İbni Teymiyye ve Görüşleri
İbni Teymiyye (661 - 728 H.)
Doğumu.
Gençlîği Ve Yetişmesi
Yetîştîğî Îlk Çevre.
Babasının Yerine Ders Kürsüsüne Geçişi
İbni Teymiyye´nin Mihneti Ve Görüşleri
Birinci Mihneti
Îşi Tatlıya Bağlayışı
İkinci Mihneti
Şam´a Dönüşü.
Üçüncü Mihneti
Son Mîhneti
Şahsiyet Ve Karakteri
1- Hafızası
2- Tefekkürü.
3- Hazırcevaplılığı
4- Fikir Hürriyeti
5- Îhlâsı
6- Fesahati
7- Şecaati, Sabır Ve Tahammülü.
İlim Mihrabından Savaş Ve Siyaset Alanına...
İbni Teymiyye´nin Çağı
Siyasî Durum..
İçtimaî Durum..
İlmî Ve Fikrî Durum..
Îlmî Araştırmalar.
Sûfîler Ve Tasavvuf
Âlimlerin Mevkii
Ibnı Teymıyye´nin Eserleri Ve Etkisi
Talebeleri
Îbnî Teymîyye Ve Vahhâbîlik.
İBNİ TEYMİYYE VE GÖRÜŞLERİ[1]
İbni Teymiyye (661 - 728 H.)
Hicri 668 yılında Harran´ı Şam´a bağlayan yoldan gidenler, bu yola koyulmuş olan büyük bir aile ile karşılaşırlardı. Bu aile, Harran´dan ayrılmış, geceleri Şam´a doğru gidiyor, gündüzleri emin ve kuytu bir yere sığınıyordu. Bu aile. mensupları, gecenin karanlığında Tatarlar (Moğullar) ´in kılıçlarından kaçıyorlardı. Onlar ilim ve âlimlerin sığmağı olan yeşil Şam´da emniyet ve huzura kavuşmak üzere yollarına devam ediyorlardı. Taşımaktan âciz kalmış oldukları yüklerini götürecek hayvan dahi bulamamışlardı. Yüklerini araba ile kendileri çekerek, götürüyorlardı. Fakat bu, onlar için çok meşakkatli bir iş oluyordu. Bu ailenin taşıdığı eşya altın, gümüş, huliyyat, hah, kilim ve sair dünya malı değildi. Onların taşıdığı yük sadece Peygamberlerin mirası ve birçok nesillerin ortak serveti olan din ilmi idi. Nihayet bu aile, onun bütün ağırlığını taşıyarak Şam´a ulaşmakla müstahkem bir kaleye sığınmış oldu. Bu ailenin fertleri arasmda yedi yaşında, zeki, akü ve ruh yönünden uyanık bir çocuk vardı. Çevresini tanıdığı zaman bu amansız harble karşılaştı, tecrübesi arttı; fakat refah, huzur ve saadet içerisinde büyüme imkânı bulamadı. Ruhunu ve cismini olgunlaştıran sıkıntılar içerisinde yetişti. îşte bu çocuk Ahmed Takıyyüddin Ebu´l-Abbas b. eş-Şeyh Şihabuddin Ebu´l-Mahâsin Abdulhalim b. eş-Şeyh Mecdüddin Ebu´l-Berakât Abdusselam b. Ebî Muhammed Abdullah b. Ebî´l-Kâsım el-Hadır b. Muhammed el-Hadir b. Ali b. Abdillah´dır. tşbu aile, «İbni Teymiyye» ailesi diye bilinir.[2]
Doğumu
İbni Teymiyye 10 Rabiulevvel 661 H. tarihinde doğmuştur. Bazı bilginler, onun Rabiulevvel ayının 12 sinde doğduğunu söylerler, îhtinıal ki onlar, îbni Teymiyye´nin doğum gününün, Peygamber (S. A.V)´in doğum gününe rastladığını söylemekle, onun Peygamberin sünnetini ihya edeceğini, şeriatını sağlam hüccetlerle yeniden canlandıracağını ve bu şeriatı zindanda ölünceye kadar müdafaa edeceğini işaret etmek istemişlerdir.
Babası eş-Şeyh Sihabuddin Abdulhalim, «el-Harrânî» diye anılır. Küçük Ibni Teymiyye de ilk memleketi olan Harran´a nisbetle böyle anılır. el-Harranî nisbeti bir kabileyi değil, memleketi gösterdiğinden, "İbni Teymiyye´nin Arap olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Araplar, kabile ve soylarına nisbetlerini korurlar. Arap olmayanlar buna pek dikkat etmezler. Fakat üstad Behçet Baytar, İbni Teymiyye´nin Arap asıllı olup Numeyr kabilesine mensup bulunduğunu ileri sürmektedir. Fakat, bizim için İbni Teymiyye´nin soyu önemli değildir. Zira İbni Teymiyye gibi bir kimse, bizzat kendisi iftihar edilmeye lâyıktır. O, başkalarıyla iftihar etmez. Nitekim Ebu Hani-fe´nin İranlı oluşu, onun şerefini eksiltmiş değildir.
Tarihçiler, İbni Teymiyye´nin anası ve onun mensup olduğu kabile hakkında bir şey söylemezler. Babası 682 H. yılında öldüğü zaman îbni Teymiyye 21 yaşında idi. Anası´ bu tarihten sonra ölmüştür. O, oğlunun olgunlaştığını görünceye kadar yaşamıştın Anası hayatta iken İbni Teymiyye şeriatı ihya ve ona karışan hurafeleri defetmek için baş mücahid olarak ortaya çıkmıştı. Anası, ona bu cihadında iyilik, şefkat ve sevgiyle yardımcı olmuştur. İbni Teymiyye, mücadele sırasında Mısırda zindana atıldıktan sonra anasına sevgi, bağlılık, vefa ve iyilik dolu mektuplar gönderiyor, onun hem ayrılık, hem de üzüntü ateşiyle helak olmaması için, kendi elem ve ız-tıraplarını ondan gizliyordu.
İbni Teymiyye´nin ailesi Şam´a gelir gelmez bu ailenin büyüğü, parmakla gösterilen âlimler safında yerini almıştır. Zira O, Şam´a ulaşır ulaşmaz fazilet ve şöhreti etrafa yayılmıştır. Çünkü ilim, sahibinin çevresini aydınlatan bir nur olup derhal dikkati çeker, Ibni Teymiyye´nin büyük bir bilgin olan babasının, Şam´ın ulu camii Mescid-i Emevi´de vaaz ve ders kürsüsü vardı. Sükkeriyye´deki Dâ-ru´1-Hadîs´in şeyhliğini de üzerine almıştı. Kendisi de bu semtte oturuyordu. İşte oğlu Ahmed Takıyyüddin (İbni Teymiyye) burada yetişmiştir.
İbni Teymiyye´nin babası olan bu büyük bilginin ders verirken kitap, defter veya zaman zaman başvuracak noktalardan faydalanmadığı, aksine kuvvetli hafızasına dayanarak saatlerce ders anlattığı bilinmektedir. Bu, onun hafıza gücünü ve zekâsının büyüklüğünü gösterir. İşte oğlu îbni Teymiyye´nin de en bariz sıfatları bunlardı: Yani sağlam bir hafıza, fikirlerini isbat için hüccet getirirken başvurduğu, kendisiyle mücadele ve münazara edenleri şaşkına çevirdiği hazırcevaplılık ve sürat-i intikal, îbni Teymiyye´nin en büyük sıfatlarını teşkil eder.[3]
Gençlîği Ve Yetişmesi
İbni Teymiyye ilmî çalışma, araştırma ve kalem erbabı bir ailede doğup büyümüştür. Ailesi ilimle uğraşmakta, ilme karşı büyük bir ilgi ve sevgi beslemekteydi.
