Mart 03, 2009, 02:46:20 ÖÖ
Hacı Bayram-ı Veli
İstanbul'u, F''tih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî. Nûm''n bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram'dır. 1352 (H. 753)de Anakra ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vef''t etti. Türbesi, Hacı Bayram C''miinin kenarında ziy''rete açıktır.
Nûm''n, küçük yaşından îtib''ren ilim tahsîline başladı. Ankara'da ve Bursa'da bulunan ''limlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zam''nın fen ilimlerinde yetişti. Ankara'da Melîke H''tun'un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.
İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûm''n'ın rûhunda bir sıkıntı vardı. O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i k''milin huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve;
"Ben Þüc''-i Karam''nî'yim. Kayseri'den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve d''vetim var." dedi.
Nûm''n, bu sözlerin sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı.
"Hoş geldin, saf''lar getirdin. İnş''allah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!" diyerek hayretle sordu.
"Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; "Git Engürü'de (Ankara'da) Kara Medresede Nûm''n adında bir müderris vardır. Ona sel''mımı ve d''vetimi söyle. Al getir. O bize gerek..." dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum."
Müderris Nûm''n bu sözleri dinler dinlemez;
"Baş üstüne, bu d''vete ic''bet l''zımdır. Hemen gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı. Þüc''-i Karam''nî ile Kayseri'ye gittiler. Kayseri'de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman Hamîd-i Velî; "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûm''n'a Bayram lakabını verdi.
Hamîd-i Velî, Nûm''n ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Z''hirî ve b''tınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona;
"Hacı Bayram! Z''hirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş ''limleri ve derecelerini gördün. B''tınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliy''yı ve derecelerini de gördün. Hangisini mur''d edersen onu seç!" buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zam''nının en büyük velîlerinden oldu.
Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray'a geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde; "Halîfem, vekîlim sensin." emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı sene hocası vef''t edince, defn işleriyle meşgûl olup, cen''ze namazını kıldırdı. Aksaray'da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara'ya döndü. Ankara'da dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şif'' bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.
Bil''hare İstanbul'un m''nevî f''tihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık'ta müderrisken şeyhin evliy''lık derecesini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan "Evliy'' para mı toplar, buralara boşuna gelmişim." diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüy'' gördü. Rüy''sında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydil. Bu rüy'' üzerine, Akşemseddîn yaptığı hat''yı anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü. Þehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn yaptığı hat''yı bildiği için, kendi kendine;
"Ey nefsim! Sen, Allahü te''l''nın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin l''yık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla ber''ber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn'in bu tev''zuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltif''t etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüy''yı, ker''met göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şif'' olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı. Hacı Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn'e ic''zet, diploma verdiğinde, b''zıları;
"Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hil''fet vermediğiniz h''lde, bu yeni gelen Akşemseddîn'i kısa zamanda hil''fet ile şereflendirdiniz?" dediler.
H''cı Bayram-ı Velî de;
"Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizz''t kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hil''fet vermemizin sebebi işte budur." diye cevap verdi.
O aradığınız Hacı Bayram
Hacı Bayram-ı Velî, hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde c''mide insanlara v''z ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacı Bayram-ı Velî'nin v''zlarına koşuyor, b''zı ker''metlerini görünce, ona daha çok bağlanıyorlardı. Bu şekilde Hacı Bayram'ın etrafında pekçok kimsenin toplandığını gören b''zı hasetçiler, P''diş''h İkinci Mur''d Hana;
"Sult''nım! Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde b''zı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isy''n çıkarmasından korkarız!" diyerek iftir''larda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip;
"O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isy''n ederse, zincire vurarak getirin!" emrini verdi.
Vazifeli çavuşlar, ellerinde p''diş''hın ferm''nı olduğu h''lde, Edirne'den kalkıp süratle Ankara'ya gittiler. Þehre yaklaştıklarında önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Sel''mlaştıktan sonra ihtiy''r z''t;
"Evl''tlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, onlar da;
"Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etr''fına adamlar toplayıp, P''diş''hımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp p''diş''hın huzuruna götüreceğiz." dediler. Çavuşların bu sözünü bekleyen ihtiy''r z''t;
"O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir." diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar bir ferm''na baktılar, bir de Hacı Bayram-ı Velî'ye. Aradıkları isy''ncı bu olamazdı. Bu nûr yüzlü, hoş sözlü z''t, hiç isy''n edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî'ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine;
"Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu z''tın m''sûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim." dediler.
Hacı Bayram;
"Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. P''diş''hımızın ferm''nı başımız üzerindedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle bğlayınız ve bir an önce buradan gidelim." buyurdu.
Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar;
"Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye hay'' ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez. M''dem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." dediler.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birliket Edirne'ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca çavuşlarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale Boğazından geçip, Edirne'ye geldiler. Sarayda Sultan İkinci Mur''d Han, söylentilere göre devletin sel''metine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıy'' beklerken, karşısında; nûr yüzlü, k''mil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu baş köşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;
"Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi.
Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle;
"İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce m''neviy''t ''şıkları gördük ve tanıştık." diyerek, p''diş''hı rahatlattı.
Sohbete başladılar. Sultan Mur''d, şehz''deliğinden beri ilme pek meraklıydı ve büyük bir ''lim olarak yetişmişti. Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı. T'' Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Tasavvuftaki b''zı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî'ye sordu. Aldığı cevaplardan ziy''desiyle memnun oldu. Pekçok ihs''nda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram-ı Velî;
"Sult''nım! Bizim düny'' malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiy''cı olanlara veriniz." diyerek n''zikçe reddetti.
P''dişh''h ısrar edince de;
"Mutlaka ihs''nda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz." dedi.
P''diş''h da memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî'yi günlerce sarayda mis''fir etti, izzet ve ikr''mda bulundu.
İstanbul'un Fethi
Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Mur''d Han G''zi;
"Allahü te''l''nın izniyle, evliy''nın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım B''yezîd Han bu işe girişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i ''l-i Osman'ın toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm r''zı değil. Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize l''zım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi.
Mur''d Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu:
"Sult''nım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan Muhammed'e (F''tih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi. Sonra geleceğin F''tih'ini kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulunda. Sultan Mur''d Han, bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehz''de Muhammed'e ve Akşemseddîn'e artık başka bir nazar ile bakmaya başladı.
Bu kitabı yazacağına
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'de bulunduğu müddet içinde, c''milerde v''z verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdiler. Onun hangi c''mide nasîhat edeceğini öğrenip, oraya akın akın giderlerdi. P''diş''h da onun Edirne'de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye dev''m etmek istediğini bildirdi.
P''diş''ha nasîhatlerde bulunduktan ve onunla ved''laştıktan sonra yola koyuldu. Önce Gelibolu'ya geldi. Orada Yazıcız''de Ahmed Bîc''n ve Muhammed Bîc''n kardeşlerle görüştü. Bir müddet onları yetiştirmek için orada kaldı. Onların Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebeb oldu. Muhammed Efendi, yazdığı Muhammediyye'yi hocası Hacı Bayram-ı Velî'ye takdim ettiğinde;
"Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mıydı?" buyurduğunda, Muhammed Bîc''n bir "Âhh!" çekti ki, o anda kitabın açık olan sahifeleri "Âhh" ateşinden kararıp simsiyah oldu. Hacı Bayram-ı Velî, kısa zamanda bu iki kardeşe ic''zet, diploma vererek, insanları hak yola d''vet ve bu yolda ilerletmekle görevlendirdi.
Kurban
Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya Sultan Mur''d Hanın verdiği ferm''nla geldi. Fermanda, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgûl olmaları için, onların vergi ve askerlikten mu''f tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pekçok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın m''lî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram-ı Velî'den talebelerinin bir listesini istemek zorunda kaldı.
Hacı Bayram-ı Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve;
"Bize intis''b edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye il''n etti. Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu.
Hacı Bayram-ı Velî;
"Dervişlerim, müridlerim! Bana intis''b eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu.
Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler;
"Bu ne biçim mürşit; bu nasıl müritlik." diye söylenip duruyorlardı.
Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî;
"Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve asrelik yapmak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir." buyurdu.
Halifeleri
Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İsl''miyeti yaymak için uğraştı. Talebelerine ve sohbete gelen herkese, Allahü te''l''nın emirlerini bildirip, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı. Hay''tı, hep ver'' ve takv'' üzere, haramlardan şiddetle kaçıp, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk etmekle geçti.
Onun vef''tından sonra "Bayramiyye yolu"nu, talebelerinden Akşemseddîn ve Bıçakçı Ömer Efendi dev''m ettirdiler.
Diğer halifeleri ise: Göynüklü Uzun Sel''haddîn, Yazıcız''de Muhammed ve Ahmed Bîc''n kardeşler, İnce Bedreddîn, Hızır Dede, Akbıyık Sultan, Muhammed Üft''de hazretleri bunlardandır. Birisi de, d''m''dı Eşrefoğlu Rûmî (Abdullah Efendi)dir.
