Nisan 12, 2009, 03:32:48 ÖÖ
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin en büyük ker''meti, yetiştirdiği binlerce ''lim ve evliy''dır. Bunlar içinde en büyükleri; Mevl''n'' H''lid Ziy''eddîn Bağd''dî, Ebû Sa'îd F''rûkî, Mevl''n'' Beş''retullah, Mevl''n'' Pîrz''de, Rauf Ahmed, Mevl''n'' Muhammed C''n, Mevl''n'' F''dıl Gul''m, Mevl''n'' Þeyh Sa'dullah S''hib, Mevl''n'' Þeyh Abdülkerîm, Mevl''n'' Þeyh Gul''m Muhammed, Mevl''n'' Abdurrahm''n, Mevl''na Seyyid Ahmed, Mevl''n'' SeyyidAbdullah Mağribî, Mevl''n'' Pîr Muhammed ve Mevl''n'' Muhammed Münevver'dir.
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin gönülleri ferahlatan, kalplere neşe ve sevinç veren söz ve sohbetleri ayrı bir nîmet sofrası idi. Buyururdu ki:
"Düny'' sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Günahların başı ise küfrdür, îm''nsızlıktır."
"Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin."
"Nefsinin arzularına t''bi olan, Allahü te''l''ya nasıl kul olur? Ey insan! Kime t''bi isen onun kulu olursun."
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri yanında bulunanları terbiye edip, yetiştirdiği gibi uzakta olanlara da mektupları ile doğru yolu anlatır, gaflet, Allahü te''l''yı ve ''hireti unutmaktan uyandıracak nasîhatlarda bulunurdu.
Bir mektûbunda şöyle buyurdu:
Yüksek makamlar ve beğenilen h''ller s''hibi Ahmed Han! Allahü te''l'' size sel''met versin. Essel''mü aleyküm ve rahmetullah. Münşî Naîmüddîn Han, iyi h''llerinizden çok bahsettiler. Bunun için, bu birkaç satır, kırık dökük if''deler yığını mektubu yazdım ki, uzakta kalmış olanları in''yet nazarınızdan unutmayasınız ve teveccüh ediniz. Zîr'' bu ihtiy''rın ömrü günah işlemekle geçti. Þik''yet, gıybet, dil uzatma, ayıblama, l''net etme, büyükleri anlayamama netîcesi sitemler şeklinde açık günahlar, y''hut huzur içinde olmayan, tecvîde ri''yet edilmeden namaz kılma, boş ve lüzumsuz şeylerden kesilmeden oruç tutma, m''n''sını düşünmeden Kur'''n-ı kerîm okuma ve boş vakitleri Allah korkusu ve huzûru ile geçirmeme ve sayılı nefesleri gafletle harcama şeklindeki diğer günahlar o kadar çoktur ki, amel defterimi kararttılar. Binlerce teessüfler, esefler olsun ki, cih''n bahçesine gül için geldik, ama diken topladık. Hasretler, ziy''nlar olsun ki, bize sıhhat, ''fiyet ve rahatlık verildi, hepsinin şükründe kusûr ve eksiklik eyledik. Pişmanlıklar olsun ki, Kur'''n-ı kerîm ve Peygamber efendimiz gibi eşsiz iki nîmet ihs''n olundu. Biz ise onların şükründe olacak yerde h''l'' gafletteyiz. Allah korusun. Hayretteyim. Yarın ne yüzle Allahü te''l''nın ve Peygamberinin huzûrunda kabûl görürüz. Bu ne anlayışsızlıktır. Bu uygunsuzluk ve liy''k''tsizlikle, şef''at ve magfiret derecesine ulaşmak çok zordur. Ancak Allahü te''l''nın gadabını aşmış rahmeti, ümîdimizdir. Mücerred ihs''nı ile mu''melesine güveniyoruz. Yoksa hiç özrümüz, özür dileyecek yüzümüz yoktur.