Ailesi, îbni Teymiyye´yi ilme yöneltmiştir. Bu sayede O, küçük yaşlarda Kur´ânı hıfzetmiş, sürekli gayreti sebebiyle hıfzını kuvvetlendirmiş ve ibadet kasdiyle daima Kur´ân okumakla uğraşmıştır. Hattâ ölünceye kadar zindandaki tek yoldaşı Kur´ân olmuştur. Rivayet edildiğine göre îbni Teymiyye zindanda iken Kur´ân-ı Kerimi seksen defa hatmetmiştir.
İbni Teymiyye, Kur´ândan sonra hadis tahsiline yönelmiş ve hadis ilminin tatlı pınarından beslenmiştir. Bunda, bilhassa babasının hadis şeyhi oluşunun etkisi vardır. Babası, muhaddis olduğu gibi aynı zamanda hadis fıkhına vâkıftı. Hadis fıkhı ise, dinin özünü teşkil ediyordu. İbni Teymiyye, çocuk denilecek bir yaştan beri şu üç sıfatla dikkati çekmekteydi ki, bu sıfatlar onu kemâle ve sağlam bir ilme doğru götürmüştür:
1 ? Ciddiyet, çalışkanlık, sürekli bir gayret ve ilim aşkı... İşte bu sıfatlara sahip olan İbni Teymiyye, diğer çocuklar gibi eğlenmiyordu.
2 ? Hassas, çevresinde olup bitenleri kavrayarak değerlendirecek akıl ve ruh olgunluğuna sahipti. Bu sıfatlar, onun olayları takip ve bunların derinliklerine nüfuz etmesini sağlıyordu.
3 ? Sağlam bir hafıza ve doğru bir tefekküre sahip oluşu, îbni Teymiyye´nin genç arkadaşları arasında ününü artırıyordu. Nihayet ünü gençlerin çevresini aşmış, Şam ve dolaylarındaki büyük insanların kulağına ulaşmıştır. Bu konuda öyle rivayet ve haberler vardır ki, ilk bakışta insan bunların hayal mahsulü olduğunu sanır. Fakat İbni Teymiyye´nin hayatını iyice araştıran kimse, bu rivayet ve haberlerin ?hepsini değilse de? büyük bir kısmını kabul etmek zorunda kalır.
Bu haber ve rivayetlerin kıymeti ne olursa olsun, gerçek odur ki Allah, İbni Teymiyye´ye kuvvetli bir hafıza vermiştir. Kuvvet ve zayıflık bakımından zekânın ilk ölçüsü hafızadır. îbni Teymiyye, bu Allah vergisini ailesinden tevarüs etmiştir.
Ahmed Takıyyüddin (îbni Teymiyye), âlesinin diğer mensupları gibi ilme yönelmiştir. Babası Şam´ın medresesinde hadis şeyhi idi. Ebu Hanife´nin babası gibi tacir değildi. Ebu Hanife, babası tacir olduğu için gençliğinde ticaretle uğraşmış ve hayatı boyunca da ticaretle ilişkisini kesmemiştir. Öte yandan, îbni Teymiyye´nin gençliğinden itibaren ilimle uğraşması, mantıki olarak normaldir.
İbni Teymiyye´nin Kur´ândan sonra hadîs´e yönelmesi ve kendisini hadis ilmine vermesi de normaldir. O, hadis tahsilini babasından yapmış ve birçok hadis kitaplarını diğer büyük hadis bilginr terinden okumuştur. îbni Teymiyye, Ahmed b. Hanbel´in ?el-Müsned» i, Buharı ve Müslim´in «el-Canıiu´s-Sahih» leri, Tirmizî´nin «Cami» i, Ebu Dâvud, Nesâî, İbni Mâce ve Darekutnî´nin «Sünen» leri. gibi .büyük hadis kitaplarını mevcut hadis bilginlerinden oku-, muştur. Bazı çağdaşları onun, İmanı el-Humeydi´nin «el-Cem´u Beyne´s-Sahîhayn» adlı hadis kitabını hıfzettiğini söylerler.
İbni Teymiyye, hadîsin yanında Hanbelî fıkhını da tahsil etmiştir. Haçlis fıkhı, İbni Teymiyye ailesinin mezhebi olup onu bu fıkha yönelten babası idi. Böylece İbni Teymiyye hadîs fıkhı ile yoğrulmuş, bu fıkhın mantıkim kavramış, hem küllî kaidelerini hem de cüz´î meselelerini öğrenmiştir.
İbni Teymiyye, çocukluğundan beri sahâbî ve tabiîlerin eserlerini, bunların Kur´ân âyetlerinin mânâsı üzerindeki görüşlerini öğrenmeye çalışıyordu.
İbni Teymiyye´nin inceleme ve çalışmaları yalnız Kitab, Sünnet fıkhı ve Kur´ân´ın mânâları ile ilgili ilimlere inhisar etmez.O, bu dînî ilimlerin âleti olan Arap dili ile ilgili ilimlere de önem vermiş ve bu ilimlerde de ihtisas sahibi olmuştur. Dolayısıyla nesir ve nazım dahil edebiyat, eski Arap tarihi ile ilgili ve îslâm devletinin parlak devirlerine ait birçok bilgileri tahsil etmştir. Nahiv ilmnde de çok ileri gitmiş olup Sibeveyh´in kitabını okumuş, bu kitaptaki şiir ve diğer metinleri inceleyerek tenkit etmiştir. Bu arada, Sîbeveyh´in ileri sürdüğü bâzı kurallara muhalefet etmiş ve kuru kuruya değil, burada delillere dayanarak tenkitlerde bulunmuştur.
Bu ilimlerin yanında fikir ve aklını matematik ilimleriyle de bi-leğliyordu. Daha sonra ortaya attığı görüşleri, onun felsefe ve mantık gibi ilimleri de iyice bildiğini göstermektedir. îbni Teymiyye´nin mantık ilmini yıkmak için bir kitap telif ettiği düşünülürse, bu ilim üzerinde köklü bir bilgiye sahip olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü insan, tam olarak bilmediği ve derinlemesine incelemediği bir ilmi yıkmak için ortaya atüamaz.[4]
Yetîştîğî Îlk Çevre
İbni Teymiyye, bu incelemelerini babasının nezareti altında yapıyordu. Onun, böyle bilgin bir babanın yanında bulunuşu çok faydalı olmuştur. İmam Ebu Henife´ye, daha önce kendisini ilme teşvik eden ilk şey sorulduğu zaman şöyle cevap vermişti: «Ben, ilim ve fıkhın merkezinde idim, İlim ve fıkıh ehli ile düşüp kalktım ve onların fakihlerinden birinin yanından hiç ayrılmadım.»
İbni Teymiyye için de bu iki şart gerçekleşmişti: O, babasından hiç ayrılmadığı gibi ilim merkezi olan Şam´da bulunuyordu. Çünkü burası. Doğu ve Batıdaki İslâm bilginlerinin sığmağı olan ikinci şehirdi. Birinci şehir ise Kahire idi. Çünkü, Batı İslâm ülkeleri bilginleri buraya sığmıyorlardı. Zira buranın hükümdarları, bilginlere çok iyi muamele ediyor, lıuzur ve refah sağlıyor, onları koruyorlardı. Daha önce haçlıların saldırılan başlayınca İslâm bilginleri Kahire ve Şam´a sığınmışlardı.
