M
Mercan
Guest
Riyazet
Hayatın disipline edilmesi; yeyip-içme ve yatıp-kalkmanın hamd ü şükür gayeli ve ihtiyaç ölçüleriyle mukayyet hale getirilerek dengelenmesi şeklinde yorumlayacağımız riyazet; sofiye ıstılahında, nefsin terbiyesi ve ahlakın tehzibi manalarında kullanılmış, yemek-içmek-uyumak dahil, nefsin arzu ettiği şeylere karşı kesin tavır belirleyerek cismani istekleri gemleme yolu kabul edilmiştir.
Zühd ü takva ve kurb u mükaşefe maksadıyla, dünyanın beden-i hayvaniye bakan zevklerinden kaçınma ve nefsin balapervazane arzu ve “dayatma”larına karşı, kalbi ve ruhi hayat atmosferine sığınarak, vicdani ve iradi melekeleri harekete geçirip sürekli Allah yolunda olabilme de riyazetin bir diğer yorumu.
Tasavvufta belli işaret kristalleri sayılan “hal” ve “makam”; rıza ve muhabbet yörüngeli Hak yolculuğunda, riyazatla ulaşılan ve duyulan bir kısım ukba buudlu televvünlere ve televvünler ötesi, tariflere sığmayan zevk-i ruhani havuzlarıdır. Bu havuzlara ulaşabilme ve onlarda ruhun muhabbet ve rıza kanatlı ferah-feza dünyasını duyma, yaşama hep riyazetin kolları arasında, nefsin terbiyesi ve ruhun tehzibi vadilerinde gerçekleşir.
Riyazet insanı, aynı zamanda bir sadakat eridir. O hem Hak’la muamelesinde hem de halkla münasebetlerinde hep vefa ve sadakat peşindedir. Zaten, insanın, dünyevi eğilimlerden ve cismani temayüllerden sıyrılarak, kendini Cenab-ı Hakk’a adayıp, hakikat eri olmayı hedeflemesi manasına gelen riyazetin gayesi de, nefsin terbiye edilip insanlığa yükseltilmesi, Allah sevgisinin, insani duygu, düşünce ve davranışların kaynağı haline getirilmesi; yani hep Allah için düşünülmesi, Allah için konuşulması, Allah için muhabbet duyulması “lillah, livechillah, lieclillah” dairesi içinde kalınarak, her zaman Hakk’ın soluklanmasından ibaret sayılmıştır.
Bazılarına göre riyazet, nefsin horlanıp hakir görülmesi şeklinde de yorumlanmıştır ki, bunu fenalıktan başka bir şey düşünmeyen “nefs-i emmare”ye veya hodgamlık cihetiyle insanın kendi kendini sıfırlayıp enaniyetten tecerrüdüne ya da şahsi arzuları itibarıyla “Ölmeden evvel ölünüz!” teklifine bir cevap sayılabilecek mahiyetteki bedeni istekleriyle ölme manasına hamletmek mümkündür. Bu itibarla da buna, “terbiye-i nefs” değil de “riyazet-i nefs” demek daha uygun olur ki; tıpkı toprak gibi nefsin de didik didik edilip sürülmesi, bağrına iyi ve güzel şeylerin nüvelerinin saçılması, üzerine, varlığın esas unsurları sayılan su, hava ve ateşin salınması suretiyle yoğrulması, yumuşatılması ve güllere, çiçeklere kaselik yapabilecek kıvama getirilmesi demektir ki:
خَاك شُو خَاك تَا بَروُيد گُل
كه بَجُز خَاك نِيست كهِ مَظهَرِ گُل
“Toprak ol toprak ki, gül bitsin; zira topraktan başkası gülün mazharı değildir..” sözleri de zannediyorum bu terbiye ve tekamülü, bu mahviyet ve tevazuu anlatmaktadır.
