...Tefekkür...
Hüznüm yüreðime dokunan dûamýn sûkûtudur...

Arapça menşeli bir kelime olan “isim“; “alamet, yükseklik, yüce mevki, yüksek mertebe” gibi manalara gelmekte olup, cevher ya da arazı belirleyen lafızdır.1 “İsim” kelimesi Türkçemizde “ad” kelimesi ile aynı manada kullanılır.
Meşhur müfessirlerimizden Elmalılı Hamdi Yazır, “isim” aslında sözlük anlamıyla bir şeyin zihinde doğmasını sağlayan işaret ve alamet olup, örfte tek başına anlaşılır bir manaya delalet eden kelime diye tarif edilir demektedir. “İsmin” çoğulu “esma” veya “esami“dir ve bunlar tamamen Türkçemize mal olmuş kelimelerdir.2
Kur’an-ı Kerim’de ‘İsim’ Kelimesi
Kur’an-ı Kerim’de “isim” kavramı türevleri ile birlikte yetmiş bir ayet-i kerimede geçmektedir. Biz burada daha çok Bakara Suresi otuz birinci ayet-i kerimesinin manası üzerinde durmaya çalışacağız. Söz konusu ayet-i kerime mealen şöyledir: “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: ‘İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!’ dedi.” (Bakara, 2/31)
Elmalılı’nın bu ayet-i kerime ile ilgili yorumlarını biraz sadeleştirerek vermek istiyoruz: Allah (cc) öğrettiği bu isimleri ya kendi koyup Adem’in ruhuna nakş ve ilham etti veya Adem’e bu isimleri gerektiğinde koyup kullanacağı özel bir yeteneği haiz ruh üflemeyi takdir etti. Birinci mana açık, ikincisi ise ihtimal dahilindedir. “Öğretti” kelimesinden Hz. Adem’in dilin esası olan isimleri birdenbire bir anlatma ile bilmiş olmayıp, terbiyenin sırrı hükmünce bir yetenek ile az çok bir tedric yani azar azar ilerleme içinde bellemiş olduğu anlaşılır.
Bu isimler nelerdir? Genelleştirmenin kapsamı ne kadardır? Yani bütün eşyanın isimleri midir? Yoksa birtakım bilinen isimlerin toplamı mıdır? İlmi tabiriyle “el-esma” kelimesindeki “elif lam” genelleme için midir? Yoksa “Allah’ın öğretmesini murat ettiği isimler” manasına mıdır? Bu noktada tefsircilerden birkaç görüş vardır:
1- Bu isimler, insanların tanışmalarına, anlaşmalarına sebep olan bütün isimlerdir. İnsan, hayvan, yer, deniz, dağ, eşek ve diğerleri, hepsi (İbn Abbas’dan Dahhak). Karga, güvercin ve her şeyin ismi (Mücahid). Her şeyin ismi, deve, inek, koyuna varıncaya kadar (Said b. Cübeyr). Her şeyin ismi, hatta şu, bu, abdestsizlik bile (İbnü Abbas’dan Said b. Ma’bed). Her sınıf halkın ismi ve cinsine çevrilmesi, şu dağ, bu deniz, şu şöyle, diye her şeyin ismi (Katade). Bunların özeti, bütün dillerin aslı olan dilin hepsi oluyor. Ve “elif lam” genelleştirmeye hamlediliyor. Bundan kıyamete kadar olmuş, olacak bütün şeylerin isimleri manasını anlayanlar da olmuştur.
2- Meleklerin isimleri (Rabi’ ve daha diğerleri).
3- Zürriyetinin isimleri (İbnü Zeyd’den, İbn Vehb’den Yunus b. Abdi’l-Ala ve diğerleri). Bu iki şekilde de “elif lam” ahd içindir ve bunun karinesi gelecek olan “aradahum/onlara arz etti” kelimesindeki zamir ile gösterilmiştir. Çünkü tağlib muhtemel olmakla beraber zamirinin akıl sahipleri için olduğu açıktır. Ve bu karineye göre bazı tefsirciler hem meleklerin isimlerini ve hem nesillerin ismini kapsamasını (yani ikinci ve üçüncü görüşü) toplamışlardır. Bu isimleri, Allah’ın isimleri diye telakki etmeye bu zamir engeldir.
