Mâide / 89. Ayet
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Allah kasýtsýz olarak yaptýðýnýz yeminlerden dolayý sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptýðýnýz yeminlerden dolayý sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiðinizin orta hallisiyle on fakiri bir gün sabah akþam doyurmak veya giydiðiniz orta hallisiyle onlarý giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuþturmaktýr. Buna gücü yetmeyen üç gün oruç tutmalýdýr. Ýþte yemin ettiðinizde onu bozmanýn kefâreti budur. Bununla birlikte, yeminlerinize baðlý kalýp gereðini yerine getirin. Þükredebilmeniz için Allah size âyetlerini iþte böyle açýklamaktadýr.

İslam'da fıkhi mezhepler tarihi/8 İbni Hazm ve Zahiri Mezhebi

Başlatan MiM, Ocak 06, 2009, 11:19:12 ÖS

MiM

ADMiN
11,903
İbni Hazm ve Zahiri Mezhebi






İbni Hazm (384 ? 456 H.)

Doğumu Ve Gençlîğî

Refahtan Sıkıntıya Doğru.

İlmîn Yüceliğine Doğru.

Geçici Olarak Siyasete Girişi

İlim Mihrabına Dönüşü.

Tekrar Siyasete Dönüsü.

Yaşayışı

Seyahatleri

Kitaplarının Yakılışı

Leble´dekî Çiftliğine Dönüşü.

Þahsiyet Ve Karakteri

Sanat Ve Edebî Zevkî

İbni Hazmın İlmi

Îlmi Metodu.

Aklî Metodu.

Ruhî Ve Ahl''kî İncelemeleri

Tavku´l-Ham''me´si

Naklî İlimlere Ait Metodu Ve Görüşleri

Akîdeye Ait Görüşleri

Vahd''niyyetle İlgili Görüşleri

Teşbih İfade Eden L''fızlarla İlgîlî Görüşleri

Cebr Ve İhtiyar Hakkındaki Görüşleri

Siyasî Görüşleri

Kebîre İşleyenler Hakkındaki Görüşleri

İbnî Hazmin Fıkhı

Re´ye Dayanan İçtihadı Îbt''lî

İbni Hazm´e Göre Seri Deliller.

1- Kitab.

2- Sünnet

Rivayet Bakımından Sünnetîn Kısımları

3- İcm''1.

4- Delîl

Nass´ların T''´lîli

Îstish''b.

Sonuç.

Zahiri Mezhebinin Yayılışı

Îbni Hazm´den Sonra Zahiri Mezhebi´nîn Durumu.




İBNİ HAZM VE ZAHİRÎ MEZHEBİ[1]


İbni Hazm (384 ? 456 H.)


Asıl adı Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm b. Galib b. Salih b. Ebî Süfyan b. Yezid olup künyesi Ebu Muhammed´dir. O, eserlerinde kendisinden bu künye ile bahseder. Kısaca İbni Hazm denmekle meşhurdur. Babası Ahmed[2] Endülüs Emevî Devletinde mühim mevkii olan bir aileye mensuptur, İbni Hazm, kendisinin tran asıllı bir aileye mensup olduuğnu, îran menşeli olan dip dedesinin, Muaviye´nin kardeşi Yezid b. Ebi Süfyan´m azatlısı bulunduğunu söy­ler. Buna göre o, vel''´ (azatlı olma) yönünden Kureyşli, milliyet yö­nünden de İranlıdır. îbni Hazm, bu vel''´ sebebiyle Emevîlere fazla bağlılık gösterir, onları sevmeyenleri sevmez ve dostlarına karşı dostluk gösterirdi. Bu, İbni Hazm´in en bariz sıfatı olan vefak''rlı­ğından ileri geliyordu.

Îbni Hazm, nesebine dil Uzatanlara asla hak vermez. Ebu Mervan b. Hayyan, İbni Hazm´in soyca îranlı oluşunu ink''r etmiş ve tam olarak soyunun belli olmadığını söylemiştir. Ona göre bu aile­nin durumunu yükselten îbni Hazm´in babası Ahmed´dir. Fakat biz, İbni Hazm´in kendi nesebi hakkında verdiği bilgiyi yalan sayamayız. Çünkü o, kendi soyunu herkesten daha iyi bilir. Ailesi, Emevî hane­danına hizmete devam etmiş, Emevîler Endülüs´e geçip bir devlet kurdukları zaman bu aile de onlarla birlikte buraya gelmiştir.