Ayrıca, tasavvuf düşüncesinde, nefsi, kendi boşluklarından, kendi zaaflarından uzaklaştırarak ona ikinci bir tabiat kazandırma manasına “riyazatü’l-edeb”; sülukte, muradın çok iyi belirlenip tek hedef haline getirilmesi manasına “riyazatü’t-taleb” şeklinde ikili bir yaklaşım da söz konusu olmuştur ama, bunları da yine, nefsin terbiyesi ve ahlakın tehzibi manalarına irca ederek yorumlayabiliriz. Lücce sahibinin:
حِكمَتْ اَندَر رَنج تَن تَهذِيبِ عَقل
و جَان اَست
“Teni incitmedeki hikmet akl ü canın tehzibidir.” şeklindeki sözleri de bu mülahazayı teyit eder mahiyettedir.
Riyazet mevzuunda, riyazet erbabınca, farklı şöyle bir taksime de gidilmiştir:
a- Mübtedilerin riyazatı ki; ilim ile ahlakın, ihlas ile amelin tehzib edilip, tam bir hakşinaslıkla Hakk’ın da, halkın da hukukuna riayetten ibaret görülmüştür.
b- Yolun sonuna yaklaşmışların riyazatı ki, iç dünyası itibarıyla salikin, bütün bütün ağyardan tecerrüd edip, derunundaki nokta-i istinad ve nokta-i istimdadın sesini alarak, sürekli vicdan ibresinin gösterdiği istikameti takip etmesi.. dahası onun yol mülahazası ve yolculuk televvünatını tamamen unutması şeklinde yorumlanmıştır.
c- Müntehilerin riyazatı ki, hal ve zevk itibarıyla şahid ve meşhud ikiliğinden kurtularak cem’u’l-cem –ileride üzerinde durulacak– mertebesine yürünmesinin yani kalbin derinliklerinde esma ve sıfatın vahdetini duyarak Mün’im’i aynen Müntakim, Kabız’ı tıpkı Basıt, Mani’i de Mu’ti gibi görüp zevketmek, farklı ve birbirine zıt gibi görünen esma-i İlahi, sıfat-ı Sübhani ve onların bütün eserlerini denge ve uyum televvünüyle bir tek şey gibi duyup hazzetmenin unvanı saymışlardır.
* Bu yazı Sızıntı dergisinin Kasım 1994 tarihli 190. sayısından alınmıştır.Eylül 2007
Hayatın disipline edilmesi; yeyip-içme ve yatıp-kalkmanın hamd ü şükür gayeli ve ihtiyaç ölçüleriyle mukayyet hale getirilerek dengelenmesi şeklinde yorumlayacağımız riyazet; sofiye ıstılahında, nefsin terbiyesi ve ahlakın tehzibi manalarında kullanılmış, yemek-içmek-uyumak dahil, nefsin arzu ettiği şeylere karşı kesin tavır belirleyerek cismani istekleri gemleme yolu kabul edilmiştir.
Zühd ü takva ve kurb u mükaşefe maksadıyla, dünyanın beden-i hayvaniye bakan zevklerinden kaçınma ve nefsin balapervazane arzu ve “dayatma”larına karşı, kalbi ve ruhi hayat atmosferine sığınarak, vicdani ve iradi melekeleri harekete geçirip sürekli Allah yolunda olabilme de riyazetin bir diğer yorumu.
Tasavvufta belli işaret kristalleri sayılan “hal” ve “makam”; rıza ve muhabbet yörüngeli Hak yolculuğunda, riyazatla ulaşılan ve duyulan bir kısım ukba buudlu televvünlere ve televvünler ötesi, tariflere sığmayan zevk-i ruhani havuzlarıdır. Bu havuzlara ulaşabilme ve onlarda ruhun muhabbet ve rıza kanatlı ferah-feza dünyasını duyma, yaşama hep riyazetin kolları arasında, nefsin terbiyesi ve ruhun tehzibi vadilerinde gerçekleşir.
Riyazet insanı, aynı zamanda bir sadakat eridir. O hem Hak’la muamelesinde hem de halkla münasebetlerinde hep vefa ve sadakat peşindedir. Zaten, insanın, dünyevi eğilimlerden ve cismani temayüllerden sıyrılarak, kendini Cenab-ı Hakk’a adayıp, hakikat eri olmayı hedeflemesi manasına gelen riyazetin gayesi de, nefsin terbiye edilip insanlığa yükseltilmesi, Allah sevgisinin, insani duygu, düşünce ve davranışların kaynağı haline getirilmesi; yani hep Allah için düşünülmesi, Allah için konuşulması, Allah için muhabbet duyulması “lillah, livechillah, lieclillah” dairesi içinde kalınarak, her zaman Hakk’ın soluklanmasından ibaret sayılmıştır.