4- Esma (isimler)dan murad dil değil, eşyanın duyguları, diğer deyimle o duygulardan oluşan ilmi suret (biçim)lerdir, diye de tefsir edilmiştir. Fakat bunun ilimden çok kelam, hiç olmazsa kelam-ı nefsi (zata mahsus kelam) olan zihin olması gerekir. Her ne olursa olsun burada kesin olan nokta, Hz. Adem’e -az veya çok- lisan öğretilmiş ve onun ilim ve kelam sıfatlarına mazhar kılınmış olması, kelam ve dil meselesinin hilafet işinde önemli yerinin bulunmasıdır.
İşte Allah Teala Adem’e böyle isimleri öğretti. Öğretimden bir müddet sonra da bu isimlerin müsemmalarını (yani delalet ettikleri zatları) meleklere arz etti. Buradaki “hüm/onlara” zamirinde bir dil inceliği vardır ki, lisanımızda bulunmaz. “He” zamiri yerine “hüm” zamirinin kullanılması, arz olunan şeylerin “akıl sahibi” olduğunu açıkça göstermektedir. Ve isimleri şarta bağlatan karine de budur. Bu zamirin meleklere ait olması ve o isimlerin meleklerin isimleri olması ihtimali, isimlerin meleklere arz edilmiş olması sebebi ile ihtimal dışı kalmaktadır. Şu halde en açık mana, ad verilmiş olanların Hz. Adem’den sonra gelecek olan “nesillerin adları” olmasıdır. Ayet-i kerimede daha önce anılan “el-esma/isimler” kelimesi ile de insan isimlerinin kastedilmiş olduğu anlaşılır. Bununla birlikte, sadece insan değil bütün eşyaya ait isimlerin öğretilip de, meleklere sadece insan isimlerinin sorulmuş (arz) olması da ihtimal dahilindedir. Fakat her iki halde böyle olmak için nesillerin yaratılmış olması gerekir. Halbuki ayette henüz Hz. Havva’nın bile yaratıldığına işaret yoktur. Bu sorunun cevabı meşhur bir hadis ile açıklanmaktadır. Şöyle ki: Hz Adem’in nesilleri meleklere, küçük zerreler misalinde arz edilmişlerdir.3
Bu hadis insan neslinin o zaman Adem’de henüz tohum halinde (yani gelecekte bütün Ademoğullarını temsil eden ilk manevi tohumcuklar şeklinde) bulunduklarını anlatır. Bu olayların yoğun cisimler aleminde olmayıp, Hz. Adem’in ruhunun takdiri veya ruhunun esir gibi yumuşak bir cisim halinde olduğu düşünülebilir. Esirden meydana getirilmiş bu cismin atom altı parçacıklarında, kıyamete kadar gelecek Ademoğlunun birbirine bağlı temessülleri (görüntüleri) veya Hz. Adem’in ruhunda gelecek nesillerin manevi suretleri, isimlerin meleklere arz olunmasına ait yan manalar olarak düşünülebilir. Arz hadisesinin, Hz. Adem’in yeryüzüne inmeden önce olması da, bu şekilde düşünmemiz için açık bir karine demektir. Bu açıdan meleklere isimlerin sorulması, hissi bir arz değil, ilmi bir arz olmuş olur.4
İsim/Ad Koyma
Medeni hukukta ad, kişileri birbirinden ayırmaya ve tanıtmaya yarayan sözcük olup, doğan her çocuğa bir ad koyma zorunluluğu vardır. 1587 sayılı nüfus kanununa göre milli kültürümüze, ahlaki kurallarımıza, gelenek ve göreneklerimize uygun olmayan veya kamuoyunu incitici adlar konulamaz.5 Türklerin İslamiyet’i kabulünden önceki isimleri yırtıcı hayvan, yırtıcı kuş ve dış tesirlere dayanıklı maddelerden seçilmiş, genelde çocuklara Bozkurt, Arslan, Şahin, Doğan, Timur/Demir, Kaya ve Gökhan gibi adlar verilmiştir.