Doğudan Moğol saldırıları başlamış, İslâm şehirleri istilâ edilmiş ve buralarda zulüm artmış, nihayet hilafet merkezi Moğolların eline geçmiştir. Bu sırada âlimler de Şam´a kaçmışlar; bunların bir kısmı Şam´da yerleşmiş, bir kısmı da tehlikeden uzaklaşmak için Kahire´ye geçmiştir.
Böylece Şam, İbni Teymiyye devrinde âlimlerin yuvası olmuştu. Onun ailesi de bu mübarek yuvaya sığınmıştı. Burada hadis medreseleri Üe Şafiî, Hanbelî ve diğer mezheplerin fıkıhlarının okutulduğu medreseler vardı. Bu medreselerde îzzuddin b. Abdisselâm, Muhyiddin en-Nevevî ve îbni Dakik[5] gibi bilginler fıkıh ve hadis okutuyorlar, İslâm mezhepleri arasında fıkhı mukayeseler yapıyorlardı. en-Nevevî´nin «Kitâbu´l-Mecmû» u ile Hanbelî fakîhi Muvaf-fakuddîn Abdullah Ahmed b. Kudâme´nin «Kitâbu´l-Muğnî» sinde
bu çalışmaları görmekteyiz.
Bilginler fıkhın yanında, rivayetler arasında karşılaştırmalar yapıyor, sened ve metinlerini inceliyerek hadis de okutuyorlardı. Bu sırada bir çok hadis kitapları meydana getirilmiş ve kütüphaneler, bu çağın mahsulü kocaman ciltler teşkil eden kitaplarla süslenmiştir. Bu sayede okuyucu, herhangi bir´bölümü ele alsa bu bölümle igili bütün hadisleri; garîb, hasan, sahih ve zaîf leriyle birlikte; derecelerine, aralarındaki uygunluk veya çatışmaya, mertebe bakımından hangisinin daha kuvvetli bulunduğuna işaret edilmiş olarak görürdü. Böylece gerçeği araştıran, onu kolayca elde ederdi.
Şam´da fıkıh ve hadisle birlikte akaid üzerinde de çalışılıyordu. Burada hâkim olan mezheb, Ebu´l-Hasan el-Eş´ârî´nin mezhebi idi.[6] Bu mezheb, Sünnete en uygun bir mezheb olarak revaç buluyordu. Salâhuddîn Eyyûbî de bu mezhebe göre yetiştirilmişti. el-Makrîzî «el-Hıtat» ında şöyle der.
«Selâhuddüı (Eyyûbî) çocukluğunda Kutbuddîn Ebu´l-Meâlî Mes´ud b. Muhammed en-Neysaburî´nin yazmış olduğu kasideyi ezberlemiş ve çocuklarına da ezberletmişti. Böylece Eyyûbîler, Eş´ârî mezhebi üzerinde birleşmişler, bu mezhebi korumak ve yaymak için çalışmışlar ve iktidarları zamanında bütün insanları Eş´arî mezhebini benimsemeye zorlamışlardır. Bu durum, bütün Eyyûbüer ve daha sonra onların yerini alan Türk sultanları tarafından devam ettirilmiştir.»
Ebu´l-Hasan el-Eş´arî, Sünnete sarılmakla beraber akaid konusundaki görüşlerini isbat için mantık ve felsefe yolundan gidiyor ve neticede Sünnilerle birleşiyordu. Fakat bu yoldaki metodu, bazı Hanbelîlerin usûlüne uymuyordu. îşte bu yüzden bir kısım Hanbelî-lerle Ebu´l-Hasan el-Eş´arî´nin mensupları arasında şiddetli bir çatışma başlamıştır.
Hanbelî mezhebine bağlı olan îbni Teymiyye, Eş´arî mezhebini sevmeyen Hanbelîlerin usûlüne göre yetişmiş olu daha sonra bu alanda bir çok mücadeleler yapmıştır. Bu yüzden çeşitli mihnetlerle karşılaşan îbni Teymiyye, kendisini hemen hemen bu yolda harcamıştır.[7]
Babasının Yerine Ders Kürsüsüne Geçişi
Îbni Teymiyye´nin inceleme ve araştırma ufku genişlemiş; fıkıh, hadis, akaid ve Arap diliyle ilgili ilimleri içine almıştır. Matematik ve felsefî ilimler üze:inde büyük bir vukuf ve karşılaştırmalı incelemelere, sahip oluşu, onun filozofların görüşlerini de bildiğini gösterir.
Ahmed (îbni Teymiyye) büyüyüp kalbi marifetle dolarak ol-gunlaşmca, babasının yerine ders okutmaya başlamıştır. Babası,. 682 H. yılında öldükten sonra oğlu Ahmed, 21 yaşında onun ders halkasını yürütme vazifesini üzerine almıştır. îbni Teymiyye bu vazifeyi üzerine aldığı zaman öncekilerin bilgi ve kültürleriyle beslenmiş, kalbi bu bilgi ve kültürün ter-ü taze, zengin ve olgun meyvelerini vermeye başlamıştır. O, üzerine yüklendiği emaneti yerine getirmesi için Rabbi´nin yardımına güvenerek bu işe başlamıştır. Zira, onun yaşındakiler henüz çocukluk ve hayatın arzularından kurtulamadığı halde,, îbni Teymiyye ilim bakımından olgunluk çağma ulaşmıştır.
İbni Teymiyye, ilmi incelemeleri ve her yönüyle elde etmiş olduğu geniş kültürüyle Ulu Cami (Mescid-i EmevîVde derslerini fasih bir arapça ile veriyordu. Bütün gözler ona çevriliyor ve dinleyicilerinin gönülleri onunla birleşiyordu. İbni Teymiyye´yi dinleyenler, onun hayranı ve taraftarı olmuşlardı. Bunlar arasında ona Hz. İsa´nın havarileri gibi ihlasla bağlananlar vardı. Dersleri muvafık, muhalif, sünnî ve şiî olan herkesi bir araya getiriyordu.
İlminin zenginliği dilinde tezahür ediyordu. Hattâ yaşça kendisinden büyük olan fakih ve muhaddis îbni Dakik, onun hakkında şöyle demiştir: «Öyle bir adam gördüm ki, bütün ilimleri iki gözünün önünde toplamış; bunlardan istediğini alıyor, istediğini bırakıyor.»
İbni Teymiyye´nin bu ilminin yanında bir de kuvvetli ve tesirli şahsiyeti vardı. Hiddetsiz olduğu zaman pek yoktu. Çağdaşı Zehebî, onu şöyle vasıflandırır:
«İbni Teymiyye ak benizli, kara sakallı ve siyah saçlı idi. Saçları kulaklarının yumuşağına kadar inerdi. Sanki gözleri konuşan birer dildi. Geniş omuzlu ve dolgun vücutluydu. Gür ve net sesli, dili fasih ve okuyuşu hızlıydı. Daima hiddetli olup hilmi hiddetini
bastırırdı.»
îlk baştan itibaren âlimlerin onun hakkındaki tutumları üç kısımda toplanabilir:
1 ? Bir kısmı onu hararetle müdafaa etmiş ve desteklemiştir.
2 ? Bir kısmı ona karşı koymuş ve mücadele etmiştir. Çünkü İbni Teymiyye,´ bunların alışık olmadıkları fikirleri ile susuyordu.
