulmasının sebebi ihlası, Allah'a (C.C.) bağlılığı ve O'na güvenip dayan-masıydı. Zehebi bu konuda şöyle diyor:
«Nice dehşetli musibetlerden Allah Taala (CC.) O'nu kurtardı. Zira O Allah Taala'ya devamlı dua eder, çok yardım dilerdi. Tevekkülü kuvvetliydi ve cesareti apaçıktı. Devam ettiği virdleri ve zikirleri vardı.»
Bu İbn-i Teymiyye'nin seksiz şüphesiz ihlası... Çünkü O'nun bütün hayatı hak için fedakarlık ve hakka davetle geçmiştir.
Fakat hicri 9. aşıra ait bir kitap bulduk. Bunda O'nun İhlasını tenkit ediyorlar, kibir ve kendini beğenmeye meyletmek suretiyle itilasının zaÂyıflığını ileri sürüyorlardı. Suyuti'ye nisbet edilen bu kitapta şunlar söyleÂniyordu:
«timinle kibirlenme ve kendini beğenmeden sakın. Lehine ve aleyhine her zaman kaçınarak ondan kurtulsan, ne mutlu sana... Allah'a (C.C. yemin olsun ki ibn-i Teymiyye denilen zattan başka, mümkün olan her bir yolla Hak yolunda cihadı sürdüren yiyecek, giyecek ve kadını Önemsemiyen, yanında ilmi daha geÂniş, zekası daha kuvvetli olan birini gözüm görmemiştir. Mısır ve Şamlılardan, aralarında O'nu yerenin kibir ve kendini beğenme, üstadlıkta başta gitmeye aşıÂrı düşkünlük ve uluları hakir görme dışında O'nu ayıplayıp itham ettiklerini görÂmedim. Dikkat et: gör ki davalar ve görünme arzusunun sorumluluğu ne de büÂyüktür? Allah'tan (C.C.) O'nu bağışlamasını dileriz. Allah korkusu O'ndan daha fazla olmayan, O'ndan daha alim olmayan, O'ndan daha zahid olmayan, aksine arkadaşlarının günahlarını ve dostların hatalarını görmezlikten gelen, bir takım kişiler O'nu gözetlediler. Allah düşmanlarım O'na, kendi kuvvetleri ve azametleriyle değil, aksine O'nun günahları sebebiyle musallat etmiştir. O'nu ve tabilerini aleyhlerine cereyan edenlerden Allah'ın korunması da daha çok hakettikleri bazı şeylerden dolayıdır. Bundan şüphen olmasın.»
Bu Suyutiye nisbet edilen bir sözdür .[56]
Bu nisbet ister doğru olsun ister olmasın görünen o ki insanlar O'nun hakkını ve ilmi talebini tenkid etmemişlerdir. O'nu kendini beğenme, ce-del ve münazara meydanında galibiyet sağlamak suretiyle büyük üstad-lara reis olma sevdasıyle ayıplamışlardır. Halbuki reis olma manevi bir makamdır. Ve onu yeryüzünde yüksek olmak isteyenler hükümet sahihleÂrine yakın bir makam istemeyenler sahiplerine yakın bir makam istemeÂyenler arzularlar.