Ölüm başımızın ucunda, kıy''met çok yakın. İşe yarar hangi ameli işledik. İyiler Cennet'e girip, Cennet nîmetlerine ve Hakk'ın dîd''rına kavuşurlar. Bizim gibi g''filler, elli bin senelik hes''b gününde, bizi hes''ba çektirecek, bırakmayacak şeylerle meşgûlüz. Düşünmek l''zımdır ki, yarın elde hasret, ziy''n kalmasın. Allah katında kıymetli kulların yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmağı, müc''hede ve can çıkarırcasına gayretle ib''det ve kullukta bulunmayı Hak te''l'' nasîb eylesin. Hazret-i Münşî Naîmüddîn Han ve sevgili z''t-i ''liniz, husûsî zamanlarınızda, yolda kalmış ihtiyarları hatırlayınız. Gıy''bî du'' kabûle daha yakındır. Buradakiler ve bu fakîr size her zaman du'' ediyoruz. Allahü te''l'' iki düny'' se''deti versin." (91. mektup)
Abdullah-ı Dehlevî namaz hakkında şöyle buyurdu: Namazı cem''atle kılmak ve "tum''nînet" (rükûda, secdelerde, kavmede ve celsede her uzvun hareketsiz durması) ile kılmak, rükû'dan sonra "kavme" (kalkıp, ayakta her uzv yerine yerleşecek şekilde dik durmak) yapmak ve iki secde arasında "celse" (dik durma) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi. Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren ''limler vardır. Hanefî mezhebinin müftîlerinden K''dıh''n, bu ikisinin v''cibliğini, ikisinden birisini unutunca secde-i sehv yapmanın v''cib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir. Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, v''cibe yakın sünnet demişlerdir. Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terk etmek küfürdür. Namazın kıy''mında, rükûunda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zam''nında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, h''ller h''sıl olur.
Bütün ib''detler namaz içinde toplanmıştır. Kur'''n-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek (ya'nî sübh''nallah demek), Resûlullah efendimize salev''t söylemek, günahlara istigf''r etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü te''l''dan istiyerek O'na du'' etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû h''linde, cansızlar da ka'dede, oturuyor gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ib''detlerinin hepsini yapmaktadır. Namaz kılmak, mîr''c gecesi farz oldu. O gece mîr''c yapmakla şereflenen, Allahü te''l''nın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namaz kılan bir müslüman, O yüce peygamber gibi, Allahü te''l''ya yaklaştıran makamlarda yükselir.
Resûlullah efendimiz; "Gözümün nûru ve lezzeti namazdadır." buyurdu. Bu hadîs-i şerîf; "Allahü te''l'' namazda zuhûr ediyor, müş''hede olunuyor. Böylece gözüme rahatlık geliyor." demektir. Bir hadîs-i şerîfte; "Y'' Bil''l! Beni rahatlandır!" buyruldu ki; "Ey Bil''l! Ez''n okuyarak ve namazın ik''metini söyleyerek, beni rahata kavuştur." demektir. Namazdan başka şeyde rahatlık arayan bir kimse, makbûl değildir. Namazı z''yi eden, elden kaçıran, dînin diğer emirlerini daha çok kaçırır.
Îm''nı olmayan kimsenin Cehennem ateşinde sonsuz yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü te''l''nın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi l''zımdır. Ateşte sonsuz yanmak ne demektir? Herhangi bir insan sonsuz olarak ateşte yanmak fel''ketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması l''zım gelir. Bu korkunç fel''ketten kurtulmanın ç''resini arar.
Bu ise, çok kolaydır. "Allahü te''l''nın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhissel''mın O'nun son peygamberi olduğuna ve O'nun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak" insanı bu sonsuz fel''ketten kurtarmaktadır. Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir fel''ketten korkmuyorum, bu fel''ketten kurtulma ç''relerini aramıyorum, derse, buna deriz ki: "İnanmamak için elinde senedin, vesîkan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana m''ni oluyor?" Elbet vesîka gösteremeyecektir. Senedi, vesîkası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtim''l denir. Milyonda, milyarda bir ihtim''li olsa da, "Sonsuz olarak ateşte yanmak" fel''ketinden sakınmak l''zım olmaz mı? Azıcık aklı olan kimse bile böyle fel''ketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtim''linden kurtulmak ç''resini aramaz mı?
Abdullah-ı Dehlevî, ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı. İb''detlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı. Buyururdu ki:
Þu şiiri okuduğum zaman Allahü te''l'' vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum.
Gerçi ihtiy''rım, kalbim hasta, dermansızım,
Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim.
Y''ni; her ne kadar ihtiy''r, hasta ve mec''lsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O'na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim.
Vef''tları: Abdullah-ı Dehlevî her zaman şehîd olmayı arzû ederlerdi. L''kin buyururlardı ki: "Mürşidim ve üst''dımın, y''nî Mazhar-ı C''n-ı C''n''n hazretlerinin şehîd edilmesinden insanlara çok sıkıntılar geldi. Üç sene büyük kıtlık olup, binlerce insan öldü. Yine o şehîdlik h''disesi üzerine insanlar arasında olan kavga ve gürültülerde ölenler, herkesin bildiği gibi yazıya sığmayacak kadar çoktu. Onun için şehîd olmaktan vazgeçtim."