3 ? Bir kısmı da bazı görüşlerini benimsemiş, diğer bazı görüşlerine de muhalefet etmiştir. Fakat bu sınıfa dahil olanlar daima
İbni Teymiyye´nin ilim ve şahsiyetini takdir etmişlerdir. Bu üçüncü sınıfa dahil olan bilginlerden tarihçi Zehebî şöyle der:
«îbni Teymiyye ile düşüp kalkan ve onu sevenler, ona karşı berii hürmetsizlikle itham ederler. İbni Teymiyye´ye muhalefet eden ve önü sevmiyenler de,beni, onu iyi tanımakla itham ederler. Ben, onun hem dostları, hem de muhalifleri tarafından eziyet gördüm. Halbuki ben, İbni Teymiyye´nin masum olduğuna inanmıyorum. Bir kısim aslî ve fer´î meselelerde ona muhalifim. Çünkü ilminin genişliği, cesaretinin bolluğu, zihninin açıklığı ve dînin emirlerine saygılı oluşuna rağmen, O da bir beşerdir. Münakaşalarında hiddetli, öfkeli ve hasımlarına çok şiddetli davranışı sebebiyle gönülleade kendisine karşı düşmanlık meydana getirmektedir. Eğer böyle olmasaydı insanları birleştirirdi; büyükler onun ilmine boyun eğer, sahili bulunmayan bir deniz ve eşsiz bir hazine olduğunu kabul ederlerdi. Fakat onlar, buna muhalefet etmişler ve hareketlerini kınamışlardır. Herkesin bir kısım görüşü benimsenir, bir kısım görüşü de reddedilir.»
Bu delikanlı bilgin´in dersleri yankılar uyandırıyordu. Çünkü O, derslerini selefe uyan ve taklid´den uzak kalan müstakil görüşleriyle besliyor ve onları sağlam delillerle destekliyordu. O hem fikir, hem de heyecan dolu açık bir dille ders anlatıyordu. Bu yüzden kendisine insanların bir kısmı şiddetle muhalefet ederken, başka bir kısmı aynı şekilde bağlanıyor, diğer bir kısım insanlar da bazı görüşlerini benimsiyor, bazı görüşlerini de reddediyordu.
Şüphesiz ki başkalarına muhalefet etmeyen bir insan kuvvetli değildir. Muhalefetin aslı, ekseriya kişinin görüş bakımından kuvvetli ve ruh itibariyle hiddetli oluşuna dayanır. Fakat sırf muhalefet hiddete sebep olmaz, aynı zamanda muhalefetle karşılaşan kimsenin, insanlara alışık olmadıkları şeyleri söylemesi gerekir. Belki de onun hiddetinin sebebi, şiddetli bir muhalefetle karşılaşması, küfür ve dinsizlikle itham edilmesidir.
îbni Teymiyye derslerinde o çağda yayılmış, hokkabazlık ve fesatla karışmış olan sûfî tarikatlarına hücum etmiştir. Sûfî´lerden bir kısmı Moğol istilâları sırasında Şam´a sığınmışlar, burada tabiatıyla İbni Teymiyye´nin sert tenkitleriyle karşılaşmışlardır. îbni Teymiyye bu tenkitlerinde umumî bir dil kullanıyordu. Nihayet bu sûfîlerin mürîd ve mensupları kendisine düşman olmuşlardır.
İbni Teymiyye, Ulu Camide halka takrir etmiş olduuğ ders halkalarıyla yetinmeyip derslerini iki kısma ayırmıştır:
1 ? Anlatılmasını zarurî gördüğü hakîkatları seçkin kimselere öğretiyordu.
2 ? Halkı irşâd etmek için umumî mahiyette dersler yapıyordu. Bu arada bâzı risaleler yazarak hakikati öğrenmek isteyenlerin sorularını cevaplandırıyor ve muarızlarına kendi görüşlerini açıklıyordu. Ayrıca beliğ, kuvvetli, sert ve hiddetli bir dille kaleme aldığı bu risaleleri onlara gönderiyordu. Böylece kendi görüşlerini ders ve vaazlarıyla olduğu gibi, risale ve mektuplarıyla da yayıyordu.
İşte İbni Teymiyye ile çağdaşları arasında mücadele burada başlamıştır. Tarihçilerin anlattığına göre Hama halkı, İbni Teymiyye´ye bir mektup göndererek Kur´an´da Allah´ın kendi zâtından bahsederken bildirdiği arş üzerindeki istivası, kürsüsü´nün yer ve gökleri kaplayışı ve benzeri meseleleri sormuşlardır. îbni Teymiyye, onlara karşılık olarak yazdığı *er-Risâletü´l-Hameviyye» sinde bu soruları cevaplandırmış ve âyet-i kerîmelerde geçen bu meselelerin te´vil edi-lemiyeceğini, Allah´ın «istiva» sı, «arş» ve «kürsüsü»nün mahiyetini bizim bilemiyeceğimizi söylemiştir. Buna göre Allah´ın istivası ve kürsüsü sonradan yaratılmış varlıkların istiva ve kürsüsüne benzemez. Diğer âyet ve hadîslerde geçen Allah´ın «el»i ve «yüz»ü gibi müteşâbihler de aynı şekilde te´vil edilmez, bunlara olduğu gibi inanılır ve mâhiyeti bilinemez.[8]
tşte İbni Teymiyye bütün bunları «er-Risâletü´l-Hameviyye»sin-se açıklamıştır. Onun bu görüşleri memlekette hâkim olan valilerle halkın taassub derecesinde bağlı bulundukları Eş´ârî mezhebine aykırı düşüyordu. Bu sebeple birçok kimseler, îbni Teymiyye´ye karşı harekete geçmişler, görüşleri tenzih yönünden kuvvetli ise de onlar, hüccet getirme bakımından İbni Teymiyye´yi susturacak kudrette değillerdi. Dolayısıyla onu, Haneff kadısına şikâyet ettiler ve böylece mücadele sözden fiile intikal etti. Burada sözü İbni Teymiyye´nin talebesi İbni Kesîr´e bırakalım. îbni Kesîr, Tarih´inde 698 H. yılı olaylarını anlatırken şöyle der:
«Bir topluluk İbni Teymiyye aleyhine ayaklanarak onu, Hanefî kadısı Celâluddîn´in huzuruna getirmek istedi. Fakat İbni Teymiyye gelmedi. Bu sırada Hamâ´lılarm sorularına cevap olarak yazmış olduğu risaledeki akide, kendi taraftarları vasıtasıyla memlekette ilân edildi. Bunun üzerine adı geçen kadı, birini göndererek, İbni Teymiyye´nin adamlarını istedi. Bunların çoğu saklandı ve îbni Teymiyye´nin akidesini ilân eden bir topluluk dövüldü, geri kalanlar da sustular. Cuma günü gelince Şeyh Takıyyüddin (İbni Teymiyye) âdeti üzere yine camiye geldi, «Hiç şüphesiz sen, büyük bir ahlâk üzeresin.»[9] âyetini tefsir etti. Cumartesi günü Şafii kadısı îmâmuddin´le görüştü. Seçkin kimselerden bir topluluk da burada hazırdı, «er-Risâletü´l-Hameviyye»yi incelediler ve onunla bu risalede yer alan görüşleri tartıştılar. Uzun bir konuşmadan sonra Ibni Teymiyye, hepsini susturacak şekilde cevaplar verdi. Sonra îbni Teymiyye kalkıp .gitti. Hâdiseler yatışmış ve durum sakinleşmişti. Kadı İmâmuddin´in i´tikadı güzel ve niyeti hâlis idi,»[10]
Görüyoruz ki İbni Teymiyye görüşlerinden dolayı muhakeme edilirken Şafiî kadısına sığınmış ve Hanefî kadısının yânına gitmemiştir. Ibni Teymiyye´nin Allah yolunda cihad etmek üzere çıktığında uğradığı gerçek mihneti ve bugünkü tabiriyle Birleşik Mısır - Suriye ordusunun savaşı kazanmasında nasıl bir rol oynadığını ileride [11]göreceğiz.[12]
İbni Teymiyye (661 - 728 H.)
