
TEBESSÜM

Köylü, yeni doğan bir sıpayı kucağına almış evine
dönerken, iki ortaokul öğrencisi kendisine takılır ve:
-Hayrola amca, derler. Oğlunu nereye götürüyorsun
böyle?
Adam, kendine yapılan bu terbiyesizliğe aldırmamış
görünerek cevap verir:
-Gittiğiniz okula kaydını yaptıracağım!

"BeN..."
Çocuk belirli bir yaşa gelince benliğini de keşfetmiş
demektir. bu aşama çocukta temel bir "ben idraki"
nüvesinin atıldığı aşamadır. Bu aşamada 'evet' ve
'hayır' anlam kazanır. Güzel-çirkin, iyi-kötü duygusu
bu aşamada verilir.
onun bir takım şeyleri kendi başına yapmasına
izin verin. sürekli ona "sen beceremezsin" demeyin.
o zaman gerçekten becerebileceği şeyleri de
denemeye kalkmaz ve kendine güvenini kaybeder.
ona yaptıklarından dolayı "iyi çocuk" ya da "kötü
çocuk" olduğunu söylemeyin. yaptıklarının 'iyi' ya da
'kötü' olduğunu söyleyin. çocuğunuzun yanında,
başkalarına onunla övünmeyin ya da onu yermeyin.
öyle yaparsanız, doğrunun ölçüsünü hep "başkaları"
zanneder.
peygamber efendimiz, çocuğa yemeği sağ elle
yemesini alıştırmamızı ister. bu uygulama onda
"yan" ve "yön" gibi iki unsurdan oluşan koordinasyon
bilinci geliştirir. bir çocuğun "yan" kavramıyla yani
"sağ yan" "sol yan" kavramlarıyla karşılaşması, bir
anlamda "iç uzayı" ile ilk buluşması anlamı taşır.
"sağ elinle ye" dediğiniz, sol elini uzatınca geri çekip
ille sağını uzatmasını istediğiniz ve onu uzatıncaya
kadar biberonunu-kaşığını vermediğiniz bir bebeğe,
aslında hiç farkında olmadan aslında "iç uzayını"
öğretmiş olmaktasınız. Bu ise çocuğun "mekan"
duygusu kazanmasına, el ve ayaklarını dengeli
kullanmasına zemin hazırlar. yön kavramı ise
"dış uzay"dır ve çocuk eşyanın bir duruşu
olduğunu ancak bu kavramla öğrenir. iç uzay ve
dış uzay hakkında asgari bir bilinç geliştirememiş
olan çocukların, ayakkabıyı ısrarla ters giydiğini,
okula başladığında "b" harfini tersinden "d" olarak
yazdığını göreceksiniz.

Çocuk belirli bir yaşa gelince benliğini de keşfetmiş
demektir. bu aşama çocukta temel bir "ben idraki"
nüvesinin atıldığı aşamadır. Bu aşamada 'evet' ve
'hayır' anlam kazanır. Güzel-çirkin, iyi-kötü duygusu
bu aşamada verilir.
onun bir takım şeyleri kendi başına yapmasına
izin verin. sürekli ona "sen beceremezsin" demeyin.
o zaman gerçekten becerebileceği şeyleri de
denemeye kalkmaz ve kendine güvenini kaybeder.
ona yaptıklarından dolayı "iyi çocuk" ya da "kötü
çocuk" olduğunu söylemeyin. yaptıklarının 'iyi' ya da
'kötü' olduğunu söyleyin. çocuğunuzun yanında,
başkalarına onunla övünmeyin ya da onu yermeyin.
öyle yaparsanız, doğrunun ölçüsünü hep "başkaları"
zanneder.
peygamber efendimiz, çocuğa yemeği sağ elle
yemesini alıştırmamızı ister. bu uygulama onda
"yan" ve "yön" gibi iki unsurdan oluşan koordinasyon
bilinci geliştirir. bir çocuğun "yan" kavramıyla yani
"sağ yan" "sol yan" kavramlarıyla karşılaşması, bir
anlamda "iç uzayı" ile ilk buluşması anlamı taşır.
"sağ elinle ye" dediğiniz, sol elini uzatınca geri çekip
ille sağını uzatmasını istediğiniz ve onu uzatıncaya
kadar biberonunu-kaşığını vermediğiniz bir bebeğe,
aslında hiç farkında olmadan aslında "iç uzayını"
öğretmiş olmaktasınız. Bu ise çocuğun "mekan"
duygusu kazanmasına, el ve ayaklarını dengeli
kullanmasına zemin hazırlar. yön kavramı ise
"dış uzay"dır ve çocuk eşyanın bir duruşu
olduğunu ancak bu kavramla öğrenir. iç uzay ve
dış uzay hakkında asgari bir bilinç geliştirememiş
olan çocukların, ayakkabıyı ısrarla ters giydiğini,
okula başladığında "b" harfini tersinden "d" olarak
yazdığını göreceksiniz.