Abdullah-ı Dehlevî'nin son hastalığında b''sur ve kaşıntısı arttı. Bu sırada Luknov'da bulunan Ebû Sa'îd F''rûkî'ye kısa zamanda birçok mektuplar yazıp; "Benden sonra yerime siz oturursunuz." dediler. Bu haberler üzerine Ebû Sa'îd çok şaşırdı. Çoluk çocuğunu Luknov'da bırakıp süratle geldi. Huzurlarına gelince; "Sizinle karşılaştığım zaman içimden çok ağlayacağım diyordum. Fakat öyle bir vakitte geldiniz ki, ağlayacak gücüm de yok." buyurup, çok ihs''nlarda bulundular. Âdetleri öyle idi ki, hastalandığında vasiyetn''me yazdırırlardı. Þimdi de hem yazdırdılar hem söz ile anlattılar ve buyurdular ki:
"Devamlı zikrediniz. Büyüklere bağlılığınızı muh''faza ediniz. Güzel ahl''klı olup, insanlarla iyi geçininiz. Kaz'' ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız. Yol kardeşleri ile birlik olmayı l''zım biliniz. Fakr, kan''at, rız'', teslim, tevekkül ve fer''gat üzerine olunuz. Benim cen''zemi, ''s''r-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize ''it eserlerin) bulunduğu Delhi'deki Büyük C''miye götürünüz Allah'ın Resûlünden şef''at isteyiniz."
Yine buyurdu ki:
Hazret-i H''ce Beh''eddîn Nakşibend; "Bizim cen''zemizin önünde;
Huzûruna müflis olarak geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.
Þu boş zenbilime elini uzat,
O müb''rek eline güvenirim
beytlerini okuyun!" buyurmuşlardı. Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:
Kerîmin huzûruna azıksız geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,
Bundan daha çirkin hangi şey olur?
Azık götürürsün, O ise Kerîm.
Cumartesi günü idi. Mevlevî Ker''metullah S''hib'e; "Çabuk Mey''n S''hib'i y''ni Þ''h Ebû Sa'îd'i (r. aleyh) çağırınız." buyurdular. Mevlevî S''hib acele kalkıp, Ebû Sa'îd hazretlerini çağırdı. Kapıdan içeri girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu h''lde, 22 Safer 1240 (m. 1824) senesinde, kuşluk vakti mur''kabe h''linde iken, bu sıkıntılarla dolu düny''dan ayrıldılar.
Vef''tı haberini duyan binlerce insan toplandı. Cen''ze namazı Büyük C''mide kılındı. Þ''h Ebû Sa'îd im''m oldu. Cen''zesi, üst''dı Mazh''r-ı C''n-ı C''n''n hazretlerinin medfûn bulunduğu kabrin sağ yanına defnolundu.
Bugün oradaki üç kabirden biri de Þ''h Ebû Sa'îd hazretlerinindir. Hacdan dönerlerken Tunek'de vef''t etti. Cen''zesini oradan getirip, Abdullah-ı Dehlevî'nin sağ yanına defnettiler. Bu duruma göre, Abdullah-ı Dehlevî'nin mez''rı ortada olandır.
Abdullah-ı Dehlevî'nin vef''tı için; "Nevverallahu madca'ahü: Allahü te''l'' kabrini nûrlandırsın." ve "C''n be-Hak Nakşibend-i s''nî d''d: İkinci Nakşibend Hakka c''n verdi." t''rih düşürüldü. Þ''h Rauf Ahmed de pek güzel bir rub''î söyledi ki şöyledir:
Zam''nının kayyûmu Þ''h Abdullah-ı Dehlevî,
Vef''t etti, açıldı ona Cenn''t-i naîm.
Kalbimden vef''tına t''rih aradım, buldum:
Fî ravhın ve reyh''nın ve Cenn''t-in-na'îm (1240)
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin büyüklüğünü en güzel, talebesi Mevl''n'' H''lid-i Bağd''dî hazretleri meşhur dîv''nında şöyle anlatmıştır:
"Müb''rek hocam karanlık ufukları aydınlatıp, mahlûk''tı dal''letten hid''yete kavuşturmaya vesîle oldu.
O, hid''yet yıldızı, karanlık gecelerin dolunayı, takv'' umm''nı, feyzler defînesi, yüksek h''ller ve ker''metler hazînesidir.
O, hilmde yer, vekarda dağlar, ziy'' bakımından güneş, yükseklikte sem'' gibidir.
