Mâide / 89. Ayet
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Allah kasýtsýz olarak yaptýðýnýz yeminlerden dolayý sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptýðýnýz yeminlerden dolayý sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiðinizin orta hallisiyle on fakiri bir gün sabah akþam doyurmak veya giydiðiniz orta hallisiyle onlarý giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuþturmaktýr. Buna gücü yetmeyen üç gün oruç tutmalýdýr. Ýþte yemin ettiðinizde onu bozmanýn kefâreti budur. Bununla birlikte, yeminlerinize baðlý kalýp gereðini yerine getirin. Þükredebilmeniz için Allah size âyetlerini iþte böyle açýklamaktadýr.

Abdullah-ı dehlevî

Başlatan [email protected], Nisan 12, 2009, 03:32:16 ÖÖ

[email protected]

Ziyaretçi
Nisan 12, 2009, 03:32:16 ÖÖ
ABDULLAH-I DEHLEVÎ

Hindistan evliy''sından. Silsile-i aliyye denilen büyüklerden olup, seyyiddir. 1745 (H. 1158)'te Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu. 1824 (H. 1240) senesinde Delhi'de vef''t etti. Kabri Þ''hcih''n C''mii yakınındaki derg''hındadır. Binlerce seveni her zaman ziy''ret edip, feyz almaktadır.

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin babası, Abdullatif Efendi ''lim, s''lih, z''hid, düny''ya rağbet etmeyen, yüksek haller s''hibi K''dirî yolunda bir z''t idi. Bu yolu Hızır'la görüşmüş olan hocası Þeyh N''sırüddîn Kadîrî'den aldı. Ayrıca Çeştiyye ve Þett''riyye yollarından da feyz almıştı. Tasavvuf yolunda kem''le, olgunlaşmaya çalışırdı. Haram yemekten son derece sakınır, kırlarda yetişen meyvelerle yetinir, nefsini terbiye etmek için uğraşırdı. Sahr''larda Allahü te''l''nın ism-i şerîfini anarak dolaşır, yarattıklarına bakar, O'nun büyüklüğünü tefekkür edip düşünür, bir an olsun Rabbini unutmazdı.

Bir gün rüy''sında hazret-i Ali ona şöyle dedi:

"Ey Abdüllatîf! Allahü te''l'' sana bir oğul ihs''n edecek, o ilerde büyük bir z''t olacak. Ona bizim ismimizi koyarsın."

Seyyid Abdülk''dir-i Geyl''nî hazretleri de annesine rüy''sında; "Yakında düny''ya bir oğlun gelecek. Ona bizim ismimizi koyarsın." buyurdu. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de evliy''dan bir z''t olan amcasına rüy''sında, doğacak çocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti. Çocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi Abdülk''dir, amcası Abdullah koydu. Abdullah-ı Dehlevî altı yaşına gelince, hazret-i Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali demeyip Ali'nin hizmetçisi m''n''sına Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı.

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Allah vergisi çok üstün bir zek''ya s''hipti. Kur'''n-ı kerîmi kısa zamanda ezberledi. Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini öğrendi. Delhi'de hocası şeyh N''sırüddîn'in hizmetinde bulunan babası, onun terbiyesinde yetişip, K''diriyye yoluna girmesi için, oğlu Abdullah'ı Delhi'ye çağırdı. Abdullah-ı Dehlevî Delhi'ye vardığı gece Þeyh N''sırüddîn vef''t etti.Babası; "Oğlum! seni Þeyh N''sırüddîn'den K''diriyye yolunu alman için çağırmıştım. Nasîb değilmiş. Artık, sana nereden irş''d kokusu gelirse, oraya git. Serbestsin." dedi.

O sırada Delhi'de Çeştiyye büyüklerinden, Þeyh Muhammed Zübeyr ve iki halîfesi, Þeyh Ziy''üddîn, Þeyh Abdüladl, Þeyh Mîr Dered bin Þeyh N''sır, Mevl''na Fahrüddîn ve başkaları vardı. Yirmi iki yaşına kadar onların huzûrunda ve sohbetlerinde bulundu. Bu sırada gönlünden, yine Delhi'de bulunan Mazhar-ı C''n-ı C''n''n hazretlerinin derg''hına gitmek geldi. Mazhar-ı C''n-ı C''n''n hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi. O da:

"Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir." buyurdu.

Abdullah Dehlevî ise; "Zaten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur." dedi. Mazhar-ı C''n-ı C''n''n hazretleri; "Müb''rek olsun."buyurup talebeliğe kabûl etti. Onu Nakşibendiyye yolunun, Müceddidiyye koluna göre yetiştirip, bu yolun esaslarını ve edeblerini öğretti. Abdullah-ı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi. Evliy''lıkta yüksek derecelere kavuşunca, mutlak ic''zet, diploma alıp, halîfesi oldu.

İlk zamanlarda, "Nakşîbendiyye yoluna girmemden Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülk''dir-i Geyl''nî hazretleri r''zı olurlar mı?" diye tereddütler geçirmişti. Bir gün rüy''sında gördü ki, Seyyid Abdülk''dir-i Geyl''nî hazretleri bir mak''ma gelip oturdu. O mak''mın tam karşısına da Þ''h-ı Nakşibend Muhammed Beh''eddîn hazretleri teşrif etti. Þ''h-ı Nakşibend'in yanına gitmek istedi. Bu sırada Gavs-ül-a'zam; "Maksat, Allahü te''l''nın rız''sına kavuşmaktır. Sıkılmayın, gidin." buyurdu.

Elinde malı, mülkü kalmadığı için başlangıçda geçim zorlukları ile karşılaşan Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, d''im'' tevekkül üzere oldu. Eski bir hasırı yatak, bir tuğla parçasını yastık edindi. Bu şekilde, on beş sene kan''at köşesinde oturdu. Bir def''sında o kadar ç''resiz kalıp, bitkin düştü ki, "Artık bulunduğum bu hücre benim mez''rım olacaktır." diye düşünmeye başladı. Nih''yet Allahü te''l''nın yardımı yetişti. Tanımadığı birisi, bir mikd''r para bırakıp gitti. O günden sonra devamlı Allahü te''l''nın bu şekilde yardımına kavuştu.