Doğumu.
Gençlîği Ve Yetişmesi
Yetîştîğî Îlk Çevre.
Babasının Yerine Ders Kürsüsüne Geçişi
İbni Teymiyye´nin Mihneti Ve Görüşleri
Birinci Mihneti
Îşi Tatlıya Bağlayışı
İkinci Mihneti
Şam´a Dönüşü.
Üçüncü Mihneti
Son Mîhneti
Şahsiyet Ve Karakteri
1- Hafızası
2- Tefekkürü.
3- Hazırcevaplılığı
4- Fikir Hürriyeti
5- Îhlâsı
6- Fesahati
7- Şecaati, Sabır Ve Tahammülü.
İlim Mihrabından Savaş Ve Siyaset Alanına...
İbni Teymiyye´nin Çağı
Siyasî Durum..
İçtimaî Durum..
İlmî Ve Fikrî Durum..
Îlmî Araştırmalar.
Sûfîler Ve Tasavvuf
Âlimlerin Mevkii
Ibnı Teymıyye´nin Eserleri Ve Etkisi
Talebeleri
Îbnî Teymîyye Ve Vahhâbîlik.
İBNİ TEYMİYYE VE GÖRÜŞLERİ[1]
İbni Teymiyye (661 - 728 H.)
Hicri 668 yılında Harran´ı Şam´a bağlayan yoldan gidenler, bu yola koyulmuş olan büyük bir aile ile karşılaşırlardı. Bu aile, Harran´dan ayrılmış, geceleri Şam´a doğru gidiyor, gündüzleri emin ve kuytu bir yere sığınıyordu. Bu aile. mensupları, gecenin karanlığında Tatarlar (Moğullar) ´in kılıçlarından kaçıyorlardı. Onlar ilim ve âlimlerin sığmağı olan yeşil Şam´da emniyet ve huzura kavuşmak üzere yollarına devam ediyorlardı. Taşımaktan âciz kalmış oldukları yüklerini götürecek hayvan dahi bulamamışlardı. Yüklerini araba ile kendileri çekerek, götürüyorlardı. Fakat bu, onlar için çok meşakkatli bir iş oluyordu. Bu ailenin taşıdığı eşya altın, gümüş, huliyyat, hah, kilim ve sair dünya malı değildi. Onların taşıdığı yük sadece Peygamberlerin mirası ve birçok nesillerin ortak serveti olan din ilmi idi. Nihayet bu aile, onun bütün ağırlığını taşıyarak Şam´a ulaşmakla müstahkem bir kaleye sığınmış oldu. Bu ailenin fertleri arasmda yedi yaşında, zeki, akü ve ruh yönünden uyanık bir çocuk vardı. Çevresini tanıdığı zaman bu amansız harble karşılaştı, tecrübesi arttı; fakat refah, huzur ve saadet içerisinde büyüme imkânı bulamadı. Ruhunu ve cismini olgunlaştıran sıkıntılar içerisinde yetişti. îşte bu çocuk Ahmed Takıyyüddin Ebu´l-Abbas b. eş-Şeyh Şihabuddin Ebu´l-Mahâsin Abdulhalim b. eş-Şeyh Mecdüddin Ebu´l-Berakât Abdusselam b. Ebî Muhammed Abdullah b. Ebî´l-Kâsım el-Hadır b. Muhammed el-Hadir b. Ali b. Abdillah´dır. tşbu aile, «İbni Teymiyye» ailesi diye bilinir.[2]
Doğumu
İbni Teymiyye 10 Rabiulevvel 661 H. tarihinde doğmuştur. Bazı bilginler, onun Rabiulevvel ayının 12 sinde doğduğunu söylerler, îhtinıal ki onlar, îbni Teymiyye´nin doğum gününün, Peygamber (S. A.V)´in doğum gününe rastladığını söylemekle, onun Peygamberin sünnetini ihya edeceğini, şeriatını sağlam hüccetlerle yeniden canlandıracağını ve bu şeriatı zindanda ölünceye kadar müdafaa edeceğini işaret etmek istemişlerdir.
Babası eş-Şeyh Sihabuddin Abdulhalim, «el-Harrânî» diye anılır. Küçük Ibni Teymiyye de ilk memleketi olan Harran´a nisbetle böyle anılır. el-Harranî nisbeti bir kabileyi değil, memleketi gösterdiğinden, "İbni Teymiyye´nin Arap olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Araplar, kabile ve soylarına nisbetlerini korurlar. Arap olmayanlar buna pek dikkat etmezler. Fakat üstad Behçet Baytar, İbni Teymiyye´nin Arap asıllı olup Numeyr kabilesine mensup bulunduğunu ileri sürmektedir. Fakat, bizim için İbni Teymiyye´nin soyu önemli değildir. Zira İbni Teymiyye gibi bir kimse, bizzat kendisi iftihar edilmeye lâyıktır. O, başkalarıyla iftihar etmez. Nitekim Ebu Hani-fe´nin İranlı oluşu, onun şerefini eksiltmiş değildir.
Tarihçiler, İbni Teymiyye´nin anası ve onun mensup olduğu kabile hakkında bir şey söylemezler. Babası 682 H. yılında öldüğü zaman îbni Teymiyye 21 yaşında idi. Anası´ bu tarihten sonra ölmüştür. O, oğlunun olgunlaştığını görünceye kadar yaşamıştın Anası hayatta iken İbni Teymiyye şeriatı ihya ve ona karışan hurafeleri defetmek için baş mücahid olarak ortaya çıkmıştı. Anası, ona bu cihadında iyilik, şefkat ve sevgiyle yardımcı olmuştur. İbni Teymiyye, mücadele sırasında Mısırda zindana atıldıktan sonra anasına sevgi, bağlılık, vefa ve iyilik dolu mektuplar gönderiyor, onun hem ayrılık, hem de üzüntü ateşiyle helak olmaması için, kendi elem ve ız-tıraplarını ondan gizliyordu.
İbni Teymiyye´nin ailesi Şam´a gelir gelmez bu ailenin büyüğü, parmakla gösterilen âlimler safında yerini almıştır. Zira O, Şam´a ulaşır ulaşmaz fazilet ve şöhreti etrafa yayılmıştır. Çünkü ilim, sahibinin çevresini aydınlatan bir nur olup derhal dikkati çeker, Ibni Teymiyye´nin büyük bir bilgin olan babasının, Şam´ın ulu camii Mescid-i Emevi´de vaaz ve ders kürsüsü vardı. Sükkeriyye´deki Dâ-ru´1-Hadîs´in şeyhliğini de üzerine almıştı. Kendisi de bu semtte oturuyordu. İşte oğlu Ahmed Takıyyüddin (İbni Teymiyye) burada yetişmiştir.
İbni Teymiyye´nin babası olan bu büyük bilginin ders verirken kitap, defter veya zaman zaman başvuracak noktalardan faydalanmadığı, aksine kuvvetli hafızasına dayanarak saatlerce ders anlattığı bilinmektedir. Bu, onun hafıza gücünü ve zekâsının büyüklüğünü gösterir. İşte oğlu îbni Teymiyye´nin de en bariz sıfatları bunlardı: Yani sağlam bir hafıza, fikirlerini isbat için hüccet getirirken başvurduğu, kendisiyle mücadele ve münazara edenleri şaşkına çevirdiği hazırcevaplılık ve sürat-i intikal, îbni Teymiyye´nin en büyük sıfatlarını teşkil eder.[3]
Gençlîği Ve Yetişmesi
İbni Teymiyye ilmî çalışma, araştırma ve kalem erbabı bir ailede doğup büyümüştür. Ailesi ilimle uğraşmakta, ilme karşı büyük bir ilgi ve sevgi beslemekteydi.