Türbenin Kapısı
Türbelerin kapatılma kararı çıktıktan sonra, her yere olduğu gibi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin türbesine de kilit vurulmuştu. Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kırılmış, kapıyı da ardına kadar açık gördüler. Olayın birkaç def'' tekerrür etmesi üzerine ilgililerden biri;
"Böyle şey olmaz, bu kapıyı elbette bir açan var." demiş.
Sonra bunun için iki polis vazifelendirmiş ve;
"Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Þu kapıyı kim açıyorsa, hemen yakalayın." iye de emir vermişti.
Polisler raldıkları bu emir gereğince, hazret-i Þeyh'in türbesi önünde sabah ez''nı okununcaya kadar beklemişler. Sabah vakti ''niden kilidin çıkardığı "Çat" sesi ile irkilmişler. İşte o zaman açılan kapıdan Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tebessüm ederek kendilerine baktığını görmüşler. Türbebyi bekleyen polislerden biri şaşkınlıktan düşüp bayılırken, diğerinin dili tutulmuş. Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapıda nöbet tutmaya ces''ret edememiştir.
Hacı Bayram-ı Velî'nin talebelerine nassîhatlerinden....
İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız.
Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.
Allahü te''l''ya isy''n yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz.
Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız. Onları sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız.
Çarşıda ve c''mi avlusunda bir şey yemeyiniz. Yol ortasında durmayınız. Tic''ret erb''bının dükk''nlarında uzun müddet oturmayınız.
Hiçbir gün''hı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur.
Hel''linden kazanıp, ondan fakırlere cömertçe veriniz.
Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hes''bınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız.
Düny'' gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziy''ret ediniz.
Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifş'' etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size em''nettir. Em''nete hiy''net ise, çirkin bir harekettir.
Âlim ve velîlerin kabirlerini ziy''ret ediniz. Zîr'' o büyükler, kendilerini ziy''ret edenlere şef''at ederler.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Âşık Yûnus'la aynı asırda yaşamış ve onun söylediği gibi şiirler söylemiştir. Tasavvuf yolunda nefsi tanımanın ve it''at altına almanın şart olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiştir:
Bilmek istersen seni,
C''n içinde ara c''nı.
Geç c''nından bul ''nı,
Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi ef'''lini,
Ol bildi sıf''tını,
Anda gördü z''tını,
Sen seni bil, sen seni.
Görünen sıf''tındır,
O'nu gören z''tındır,
Gayri ne h''cetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Kim ki hayrete vardı,
Nûra müstagrak oldu,
Tevhîd-i z''tı buldu,
Sen seni bil, sen seni.
Bayram özünü bildi,
Bileni anda buldu,
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.
ALABİLİRSEN AL
Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan h''tıra bilezik ve küpleri em''net edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziy''ret edip;
"Y'' hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu h''tıralraı em''net edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çğekmeceyi z''tı ''linize em''net bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Þ''yet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye mün''caat etti. Sonra çekmececyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve em''netini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziy''retini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı. Orada türbeyi bekleyen türbed''ra; "Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce em''net bırakmıştım. Þimdi alıyorum." dedi.
Türbed''r;
"Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir def''sında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."
Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve em''netini alarak köyüne döndü.
Sultan Murad Han'a Nasihati
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Mur''d Hana şöyle dedi:
Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikr''mda bulun.
İlim s''hiplerine hürmet et.
Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster.
Halka yaklaş f''sıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk.
Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma.
İnsanlığında kusûr etme,
Sırrını hiç kimseye açma,
İyice yakınlık peyd'' etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme.
Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma.
Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme.
Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda b''zı meseleler görüşülürse, y''hut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddi'' ederlerse, onlara hemen muh''lefet etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiği cev''bı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler.
Seni ziy''rete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîr'' dostluk, ilme dev''mı sağlar. B''zan da onlara yemek ikr''m et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve îtib''rlarını iyi tanı ve kusurlarını görme.
Halka yumuşak mu''mele et, müs''maha göster.
Hiçbir kimesye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran."
1) Þak''yık-ı Nu'm''niyye Tercümesi; s.77
2) Nefeh''t-ül-üns; s.684
3) Tam İlmih''l Se''det-i Ebediyye; (49. Baskı) s. 1080
4) Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.7
5) Men''kıb-ı Hacı Bayram-ı Velî
6) T''c-üt-Tev''rih; c.2, s.428
7) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.56
8) Men''kıb-ı Mel''miyye-i Þûttariyye; s. 5-7
9) Silsile-i Celvetî; s.75
10) Tıby''nü'l-Ves''il; c.1, s.174
11) Sefînetü'l-Evliy''; c.2, s.256
12) İsl''m Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.39