Hocasının vef''tından sonra yerine geçip, talebe yetiştirmeye başladı. Uzak yakın her yerden, Diy''r-ı Rum, Þam, Irak, Hicaz, Horasan ve M''ver''ünnehr'den pek çok talebe, ilim ve feyz almak, sohbeti ile şereflenmek için yarışırcasına yanına koştu. Mevl''n'' H''lid-i Bağd''dî, Þeyh Ahmed-i Kürdî, Seyyid İsm''il Medenî gibi b''zıları Resûlullah efendimizden aldığı m''nevî emirle geldi. Bazısı, s''d''tın, bu yolun büyüklerinin m''nevî iş''reti ile koşup teslim oldu. Þeyh Muhammed Can bunlardandı. B''zısı ise,Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini rüy''da görüp geldi.

Derg''hında iki yüz kişi civarında talebe vardı ve onların ihtiyaçlarını temin ederdi. Bununla ber''ber, d''im'' mütev''zî ve gönlü kırık bulunurdu. Bir gün bir köpeği görüp; "Y'' Rabbî! Ben kimim ki, seninle, sevdiklerim arasında v''sıta olayım. Bu yarattığın hürmetine bana merhamet eyle!" buyurdu.

Peygamber efendimizin sünnet-i seniyesine uygun yaşamaya çok gayret ederdi. Az uyur, teheccüd, gece namazına kalktığında uyuyanları da kaldırırdı. Sonra mur''kabeye oturur, peşinden Kur'''n-ı kerîm okurdu. Kur'''n-ı kerîmden her gün on cüz okurdu. Sabah namazını kıldıktan sonra talebeleriyle beraber işrak vaktine kadar zikir, Allahü te''l''yı anmak ve mur''kabe, nefs muh''sebesi ile meşgul olurdu. Sonra hadîs ve tefsîr derslerine başlarlar bu hal zev''l vaktine kadar sürerdi. Sonra yemek yenirdi. Zenginlerden birisi, lezzetli bir yemek gönderse yemez, talebelerinin de yemesini istemez, komşularına hediye gönderirdi. Birisi para gönderse, şüpheli bir durumu yoksa, İm''m-ı a'zam hazretlerinin ictihadına göre bir sene dolmadan mal nisaba ulaştığında zek''t vermek c''iz olduğundan önce onun zek''tını verirdi. Çünkü bir kuruş zek''t vermenin binlerce lira sadaka vermekten kat kat üstün olduğunu bilirdi. Sonra kalan paranın bir kısmı ile helva ve başka şeyler yaptırır dervişlere dağıtır, bir kısmı ile derg''hın borçlarını öder, birazını da yanına gelen ihtiyaç s''hiplerine verirdi. Öğleye yakın sünnet-i şerîfeye uymak için bir müddet kaylûle yapar, uyur, kalkıp bir mikd''r yemek yiyip dînî kitablar okumak, b''zı mevzular üzerinde yazılan yazıları gözden geçirmek ve yazılması l''zım olanları yazmakla uğraşırdı. Öğle namazını kılıp, ikindiye kadar, hadîs ve tefsîr dersi verirdi. İkindiyi kıldıktan sonra, hadîs-i şerîf, İm''m-ı Rabb''nî hazretlerinin Mektûb''t-ı İm''m-ı Rabb''nî, Av''rif-ul-Me''rif ve Ris''le-i Kuşeyrî'yi okur, sonra güneş batıncaya kadar talebeleriyle zikir ve mur''kabe ile meşgul olurdu. Akşam namazından sonra, m''nevî teveccühleri ile talebelerinden ileri gelenlerinin ilerlemelerini sağlardı. Yatsıyı kıldıktan sonra geceyi zikr ve mur''kabe ile ihy'' ederdi. Uyku bastırdığında secc''desi üzerinde sağ yanı üzere yatardı. Bazan otururken uyuyakalırdı. Hay''sının çokluğundan ayağını uzattığı görülmezdi.

Kur'''n-ı kerîmi okumakdan ve dinlemekten çok hoşlanır şevk h''linin g''lib olduğu zamanlar dinleyince kendinden geçer ve; "Daha okumayınız, dayanamıyorum." buyururdu. Mevl''n'' Cel''leddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini de çok okutup, dinlerdi. Bu esn''da vecd h''li h''sıl olur, coşar, il''hî muhabbete gark olurdu. Fakat başkalarının yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan halleri görülmezdi. Her h''li dine uygun olurdu.

Emr-i m''ruf ve nehy-i an'il-münker yapar, insanlara Allahü te''l''nın emirlerini hatırlatır, yasaklarından sakınmalarını emrederdi. Bir kerre Þimşîr Bah''dır Han papazlara mahsus bir şeyi giyerek huzuruna geldi. Onu o h''lde görünce darılıp bu vaziyette yanında oturmamasını istedi. Bahadır Han, bu kadarına müs''de etmezseniz, bir daha yanınıza gelmem dedi. "Allahü te''l'' sizin bir daha böyle buraya gelmenizi nasîb etmesin." buyurdu. Huzûrundan kızarak ayrılan Bahadır Hanın içi rahat etmeyip, üzerindeki o şeyi çıkarıp, huzuruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu.

Düny''ya ve düny''lığa rağbet etmezdi. Zam''nın p''diş''hı defalarca derg''hın ihtiyaçlarını karşılayacak bir yardımda bulunmayı teklif ettiği halde, kabûl etmedi. V''lî Emir Han da derg''hın ihtiyaçları için yardım teklif ettiğinde talebelerinden Raûf Ahmed'e; "Hediye gönderen Emîr Hana şu beyti cevap olarak yazınız.

Biz fakr-ü kan''ati şeref biliriz,

Emîr Hana söyleyin mukadderdir rızkımız.

Ve biz, Allahü te''l''nın me''len; "Sem''da ise, rızkınız ve v''d olunduğunuz Cennet vardır." (Z''riy''t sûresi: 22) ''yet-i kerîmesine güveniriz.

Bir sıkıntısı olduğunda din büyüklerinin yardımına kavuşurdu. Þöyle anlatır.