SİYAH BALON!
Küçük bir zenci çocuk, şehrin lunaparkında dolaşırken
bir satıcının elindeki balonları seyre dalmıştı. her renkten
ve her biçimden balonlar, ışıl ışıl parlıyordu.
Derken, birdenbire kırmızı bir balon, baloncunun elinden
kazara kurtularak havada uçtu, uçtu, uçtu ve niyayet
aşağıdan seçilemeyecek kadar yükseldikten sonra
gözden kayboldu. bu manzarayı seyretmek için öyle
bir insan kalabalığı toplanmıştı ki, satıcı, bir tane
daha bırakmanın iyi bir reklam olacağını düşünerek
havaya parlak sarı renkte bir balon daha bıraktı.
arkasından bir tane de beyazını çözdü.
Küçük zenci çocuk, olduğu yerden büyük bir
hayranlık içerisinde, ardı ardına uçan rengarenk
balonları bir zaman daha seyrettikten sonra:
"baloncu amca" dedi. "acaba bir de siyah renkte
balon bıraksaydınız, ötekiler kadar yükselir miydi?"
Baloncu adam, anlayışlı bir bakışla çocuğa
tebessüm ederek, siyah renkli bir balonu boşluğa
bırakırken cevap verdi:
"Yavrum, bizi yükselten dışımızdaki renk değil,
içimizdeki sevgidir!"

Küçük bir zenci çocuk, şehrin lunaparkında dolaşırken
bir satıcının elindeki balonları seyre dalmıştı. her renkten
ve her biçimden balonlar, ışıl ışıl parlıyordu.
Derken, birdenbire kırmızı bir balon, baloncunun elinden
kazara kurtularak havada uçtu, uçtu, uçtu ve niyayet
aşağıdan seçilemeyecek kadar yükseldikten sonra
gözden kayboldu. bu manzarayı seyretmek için öyle
bir insan kalabalığı toplanmıştı ki, satıcı, bir tane
daha bırakmanın iyi bir reklam olacağını düşünerek
havaya parlak sarı renkte bir balon daha bıraktı.
arkasından bir tane de beyazını çözdü.
Küçük zenci çocuk, olduğu yerden büyük bir
hayranlık içerisinde, ardı ardına uçan rengarenk
balonları bir zaman daha seyrettikten sonra:
"baloncu amca" dedi. "acaba bir de siyah renkte
balon bıraksaydınız, ötekiler kadar yükselir miydi?"
Baloncu adam, anlayışlı bir bakışla çocuğa
tebessüm ederek, siyah renkli bir balonu boşluğa
bırakırken cevap verdi:
"Yavrum, bizi yükselten dışımızdaki renk değil,
içimizdeki sevgidir!"

GARİP

Bir ALLAH dostu çölde giderken yolunu kaybeder.
Heyecanlanır... Tekrar bulmaya çalışırken de çölün
ortasında, tek başına, yaşlı bir kadın görür... Kendi
derdini unutur... meraklanır, sorar:
"-ey garip kadın! sen de mi yolunu kaybettin?"
cevap afallatıcı bir soru olur:
"-ALLAH'ı tanıyan nasıl garip olur ve O'nu seven
nasıl yolunu kaybeder?"