İbni Hazm´in dip dedesi, Yezid b. Ebî Süfyan ile vel''akdettiği­ne göre, onun ailesi çok eski tarihlerde îsl''m Dinini kabul etmiştir. İbni Hazm´in Hristiyan bir aileye mensup olduğuna ve ailesinin ya­lan bir tarihte müslümanliğı kabul ettiğine ve Leble´nin Arap ol­mayan unsurlarından olduğuna dair îbni Hayyan´ın ileri sürdüğü iddia önemsizdir.[3]



Doğumu Ve Gençlîğî


Araştırıcı, hiçbir ilim adamının kendi doğum tarihini kesin ola­rak belirttiğini göremez. Fakat îbni Hazm, kendisinin doğum tari­hini yalnız günü, ayı ve yılı ile değil, tam saati saatına tesbit etmiş­tir. Îbni Hazm kendisi, Kadı Þ''id´e[4] 384 H. yılı Ramazan ayının son günü, şafak söktükten sonra ve güneş doğmadan önce dünyaya gel­diğini yazmıştır. Bu, mensup olduğu ailenin çocuklarımn doğumu­na çok önem verdiğini gösterir. Elbette bu da fikrî bir terakkinin eseridir.

İbni Hazm, o çağda hem Avrupa´nın ilim merkezi olan, hem de bağrında ilim, marifet, ümran ve medeniyyet hazinelerini taşıyan ve isl''m´ın medeniyyet merkezlerinden biri bulunon Kurtuba´nın doğu kesiminde dünyaya gelmiştir.

İbni Hazm, devlet katında büyük mevkii olan zengin bir aile muhitinde büyümüştür. Fakat o, mevki´ ve mal peşinde koşmamak ve ilim tahsil etmekle yükselmiştir, ilmi, bizzat ilim olduğu için tah­sil etmiştir. Rivayet edildiğine göre îbni Hazm el-Muvatta´ı şerheden el-B''cî[5] ile bir münazarada bulunmuştur. «Nefhu´t-Tib»´de bu münazara şöyle anlatılır:-

el-B''cî;

? «Benim ilim tahsilindeki himmetim senden daha büyüktür. Çünkü sen, ilmi altından yapılmış l''mba ışığında ve her türlü im­k''nlar içerisinde tahsil ettin. Ben ise onu, çarşıdaki kandilin ışığı al­tında tahsil ettim.» dedi.

İbni Hazm de;

? «Bu söz senin lehine değil aleyhinedir. Çünkü sen ilmi, ha­lini benim halime çevirmek için tahsil etmişsin. Ben ise onu, bildi­ğin ve söylediğin şartlar içerisinde tahsil ettim. Onunla sadece dün­ya ve ahrette ilmî bir yüceliğe erişmek istedim» dedi.[6]

İbni Hazm, İşte böyle yüksek ve zengin bir ailede doğup büyü­müştür. O, önce Kur´an-ı Kerîni´i hıfzetmiştir. Kendisi, Kur´an´ı ev­lerinde hıfzettiğini ve O´nu kendisine kadın yakınlarıyla cariyelerin hıfzettirdiğini söyler.[7]

Bu kadınlar, îbni Hazine okuyup yazmayı ve güzel yazı (Hat) sanatını öğrettikleri gibi, onun yalnız eğitim ve öğretimiyle uğraş- mamışlar, aynı zamand ı onu çucukluk ve gençlik çağının şiddetli fitnelerinden korumak çin çok titizlik göstermişlerdir. Kendisi bu hususta şöyle der:

Ben, çocukluk ateşi ile gençlik.şirretinin alevlendiği,, delikan­lılık çağının insanı" aldattığı sırada kadın ve erkek gözcülerin ya­nında kapalı idim. Nefsine h''kim olup aklım yetince Ebu´l-Hasan b. Ali el-Fasi´nin yanıncia kaldım. Bu zat, dünyaya karşı zühd sa­hibi olma ve ahiret için çalışma, takva ve sağlam bir ibadet bakı­mından kendisinden öncekilerden ''lim, ''mil ve akıllı idi. Onun özürlü olduğunu zannederdim. Çünkü o, hiç evlenmemişti. îlim, amel, dindarlık ve takva bakımından onun bir benzerini görmedim. Allah, benî ondan çok faydalandırdı. Ben, kötülüğün ne demek olduğnu, günah işlemenin fenalığını ondan öğrendim. Ebu´l-Hasan ? Allah, ona rahmet eylesin? hak yolunda [8]ölmüştür.[9]

Refahtan Sıkıntıya Doğru


İbni Hazm, c''riye ve kadınların eğitimi, erkek ve ''limlerin öğ­retimi ile yetişmiştir. Öncekiler onun duygularını kontrol etmişler, ona Kur´an, hadis ve ince zevki Öğretmişlerdir, Sonrakiler de fikri, kalbi ve ruhu ile onu ''hiret işlerine sevketmişîerdir.