Bir defasında karnım ağrımıştı. İm''m-ı Rabb''nî hazretlerinin rûh''niyetinden yardım istedim. O anda kendisini gördüm. Yanıma teşrîf edip, rahatsızlığımı giderdiler.

Peygamber efendimizi son derece seven Abdullah-ı Dehlevî, O'nun şerefli ismini duyduğunda, kendinden geçecek gibi olurdu. Bir kere hizmetçisi ona; "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem manzûru y''ni nazar buyurdukları bir z''tsın." demişti. Bu sözden duyduğu m''nevî hazla birden yüzlerinin rengi değişti ve hizmetçinin alnından öpüp; "Ben kim oluyorum ki, Resûlullah efendimizin manzûru olayım." deyip tev''zu gösterdiler.

Yakın talebeleri anlatırlar; "Müb''rek hocamızın odasından zaman zaman çok güzel kokular duyardık. O zaman, Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile büyük ''lim ve evliy''nın rûhlarının ziy''rete geldiklerini anlardık. Hocamız, Peygamber efendimizin sünnet-i şerîflerine o kadar bağlıydı. Bir gün bize; "Biz muhabbet şerbetini içenlerdeniz. Bizim muhabbetimizin artmasına sebep; kalblerimize çeşit çeşit zevk bahşeden hadîs-i şerîfler ve salev''t-ı şerîfelerdir." buyurdu.

Giyiminde Resûlullah efendimize uyar, O'nun gibi sert ve kalın elbise giyerdi. Birisi kıymetli bir elbise getirse onu satar, parasıyla birkaç elbise alır, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. "Birkaç kişinin giyinmesi bir kişinin giyinmesinden daha iyidir." buyururdu.

Buyurdular ki:

Rüy''da Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem sual edip; "Y'' Resûlallah; "Rüy''da, beni gören gerçekten beni görmüştür." sizin hadîsiniz midir? dedim. "Evet." buyurdu. Devamlı tesbih, sübh''nellah ve tahmîd, elhamdülillah okuyup, müb''rek rûhuna hediye ederdim. Bir def'' okuyamadım. Rüy''da Resûlullah'ı, Tirmizî'nin Þem''il'inde anlatılan şekilde gördüm. Geldiler ve; "Okumadın!" buyurdular.

Bir def'' Cehennem ateşi korkusu beni kapladı. Rüy''da Resûl-i ekremi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. Geldi ve; "Bizi seven, Cehennem'e girmeyecek." buyurdu.

Hiçbir ker''met ve h''rika, Allahü te''l''yı sevmek ve peygamberlerin efendisine sallallahü aleyhi ve sellem t''bi olmak gibi olamaz. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinde bu iki haslet ziyadesi ile var idi.

Talebelerinin gönüllerine tasarruf eder, Hakk'ın feyz ve bereketlerini onların kalblerine akıtırdı. Bu büyük iş, onda çok görüldüğünden binlerce talebenin kalbi devamlı Allahü te''l''yı anar h''le getirdi. Yüzlercesini cezbelere ve il''hî feyzlere kavuşturdu. Çoklarını yüksek makam ve h''llere eriştirdi. Bununla ber''ber ker''metleri, Allahü te''l''nın izni ve il''hî ilh''m ile gaybdan haber vermeleri olurdu.

Abdullah-ı Dehlevî'nin talebelerinden iki tanesi bir yolculuktan hocalarına dönüyordu. Yolda kendi aralarında konuşurlarken; "Hocamızın yüksek huzurlarına kavuştuğumuzda, bize ikr''m olarak ne istiyelim?" dediler. Biri; "Bana bir secc''de vermesini isterim." öbürü; "Bana bir takke vermesini arzu ederim." diye konuştu. Huzurlarına varınca, Abdullah-ı Dehlevî herkese, arzu ettiği şeyi ikr''m etti.

İnsanların müşkillerini çözer, derdleri ve istekleri için du'' ederdi. Çoklarının işleri onun du''ları ile hallolurdu.

Beyt:

İşlerinin olması mutlak Allah'dandır,
Sakın zannetmeyin bu, kullardandır.

O yüksek makamlar s''hibinin her sözü h''rika olup, Allah'ın Peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem mûcizelerinin şuaları idi.

Birçokları Abdullah-ı Dehlevî'yi rüy''da görüp, büyüklerin yolunu anlar, içine düşen şevk ile huzûrlarına gelir, yüksek makamlara kavuşup, memleketlerine dönerdi. Talebeleri çok olduğu h''lde, teveccühleri ile herbirini makamdan mak''ma geçirir, h''lden h''le kavuştururdu. Teveccühünün kuvveti s''yesinde, senelerce sürecek işleri, günlere sığdırırdı. Pek çok f''sık, f''cir ve günahkar, yüksek nazarları, bakışları ile tövbe edip, doğru yola geldiler. Bir kısım k''firler de küçük bir iltif''tı ile müslüman oldular.

Bir gün yakışıklı bir gayr-i müslim genç, Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisine, severek gelip, sohbetini dinlemeye başladı. Mec.

Meclistekilerin hepsi bu h''le hayret ettiler. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin müb''rek nazarları o gence değince, gencin kalbinde bir değişiklik oldu. Hemen müslüman oldu.

Beyt:

Evliy''yla, onları candan severek otur,
Onlarla oturan kul, kalkınca sultan olur.

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine hasta s''hipleri gelir, hastalarının şifa bulması için du'' etmesini isterlerdi. O da, gelenleri boş çevirmez, sıhhate kavuşmaları için du'' buyururdu. Allahü te''l'', böyle sevgili bir kulunun du''sını kabûl buyurduğu için, hasta ''nında iyi olurdu. Bunu işiten herkes, Abdullah-ı Dehlevî'nin h''ne-i sa''detlerinin önünde birikip, dertlerine derman ararlardı.

Talebesinden Mevlevî Ker''metullah, z''tülcenb hastalığına yakalanmışdı. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin elini hastanın üzerine temas ettirmesiyle, hastalık Allahü te''l''nın izniyle geçti.