TEFEKKÜR
İnsan, mesela bir paraya baktığında, gözü onun
kağıdını, aklı onun değerini, duyguları da o değerle
nelere ulaşabileceğini görür. Ya da bir sanat eserine
baktığında, gözü maddesini, aklı diğer sanat eserleri
arasındaki yerini, duyguları ise o eserin mesajlarını alır.
En küçük bir parçasının bile değerini parayla
ölçemeyeceğimiz, taşıdıkları harika sanatlarıyla
seyrettiğimiz bu aleme baktığımızda da sadece
maddesini görmemeliyiz. Bu kadar güzelliklerin
yaratılması, bize de akıl ve duyguların verilmesi
boşuna olabilir mi?

İnsan, mesela bir paraya baktığında, gözü onun
kağıdını, aklı onun değerini, duyguları da o değerle
nelere ulaşabileceğini görür. Ya da bir sanat eserine
baktığında, gözü maddesini, aklı diğer sanat eserleri
arasındaki yerini, duyguları ise o eserin mesajlarını alır.
En küçük bir parçasının bile değerini parayla
ölçemeyeceğimiz, taşıdıkları harika sanatlarıyla
seyrettiğimiz bu aleme baktığımızda da sadece
maddesini görmemeliyiz. Bu kadar güzelliklerin
yaratılması, bize de akıl ve duyguların verilmesi
boşuna olabilir mi?

SORMAK

Cabir (ra) anlatıyor:
Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık.
İçimizden birinin başına taş isabet etti ve
başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı
adam uykuda ihtilam olduğu için, arkadaşlarına:
"Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim
için ruhsat buluyor musunuz?" diye sordu.
Arkadaşları da: "Hayır, su mevcut oldukça
teyemmüme ruhsat yoktur" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık
vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile
vefat etti. Peygamberimizin huzuruna geldiğimiz
zaman, kendisine hadiseyi naklettiler. Bunun
üzerine Resulullah(asm): "Adamı öldürmüşler,
ALLAH onları öldürsün" buyurdu. Ve "Bilmiyorlarsa
sorsaydılar ya; cehaletin ilacı sormaktır, o adama
teyemmüm etmek kafi gelirdi. Yarasına da bir bez
parçası koyar, üzerine mesh eder ve vücudunun
diğer yerlerini de yıkardı" diye ilave etti.

ÇELENK

Bilinmelidir ki, cenazeyi çelenklerle teşyi etmek
Hristiyan adetidir. Çelenk, aslında hristiyanın
kutsal bildiği haç taşıma aracıdır. çıplak taşımamak
için onu süslemekte ve öylece mezara kadar
götürmektedir. Peki biz, bu çelenk hurafesiyle,
mezara ne göndermekteyiz? hristiyanın haçını mı,
yoksa çiçek buketleri arasında üzüntülerimizi mi?
Ya da okumadığımız veya okuyamadığımız
fatihaları mı?
Müslüman, ölen kardeşine fatiha okur. çelenk
gibi hristiyan dini geleneğini yaşatmaz ve boş
yere masraf yapmaz. Kabir üzerine yığılmış bir
kamyon çelenk'in maliyeti ile, ameliyat bekleyen
bir dertli fakirin derdine çare mi olunamaz? bu,
daha mı az fayda temin eder yoksa?
İslamiyet, kabir üzerine yığılmış, kurumaya
mahküm çelenk ve çalı değil, büyümeye ve
yeşil kalmaya layık fidanlar, çiçekler dikilmesinden
yanadır. sevgili Peygamberimiz, bizzat buna örnek
vermişler, iki kabrin üzerine hurma fidanı dikerek,
"bunlar yeşil kaldıkça, içeridekiler için rahmet
vesilesi olmaları umulur" buyurmuşlardır. o halde
ne yaptığımıza ve ne yapmamız gerektiğine
yeniden bir daha dikkat edelim.