Şüphesiz bu, ne tarihi gerçekler ve ne de bu alim zatın hayatından dayanağı olan bir ithamdır. O'nda kendini beğenme ve kibir asla görünÂmez. Bilakis o mütevazi, insanlara yakın ve onlarla beraberdir, beraber düşüp-kalktıklarına karşı ancak alçak gönüllüydü ve koruyucu İdi. Öyle ki beraber bulunduğu bazı kişiler O'nun yalnızca misafirlikte üstünlük saÂhibi olduğunu söylerlerdi. Bu yalancı ithamın menşei üstadın kudret ve beyanı, beyan baskmlariyle onlara her yönden hücum etmesi ve onların buna denk veya yakın bir beyanla cevap vermekten mutlak aciz kalmaları sonucudur. Hemen O'na kendisini beğenme isnadında bulundular. MücaÂdele ettiklerini yenen, onların delillerini bütün yönleriyle nakzeden bela-ğat ve fesahat sahibi her alime böyle isnadlar yapılır. Muarızları O'nun kendini beğenmesi, kendilerinin ise tevazularından başka değerini düşüÂrecek, böylece kendilerinin de aczini gizleyecek bir isnat bulamazlar. SanÂki onları susturan yalnızca tevazu, bunu da konuşturan sadece kibirdir. OnÂlar susmalarıyle övgüye layık, bu da ortaya koyduğu delilleriyle suçlu. Bu, acizlerin, konuşanların değerini düşürmekte kullandıkları bir oyundur. İbn-i Teymiyye Hak yolunda İhtaslı, çirkin vasıflardan beri ve övgünün en üst derecesine ulaşmıştır. Eğer sussaydı O'nun için bu durumunu koruması mümkün olurdu. Halkın memnuniyetini elde etmişti. Fakat O, Halik'ın rıÂzasını tercih etti, mahlukun memnuniyetine önem vermedi. Bu yüzden eziyetlere, dinden dönme sapık olan isnatlarına maruz kaldı. Demek ki O
112- Altıncısı: Fesahati ve beyan kudretidir. Üstad minberleri titÂreten beliğ bir hatip idi. Allah fG.C.) O'nda lisan fesahatiyle kalem fesaÂhatini bir araya getirmişti.
Lisanından açık ve anlaşılan lafızlar akan hitabet kudreti yanında baş-kalanmn günlerce düşünüp kafa yorarak yazamayacakları hakikatları parÂmak uçlarından akıtan bir yazardı da...
Bu fesahatin ailesinden gelme olduğu açıktır. Babası büyük bir ke-lamcıydi. Dedelerinden de hatip olanlar vardı ve onlardan birisi Bağdat Camiinde hatiplik vazifesi ifa etmişti. Allah Taala'nin Kitabı'ni ezberledikÂten sonra çok tekrar etmesi ve okuması sünnet-i nebeviyyeyi ezberlemeÂsi Takiyyuddin'deki bu beyan kudretini kuvvetlendirmiştir. Bu da O'nu beÂyanı mücadelelerin çokluğu oranında büyük miktarda güzel, seçilmiş ifaÂdelerle takviye etti. Gücü bilendi ve O'nu hazırlanmadan, hazırlık yapmaÂdan irticai? konuşmaya ve delille galip gelmeye alıştırdı. O, konuşmadan, mücadeleden ve münazara yapmazdan çok önce her şeyi ezberlemişti.
113- Yedincisi : Cesaret ve onunla birlikte iki vasıf; sabır ve taÂhammül gücü : Serbest düşünebilme vasfından sonra İbn-i Teymiyye'nin asrındaki alimlerden ayrıldığı en açık vasıf cesaretidir. O'nun asrında inÂsanlar alimleri devamlı okuyan, oturakların zayıflattığı adele ve mafsallaÂrının onları üzerinde gevşediği kişiler olarak tanırlardı. Alimin bütün güÂcünün düşüncesi ve kafası oiduğu görüşündeydiler. Onlar ümmetin başıyÂdılar. Adeleleri ve bedeni kuvveti değildiler. Bedeni kuvveti yalnızca orÂdu idi. Herhalde bu düşünce onlara Hint Felsefesi ve Hindu dininden gelÂmişti. Hindular milletin kuvvetini orduda düşünürlerdi ve onların inancıÂna göre bunlar Brahma'nın kollarından yaratılmışlardır. İnançlarına göre Brahmanlar, yani ailemler de Brahman'ın başından yaratılmışlardır.
İbn-i Teymiyye'nin asrında müslümanların alimlerinin durumu buydu. Bunun için Tatarların atlısı ve yayasıyla toptan üzerlerine hücum ettikleri hcberi ulaşınca Mısır'a kaçan kaçana idi. İbn-i Teymiyye ise burada tek başına örnek oldu. O'na göre ilim ve askerlik birbirine zıt, ayrı şeyler deÂğildi. Alim, işler kızıştığında askerdir, tuzak kurulduğunda da siyasidir. Aksine durumlar düzelip istikrar bulunca asker de ilim adamıdır. Bu da O'nun selef-i salihin peşinden gitmesi ve düşüncesinin de onlardan nakÂledilenlere bağiılığındandır. O ilmin kapısı ve müslümanların en kudretli kadısı olan Ali b. Ebi Talib'in aynı zamanda onların süvarisi olduğunu biliÂyordu. Savaşta karşısına çıkanı mutlaka yenen o idi. Alim, abid ve zahid de o idi. Kılıcından kan damlıyarak savaş meydanına çıkan da o idi.