İslamiyet’ten önceki Araplar da hayatın zorlukları ve özellikle düşman karşısında dayanıklı, güçlü ve cesur olmak, düşmana korku salmak gibi arzu ve düşüncelerle çocuklarına Galip, Zalim, Mukatil/Savaşçı, Esed/Arslan, Leys/Yiğit, Zi’b/Kurt, Hacer/Taş, Sahr/Kaya gibi adlar koymuşlardır.6
Efendimiz’in (sas) Yeni Doğan Çocuklara İsim Koyması
Çocuğa isim koyarken sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kamet okunur. Nitekim Ebu Rafi’nin anlattığına göre Hz. Fatıma (r. anha) oğlu Hasan’ı (r.a.) doğurduğu zaman, Resulullah’ın (sas) kulağına ezan ve ihlas suresini okuduğunu, hurma ile tahnik edip ismini koyduğunu belirtmektedir.7
Hz. Aişe (r. anha) anlatıyor: “Yeni doğan çocuklar Hz. Peygamber’e (sas) getirilirdi. O da mübarek olmaları için dua eder, tahnikte bulunurdu.”8
Esma Binti Ebu Bekir anlatıyor: “Mekke’de Abdullah İbnu Zübeyr’e (ra) hamile kalmıştım. Doğum yaklaşmıştı ki, Mekke’yi terk ettim ve Medine’ye geldim. Abdullah’ı orada dünyaya getirdim. Doğunca, bebeği alıp Resulullah’a (sas) götürdüm, kucağına bıraktım. Resulullah (sas) bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek ezdikten sonra, (yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında bereketle dua etti ve Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan çocuk bu idi. (Medine’de bütün Müslümanlar) onun doğumuna çok sevindiler. Çünkü “Yahudiler size sihir yaptılar, asla doğum yapamayacaksınız.” diye bir şayia çıkarılmıştı.”9
Ebu Musa anlatıyor: Bir oğlum doğmuştu. Hemen Resulullah’a (sas) getirdim, İbrahim ismini verip bir hurma ile tahnikte bulundu. Sonra da “Mübarek olsun” diye dua buyurdu ve çocuğu bana geri verdi. İbrahim, Ebu Musa’nın en büyük evladı idi.10
Efendimiz’in (sas) Çocuklara Doğduklarından Yedi Gün Sonra İsim Koyması
İbnu Ömer’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) çocuğa, doğumunun yedinci gününde isim konmasını, yıkanarak pisliklerinden temizlenmesini ve akika kurbanı kesilmesini emir buyurmuştur.11
Bu rivayete bakarak çocuğu yedinci günden önce isimlendirmenin yanlış olduğunu zannetmek hata olur. Çünkü İbni Kayyim el-Cevzi’nin yaklaşımı ile söyleyecek olursak, isim verme, isimlendirilecek bir varlığı tarif etmek oluyorsa, muayyen bir varlığın ismini –burada çocuk- vermediğimizde, sadece onu nasıl tarif edeceğimizi bilememiş oluruz. Bu açıdan, söz konusu varlığı var olduğu gün tarif etmek mümkün olduğu gibi, üç gün sonraya, hatta akikası kesilinceye kadar ertelemede büyük bir mahzur olmayabilir. Bu konuda genişlik olduğunun bilinmesinde fayda vardır.12 Ancak bir defa bile olsa sesi duyulduktan sonra ölen çocuğa isim konulacağına, yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra defnedileceğine dair Ebu Hanife Hazretleri’nin içtihadı ile ölü doğsa bile çocuğa isim konulup yıkanması gerektiğini belirten Ebu Yusuf Hazretleri’nin kanaati, çocuğa doğduğu gün isim konulmasının gerekli olduğunu göstermektedir.13