Ailesi, îbni Teymiyye´yi ilme yöneltmiştir. Bu sayede O, küçük yaşlarda Kur´ânı hıfzetmiş, sürekli gayreti sebebiyle hıfzını kuvvetlendirmiş ve ibadet kasdiyle daima Kur´ân okumakla uğraşmıştır. Hattâ ölünceye kadar zindandaki tek yoldaşı Kur´ân olmuştur. Rivayet edildiğine göre îbni Teymiyye zindanda iken Kur´ân-ı Kerimi seksen defa hatmetmiştir.
İbni Teymiyye, Kur´ândan sonra hadis tahsiline yönelmiş ve hadis ilminin tatlı pınarından beslenmiştir. Bunda, bilhassa babasının hadis şeyhi oluşunun etkisi vardır. Babası, muhaddis olduğu gibi aynı zamanda hadis fıkhına vâkıftı. Hadis fıkhı ise, dinin özünü teşkil ediyordu. İbni Teymiyye, çocuk denilecek bir yaştan beri şu üç sıfatla dikkati çekmekteydi ki, bu sıfatlar onu kemâle ve sağlam bir ilme doğru götürmüştür:
1 ? Ciddiyet, çalışkanlık, sürekli bir gayret ve ilim aşkı... İşte bu sıfatlara sahip olan İbni Teymiyye, diğer çocuklar gibi eğlenmiyordu.
2 ? Hassas, çevresinde olup bitenleri kavrayarak değerlendirecek akıl ve ruh olgunluğuna sahipti. Bu sıfatlar, onun olayları takip ve bunların derinliklerine nüfuz etmesini sağlıyordu.
3 ? Sağlam bir hafıza ve doğru bir tefekküre sahip oluşu, îbni Teymiyye´nin genç arkadaşları arasında ününü artırıyordu. Nihayet ünü gençlerin çevresini aşmış, Şam ve dolaylarındaki büyük insanların kulağına ulaşmıştır. Bu konuda öyle rivayet ve haberler vardır ki, ilk bakışta insan bunların hayal mahsulü olduğunu sanır. Fakat İbni Teymiyye´nin hayatını iyice araştıran kimse, bu rivayet ve haberlerin ?hepsini değilse de? büyük bir kısmını kabul etmek zorunda kalır.
Bu haber ve rivayetlerin kıymeti ne olursa olsun, gerçek odur ki Allah, İbni Teymiyye´ye kuvvetli bir hafıza vermiştir. Kuvvet ve zayıflık bakımından zekânın ilk ölçüsü hafızadır. îbni Teymiyye, bu Allah vergisini ailesinden tevarüs etmiştir.
Ahmed Takıyyüddin (îbni Teymiyye), âlesinin diğer mensupları gibi ilme yönelmiştir. Babası Şam´ın medresesinde hadis şeyhi idi. Ebu Hanife´nin babası gibi tacir değildi. Ebu Hanife, babası tacir olduğu için gençliğinde ticaretle uğraşmış ve hayatı boyunca da ticaretle ilişkisini kesmemiştir. Öte yandan, îbni Teymiyye´nin gençliğinden itibaren ilimle uğraşması, mantıki olarak normaldir.
İbni Teymiyye´nin Kur´ândan sonra hadîs´e yönelmesi ve kendisini hadis ilmine vermesi de normaldir. O, hadis tahsilini babasından yapmış ve birçok hadis kitaplarını diğer büyük hadis bilginr terinden okumuştur. îbni Teymiyye, Ahmed b. Hanbel´in ?el-Müsned» i, Buharı ve Müslim´in «el-Canıiu´s-Sahih» leri, Tirmizî´nin «Cami» i, Ebu Dâvud, Nesâî, İbni Mâce ve Darekutnî´nin «Sünen» leri. gibi .büyük hadis kitaplarını mevcut hadis bilginlerinden oku-, muştur. Bazı çağdaşları onun, İmanı el-Humeydi´nin «el-Cem´u Beyne´s-Sahîhayn» adlı hadis kitabını hıfzettiğini söylerler.
İbni Teymiyye, hadîsin yanında Hanbelî fıkhını da tahsil etmiştir. Haçlis fıkhı, İbni Teymiyye ailesinin mezhebi olup onu bu fıkha yönelten babası idi. Böylece İbni Teymiyye hadîs fıkhı ile yoğrulmuş, bu fıkhın mantıkim kavramış, hem küllî kaidelerini hem de cüz´î meselelerini öğrenmiştir.
İbni Teymiyye, çocukluğundan beri sahâbî ve tabiîlerin eserlerini, bunların Kur´ân âyetlerinin mânâsı üzerindeki görüşlerini öğrenmeye çalışıyordu.
İbni Teymiyye´nin inceleme ve çalışmaları yalnız Kitab, Sünnet fıkhı ve Kur´ân´ın mânâları ile ilgili ilimlere inhisar etmez.O, bu dînî ilimlerin âleti olan Arap dili ile ilgili ilimlere de önem vermiş ve bu ilimlerde de ihtisas sahibi olmuştur. Dolayısıyla nesir ve nazım dahil edebiyat, eski Arap tarihi ile ilgili ve îslâm devletinin parlak devirlerine ait birçok bilgileri tahsil etmştir. Nahiv ilmnde de çok ileri gitmiş olup Sibeveyh´in kitabını okumuş, bu kitaptaki şiir ve diğer metinleri inceleyerek tenkit etmiştir. Bu arada, Sîbeveyh´in ileri sürdüğü bâzı kurallara muhalefet etmiş ve kuru kuruya değil, burada delillere dayanarak tenkitlerde bulunmuştur.
Bu ilimlerin yanında fikir ve aklını matematik ilimleriyle de bi-leğliyordu. Daha sonra ortaya attığı görüşleri, onun felsefe ve mantık gibi ilimleri de iyice bildiğini göstermektedir. îbni Teymiyye´nin mantık ilmini yıkmak için bir kitap telif ettiği düşünülürse, bu ilim üzerinde köklü bir bilgiye sahip olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü insan, tam olarak bilmediği ve derinlemesine incelemediği bir ilmi yıkmak için ortaya atüamaz.[4]
Yetîştîğî Îlk Çevre
İbni Teymiyye, bu incelemelerini babasının nezareti altında yapıyordu. Onun, böyle bilgin bir babanın yanında bulunuşu çok faydalı olmuştur. İmam Ebu Henife´ye, daha önce kendisini ilme teşvik eden ilk şey sorulduğu zaman şöyle cevap vermişti: «Ben, ilim ve fıkhın merkezinde idim, İlim ve fıkıh ehli ile düşüp kalktım ve onların fakihlerinden birinin yanından hiç ayrılmadım.»
İbni Teymiyye için de bu iki şart gerçekleşmişti: O, babasından hiç ayrılmadığı gibi ilim merkezi olan Şam´da bulunuyordu. Çünkü burası. Doğu ve Batıdaki İslâm bilginlerinin sığmağı olan ikinci şehirdi. Birinci şehir ise Kahire idi. Çünkü, Batı İslâm ülkeleri bilginleri buraya sığmıyorlardı. Zira buranın hükümdarları, bilginlere çok iyi muamele ediyor, lıuzur ve refah sağlıyor, onları koruyorlardı. Daha önce haçlıların saldırılan başlayınca İslâm bilginleri Kahire ve Şam´a sığınmışlardı.
