Mehmet Zahit Kotku (k.s.)
Ne dervişlikte, ne şeyhlite, ne imamlıkta, iş yok iş ALLAH'ın rızasını kazanabilmekte...
İş ALLAH'a kul olabilmekte.(M.Zahit Kotku)
Mehmet Zahit Kotku Hoca Efendi'nin, Türkiye'nin siyasi, sosyal ve iktisadi haytına ıraktığı derin izler ve toplumsal kalkınma için attığı temeller vefatından 21 yıl sonra bile canlılığını koruyor.
Mehmet Zahit Kotku(r.a.) bundan 21 yıl önce 14 kasım günü, büyük ve hüzünlü bir insan selinin omuzlarında Süleymaniye camii'ndeki Kanuni Süleyman türbesi arkasındaki istirahat gahına defnolunduğunda arkasında ilm admlarının, bakanların,başbakanların ve cumhurbaşkanlarının çıkacağı bir cemaat bırakmıştı. O'nun 1897'de Bursa'dabaşlayan ve istanbulda son bulan mütevazi hayatı; kitleleri kndine çekmiş, Prof.Ersin Nazif Gürdoğan'ın dediği gibi başlıbaşına "görünmeyen ünüversite" olmuştu. Mehmet Zahit Kotku Hoca Efendi'nin, Türkiye'nin siyasi,sosyal ve iktisadi hayatında bıraktığı derin izler ve toplumsal kalkınma için attığı temeller vefatından 21 yıl sonra bile canlılığını koruyor. Bunun nedeni elbette gıbta edilecek hayatıydı. Hocaefendi, kuran ahlakını Peygamber'in(s.a.v) hayatını yani sünnetini, yaşamanın her alanda uygulamaya çalışmakla başarmıştı bunu.
Kafkasya'dan Manevi Miras
Ailesi aslen kafkasyalı olan Hocaefendi'nin babası İbrahim Efendi, 16 yaşındayken Bursa'ya gelmiş, tahsilini Hamza bey Medresesinde yapmış, muhtelif yerlerde imamlık görevlerinde bulunmuş bir seyyiddir.
3 yaşında annesi vefat eden Mehmed Zahit Efendi,Oruç bey ibtidasi'nde okur, ardından Maksem'deki idadi'ye devam eder. Bursa sanat Mektebine gittikten sonra Birinci dünya savaşı dolayısıyla 18 yaşında askere alınır. Hastalıklar atlattığı uzun ve zorlu yılların ardından, ordunun suriyeden çekilmesi üzerine istanbula gelir.
Burada askeri şubede yazıcı olarak askerlik vazifesine devam eder... Mehmet Zahit Kotku Hoca efendi'nin hayatı, İstanbul'da çeşitli dini toplantılara, derslere, vaazlara devam ettiği yıllarda bir cuma günü Gümüşhaneli tekkesine gitmesiyle farklı bir seyir izlemeye başlar. Bu onun olgunlaşma döneminin başlangıcıdır. Tekkenin şeyhi Ömer ziyaeddin Efendiye intisap eden Hocaefendi,onun vefatından sonrada Mustafa Feyzi Efendinin yanında gönül ve ilim eğitimini sürdürür.
Bayezit,Fatih ve aysofya camii ve medreselerinde derslere devam ederken,hafızlığınıda tamamlar ve hocaasının isteği ile bazı köy ve kasabalara dini dersler vermeye gider. Bu görevler sırasında öğrendiklerini tatbik etme ve anlatma fırsatı bulur.
Tekkelerin kapatılmasıyla 25 yıl gibi uzun bir süre istanbul'dan ayrı kalır Hocaefendi.
Bursa'daki köyü izvat'ta 15 yıl imamlık yaptıktan sonra Üftade camii'nde göreve başlar ve Bursa'ya yerleşir; tekke arkadaşı kazanlı Abdülaziz Bekkine Efendi'nin vefatı üzerine istanbul'a vazifeye çağrılıncaya dek orada görevini sürdürür.