İbni Hazm´in hayatı mesut bir hayat idi, çetin değildi. Yani o, huzurlu ve refahlı bir hayata sahipti. İbni Hazm´in bu hayatı böyle devam etseydi, belki o,-güçsüz ve önemsiz bir şahsiyet olurdu. Çün­kü refahlı bir hayat, ahl''kî yönden gevşeklik meydana getirir ve ki­şileri arıklaştırır.

Allah Te''l'', İbni Hazm´in muhaliflerini şiddetli müdafaası ile kayaya çarpılmış yüzler gibi şaşkına çeviren bir şahsiyet ve karak­ter olarak ortaya çıkmasını takdir etmiştir. Allah, onu saadet-ve refah ile imtihan ettiği gibi maddî sıkıntı ile de imtihan etmiştir, îbni Hazm, onbeş yaşında iken ailesinde büyük bir sıkıntı belirmiş ve içinde bulunduğu refah, sefalete çevrilmiştir. Bundan sonradır ki ailesi ıztırap kadehini tatmıştır. Çünkü, babası Endülüs Emevî ha­nedanı vezirlerinden idi. Hişam el-Müeyyed (öl. 403 H.) tahta geç­tiği zaman çocuktu.[10] Birçok şiddetli karışıklıklar çıkmıştı. Bu sırada Endülüs Emevî Halifesi, m''n''sız bir isimden ibaret olmuştu. Bundan sonra Emevî hanedanı mensupları arasında şiddetli taht kavgaları başgöstermiştir. Bu konuda sözü İbni Hazm´e bırakalım. O, ailesinin maruz kaldığı durumu büyük bir tasvir gücüne sahip olan kalemiyle anlatırken şöyle der:

«Emiru´l-Mü´minîn Hişam el-Müeyyed tahta çıktıktan sonra bir­çok fel''ketlere uğradık. Onun devlet erk''nının tecavüzlerine ma­ruz kaldık. Zindana atılma, sürgün edilme ve ağır para cezasına çarptırılma gibi şeylerle imtihan edildik. Fitne, alabildiğine şiddet­lenip her tarafı sardı. Bu fitne, bütün insanları ve özellikle bizi, ve­zir olan babam ölünceye kadar bırakmadı. Biz bu haller içerisinde iken, Hicrî 402 yılı Zilka´de ayının bitmesine iki gün kala Cu­martesi günü ikindiden sonra babam vefat etti.»

Sıkıntı ve fel''ketler, İbni Hazm´in yumuşak ruhunu olgunlaştırmış ve onu güçlü bir irade sahibi kılmıştır. Bu sırada İbni Hazm ailesinin yeni evleri yağma edihniş ve onlar da eski evlerine gitmek zorunda kalmışlardır. Daha sonra mihnet ve fel''ketler, kendilerini Endülüs´ün merkezi olan Kurtuba´dan Meriye´ye gitmeye mecbur etmiştir.[11]



İlmîn Yüceliğine Doğru


İbni Hazm´in gençliğinin baharında ailesinin basma gelen fel''­ket, bu aileyi izzet ve ikbalden uzaklaştırıp sürgün ve mallarının talan edilmesine maruz bırakmıştır. Fakat onu, zenginlikten fakir­liğe düşürmemiştir. Çünkü, büyük bir kısmı gitmiş ise de, ellerin­de kalan mal yine de az değildi. Fakat, vezir oğlu İbn Hazm, kendi­si de vezir olarak yetişmek istiyordu. Çünkü o devirde veraset kanunu, kan ve şekil verasetine inhisar etmiyor, makam ve iş vera­setini de içine alıyordu.

Bu fel''ketler, İbni Hazm´i yalnız ilme yöneltmiştir. O, yalnız ilimle yücelik duyardı. Gerçi hayatına bir ara siyaset de karışmış­tır. Fakat bu, geçici ve Emevîlere karşı gösterdiği vefak''rlığın bir neticesi olmuştur.

İbni Hazm ilme yönelmiştir. Ailesi de onun için ilim yolunu ko­laylaştırmıştır. O, küçük iken ilmi tatmıştı. Büyüdüğü zaman da ruhunda ilmin zevkini duyuyordu. Bu yüzden o, kendisini İlme ver­miştir.

İbni Hazm, önce Kur´an ilmine, sonra hadis rivayetine ve din ilmine yönelmiş, bütün bu ilimlerde en yüksek mertebeye ulaşmış­tır. Daha sonra da fıkha yönelmiştir. Fakat gençliğinde kendisini ta­mamen fıkha vermemiştir. Ancak o çağda dil, hadis, Kur´an, hik­met ve felsefe gibi ilimlerde meşhur olan kimselerin kültürüne yete­cek kadar fıkıh öğrenmiştir.