Bu güzel örnek sebebiyledir ki, Tatarlar saldırdığı zaman siyasetçile-. idarecilerinin kaçmasından sonra İbn-i Teymiyye işlerini idare etmek üzere şehirde kaldı, münakaşa ve mücadele için Kazan'a, Tatar kumandaÂma gitti. Sonra Tatarlar çekilene kadar halkı teskin etmeye uğraştı. BilaÂhare onlar tekrar dönüp gelince gitti ve geri çekilmekte olan Mısır orduÂsunu teşvik etti, kumandanları cesaretlendirdi ve nihayet Tatarları püsÂkürtmek için Şam'a geldiler amma, neredeyse gelmiyeceklerdi. Savaş başÂlayıp kıyamet koptuğunda cesurca öne atılan süvari - hoca ölüm hattın-daydı. Ölüm onu mu, o ölümü mü yenecek, bilemiyordu. Neticede tatar kaÂyası parçalanıp kovularak çekilince o tek başına bir bölüğü komutasına alarak Cebel'deki Şiilere gitti ve onları itaat altına aldı. Tevbekar olanÂların tevbesinden sonra onları horlanmışlar olarak zekat ve öşür vermekÂle mükellef kıldı.
İşte bu İbn-i Teymiyye'nin meydandaki cesaretidir. O'nun cesaretidir. O'nun cesareti hayatlarını süvarilik ve kılıçla geçiren komutanlannkinden daha yüksekti. Çünkü onların cesareti savaş ve zaferden, onunki ise kalÂbinden ve dinindendi.
O'nun konuşma cesareti ise karşılaştığı belaların sebebiydi. Ne güÂzel bela.. İnandığı gerçek sözü söylemiş, gevşememiş ve zayıflık duymaÂmıştır. Alimler ve ulular onunla çekişmişlerse de o asla tereddüt etmeÂmiş ve geri durmamıştır. Halkı O'nun aleyhine tahrik etmişler fakat o kenÂdi görüşünce hak olanı söylemekten çekinmemiştir. O'nun bütün hayatı bu yolda mücadeledir. Emirler ve Sultan da kendisine muhalif olanlar taraÂfına geçince konuşma cesaretinden hiçbir şey kaybetmeksizin hepsinin belasına tahammül etmiştir. Hayatının her bir safhası bunları anlatmakta, bu alimin şahsiyetinin kuvvetini, fikir ve delilleri gibi irade ve gayretinin de muasırlarından daha üstün olduğunu göstermektedir.
Bu cesaretiyle beraber çok sabırlıydı. İlk darbede sabreder, harekete geçmezdi. Peygamber (S.A.V.J : «Sabır ancak ilk andadır.» buyurmuştur. O, bedeniyle, kalbiyle ve akliyle çok kuvvetli tahammül ve sabra sahipti. Beden yapısı çok sağlamdı. Gayet geniş gönüllüydü, nahoş olan bir şeye sabırsızlık göstermeden katlanırdı. Çok büyük akıl sahibiydi, delile delille karşılık verir, eğer inatçılar kulak vermezse onu delille sustururdu. Bıkıp usanmakstzın çalışmaya alışıktı. Hapsediliyor, fakat hayatının bir anını biÂle çalışmadan geçirmek istemiyor, yazıyor ve telifte bulunuyordu. Çünkü O, bu zamanını nerede harcadığından hesaba çekilecekti. Kitaplarından mahrum edilerek kendisine haksızlık ediliyor, mürekkep, kalem ve kağıtÂtan uzaklaştırılıyordu. Fakat o, kömürle yazma yolunu buluyordu. DüşünÂme ve tedvin etmeyi bu baskı altında bile terketımiyordu. Kağıt ve kömür temin etmesi de mümkün olmayınca anlıyarak ve düşünerek, huşu ile AlÂlah'ın Kitab'ını okumaya başladı. Çalışmadan geri kalmadı, bilakis hasta iken dahi Kur'an okuyordu. Ve Allah (C.C.)'ın «(Şüphesiz takva sahipleri