O, Dîn-i İsl''mı en güzel bilen bir kaynak, irf''n m''deni, mahlûk''tın yardımcısı, iyilik ve ihs''n menbaıdır.
O, Allahü te''l''ya kavuşturucuların kutbu, evt''dın rehberi, mahlûkların gavsi (yardımcısı), ebd''l isimli Hak ''şıklarının maksadı, hedefidir.
O, mahlûkların şeyhülisl''mı, müslümanların başt''cı, büyüklerin reisi, müşkillerde mür''caat yeridir.
Gizli bir rehberlikle en iyiye götürücü, en iyi yol göstericidir. Bütün gücü ile insanları Allahü te''l''ya d''vet edici, çağırıcıdır.
O, ''lemlerin Rabbinin sevdiği bir kuldur. Kim onun gösterdiği doğru yoldan giderse, sen o kimseye; "Ey ems''llerine rehber olan z''t!" diye hit''b et.
Nefs hev''sının bukağısıyla bağlanmış nice c''hilleri, o, bir nazarla, teveccühle nefsinin elinden kurtarmıştır.
Nice k''mil velîler, ondan yüz çevirdiği gibi yüksek h''llerden ve m''rifetlerden mahrûm kalmıştır.
Onun yüksekliğini ink''r eden nice kimseler hel''k olmuş, Allahü te''l''nın şiddetli az''bına yakalanmıştır.
O, noksan olanların kem''le gelmesine vesîle olan, bütün kem''l ehlinin de noksanını tamamlayandır.
Þ''nı yüceAllahü te''l'', onu, azamet ve heybet kubbesi altında gizlemiştir."
Eserleri: 1) Mak''m''t-ı Mazhariyye: Hocası Mazh''r-ı C''n-ı C''n''n hazretlerini pek güzel anlatmaktadır. 2) Mek''tib-i şerîfe: Pek faydalı bilgiler ve nükteleri ihtiva etmektedir.
EYVAH!..
Abdullah-ı Dehlevî müslümanlara çok şefkatli idi. Seher vakti onlara du'' ederdi. Kötülük gördüklerine de iyilik yapardı. H''kim Kudretullah Han Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin komşusu idi. Çoğu zaman Abdullah-ı Dehlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu. Bir gün hapse düştü. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri onu hapish''neden çıkartmak için çok uğraştı. Fakat bunu ona söylemedi.
Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisindi düny'' ile ilgili sözler konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona m''ni olur, gıybet edene; "O dediğine ben daha layıkım." derdi. Bir gün yanında; p''dişahı kötülediler. O gün oruçlu idi. Kötüleyene dönerek; "Eyv''h orucumuz gitti!" buyurdu. "Siz kimseyi kötülemediniz ki!" dendiğinde; "Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette söyleyende dinleyen de aynıdır." buyurdu.
O'NDAN GELENE RÂZIYIZ!
Abdullah-ı Dehlevî'nin müb''rek vücûtlarında birkaç tane hastalık vardı. Bu hastalıklar sebebiyle namazlarını özürlü kılardı. Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden du'' istiyor. Cen''b-ı Hak da du''larınızı reddetmiyor. Her gelen, şif''ya kavuşarak huzûrunuzdan ayrılıyor. H''lbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz. Du'' buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı?" diye sordu. O da; "Onlar hastalıktan kurtulmak için du'' istiyorlar. Biz ise, Allahü te''l''nın verdiği bu dert ve bel''lardan, O gönderdiği için r''zıyız. Dert ve bel''lar, kemend-i mahbûb olduğundan Allahü te''l'', bu dertleri sevdiği kullarından dilediklerine verir. Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, gönderilmesini isteriz." buyurdu.
O, insanların sıkıntılardan kurtulmalarına yardımcı olurdu.
SÂDIK TALEBE!
Abdullah-ı Dehlevî buyurdu ki;
Talebe, s''dık olan t''lib demektir. Allahü te''l''nın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın h''ldedir. Uykusu kaçar, göz yaşları dinmez. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah'dan korkar, titrer, Allahü te''l''nın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür. Her nefeste Allah'ını düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle mün''kaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü te''l''nın evi bilir. Esh''b-ı kir''m hakkında hayr konuşur ve isimleri anıldığında "r.anhüm" der. Hepsinin iyi olduğunu söyler. Peygamber efendimiz Esh''b-ı kir''m arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurdu. S''lih müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz. Böylece, o büyüklere karşı bir edebsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin niş''nıdır, al''metidir. Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliy''-yı kir''mı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz. Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak ''yet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve Sah''be-i kir''mın sözbirliği ile anlaşılır. Muhabbet sarhoşluğu elbet başkadır. Aşk s''hibi m''zûrdur.