Delhi C''misinin im''mı Mevlevî Fadl Ahmed'in çocuğu uzun zamandır hasta yatıyordu. Bir gece rüy''da, Abdullah-ı Dehlevî hazretleri kendi evine gelip, hasta oğluna bir şey içirdi. Sabah olunca oğlunun tam''men iyileştiğini gördü. Çok sevindi. Sıdk ve h''lis bir niyet ile biraz para alıp, huzûruna geldi ve; "Bunları kabûl ediniz." diye arzetti. Abdullah-ı Dehlevî tebessüm edip; "Bu bizim geceki hizmetimizin ücreti midir?" diyerek keşf-i ker''met buyurduğunda, Mevlevî Fadl Ahmed; "Hayır efendim, bunlar, bu geceki, lütuf ve in''yetinize şükür bile olamaz." dedi.

Abdullah-ı Dehlevî, bir gün Hakîm N''md''r Hanı ziy''rete gitti. Onu seker''t h''linde, gözlerini kapamış ve şuûru gitmiş buldu. Yakınları; " Hastalığının gitmesi için Allahü te''l''ya teveccüh ediniz" dedi. O da, hastaya bir baktı. O anda hastanın şuûru yerine geldi, gözlerini açtı. Bir müddet onunla konuştu. Abdullah-ı Dehlevî kalkıp müb''rek adımını, kapısından dışarı atıp çıkınca hasta hemen vef''t etti.

Ölüm h''line yaklaşan birisini, dostlarından biri sırtına alıp, seher vaktinde Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna getirdi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri du'' ettikten sonra hastaya teveccüh buyurdu, o anda hasta iyileşti.

Talebelerinin büyüklerinden Mîr Ekber Ali'nin akrab''sından bir kadın hastalanmıştı. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinden, hastalığının azalması için du'' ric'' etti. Fakat o du'' etmedi. Du'' etmesini istirh''m edince; "Bu kadın, on beş günden çok yaşamaz." buyurdu. Allahü te''l''nın takdîri ile on beşinci gün vef''t etti. L''kin Mîr Ali, kadına teveccüh edip, hastalığının kalkmasına uğraşdı. Ama yaşamasına fayda vermedi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri cen''zesinde bulundu ve; "Mîr'in teveccühlerinin bereketi, bu hanımın üzerinde açıkça görülmektedir." buyurdu.

Delhi'de kıtlık, kuraklık olmuştu. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri mescidin avlusuna çıkıp, kızgın güneşin altında oturdu ve yağmur yağması için Allahü te''l''ya niyazda bulundu. Çok geçmeden yağmur yağdı.

Talebelerinin ileri gelenlerinden Ahmed Y''r, tic''ret için sefere çıkmıştı. Dönerken hocası Abdullah-ı Dehlevî'yi yanında yürüyor gördü. Ahmed Y''r'a; "Hızlı yürü, k''file geride kalsın! Çünkü yolda, soyguncular, yol kesiciler vardır. K''fileyi basmak istiyorlar." buyurdu ve kayboldu. Ahmed Y''r sonradan bu hadiseyi; "Acele ettim. Kerv''ndan çok ileri geçtim. Yol kesiciler gelip, ardımdan k''fileyi bastılar. Ben kurtuldum. Sağ s''lim evime geldim." diye anlattı.

Hazret-i Zülf Þ''h anlattı:

Abdullah-ı Dehlevî'yi ziy''rete gidiyordum. Fakat onu hiç görmemiştim. Memleketim Delhi'den çok uzaktı. Yolu şaşırdım. Heybetli bir z''t karşıma çıkarak yolu gösterdi. "Sen kimsin?" dedim. "Ben, ziy''reti için yola çıktığın kimseyim." buyurdu. Bu h''l, başımdan iki kere geçti.

Ahmed Y''r'ın amcası, sultan tarafından hapsedilmişti. Ahmed Y''r ağlayarak hocasının huzûruna geldi ve durumu arz etti. Abdullah-ı Dehlevî; "Birisini gönder, onu hapisten çıkarsın." buyurdu. Ahmed Y''r ise; "Bu nasıl olur, kale muhafız askerler ve nöbetçilerle kuşatılmıştır." dedi. Hocası da; "Sen orasını düşünme, sözümü dinle git, onu kurtarırsın." buyurdu. Ahmed Y''r; "Gittik, onu hapisten kurtardık ve nöbetçilerden hiçbiri bize müd''halede bulunmadı." diye anlattı.

Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna bir şahıs gelip; "Ey efendim! Oğlum iki aydan beri kayıptır. Çocuğumu bana vermesi için Allahü te''l''ya du'' eder misin?" dedi. O da; "Çocuğunuz evdedir." buyurdu. Gelen çok şaşırarak; "Ben şimdi evden buraya geldim." deyince tekrar; "Evinize gidiniz. Çocuğunuz evdedir." buyurdu. O kimse emre uyarak evine gitti ve gerçekten çocuğunu evde buldu.

Mey''n Ahmed Y''r anlatır:

Bir gün müb''rek hocam ile birlikte, kızı vef''t etmiş olan yaşlı bir hanımın evine t''ziyeye gittik. Hazret-i Þeyh, o hanıma hit''ben; "Allahü te''l'', sana ona karşılık daha iyisini ihs''n eder." dedi. Kadın; "Hocam! Ben ihtiy''rım, kocam da çok ihtiy''rdır. Bu durumda bizim artık çocuğumuz olmaz." diye cevap verince, hocam; "Hak te''l'' her şeye k''dirdir." buyurdu. Sonra birlikte o evden çıktık ve eve bitişik bir mescide geldik. Hocam abdestini t''zeledi ve iki rekat namaz kıldı. O kadına çocuk vermesi için Allahü te''l''ya du'' etti. Sonra bana dönüp; "Allahü te''l''ya, o kadına bir çocuk vermesi için arz-ı h''cette bulundum. Du''mın kabûl olduğuna d''ir al''metleri gördüm. İnş''allah çocuğu olacaktır." buyurdu. Daha sonra hocamın buyurduğu gibi, Allahü te''l'', o kadına bir oğul verdi ve çok yaşadı.

Onu üzenler yaptıklarının zararını görürlerdi.