Doğudan Moğol saldırıları başlamış, İslâm şehirleri istilâ edilmiş ve buralarda zulüm artmış, nihayet hilafet merkezi Moğolların eline geçmiştir. Bu sırada âlimler de Şam´a kaçmışlar; bunların bir kısmı Şam´da yerleşmiş, bir kısmı da tehlikeden uzaklaşmak için Kahire´ye geçmiştir.
Böylece Şam, İbni Teymiyye devrinde âlimlerin yuvası olmuştu. Onun ailesi de bu mübarek yuvaya sığınmıştı. Burada hadis medreseleri Üe Şafiî, Hanbelî ve diğer mezheplerin fıkıhlarının okutulduğu medreseler vardı. Bu medreselerde îzzuddin b. Abdisselâm, Muhyiddin en-Nevevî ve îbni Dakik[5] gibi bilginler fıkıh ve hadis okutuyorlar, İslâm mezhepleri arasında fıkhı mukayeseler yapıyorlardı. en-Nevevî´nin «Kitâbu´l-Mecmû» u ile Hanbelî fakîhi Muvaf-fakuddîn Abdullah Ahmed b. Kudâme´nin «Kitâbu´l-Muğnî» sinde
bu çalışmaları görmekteyiz.
Bilginler fıkhın yanında, rivayetler arasında karşılaştırmalar yapıyor, sened ve metinlerini inceliyerek hadis de okutuyorlardı. Bu sırada bir çok hadis kitapları meydana getirilmiş ve kütüphaneler, bu çağın mahsulü kocaman ciltler teşkil eden kitaplarla süslenmiştir. Bu sayede okuyucu, herhangi bir´bölümü ele alsa bu bölümle igili bütün hadisleri; garîb, hasan, sahih ve zaîf leriyle birlikte; derecelerine, aralarındaki uygunluk veya çatışmaya, mertebe bakımından hangisinin daha kuvvetli bulunduğuna işaret edilmiş olarak görürdü. Böylece gerçeği araştıran, onu kolayca elde ederdi.
Şam´da fıkıh ve hadisle birlikte akaid üzerinde de çalışılıyordu. Burada hâkim olan mezheb, Ebu´l-Hasan el-Eş´ârî´nin mezhebi idi.[6] Bu mezheb, Sünnete en uygun bir mezheb olarak revaç buluyordu. Salâhuddîn Eyyûbî de bu mezhebe göre yetiştirilmişti. el-Makrîzî «el-Hıtat» ında şöyle der.
«Selâhuddüı (Eyyûbî) çocukluğunda Kutbuddîn Ebu´l-Meâlî Mes´ud b. Muhammed en-Neysaburî´nin yazmış olduğu kasideyi ezberlemiş ve çocuklarına da ezberletmişti. Böylece Eyyûbîler, Eş´ârî mezhebi üzerinde birleşmişler, bu mezhebi korumak ve yaymak için çalışmışlar ve iktidarları zamanında bütün insanları Eş´arî mezhebini benimsemeye zorlamışlardır. Bu durum, bütün Eyyûbüer ve daha sonra onların yerini alan Türk sultanları tarafından devam ettirilmiştir.»
Ebu´l-Hasan el-Eş´arî, Sünnete sarılmakla beraber akaid konusundaki görüşlerini isbat için mantık ve felsefe yolundan gidiyor ve neticede Sünnilerle birleşiyordu. Fakat bu yoldaki metodu, bazı Hanbelîlerin usûlüne uymuyordu. îşte bu yüzden bir kısım Hanbelî-lerle Ebu´l-Hasan el-Eş´arî´nin mensupları arasında şiddetli bir çatışma başlamıştır.
Hanbelî mezhebine bağlı olan îbni Teymiyye, Eş´arî mezhebini sevmeyen Hanbelîlerin usûlüne göre yetişmiş olu daha sonra bu alanda bir çok mücadeleler yapmıştır. Bu yüzden çeşitli mihnetlerle karşılaşan îbni Teymiyye, kendisini hemen hemen bu yolda harcamıştır.[7]
Babasının Yerine Ders Kürsüsüne Geçişi
Îbni Teymiyye´nin inceleme ve araştırma ufku genişlemiş; fıkıh, hadis, akaid ve Arap diliyle ilgili ilimleri içine almıştır. Matematik ve felsefî ilimler üze:inde büyük bir vukuf ve karşılaştırmalı incelemelere, sahip oluşu, onun filozofların görüşlerini de bildiğini gösterir.
Ahmed (îbni Teymiyye) büyüyüp kalbi marifetle dolarak ol-gunlaşmca, babasının yerine ders okutmaya başlamıştır. Babası,. 682 H. yılında öldükten sonra oğlu Ahmed, 21 yaşında onun ders halkasını yürütme vazifesini üzerine almıştır. îbni Teymiyye bu vazifeyi üzerine aldığı zaman öncekilerin bilgi ve kültürleriyle beslenmiş, kalbi bu bilgi ve kültürün ter-ü taze, zengin ve olgun meyvelerini vermeye başlamıştır. O, üzerine yüklendiği emaneti yerine getirmesi için Rabbi´nin yardımına güvenerek bu işe başlamıştır. Zira, onun yaşındakiler henüz çocukluk ve hayatın arzularından kurtulamadığı halde,, îbni Teymiyye ilim bakımından olgunluk çağma ulaşmıştır.
İbni Teymiyye, ilmi incelemeleri ve her yönüyle elde etmiş olduğu geniş kültürüyle Ulu Cami (Mescid-i EmevîVde derslerini fasih bir arapça ile veriyordu. Bütün gözler ona çevriliyor ve dinleyicilerinin gönülleri onunla birleşiyordu. İbni Teymiyye´yi dinleyenler, onun hayranı ve taraftarı olmuşlardı. Bunlar arasında ona Hz. İsa´nın havarileri gibi ihlasla bağlananlar vardı. Dersleri muvafık, muhalif, sünnî ve şiî olan herkesi bir araya getiriyordu.
İlminin zenginliği dilinde tezahür ediyordu. Hattâ yaşça kendisinden büyük olan fakih ve muhaddis îbni Dakik, onun hakkında şöyle demiştir: «Öyle bir adam gördüm ki, bütün ilimleri iki gözünün önünde toplamış; bunlardan istediğini alıyor, istediğini bırakıyor.»
İbni Teymiyye´nin bu ilminin yanında bir de kuvvetli ve tesirli şahsiyeti vardı. Hiddetsiz olduğu zaman pek yoktu. Çağdaşı Zehebî, onu şöyle vasıflandırır:
«İbni Teymiyye ak benizli, kara sakallı ve siyah saçlı idi. Saçları kulaklarının yumuşağına kadar inerdi. Sanki gözleri konuşan birer dildi. Geniş omuzlu ve dolgun vücutluydu. Gür ve net sesli, dili fasih ve okuyuşu hızlıydı. Daima hiddetli olup hilmi hiddetini
bastırırdı.»
îlk baştan itibaren âlimlerin onun hakkındaki tutumları üç kısımda toplanabilir:
1 ? Bir kısmı onu hararetle müdafaa etmiş ve desteklemiştir.
2 ? Bir kısmı ona karşı koymuş ve mücadele etmiştir. Çünkü İbni Teymiyye,´ bunların alışık olmadıkları fikirleri ile susuyordu.
