Âl-i Ýmrân / 28. Ayet
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ

Mü'minler, sakýn mü'minleri býrakýp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, artýk onun Allah ile irtibatý tamâmen kopmuþ olur. Ancak kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden korkarsanýz ölçülü bir þekilde onlara dostluk gösterebilirsiniz. Yine de Allah sizi azabýndan sakýndýrýyor. Çünkü sonunda dönüþ, yalnýz Allah'adýr.

Abdullah bin abdülazîz (osman) el-yuneynî

Başlatan [email protected], Nisan 12, 2009, 03:58:43 ÖÖ

[email protected]

Ziyaretçi
Nisan 12, 2009, 03:58:43 ÖÖ
ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ

Evliy''nın büyüklerinden. İsmi Abdullah bin Abdülazîz bin Ca'fer el-Yuneynî'dir. Künyesi Ebû Osman'dır. Doğum t''rihi bilinmemekle ber''ber 1136 (H.530) senesinden sonra Sûriye'de Ba'lbek beldesine bağlı Yuneyn köyünde doğduğu kaydedilmiştir. 1220 (H.617) senesinde vef''t etti. Ömrü seksen sene civ''rında idi. Defnedildiği yere türbe yapıldı. Türbesi Ba'lbek'de olup, istif''de edilen bir ziy''retg''htır. Þam'da zam''nının ''lim ve velîlerinden ilim ve feyz alarak yetişti. Zühd s''hibi, düny''ya düşkün olmayan, heybetli, uzun boylu, cesur, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, gece-gündüz dîn-i İsl''mı yaymak için uğraşan, Allahü te''l''yı bir an unutmayan, ş''nı yüksek, ker''met s''hibi bir z''t idi. Ba'lbek v''lisi kendisini ziy''ret ettiğinde, ona ad''letle davranmasını tenbîh eder ve nasîhatta bulunurdu.

Es-Seh''vî şöyle anlatır:
"Ebû Osman el-Yuneynî, senede üç dirhem ile geçinirdi. Bir dirhemiyle un alır, bir dirhemiyle yağ, bir dirhemiyle de bal alırdı. Bunları karıştırıp, yuvarlak yuvarlak üç yüz altmış t''ne köfte gibi parçalar yapardı. Bayram günleri hariç devamlı oruçlu olduğundan her akşam biri ile ift''r ederdi."

İbn-i Þühbe T''rih-i İsl''m adlı eserinde onun için;
"Ebû Osman, aslen Ba'lbek köylerinden olan Yuneyn köyündendir. Ker''met s''hibi bir z''t olup, nefsiyle çok müc''dele ederdi. Kimseden bir şey almazdı. Aza kan''at eden iffet s''hibi bir z''t idi." demiştir.

Þeyh Muhammed bin Ebi'l-Fadl şöyle anlatmıştır:
"Zam''nın sult''nı Sultan Îs'', bir gün Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin huzûruna gelip;
"Efendim! Bize du'' ve nasîhat ediniz." deyince;
"Ey Sultan! Zulümden, kötülüklerden, şakî olmaktan sakın. Babanda bu haller görülmüştü. Sen öyle olma!" dedi."

Bu sultan da, tebeasına ''dil davranmıyordu. Bu bakımdan, söylenilen sözlere kulak asmadan kalkıp gittiği gibi Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine de bir hîle yapmayı düşündü. Üç bin altın götürüp, hediyemizdir, ihtiyaçlarınıza harcayınız diye vererek deneyecek, kabul ederse hemen geri alacaktı. Ertesi gün hilesini yapmak üzere huzuruna tekrar gitti. Yanında götürdüğü üç bin dirhemi önüne bırakıp;
"Efendim, bunlar size hediyemizdir. Buyurun, derg''hınızın ihtiyaçlarına harcarsınız!" dedi.
Abdullah bin Abdülazîz hazretleri sultana vakar ve heybetle bakıp;
"Ey c''hil! Kalk hemen buradan git! Bizi denemeye kalkışıyorsun! Biz Allahü te''l''ya du'' edersek yer yarılır seni yutar. Bizi parayla ölçmek istiyorsun. Biz isteyince Allahü te''l''nın izniyle şu oturduğumuz secc''denin altından, birinden gümüş diğerinden altın akan iki çeşme ortaya çıkar! Su gibi altın ve gümüş akar." dedi.

Bu sözleri söyledikten sonra secc''denin kenarını kaldırdı. Huzûrunda bulunanlar iki çeşme gördüler, birincisinden altın diğerinden de gümüş su gibi akıyordu.

Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin zam''nında Melîk Emced bir im''reth''ne yaptırıyordu. Bin''nın inş''sında büyük taşlar kullanmak istedi. Beldesinde bulunan büyük taşların kırılıp yontulmasını emretti. Ancak bu işle uğraşanlar taşları parçalamaya güç yetiremediler. Ne kadar uğraştılarsa da ''letleri bu iş için k''fi gelmedi ve çaresiz kaldılar. Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine gidip durumu anlattılar ve yardım istediler. O da yardım etmeyi kabûl edip taşların bulunduğu yere geleceğini söyledi. Beklemeye başladılar. Baktılar ki havada yürüyerek geliyor. Sonra, gelip havada tam taşların üstünde durdu. Taşlar onun himmetiyle ve Allahü te''l''nın izniyle gözleri önünde istenildiği gibi parça parça ayrıldı. Bu h''diseye çok şaşan işçiler, gidip durumu Melik Emced'e anlattılar. Melik buna hem çok hayret etti hem de pek memnun oldu. Derhal huzuruna gidip hürmetle elini öperek teşekkür etti.