Hakîm Rükneddîn Han başvezir olunca, Abdullah-ı Dehlevî, sevdiklerinden birini bir iş için ona gönderdi. Rükneddîn Han ilgilenmedi. Abdullah-ı Dehlevî'nin kalbi kırıldı. Kısa bir süre sonra hiçbir sebep yok iken Rükneddîn Han azlolundu ve bir daha o yüksek mak''ma gelemedi. Başka bir seferinde Delhi v''lisine kalbi kırıldı ve o gün v''li azledildi.

Müb''rek derg''hlarının yakınında, Esh''b-ı kir''ma düşman olan biri vardı. Abdullah-ı Dehlevî'nin talebesi çok olduğundan derg''h küçük geliyordu. Bunun için genişletilmesi l''zımdı. Kadından, o yeri istediler. Kadın vermedi. Nih''yet Delhi'nin ileri gelenlerinden H''kim Þerîf Hanı ona gönderdiler ve; "Eğer satıp, para almaktan utanıyorsan, kıymetini gizli olarak gönderelim. Siz, nezr, hediye gibi bir isimle bize verdiğinizi söyleyin." dediler. Allahın velî kullarına düşman olan bu kadın, H''kim'in sözünü kabûl etmedi. Ayrıca Abdullah-ı Dehlevî hakkında, r''fızîlerin ''detleri olduğu üzere çirkin, kaba sözler söyledi. H''kim kalktı. Abdullah-ı Dehlevî'nin yanına geldi ve durumu anlattı. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri ellerini açarak; "Y'' Rabbî, söylediklerini duydun!" dedi. Allah'ın takdîri ile o evde bulunanlardan bir çocuk h''riç, hepsi kısa zamanda öldü. Çocuk da hastalandı. Anladılar ki, yaptığımız kötü iş sebebiyledir. O çocuğu Abdullah-ı Dehlevî'nin huzuruna gönderdiler. O yeri de hediye ettiler.

[email protected]

Ziyaretçi
Nisan 12, 2009, 03:32:48 ÖÖ
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin en büyük ker''meti, yetiştirdiği binlerce ''lim ve evliy''dır. Bunlar içinde en büyükleri; Mevl''n'' H''lid Ziy''eddîn Bağd''dî, Ebû Sa'îd F''rûkî, Mevl''n'' Beş''retullah, Mevl''n'' Pîrz''de, Rauf Ahmed, Mevl''n'' Muhammed C''n, Mevl''n'' F''dıl Gul''m, Mevl''n'' Þeyh Sa'dullah S''hib, Mevl''n'' Þeyh Abdülkerîm, Mevl''n'' Þeyh Gul''m Muhammed, Mevl''n'' Abdurrahm''n, Mevl''na Seyyid Ahmed, Mevl''n'' SeyyidAbdullah Mağribî, Mevl''n'' Pîr Muhammed ve Mevl''n'' Muhammed Münevver'dir.

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin gönülleri ferahlatan, kalplere neşe ve sevinç veren söz ve sohbetleri ayrı bir nîmet sofrası idi. Buyururdu ki:

"Düny'' sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Günahların başı ise küfrdür, îm''nsızlıktır."

"Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin."

"Nefsinin arzularına t''bi olan, Allahü te''l''ya nasıl kul olur? Ey insan! Kime t''bi isen onun kulu olursun."

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri yanında bulunanları terbiye edip, yetiştirdiği gibi uzakta olanlara da mektupları ile doğru yolu anlatır, gaflet, Allahü te''l''yı ve ''hireti unutmaktan uyandıracak nasîhatlarda bulunurdu.

Bir mektûbunda şöyle buyurdu:

Yüksek makamlar ve beğenilen h''ller s''hibi Ahmed Han! Allahü te''l'' size sel''met versin. Essel''mü aleyküm ve rahmetullah. Münşî Naîmüddîn Han, iyi h''llerinizden çok bahsettiler. Bunun için, bu birkaç satır, kırık dökük if''deler yığını mektubu yazdım ki, uzakta kalmış olanları in''yet nazarınızdan unutmayasınız ve teveccüh ediniz. Zîr'' bu ihtiy''rın ömrü günah işlemekle geçti. Þik''yet, gıybet, dil uzatma, ayıblama, l''net etme, büyükleri anlayamama netîcesi sitemler şeklinde açık günahlar, y''hut huzur içinde olmayan, tecvîde ri''yet edilmeden namaz kılma, boş ve lüzumsuz şeylerden kesilmeden oruç tutma, m''n''sını düşünmeden Kur'''n-ı kerîm okuma ve boş vakitleri Allah korkusu ve huzûru ile geçirmeme ve sayılı nefesleri gafletle harcama şeklindeki diğer günahlar o kadar çoktur ki, amel defterimi kararttılar. Binlerce teessüfler, esefler olsun ki, cih''n bahçesine gül için geldik, ama diken topladık. Hasretler, ziy''nlar olsun ki, bize sıhhat, ''fiyet ve rahatlık verildi, hepsinin şükründe kusûr ve eksiklik eyledik. Pişmanlıklar olsun ki, Kur'''n-ı kerîm ve Peygamber efendimiz gibi eşsiz iki nîmet ihs''n olundu. Biz ise onların şükründe olacak yerde h''l'' gafletteyiz. Allah korusun. Hayretteyim. Yarın ne yüzle Allahü te''l''nın ve Peygamberinin huzûrunda kabûl görürüz. Bu ne anlayışsızlıktır. Bu uygunsuzluk ve liy''k''tsizlikle, şef''at ve magfiret derecesine ulaşmak çok zordur. Ancak Allahü te''l''nın gadabını aşmış rahmeti, ümîdimizdir. Mücerred ihs''nı ile mu''melesine güveniyoruz. Yoksa hiç özrümüz, özür dileyecek yüzümüz yoktur.