Bazılarına göre riyazet, nefsin horlanıp hakir görülmesi şeklinde de yorumlanmıştır ki, bunu fenalıktan başka bir şey düşünmeyen “nefs-i emmare”ye veya hodgamlık cihetiyle insanın kendi kendini sıfırlayıp enaniyetten tecerrüdüne ya da şahsi arzuları itibarıyla “Ölmeden evvel ölünüz!” teklifine bir cevap sayılabilecek mahiyetteki bedeni istekleriyle ölme manasına hamletmek mümkündür. Bu itibarla da buna, “terbiye-i nefs” değil de “riyazet-i nefs” demek daha uygun olur ki; tıpkı toprak gibi nefsin de didik didik edilip sürülmesi, bağrına iyi ve güzel şeylerin nüvelerinin saçılması, üzerine, varlığın esas unsurları sayılan su, hava ve ateşin salınması suretiyle yoğrulması, yumuşatılması ve güllere, çiçeklere kaselik yapabilecek kıvama getirilmesi demektir ki:
خَاك شُو خَاك تَا بَروُيد گُل
كه بَجُز خَاك نِيست كهِ مَظهَرِ گُل
“Toprak ol toprak ki, gül bitsin; zira topraktan başkası gülün mazharı değildir..” sözleri de zannediyorum bu terbiye ve tekamülü, bu mahviyet ve tevazuu anlatmaktadır.
Ayrıca, tasavvuf düşüncesinde, nefsi, kendi boşluklarından, kendi zaaflarından uzaklaştırarak ona ikinci bir tabiat kazandırma manasına “riyazatü’l-edeb”; sülukte, muradın çok iyi belirlenip tek hedef haline getirilmesi manasına “riyazatü’t-taleb” şeklinde ikili bir yaklaşım da söz konusu olmuştur ama, bunları da yine, nefsin terbiyesi ve ahlakın tehzibi manalarına irca ederek yorumlayabiliriz. Lücce sahibinin:
حِكمَتْ اَندَر رَنج تَن تَهذِيبِ عَقل
و جَان اَست
“Teni incitmedeki hikmet akl ü canın tehzibidir.” şeklindeki sözleri de bu mülahazayı teyit eder mahiyettedir.
Riyazet mevzuunda, riyazet erbabınca, farklı şöyle bir taksime de gidilmiştir:
a- Mübtedilerin riyazatı ki; ilim ile ahlakın, ihlas ile amelin tehzib edilip, tam bir hakşinaslıkla Hakk’ın da, halkın da hukukuna riayetten ibaret görülmüştür.
b- Yolun sonuna yaklaşmışların riyazatı ki, iç dünyası itibarıyla salikin, bütün bütün ağyardan tecerrüd edip, derunundaki nokta-i istinad ve nokta-i istimdadın sesini alarak, sürekli vicdan ibresinin gösterdiği istikameti takip etmesi.. dahası onun yol mülahazası ve yolculuk televvünatını tamamen unutması şeklinde yorumlanmıştır.
c- Müntehilerin riyazatı ki, hal ve zevk itibarıyla şahid ve meşhud ikiliğinden kurtularak cem’u’l-cem –ileride üzerinde durulacak– mertebesine yürünmesinin yani kalbin derinliklerinde esma ve sıfatın vahdetini duyarak Mün’im’i aynen Müntakim, Kabız’ı tıpkı Basıt, Mani’i de Mu’ti gibi görüp zevketmek, farklı ve birbirine zıt gibi görünen esma-i İlahi, sıfat-ı Sübhani ve onların bütün eserlerini denge ve uyum televvünüyle bir tek şey gibi duyup hazzetmenin unvanı saymışlardır.
* Bu yazı Sızıntı dergisinin Kasım 1994 tarihli 190. sayısından alınmıştır.Eylül 2007