Cennetlerinde aydınlıklar içindedirler; rıza gösterilen bir yerde... KudreÂtine nihayet olmayan bir Melik (her şeye hakim bulunan, Allah Taala'nın) huzurunda...» (Kamer, 54-55). kavl-i şerifine kadar geldi. Bu onun söyleÂdiği son söz oldu,
114- Sekizincisi: Feraset kuvveti. Hissetme gücü yanında akii kuvÂveti, basiretinin nüfuzu ve idrakinin keskiniiğiyle bakışları gönüllerin deÂrinliklerine ulaşır ve anlar, işlerin içyüzünü keşfederdi. Zeki birisi onun kesin olarak gördüğünü ya da duyduğunu zannederdi. Üstlendiği her bir işte O'nun gördüğünü ya da duyduğunu zannederdi. Üstlendiği her bir işte O'nun feraseti açıkça görünürdü: Tatarları ve hallerini görünce zayıfladıkÂlarını, Şam'ı aldıkları ilk zamanlardaki gibi olmadıklarını, aksine şımardıkÂlarını, kuvvetlerinin kaybolduğunu, fakat mazilerinin savaştıklarına korku verdiğini ve böylece onları kuvvet fazlalığıyie değil de korku vasıtasıyla yendiklerini kendi zekasıyle anladı. Dahi bunu anladı ve Mısır ve Şam orÂdusunun kesinlikle galip olacaklarına ağır yeminler ediyordu. Emir kendiÂsine «inşaallah» de deyince, bunları gerçekleşmiş görüyorum, olacak olaÂrak görmüyorum dedi. Bu da O'nun feraset gücü ve basiretinin nüfuzunu gösterir.
Toplulukların islahıyla uğraşanların, vicdanlara hitap edebilmek ve şuÂurların ne istediklerine ulaşabilmek için gözlerden kalblerin çarpışlarını ve yüzlerin çizgilerinden gönüllerin hareketlerini sezmelerini mümkün kıÂlacak kadar feraset kuvvetine ve keskin basirete sahip olmaları gerekir. Allah Taala O'na ruhi sezgi ve kalbi duygu nasibini vermişti. Bu sebeble hitap ettiği toplulukların mutlaka dikkatini çekmiş, söyledikleriyle onların şuurlarına işlemiştir. Ancak kendi inadından başkasını duymayıp nefsine mağlup olmuş kişiler müstesna. Onların da zaten yolları kapalıdır. Eğer böylelerine hak söz ulaşamıyorsa bu onun kendindeki noksanlıktan dolaÂyıdır, söyleyenin eksikliğinden değildir.
115- İbn-i Teymiyye'nin vasıflarını anlatırken bize gereken gerçekÂçi olup sadece beğenilenleri sayıp dökmekle kalmamak, bilakis güzelliğin yanında diğerlerini de zikretmektir. Biz de O'nun beğenilmeyen bir vasfı var mı diye ararken, bir tanesi hariç, karakterleri arasında hiç bir şey karÂşımıza çıkmadı. O da keskin ve şiddetli söylemesi, konuşmasıdır. Bazan çok acı verir, ilacın acısından dolayı insanlar da şifayı istemezlerdi. Bu sertliği O'nu kuvvetli delil ve tenkit ileri sürmekten uzaklaştırır, zaman zaman itham etmeye kadar götürürdü. Maliki Kadı İbnü'l-İhnai'nin kabir ziyareti meselesindeki görüşünü kabu! etmediği ve cahillikle itham ettiği kendisine ulaşınca «O'nun dağarcığında İlim azdır.» demişti. Fakat bu söÂze yol açan sebep söylenmeyecek kadar büyüktür. O çoğu zaman muhaÂliflerini bid'atçı olmakla suçlardı.