Ölüm başımızın ucunda, kıy''met çok yakın. İşe yarar hangi ameli işledik. İyiler Cennet'e girip, Cennet nîmetlerine ve Hakk'ın dîd''rına kavuşurlar. Bizim gibi g''filler, elli bin senelik hes''b gününde, bizi hes''ba çektirecek, bırakmayacak şeylerle meşgûlüz. Düşünmek l''zımdır ki, yarın elde hasret, ziy''n kalmasın. Allah katında kıymetli kulların yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmağı, müc''hede ve can çıkarırcasına gayretle ib''det ve kullukta bulunmayı Hak te''l'' nasîb eylesin. Hazret-i Münşî Naîmüddîn Han ve sevgili z''t-i ''liniz, husûsî zamanlarınızda, yolda kalmış ihtiyarları hatırlayınız. Gıy''bî du'' kabûle daha yakındır. Buradakiler ve bu fakîr size her zaman du'' ediyoruz. Allahü te''l'' iki düny'' se''deti versin." (91. mektup)

Abdullah-ı Dehlevî namaz hakkında şöyle buyurdu: Namazı cem''atle kılmak ve "tum''nînet" (rükûda, secdelerde, kavmede ve celsede her uzvun hareketsiz durması) ile kılmak, rükû'dan sonra "kavme" (kalkıp, ayakta her uzv yerine yerleşecek şekilde dik durmak) yapmak ve iki secde arasında "celse" (dik durma) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi. Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren ''limler vardır. Hanefî mezhebinin müftîlerinden K''dıh''n, bu ikisinin v''cibliğini, ikisinden birisini unutunca secde-i sehv yapmanın v''cib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir. Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, v''cibe yakın sünnet demişlerdir. Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terk etmek küfürdür. Namazın kıy''mında, rükûunda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zam''nında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, h''ller h''sıl olur.

Bütün ib''detler namaz içinde toplanmıştır. Kur'''n-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek (ya'nî sübh''nallah demek), Resûlullah efendimize salev''t söylemek, günahlara istigf''r etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü te''l''dan istiyerek O'na du'' etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû h''linde, cansızlar da ka'dede, oturuyor gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ib''detlerinin hepsini yapmaktadır. Namaz kılmak, mîr''c gecesi farz oldu. O gece mîr''c yapmakla şereflenen, Allahü te''l''nın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namaz kılan bir müslüman, O yüce peygamber gibi, Allahü te''l''ya yaklaştıran makamlarda yükselir.

Resûlullah efendimiz; "Gözümün nûru ve lezzeti namazdadır." buyurdu. Bu hadîs-i şerîf; "Allahü te''l'' namazda zuhûr ediyor, müş''hede olunuyor. Böylece gözüme rahatlık geliyor." demektir. Bir hadîs-i şerîfte; "Y'' Bil''l! Beni rahatlandır!" buyruldu ki; "Ey Bil''l! Ez''n okuyarak ve namazın ik''metini söyleyerek, beni rahata kavuştur." demektir. Namazdan başka şeyde rahatlık arayan bir kimse, makbûl değildir. Namazı z''yi eden, elden kaçıran, dînin diğer emirlerini daha çok kaçırır.

Îm''nı olmayan kimsenin Cehennem ateşinde sonsuz yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü te''l''nın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi l''zımdır. Ateşte sonsuz yanmak ne demektir? Herhangi bir insan sonsuz olarak ateşte yanmak fel''ketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması l''zım gelir. Bu korkunç fel''ketten kurtulmanın ç''resini arar.

Bu ise, çok kolaydır. "Allahü te''l''nın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhissel''mın O'nun son peygamberi olduğuna ve O'nun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak" insanı bu sonsuz fel''ketten kurtarmaktadır. Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir fel''ketten korkmuyorum, bu fel''ketten kurtulma ç''relerini aramıyorum, derse, buna deriz ki: "İnanmamak için elinde senedin, vesîkan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana m''ni oluyor?" Elbet vesîka gösteremeyecektir. Senedi, vesîkası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtim''l denir. Milyonda, milyarda bir ihtim''li olsa da, "Sonsuz olarak ateşte yanmak" fel''ketinden sakınmak l''zım olmaz mı? Azıcık aklı olan kimse bile böyle fel''ketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtim''linden kurtulmak ç''resini aramaz mı?

Abdullah-ı Dehlevî, ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı. İb''detlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı. Buyururdu ki:

Þu şiiri okuduğum zaman Allahü te''l'' vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum.

Gerçi ihtiy''rım, kalbim hasta, dermansızım,

Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim.

Y''ni; her ne kadar ihtiy''r, hasta ve mec''lsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O'na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim.

Vef''tları: Abdullah-ı Dehlevî her zaman şehîd olmayı arzû ederlerdi. L''kin buyururlardı ki: "Mürşidim ve üst''dımın, y''nî Mazhar-ı C''n-ı C''n''n hazretlerinin şehîd edilmesinden insanlara çok sıkıntılar geldi. Üç sene büyük kıtlık olup, binlerce insan öldü. Yine o şehîdlik h''disesi üzerine insanlar arasında olan kavga ve gürültülerde ölenler, herkesin bildiği gibi yazıya sığmayacak kadar çoktu. Onun için şehîd olmaktan vazgeçtim."

Abdullah-ı Dehlevî'nin son hastalığında b''sur ve kaşıntısı arttı. Bu sırada Luknov'da bulunan Ebû Sa'îd F''rûkî'ye kısa zamanda birçok mektuplar yazıp; "Benden sonra yerime siz oturursunuz." dediler. Bu haberler üzerine Ebû Sa'îd çok şaşırdı. Çoluk çocuğunu Luknov'da bırakıp süratle geldi. Huzurlarına gelince; "Sizinle karşılaştığım zaman içimden çok ağlayacağım diyordum. Fakat öyle bir vakitte geldiniz ki, ağlayacak gücüm de yok." buyurup, çok ihs''nlarda bulundular. Âdetleri öyle idi ki, hastalandığında vasiyetn''me yazdırırlardı. Þimdi de hem yazdırdılar hem söz ile anlattılar ve buyurdular ki:

"Devamlı zikrediniz. Büyüklere bağlılığınızı muh''faza ediniz. Güzel ahl''klı olup, insanlarla iyi geçininiz. Kaz'' ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız. Yol kardeşleri ile birlik olmayı l''zım biliniz. Fakr, kan''at, rız'', teslim, tevekkül ve fer''gat üzerine olunuz. Benim cen''zemi, ''s''r-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize ''it eserlerin) bulunduğu Delhi'deki Büyük C''miye götürünüz Allah'ın Resûlünden şef''at isteyiniz."