Halkın Diliyle Konuştu
Bekkine Efendi'nin ardından postnişim olan Hocaefendi,uzun süre Bursa'da görev yaptığı için halkın dili ile konuşuyordu, felsefi konulara girmiyordu. Bu nedenle Abdülaziz Bekkine'nin sohbetlerinin aksine sade ve yalın anlatımı ve taşralı dili,onu tanımayan kuşağı şaşırtıyordu.
Hocaefendinin aldığı eğitimine rağmen basit, anlaşılır bir halk dili kullanması onu bilinçli tercihinden ve olağanüstü tevazuundan kaynaklanıyordu.
Onun şivesi ile ilgili Mahmud Es’ad Hoca efendi şöyle diyor:
“Anadolu şivesi ile konuşurdu,odahalkın hoşuna giderdi. Tabi lugat parçalamak, çok edebi konuşmak bir soğukluk meydana getirir. Ama halktan bir insan gibi konuşmak, halkın hoşuna gider. Hocamızda kendisi halktan bir kimse olarak teleffuzunu değiştirmeye kalkmazdı.”
Bir öğrencisinin anlattıkları da Hoca efendinin “ben bilmem” deme büyüklüğünü ve ne derece tevazuya sahip olduğunu gösteriyor: Abdulaziz Efendi’nin vefatından birkaç gün sora, alıştığımız sohbetleri özlemeye başlamıştık. Sohbetler nezaman başlayacaktı? Gençlere talebelere bilhassa bizlere müjde geliyor… Vedat Özmen ağabey’in evinde yatsıdan sonrasohbet olacak. Kalabalık değil 5-6 kişi… Uzun bir sessizlik… Hocaefendi koynundan küçük kırmızı bir not defteri çıkarıyor ve “Sizlere talebe iken aldığım notlardan bazı satırlar okuyayım” diyor… Abdülaziz Efendiye soru sorma alşkanlığı sebebiyle bir arkadaş, “Efendi hazretleri, Muhyiddin Arabi hazretleri’nin vahdet-i vücud nazariyesi ile ilgili… “diyecek oldu. Hocaefendi, “Evladım,ben bunları bilmem, sen bunları bilenlere sor” deyince, o güne kadar “Ben bilirim”den başka bir şey bilmeyenlerin doldurduğu bu nefsaniyet aleminde ilk defa duyduğum bu tevazu şahikası karşısında yerlerin dibine geçerken, bu sözü söyleyebilmek sultanlığına erişen yeni hocamız gözümde Himayeler gibi yüseldi. Terbiye edeceği talebe karşısında kendi hayatıyla örnek olarak, “Ben bunu bilmem” büyüklüğünü göstermişti.
Sohbetindeki Hikmet
Avukat Yusuf Türel, sohbeti bir eğitim metodu olarak benimseyen Hocaefendi’nin konuşmasının tesirli olduğunu nakladiyor.
“Luzumlu olmayan yerde konuşmazdı. Konuşuncada sanki ağzından hikmetler dökülüyor duruımda olurdu ve çok tesirli olurdu. Sadece sohbetlerinde kullandığı dili ve sesi kitlelerin ona koşmasının tek sebebi değildi elbette.
Görev yaptığı camilerde her Pazar ikindi namazının arkasından Ramuzü’l-Ehadis’ten yaptığı hadis sohbetlerinde ve çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalarında insanların iç dünyasına seslenmeyi başarmıştı. Tanımayanların bile ilk görüşlerinde sevgi ve saygı duyduğu hali, harkese selam vermesi, güleryüz göstermesi ve insanların gönlünü alması her gittiği yerde etrafında bir halka oluşmasına sebep olyordu.”
Manevi Hallerinden Hatıralar
Mehmet Zahit Koktu Hocaefendini’nin kerametleri bir başka deyişle manevi halleri hem öğrencileri hemde Türkiye’nin önde gelen, Celalettin Ökten gibi, aydınlar tarafından sık sık anlatılır. İşte bunlardan bazıları.