Bazan da cedel bu keskinliğe vardırırdı. Mücadelenin her çeşidi bir uharebedir ve muharebede de söz kızışır. İfadedeki keskinliğin bizzat kendisi hakikatin kıymetini eksiltir. Bunun içindir ki İmam Malik, cedel ehliyie dahi olsa mücadeleden nehyederdi. Kendilerine sünneti açıklaya dd V i ddi ki Her ne zaman ce
ehliyie dahi olsa mücadel
na da: «Sünneti söyle ve sus» derdi. Ve yine derdi ki «Her ne zaman ce-delci kişiden daha cedelci bir kişi gelse o da Muhammed (S.A.V)in geÂtirdiklerinden bir şeyler eksiltir.»
Fakat münazarayı terketmek İbn-i Teymiyye'nin elinde değildi, zira asÂrının alimleriyle iki yoldan hangisinin sünnet olduğunda anlaşmazlığa düşÂmüştü. Onlar kendilerinin takip ettiği yolun sünnet ve yaptıklarının da sünnete tabi olma (ittiba) olduğunu, söylüyorlardı. İbn-i Teymiyye de onÂlara karşı aynı iddiada bulunuyordu. Bu durumda gerçeklerin yerleşmesi, iki guruptan hangisinin yolunun daha doğru ve sünnete daha yakın olduÂğuna düşünenlerin hükmetmesi için münazara lüzumluydu. Münazarada ise tabii ki mücadele ve keskin söz beraber bulunurdu.
İbn-i Teymiyye'nin muasırları O'nun keskin sözlü olduğunda mütteÂfiktirler. Daha önce de O'nun hakkındaki sözlerini naklettiğimiz Zehebi diyor ki:
«O'nu, araştırmada keskinlik ve hasımlara karşı da gönüllere düşmanlık eken Öfke kaplardı. Öyle olmasaydı mükemmellikte herkesin ittifak noktası olurdu. BüÂyükleri O'nun ilmine boyun eğerler. O'nun sahili olmayan bir deniz ve benzeri olmayan bir hazine olduğunu itiraf ederlerdi.»
Zehebi'nin söyledikleri bunlar. Bu sözler de hasımlara karşı O'nun şiddetle davrandığını tescil ediyor. Şiddetinden söz ettik. Hasımların hüÂcum etmesine gelince, bunun sebebi de O'nun bildiği bir sünneti, muhaÂliflere ve onların içinde bulundukları durumlarına iltifat etmeksizin ilan etÂmesidir. O'na göre en uygun olan, ortaya koyduğu şeye onları derece deÂrece alıştırmaktı. Böylece bu şeyler onlara zor gelmezdi. Tedricilik başÂlangıçta redle karşılanan bir şeyi daha sonra kabulle karşılanır hale getiÂren fitri bir yoldur. Bu sözde —bazan— gerçek payı vardır.
Fakat Zehebi şiddetini ve onlara hücum etmesini kendine muhalefet etmelerine bağlar. Doğrusu şiddetli muhalefetle karşılaşınca İbn-i TeyÂmiyye'nin yaptığını O'nun asrmdakilerden hiçbiri yapmamıştır. MuhalefeÂtin sebebi şiddet değildir. Bilakis böylesi bir asırda görüşlerin kendisi ihÂtilafa sebebtir. Zira insanlar bunlar sünnettir diye bir takım görüş ve fiÂkirleri bir araya getirmişler ve bunlara sıkı sıkıya bağlanmışlardı. İbn-i eymiyye gelmiş, onlara sünnetin bu şeyler olmadığtnı söylüyordu. ElbetÂte bu durumda bu İki düşünce çarpışacaktı. Çünkü insanlar dini inançlarıÂnı^ mücerred ilmi görüşlerini değiştirdikleri kadar kolay değiştirmezler. Onun söyledikleri de mücerret ilmi görüşler değil, bilakis İslami akide ile alakası olan şeylerdi. O halde ihtilaf olması tabii idi. Fakat sözdeki kes-
kinlik muhalefeti kızıştırır, küfür, fasıklık ve asilik isnadı ve kötü lakap. ' lar takmayı kolaylaştırır. İki taraftaki keskinlik de işi buna vardırmışti İbn-i Teymiyye'nin hasımları ilim, kıymet ve taraftar açısından kendisinÂden aşağı oimalan hasebiyle, şiddetinden dolayı O'na yapılan kötüleme de kıymeti, mevkisi ve şahsiyetinin önemi oranında olacaktır.