Yine buyurdu ki:

Hazret-i H''ce Beh''eddîn Nakşibend; "Bizim cen''zemizin önünde;

Huzûruna müflis olarak geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.

Þu boş zenbilime elini uzat,
O müb''rek eline güvenirim

beytlerini okuyun!" buyurmuşlardı. Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:

Kerîmin huzûruna azıksız geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,

Bundan daha çirkin hangi şey olur?
Azık götürürsün, O ise Kerîm.

Cumartesi günü idi. Mevlevî Ker''metullah S''hib'e; "Çabuk Mey''n S''hib'i y''ni Þ''h Ebû Sa'îd'i (r. aleyh) çağırınız." buyurdular. Mevlevî S''hib acele kalkıp, Ebû Sa'îd hazretlerini çağırdı. Kapıdan içeri girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu h''lde, 22 Safer 1240 (m. 1824) senesinde, kuşluk vakti mur''kabe h''linde iken, bu sıkıntılarla dolu düny''dan ayrıldılar.

Vef''tı haberini duyan binlerce insan toplandı. Cen''ze namazı Büyük C''mide kılındı. Þ''h Ebû Sa'îd im''m oldu. Cen''zesi, üst''dı Mazh''r-ı C''n-ı C''n''n hazretlerinin medfûn bulunduğu kabrin sağ yanına defnolundu.

Bugün oradaki üç kabirden biri de Þ''h Ebû Sa'îd hazretlerinindir. Hacdan dönerlerken Tunek'de vef''t etti. Cen''zesini oradan getirip, Abdullah-ı Dehlevî'nin sağ yanına defnettiler. Bu duruma göre, Abdullah-ı Dehlevî'nin mez''rı ortada olandır.

Abdullah-ı Dehlevî'nin vef''tı için; "Nevverallahu madca'ahü: Allahü te''l'' kabrini nûrlandırsın." ve "C''n be-Hak Nakşibend-i s''nî d''d: İkinci Nakşibend Hakka c''n verdi." t''rih düşürüldü. Þ''h Rauf Ahmed de pek güzel bir rub''î söyledi ki şöyledir:

Zam''nının kayyûmu Þ''h Abdullah-ı Dehlevî,
Vef''t etti, açıldı ona Cenn''t-i naîm.

Kalbimden vef''tına t''rih aradım, buldum:
Fî ravhın ve reyh''nın ve Cenn''t-in-na'îm (1240)

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin büyüklüğünü en güzel, talebesi Mevl''n'' H''lid-i Bağd''dî hazretleri meşhur dîv''nında şöyle anlatmıştır:

"Müb''rek hocam karanlık ufukları aydınlatıp, mahlûk''tı dal''letten hid''yete kavuşturmaya vesîle oldu.

O, hid''yet yıldızı, karanlık gecelerin dolunayı, takv'' umm''nı, feyzler defînesi, yüksek h''ller ve ker''metler hazînesidir.

O, hilmde yer, vekarda dağlar, ziy'' bakımından güneş, yükseklikte sem'' gibidir.

O, Dîn-i İsl''mı en güzel bilen bir kaynak, irf''n m''deni, mahlûk''tın yardımcısı, iyilik ve ihs''n menbaıdır.

O, Allahü te''l''ya kavuşturucuların kutbu, evt''dın rehberi, mahlûkların gavsi (yardımcısı), ebd''l isimli Hak ''şıklarının maksadı, hedefidir.

O, mahlûkların şeyhülisl''mı, müslümanların başt''cı, büyüklerin reisi, müşkillerde mür''caat yeridir.

Gizli bir rehberlikle en iyiye götürücü, en iyi yol göstericidir. Bütün gücü ile insanları Allahü te''l''ya d''vet edici, çağırıcıdır.

O, ''lemlerin Rabbinin sevdiği bir kuldur. Kim onun gösterdiği doğru yoldan giderse, sen o kimseye; "Ey ems''llerine rehber olan z''t!" diye hit''b et.

Nefs hev''sının bukağısıyla bağlanmış nice c''hilleri, o, bir nazarla, teveccühle nefsinin elinden kurtarmıştır.

Nice k''mil velîler, ondan yüz çevirdiği gibi yüksek h''llerden ve m''rifetlerden mahrûm kalmıştır.

Onun yüksekliğini ink''r eden nice kimseler hel''k olmuş, Allahü te''l''nın şiddetli az''bına yakalanmıştır.

O, noksan olanların kem''le gelmesine vesîle olan, bütün kem''l ehlinin de noksanını tamamlayandır.

Þ''nı yüceAllahü te''l'', onu, azamet ve heybet kubbesi altında gizlemiştir."

Eserleri: 1) Mak''m''t-ı Mazhariyye: Hocası Mazh''r-ı C''n-ı C''n''n hazretlerini pek güzel anlatmaktadır. 2) Mek''tib-i şerîfe: Pek faydalı bilgiler ve nükteleri ihtiva etmektedir.

EYVAH!..

Abdullah-ı Dehlevî müslümanlara çok şefkatli idi. Seher vakti onlara du'' ederdi. Kötülük gördüklerine de iyilik yapardı. H''kim Kudretullah Han Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin komşusu idi. Çoğu zaman Abdullah-ı Dehlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu. Bir gün hapse düştü. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri onu hapish''neden çıkartmak için çok uğraştı. Fakat bunu ona söylemedi.

Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisindi düny'' ile ilgili sözler konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona m''ni olur, gıybet edene; "O dediğine ben daha layıkım." derdi. Bir gün yanında; p''dişahı kötülediler. O gün oruçlu idi. Kötüleyene dönerek; "Eyv''h orucumuz gitti!" buyurdu. "Siz kimseyi kötülemediniz ki!" dendiğinde; "Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette söyleyende dinleyen de aynıdır." buyurdu.

O'NDAN GELENE RÂZIYIZ!