İbn-i Þühbe şöyle anlatmıştır:

Hanımımın bir örtüye ihtiy''cı vardı. Satın almamı istedi. Borcum olduğunu, bu sebeple alamayacağımı söyledim. O gece uyudum. Rüy''da bana; "İbr''him Halîlullah'ı görmek istersen, Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynî'ye bak!" dendi.

Sabahleyin, Abdullah el-Yuneynî'nin bulunduğu yere gittim. Beni görünce, beklememi istediler ve evlerine gidip geldiler. Ber''berlerinde, bir örtü ve borcum kadar para vardı. Onları bana verdi. Alıp evime döndüm.

Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin vef''tı şöyle anlatılır:

Bir cum'' günü yıkanmak üzere hamama gitti. Cum'' namazı için gusl abdesti aldı. Sonra c''miye gelip, cum'' namazını kıldı. Sonra D''vûd ismindeki müezzine;
"Ey D''vûd! Sen cen''ze yıkar mısın? Yarın sabah bak neler olacak!" dedi.

Müezzin bir şey anlamayıp;
"Efendim biz sizin emrinizdeyiz." diyebildi.

Oradan ayrılıp derg''hına geldi. Talebelerini, her zaman altında oturduğu ağacın yanına çağırdı ve;
"Beni, buraya defnedin!" diye vasiyet etti. O gece bütün talebeleriyle sohbet etti ve onlara ayrı ayrı du'' etti.
Talebelerinden biri;
"Efendim z''t-ı ''liniz için, tatlı menb'' suyu getirmişler içer misiniz?" diyerek ikr''m etti.

Suyu alıp içti. Kalanıyla da abdest aldı. Sabah namazını cem''atle kıldıktan sonra, her zaman çıktığı minderin üzerine çıkıp, kıbleye doğru bağdaş kurup oturdu. Her zaman olduğu gibi tesbihi elinde idi. O h''lde hiç kimse ile konuşmadı. Herkes onun uyuduğunu zannedip yavaşça oradan ayrıldı.

Bir ara hizmetçisi bir şey sormak için yanına girdi. Uyuyor zannederek geri çıktı. Bir süre sonra; "Hocamız bu kadar geç kalmazdı!" diye düşünerek, tekrar odaya girdi ve;
"Y'' Seyyidî, ey efendim!" diye seslendi. Ebû Osman el-Yuneynî hiç ses vermedi. Yanına gidip baktığında, vef''t ettiğini gördü. Hemen Melik Emced'e haber verdiler. Derhal derg''ha geldi. Ebû Osman Abdullah'ın hiç renginin değişmediğini ve bağdaş kurmuş bir h''lde vef''t etmiş olduğunu gördü. Cen''ze işlerine başladıklarında Müezzin D''vûd gelip, Ebû Osman Abdullah'ı yıkadı. O zaman Müezzin D''vûd'a;
"Yarın sabah bak neler olacak." demesinin, vef''tına iş''ret olduğunu anladılar. Vasiyeti üzere, talebeleriyle altında sohbet ettiği ağacın dibine defnedildi. Daha sonra buraya velilerden pek çok kimse defnedildi.

Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynîhazretleri bir şiiri devamlı okuyup, ağlardı. Bu şiirin m''n''sı şöyledir:

"Ey benim şef''atçım! Bütün arzum, özlem ve iştiy''kım sizedir. Bütün kerîmler, cömertler kendilerinden şef''at istenilince k''bûl ederler. Benim özrüm, sizin arzunuzda esir olmaktır. Aşk ateşiyle yanıp esir olan kişilerin boynu bükük olur. Benim size olan bu özrümü k''bûl ederseniz ne iyi ve ne güzeldir. Eğer kabûl etmezseniz, seven büyük bir yük yüklenmiştir. Size karşı benim sabrım vardır. Benim için bu sevgiliye kavuşmak, ulaşmak vardır."

BUNLAR ÞARAPTI

K''dı Y''kûb şöyle anlatır:

Birgün Þam'da bir mescidin kenarındaydım. Orada bir köprü vardı. Hava çok sıcaktı. Abdullah el-Yuneynî, abdest almak için dereye indi. O sırada bir nasr''nî, şarap yüklü katırı ile köprüden geçiyordu. Katır bir ara ürktü ve yük yere yıkıldı. Çevrede başka kimse yoktu. Abdullah el-Yuneynî, yukarı çıkıp bana;
"Yükü yüklemeye yardım et!" dedi.

Nasr''nîye yardım ettim ve yükü katıra yükledik. Nasr''nî, oradan uzaklaşıp gitti. Kendi kendime; "Bu z''t böyle yapmamı niye istedi?" diye düşündüm. Sonra nasr''nîyi t''kib ettim. Nasr''nî, katırıyla şarap satan bir dükk''nın önüne geldi. Katırdaki yükü indirip açtı. Hepsi sirke olmuştu.
Þarap satıcısı;
"Yazıklar olsun sana! Senden şarap getirmeni istedim. Bunlar sirke!" dedi.

Nasr''nî hayretten dona kalmıştı. Þaşkınlığından ağlamağa başladı ve;
"Bunlar şaraptı. Fakat neden sirke oldu sebebini anladım!" diyerek hemen katırını bir yere bağladı. Doğru Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin derg''hına koştu. Huzûruna girer girmez: "Eşhedü enl'' il''he illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü." diyerek müslüman oldu ve artık huzûrundan ayrılmayıp talebeleri arasına girdi.

1) C''miu Ker''m''t-il-Evliy''; c.2, s. 110
2) Þezer''t-üz-Zeheb; c.5, s.73
3) İsl''m Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.378

SMF 2.1.3 © 2022, Simple Machines, TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022
Sayfa 0.140 saniyede 25 sorgu ile oluşturuldu.
Lithium theme by Bloc © 2017