-Yedi yıllık İmam hatip okullarının kurucusu olan Celalettin Ökten Hoca Hacca gitmek istiyordu . Aylarca uğraştı, çalmadık kapı bırakmadı fakat bir türlü pasaport alamadı… Yine bir gün yatsı namazını mütakip Hocaefendi’nin odasında oturduğu yerde uyuklamaya başladı… Hocaefendi Celal hocaya eğilerek ve gülümseyerek “Celal Hoca pasaportunu aldınmı?” dedi. Celal Hocada gülümseyerek, “Aldım efendim” dedi. Zira Celal Hoca o anda rüyasında pasaportunu almıştı. Ertesi günde ankaradan pasaportu geldi.
-Bir öğrencisi anlatıyor:
Bir defasında camide herkes ayağa kalkmış saygıyla gelişini bekliyordu. Gençliğin verdiği vurdum duymazlıktan olacak, “Bu kadara da ne gerek var?” diye düşünmüştüm. Hoca efendi yerine geçti ve gözümün içine baka baka, “Siz bizi seveceksiniz ki, biz de sizi sevelim”dedi. Çok utanmıştım.
-Benzer bir olayda Ali Rıza Demircan hoca nın başından geçmişti.
Bir gün İskenderpaşa camiine gelmiştim. Henüz hoca efendiye bir gönül bağım yoktu. Süleymaniye camii İmam hatibi olmam vesilesiyle gittiğim her yerde bizi imamete geçiriyorlwardı. Böyle olur mülahazasıyla, imamette infitar Suresi’ni okumayı planladım. Bu arada Hoca efendi geldi, direkt imamete geçti ve intifar Suresi’ni okumaya başladı.
-
Son Yılları
Hca Efendinin siysı çevredende bir çok seveni vardı.
Hocaefendinin siyasilere kaşı tutumu memfaate yönelik olmamış, siyasette hassas bir denge gözetmiş ve kendisini ziyarete gelen bir çok ünlü isme birlik ve beraberlikği öğütlemişti. Tercih yapma durumunda ise ülkenin çıkarını ön planda tutmuştu… Ahlakıyla, yaşantısıyla, tebessümüyle, yaratılanı Yaratandan dolayı seven ve kucaklayan felsefesiyle gönülleri fet eden Hocaefendi, siyasi,sosyal ve iktisadi alanlarda “imanın” hakim olması için çalışmış,geriye imzalı imzasız bir çok eser bırakmıştır.
Vakıfrlar, dernekler, ticari kuruluşlar, çeşitli yayınlar… vb arsında beklide en önemlisi, kalplerine seslenmek için ömrünü harcadığı,vefatında mahşeri bir kalabalık oluşturan sevenleriydi. 1979 yazında uzun süre kalmak için gittiği Hicaz’dan 1980’in şubat ayında hastalanarak geri dönen Mehmed Zahid Koktu (r.a.h.) midesinden ameliyat olur. Kısmen sağlığına kavuşur ve hacc mevsimi gelince tekrar Hicaz’a gider. Bu onun son haccı olur.
İstanbul’a dönüşünden bir hafta sonra 13 Kasım 1980 Perşembe günü öğleye yakın dar-ı bakaya irtihal eyler. 14 kasım’da süleymaniye’deki feyz aldığı üstadlarının yanındaki istirahatgahına defn olunur. Hoca efendi’nin vefatından bir hafta önce hacdan dönerken, Medine-i Münevvere’de yaptığı konuşmadaki şu sözler onun yaşam felsefesinin hem bir özetiydi, hemde attığı maddi ve manevi temeller üzerinde yeni binalar kuracak olan sevenlerine bıraktığı miras:
Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok… İş, ALLAH’ın rızasını kazanabilmekte … İş, ALLAH’ın rızasını kazanabilmekte… İş, ALLAH’a kul kul albilmekte.