Abdullah-ı Dehlevî'nin müb''rek vücûtlarında birkaç tane hastalık vardı. Bu hastalıklar sebebiyle namazlarını özürlü kılardı. Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden du'' istiyor. Cen''b-ı Hak da du''larınızı reddetmiyor. Her gelen, şif''ya kavuşarak huzûrunuzdan ayrılıyor. H''lbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz. Du'' buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı?" diye sordu. O da; "Onlar hastalıktan kurtulmak için du'' istiyorlar. Biz ise, Allahü te''l''nın verdiği bu dert ve bel''lardan, O gönderdiği için r''zıyız. Dert ve bel''lar, kemend-i mahbûb olduğundan Allahü te''l'', bu dertleri sevdiği kullarından dilediklerine verir. Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, gönderilmesini isteriz." buyurdu.

O, insanların sıkıntılardan kurtulmalarına yardımcı olurdu.

SÂDIK TALEBE!

Abdullah-ı Dehlevî buyurdu ki;

Talebe, s''dık olan t''lib demektir. Allahü te''l''nın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın h''ldedir. Uykusu kaçar, göz yaşları dinmez. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah'dan korkar, titrer, Allahü te''l''nın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür. Her nefeste Allah'ını düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle mün''kaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü te''l''nın evi bilir. Esh''b-ı kir''m hakkında hayr konuşur ve isimleri anıldığında "r.anhüm" der. Hepsinin iyi olduğunu söyler. Peygamber efendimiz Esh''b-ı kir''m arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurdu. S''lih müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz. Böylece, o büyüklere karşı bir edebsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin niş''nıdır, al''metidir. Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliy''-yı kir''mı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz. Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak ''yet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve Sah''be-i kir''mın sözbirliği ile anlaşılır. Muhabbet sarhoşluğu elbet başkadır. Aşk s''hibi m''zûrdur.

HASTALIK NÎMETTİR

Abdullah-ı Dehlevî, ş''nı büyük bir velî,
Meşhurdu halk içinde, bir çok ker''metleri.

Bir gün biri gelerek, müb''rek huzûruna,
"Oğlumuz çoktan beri, kayıptır" dedi ona.

Ve il''ve etti ki: "Lütfen du'' ediniz,
Tekrardan ihs''n etsin, onu bize Rabbimiz."

Onun bu sözlerini, dinleyip o büyük z''t,
Buyurdu ki: "Oğlunuz, evindedir şu saat."

O kimse heyret edip, dedi: "Ama efendim,
Þimdi evden ayrılıp, huzûrunuza geldim."

O yine buyurdu ki: "Evine dön ki şu an,
Rabbimiz onu size, tekrardan etti ihs''n."

"Peki efendim" deyip, evine gittiğinde,
Gördü ki oturuyor, oğlu gelmiş evinde.

Yine bir gün birisi, ölüm yatağındaki,
Hastasını sırtlayıp, geldi bir seher vakti.

Dedi ki:"Ey efendim, çok ağırdır hastamız,
Belki bir şif'' bulur, du'' buyurursanız."

Þöyle bir nazar etti, hastaya bir kerrecik,
Kavuştu sıhhatine, o kimse hemencecik.

Böyle, binlerce kişi, du'' alıp o z''ttan,
Þif''ya kavuşurdu, her türlü mazarrattan.

L''kin kendisinin de, üç mühim derdi vardı,
Hatt'' namazlarını, hep özürlü kılardı.

Sevdiklerinden biri, buna olup muttali
Bir gün kendilerine, su''l etti bu h''li.

"Efendim, bu devirde, kim hasta olsa eğer,
Kapınıza gelerek, sizden du'' isterler.

Siz bir du'' edince, gelen her bir hastaya,
Her biri, du''nızla, kavuşuyor şif''ya.

H''lbuki sizin dahi, vardır hastalığınız,
Ve bilhassa üçünden, hiç yoktur r''hatınız.

L''kin hikmet nedir ki, etmezsiniz hiç du''?
Etseniz, size dahi, verir Allah bir dev''."

Buyurdu ki: "Kurtulmak, istiyor dertten onlar,
Bu yüzden bize gelip, hep du'' istiyorlar.

Biz ise Rabbimizin, verdiği bu dertlerden,
O gönderdiği için, r''zıyız herbirinden.

Mahbûb-u kemenddir ki, her musîbet ve bel'',
Sevdiği kullarına, gönderir Hak te''l''."

Kıtlık v''ki olmuştu, bir zaman da Delhi'de,
Buna çok üzülmüştü, Abdullah Dehlevî de.

Mescidin avlusuna, çıktı bir gün nih''yet,
Kızgın güneş altında, oturdu kısa müddet.

Dedi ki: "Y'' İl''hî, yağmur yağana kadar,
Buradan gitmemeğe, bu kulun verdi karar."

O böyle söyleyince, çok geçmedi aradan,
Nehirler akar gibi, yağmur yağdı havadan.

Çok nazlı kullarıdır, Allah'ın çünkü onlar,
Onların hürmetine, yağdırır yağmur ve kar.

Resûlullah'tan gelen, o il''hî feyiz, nûr,
Onların kalplerinden, herkese v''sıl olur.

Bu büyük velîlerin hürmetine y'' Rabbî,
Bizi, her h''limizde, onlara eyle t''bi.

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; cild 6, s. 77
2) Esm''-ül-Müellifîn; c.1, s. 190
3) Mak''m''t-ı Mazhariyye; s. 159.
4) Had''ik-ul-Verdiyye; s. 209
5) İrg''m-ül-Merîd; s. 70
6) Âdab; s. 10.
7) Behçet-üs-Seniyye; s.8
8) Hadîkat-ül-Evliy''; s. 122
9) Reşeh''t Zeyli; s.72.
10) Tam İlmih''l Se''det-i Ebediyye; s. 431, 1081.
11) RehberAnsiklopedisi; c.1, s.18
12) İsl''m Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s. 282.
13) Nüzhet-ül-Hav''tır; c.7, s.306.
14) Sefînet-ül-Evliya (Hüseyin Vass''f); c.2, s. 28.
15) Persian Literature; c.2, s. 1034.
16) Hazînet-ül-Asfiy''; c.1, s. 703.

AnadoluVarisi

Ziyaretçi
Nisan 12, 2009, 11:57:23 ÖÖ
Allah razı olsun kardeş

SMF 2.1.3 © 2022, Simple Machines, TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022
Sayfa 0.107 saniyede 25 sorgu ile oluşturuldu.
Lithium theme by Bloc © 2017