HASTALIK NÎMETTİR
Abdullah-ı Dehlevî, ş''nı büyük bir velî,
Meşhurdu halk içinde, bir çok ker''metleri.
Bir gün biri gelerek, müb''rek huzûruna,
"Oğlumuz çoktan beri, kayıptır" dedi ona.
Ve il''ve etti ki: "Lütfen du'' ediniz,
Tekrardan ihs''n etsin, onu bize Rabbimiz."
Onun bu sözlerini, dinleyip o büyük z''t,
Buyurdu ki: "Oğlunuz, evindedir şu saat."
O kimse heyret edip, dedi: "Ama efendim,
Þimdi evden ayrılıp, huzûrunuza geldim."
O yine buyurdu ki: "Evine dön ki şu an,
Rabbimiz onu size, tekrardan etti ihs''n."
"Peki efendim" deyip, evine gittiğinde,
Gördü ki oturuyor, oğlu gelmiş evinde.
Yine bir gün birisi, ölüm yatağındaki,
Hastasını sırtlayıp, geldi bir seher vakti.
Dedi ki:"Ey efendim, çok ağırdır hastamız,
Belki bir şif'' bulur, du'' buyurursanız."
Þöyle bir nazar etti, hastaya bir kerrecik,
Kavuştu sıhhatine, o kimse hemencecik.
Böyle, binlerce kişi, du'' alıp o z''ttan,
Þif''ya kavuşurdu, her türlü mazarrattan.
L''kin kendisinin de, üç mühim derdi vardı,
Hatt'' namazlarını, hep özürlü kılardı.
Sevdiklerinden biri, buna olup muttali
Bir gün kendilerine, su''l etti bu h''li.
"Efendim, bu devirde, kim hasta olsa eğer,
Kapınıza gelerek, sizden du'' isterler.
Siz bir du'' edince, gelen her bir hastaya,
Her biri, du''nızla, kavuşuyor şif''ya.
H''lbuki sizin dahi, vardır hastalığınız,
Ve bilhassa üçünden, hiç yoktur r''hatınız.
L''kin hikmet nedir ki, etmezsiniz hiç du''?
Etseniz, size dahi, verir Allah bir dev''."
Buyurdu ki: "Kurtulmak, istiyor dertten onlar,
Bu yüzden bize gelip, hep du'' istiyorlar.
Biz ise Rabbimizin, verdiği bu dertlerden,
O gönderdiği için, r''zıyız herbirinden.
Mahbûb-u kemenddir ki, her musîbet ve bel'',
Sevdiği kullarına, gönderir Hak te''l''."
Kıtlık v''ki olmuştu, bir zaman da Delhi'de,
Buna çok üzülmüştü, Abdullah Dehlevî de.
Mescidin avlusuna, çıktı bir gün nih''yet,
Kızgın güneş altında, oturdu kısa müddet.
Dedi ki: "Y'' İl''hî, yağmur yağana kadar,
Buradan gitmemeğe, bu kulun verdi karar."
O böyle söyleyince, çok geçmedi aradan,
Nehirler akar gibi, yağmur yağdı havadan.
Çok nazlı kullarıdır, Allah'ın çünkü onlar,
Onların hürmetine, yağdırır yağmur ve kar.
Resûlullah'tan gelen, o il''hî feyiz, nûr,
Onların kalplerinden, herkese v''sıl olur.
Bu büyük velîlerin hürmetine y'' Rabbî,
Bizi, her h''limizde, onlara eyle t''bi.
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; cild 6, s. 77
2) Esm''-ül-Müellifîn; c.1, s. 190
3) Mak''m''t-ı Mazhariyye; s. 159.
4) Had''ik-ul-Verdiyye; s. 209
5) İrg''m-ül-Merîd; s. 70
6) Âdab; s. 10.
7) Behçet-üs-Seniyye; s.8
8) Hadîkat-ül-Evliy''; s. 122
9) Reşeh''t Zeyli; s.72.
10) Tam İlmih''l Se''det-i Ebediyye; s. 431, 1081.
11) RehberAnsiklopedisi; c.1, s.18
12) İsl''m Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s. 282.
13) Nüzhet-ül-Hav''tır; c.7, s.306.
14) Sefînet-ül-Evliya (Hüseyin Vass''f); c.2, s. 28.
15) Persian Literature; c.2, s. 1034.
16) Hazînet-ül-Asfiy''; c.1, s. 703.