3 ? Bir kısmı da bazı görüşlerini benimsemiş, diğer bazı görüşlerine de muhalefet etmiştir. Fakat bu sınıfa dahil olanlar daima
İbni Teymiyye´nin ilim ve şahsiyetini takdir etmişlerdir. Bu üçüncü sınıfa dahil olan bilginlerden tarihçi Zehebî şöyle der:
«îbni Teymiyye ile düşüp kalkan ve onu sevenler, ona karşı berii hürmetsizlikle itham ederler. İbni Teymiyye´ye muhalefet eden ve önü sevmiyenler de,beni, onu iyi tanımakla itham ederler. Ben, onun hem dostları, hem de muhalifleri tarafından eziyet gördüm. Halbuki ben, İbni Teymiyye´nin masum olduğuna inanmıyorum. Bir kısim aslî ve fer´î meselelerde ona muhalifim. Çünkü ilminin genişliği, cesaretinin bolluğu, zihninin açıklığı ve dînin emirlerine saygılı oluşuna rağmen, O da bir beşerdir. Münakaşalarında hiddetli, öfkeli ve hasımlarına çok şiddetli davranışı sebebiyle gönülleade kendisine karşı düşmanlık meydana getirmektedir. Eğer böyle olmasaydı insanları birleştirirdi; büyükler onun ilmine boyun eğer, sahili bulunmayan bir deniz ve eşsiz bir hazine olduğunu kabul ederlerdi. Fakat onlar, buna muhalefet etmişler ve hareketlerini kınamışlardır. Herkesin bir kısım görüşü benimsenir, bir kısım görüşü de reddedilir.»
Bu delikanlı bilgin´in dersleri yankılar uyandırıyordu. Çünkü O, derslerini selefe uyan ve taklid´den uzak kalan müstakil görüşleriyle besliyor ve onları sağlam delillerle destekliyordu. O hem fikir, hem de heyecan dolu açık bir dille ders anlatıyordu. Bu yüzden kendisine insanların bir kısmı şiddetle muhalefet ederken, başka bir kısmı aynı şekilde bağlanıyor, diğer bir kısım insanlar da bazı görüşlerini benimsiyor, bazı görüşlerini de reddediyordu.
Şüphesiz ki başkalarına muhalefet etmeyen bir insan kuvvetli değildir. Muhalefetin aslı, ekseriya kişinin görüş bakımından kuvvetli ve ruh itibariyle hiddetli oluşuna dayanır. Fakat sırf muhalefet hiddete sebep olmaz, aynı zamanda muhalefetle karşılaşan kimsenin, insanlara alışık olmadıkları şeyleri söylemesi gerekir. Belki de onun hiddetinin sebebi, şiddetli bir muhalefetle karşılaşması, küfür ve dinsizlikle itham edilmesidir.
îbni Teymiyye derslerinde o çağda yayılmış, hokkabazlık ve fesatla karışmış olan sûfî tarikatlarına hücum etmiştir. Sûfî´lerden bir kısmı Moğol istilâları sırasında Şam´a sığınmışlar, burada tabiatıyla İbni Teymiyye´nin sert tenkitleriyle karşılaşmışlardır. îbni Teymiyye bu tenkitlerinde umumî bir dil kullanıyordu. Nihayet bu sûfîlerin mürîd ve mensupları kendisine düşman olmuşlardır.
İbni Teymiyye, Ulu Camide halka takrir etmiş olduuğ ders halkalarıyla yetinmeyip derslerini iki kısma ayırmıştır:
1 ? Anlatılmasını zarurî gördüğü hakîkatları seçkin kimselere öğretiyordu.
2 ? Halkı irşâd etmek için umumî mahiyette dersler yapıyordu. Bu arada bâzı risaleler yazarak hakikati öğrenmek isteyenlerin sorularını cevaplandırıyor ve muarızlarına kendi görüşlerini açıklıyordu. Ayrıca beliğ, kuvvetli, sert ve hiddetli bir dille kaleme aldığı bu risaleleri onlara gönderiyordu. Böylece kendi görüşlerini ders ve vaazlarıyla olduğu gibi, risale ve mektuplarıyla da yayıyordu.
İşte İbni Teymiyye ile çağdaşları arasında mücadele burada başlamıştır. Tarihçilerin anlattığına göre Hama halkı, İbni Teymiyye´ye bir mektup göndererek Kur´an´da Allah´ın kendi zâtından bahsederken bildirdiği arş üzerindeki istivası, kürsüsü´nün yer ve gökleri kaplayışı ve benzeri meseleleri sormuşlardır. îbni Teymiyye, onlara karşılık olarak yazdığı *er-Risâletü´l-Hameviyye» sinde bu soruları cevaplandırmış ve âyet-i kerîmelerde geçen bu meselelerin te´vil edi-lemiyeceğini, Allah´ın «istiva» sı, «arş» ve «kürsüsü»nün mahiyetini bizim bilemiyeceğimizi söylemiştir. Buna göre Allah´ın istivası ve kürsüsü sonradan yaratılmış varlıkların istiva ve kürsüsüne benzemez. Diğer âyet ve hadîslerde geçen Allah´ın «el»i ve «yüz»ü gibi müteşâbihler de aynı şekilde te´vil edilmez, bunlara olduğu gibi inanılır ve mâhiyeti bilinemez.[8]
tşte İbni Teymiyye bütün bunları «er-Risâletü´l-Hameviyye»sin-se açıklamıştır. Onun bu görüşleri memlekette hâkim olan valilerle halkın taassub derecesinde bağlı bulundukları Eş´ârî mezhebine aykırı düşüyordu. Bu sebeple birçok kimseler, îbni Teymiyye´ye karşı harekete geçmişler, görüşleri tenzih yönünden kuvvetli ise de onlar, hüccet getirme bakımından İbni Teymiyye´yi susturacak kudrette değillerdi. Dolayısıyla onu, Haneff kadısına şikâyet ettiler ve böylece mücadele sözden fiile intikal etti. Burada sözü İbni Teymiyye´nin talebesi İbni Kesîr´e bırakalım. îbni Kesîr, Tarih´inde 698 H. yılı olaylarını anlatırken şöyle der:
«Bir topluluk İbni Teymiyye aleyhine ayaklanarak onu, Hanefî kadısı Celâluddîn´in huzuruna getirmek istedi. Fakat İbni Teymiyye gelmedi. Bu sırada Hamâ´lılarm sorularına cevap olarak yazmış olduğu risaledeki akide, kendi taraftarları vasıtasıyla memlekette ilân edildi. Bunun üzerine adı geçen kadı, birini göndererek, İbni Teymiyye´nin adamlarını istedi. Bunların çoğu saklandı ve îbni Teymiyye´nin akidesini ilân eden bir topluluk dövüldü, geri kalanlar da sustular. Cuma günü gelince Şeyh Takıyyüddin (İbni Teymiyye) âdeti üzere yine camiye geldi, «Hiç şüphesiz sen, büyük bir ahlâk üzeresin.»[9] âyetini tefsir etti. Cumartesi günü Şafii kadısı îmâmuddin´le görüştü. Seçkin kimselerden bir topluluk da burada hazırdı, «er-Risâletü´l-Hameviyye»yi incelediler ve onunla bu risalede yer alan görüşleri tartıştılar. Uzun bir konuşmadan sonra Ibni Teymiyye, hepsini susturacak şekilde cevaplar verdi. Sonra îbni Teymiyye kalkıp .gitti. Hâdiseler yatışmış ve durum sakinleşmişti. Kadı İmâmuddin´in i´tikadı güzel ve niyeti hâlis idi,»[10]
Görüyoruz ki İbni Teymiyye görüşlerinden dolayı muhakeme edilirken Şafiî kadısına sığınmış ve Hanefî kadısının yânına gitmemiştir. Ibni Teymiyye´nin Allah yolunda cihad etmek üzere çıktığında uğradığı gerçek mihneti ve bugünkü tabiriyle Birleşik Mısır - Suriye ordusunun savaşı kazanmasında nasıl bir rol oynadığını ileride [11]göreceğiz.[12]