116- Azameti: Allah (C.C.) İbn-i Teymiyye'ye. karşısına geleni ürÂperten, O'na büyük bir adamın huzurunda olduğunu hissettiren şahsi bir azamet heybet vermişti. İfsaatçıların, bozguncuların şiddetine rağmen hepÂsinin eziyetinden Û'nu koruyan herhalde bu azameti olsa gerektir. Bizzat kendisi de şanının yüceliğinin farkındaydı. O'nun için kıt akıllı ahmak biÂri cesaret bulup kendisine bir şey yaptığında O'nu affetmekten İmtina etÂmezdi. Bazı taraftarları ezayı misliyle defetmek için kendisini korumayı isÂteyince onların teklifini kabul etmemiş, yalnız gitmiş, kendisine kimse hiç bir şey yapamamıştır. Muhalifi alimler de Ö'nun azametinden hisse kaÂparlardı. Bir şey yapmak istedikleri zaman O'nu geceleyin düşünüp taşıÂnır, planlarlardı. Sonra O'nunla karşılaşmaktan çekindikleri için yapmazlar, şikayet ederlerdi. Sultan veya idare elinde olan kişi kendilerine katılıp O'nunla mücadele etmeleri için İsrar da etse, neticede delilinin kuvveti ve azametinden dolayı yine O'na bir şey yapamazlardı.
Suİtan karşısına çıkacağı zaman cesaretle ve kendinden emin olarak çıkardı. O'nunla bir konuda muhatap olacağı zaman kuvvetli konuşur, sert cevap verirdi. Sultanın O'nu uymaya davet ettiği hususta kendisine karÂşı çıkmakta tereddüt etmezdi. Sultan, ancak yakınında değilken O'nun baÂşına gelenlere rıza göstermiştir. Sultan Mısır'da İbn-i Teymiyye ise Şam'Âdaydı, uzakta olan ise kendisine ulaşan haberlerde mazurdur. Oian olmuş, dilinden hikmetler akan, kalbinden ihlas coşan ve pariak şahsiyeti gönülÂlere heybet salan bu yüce alime hareket zamanında yetişememişti. Üstad, Kazan'da Tatar Meliki ve komutaniyle buluşur. Dillerinin farklı olmasınÂdan dolayı karşı karşıya konuşmalarının zorluğu ve hatta imkansızlığına rağmen istediği her şeyi söyler—aralarında tercüman aracılık etmiştir— Kazan'in bile O'nun azametini ve şahsiyetinin kuvvetini hissettiğini görüÂyoruz. Han adamlarına :
«Böyle birisini hiç görmedim. Bundan daha cesaretlisine, sözü kalbime daha fazla yer edene rastlamadım. O'ndan başka kimseye de bu kadar boyun eğdiğimi görmedim» demiştir.
117- Heybet-i şahsiyye (şahsi azamet): Allah (C.C.) Subhanehu'-nun yarattıklarının bazılarına lütfettiği bir İlahi vergidir. Böylece o insanÂda ruhi ve şahsi bir kuvvet oluşur ki, bundan da dinleyicilerinin gönülleÂrine te'sir kuvveti hasıl olur. Sözünde bir şiddet, bakışlarında kalbe nüÂfuz etme özelliği vardır. Kişi, galip bir Sultan bulunmadan vg zorlayıcı, bağlayıcı maddi bir kuvvet olmadan, bilakis içinden gelen bir bağlayıcı-. | o'nun huzurunda hürriyetini kaybeder. Allah (C.C.) İbn-i Teymiyye-bu ruhi kuvveti vermişti. Zikrettiğimiz sıfatları ve açıkladığımız kud-y ti bunun sebeplerindendl. Fakat bu sıfatlar O'na has değildi, elbette Thi bir lütuf, rabbani bir bağıştı. İnsanların düşüncelerini yönlendiren fiÂkir kumandanları Allah'ın kendilerine bu vergiyi verdiği kişilerden çıkar. Bu ilahi vergi sayesinde insanlar kumandanın korkusuna itaat ederek, tuÂtularak, şahsının azametinin dehşetine kapılarak yürürler. Onunla beraÂber gönülleriyle ölümlere giderler. Allah'ın (C.C.) yarattıklarında bu gibi işleri vardır. [57