O, önce fıkhı, îmam M''lik´in mezhebine göre öğrenmiştir. Çün­kü Endülüs ve Kuzey Afrikalıların mezhebi bu idi. Zehebî´nin «Tezkiratu´l-Huffaz»mda bir çağdaşından şöyle rivayet edilir: «Biz Be-lensiye (Valansiye)´de M''likî mezhebine göre okuyorduk. Bir gün Ebu Muhammed b. Hazm bizi dinledi ve hayret etti. Sonra hazır bu­lunanlara fıkha dair şeyler sordu. Kendisine verilen cevaplara iti­raz etti. Hazır bulunanlardan birisi ona; «Bu, senin şuradan bura­dan topladığın şeylerden değildir» dedi. Bunun üzerine Ibni Hazm, kalktı gitti. Evine varıp içeri kapandı ve hiç dışarı çıkmadı. Biray geçtikten sonra biz oraya gittik. îbni Hazm en güzel bir şekilde mü­nazara yaptı ve: ben hakka t''bi oluyorum, ictihad yapıyorum, hiç bir mezhebe bağlı kalmıyorum, dedi.»

îbni Hazm önce Maliki mezhebine yönelmiş ve okuduğu hadis kitapları arasında el-Muvatta´ı da okumuştur. Fakat M''likî mezhe­bini incelerken hür olarak hareket etmeye çalışmış, diğer fıkhî mezheblerden üe bazı görüşleri almayı tercih etmiş ve herhangi bir mez­hebe bağlı kalmamıştır. Þüphesizdir ki bu sırada o, îmam Þafiî´nin «îhtilafu M''lik» adlı kitabını okumuş, böylece onun îmam M''lik´in usûl ve furû´a dair birtakım görüşlerini nasıl tenkit ettiğini görmüş­tür.

Bu sebepledir ki, M''likî mezhebinden Þafiî mezhebine geçmiş­tir. Þafiî mezhebini incelerken Iraklılardan Abdurrahman b. Ebi Leyl'', îbni Þübrume, Osman el-Bettî, kıyas fakihlerinin başı Ebu Hanife ve onun talebeleri Ebu Yûsuf, Muhammed b. el-Hasen, Zufer b. el-Hüzeyl ve diğerlerinin mezhebleri hakkında bilgi sahibi olmuş­tur.

Bu mezhebler arasında Þafiî mezhebi İbni Hazm´in hoşuna git­miştir. Belki de onun en çok hoşuna giden, Þafiî´nin nass´lara sım­sıkı bağlı kalışı, fıkhı nass´dan veya nassa hamletmekten ibaret sa­yışı, istihsan ve mas''lih-i mürseleye göre fetva verenlere şiddetli bir şekilde hücum edişi olmuştur. Çünkü Þafiînin ıstılahında istih­san, mes''lih´i de içine almaktadır. Þüphesiz İbni Hazm, Þafiî´nin «Ibt''lu´l-îstihsan» adlı kitabını da okumuştur.[12]

Fakat İbni Hazm, Þafiî mezhebinde kısa bir zaman kalmış, Davûd ez-Zahirl gibi o da bu mezhebi bırakmıştır. Daha sonra tıpkı D''vûd ez-Z''hirî gibi, Þafiî´nin istihsanı iptal etmek için kullandığı delillerin, kıyas ve bütün re´y şekillerini iptal etmeye elverişli oldu­ğunu kabul etmiştir.

Üstelik Endülüs´te birbirini takibeden bir kısım alimler, Zahirî mezhebi için bir zemin hazırlıyordu. Bilhassa İbni Hazm´in hocası Mes´ul b. Süleyman, bu konuda önemli bir adım atmıştır. Bu zühd ve takva sahibi ilim adamı, bütün mezheblerin nass´lara uygun dü­şen görüşlerini seçiyor, nass´lara dayanarak hüküm çıkarmak için ictihad yapıyor ve nass´lardan başkasına itimat etmiyordu.[13]



Geçici Olarak Siyasete Girişi


Emevî hanedanı mensupları arasındaki çekişmeler sürüp gidi­yordu. Babası gibi İbni Hazm de, bu hanedana bağlı idi. Bu çekiş­meler devam ederken İbni Hazm, gençliğinde babasının kendisine tavsiye etmiş olduğu yolu benimsedi. Bu da, herhangi bir tarafı di­ğer bir taraf aleyhine desteklemekten uzak kalmak ve tam olarak kendisini ilme vermekti. Çekişmeler, Hammûd oğullarının tahtı ele geçirmesiyle sonuçlandı. Bu Hammûd oğulları alevi idiler, Emevî-lerle aralarındaki mücadelede çok eski idi.

Böyle bir netice, Emevî hanedanına bağlı olan îbni Hazm´i çok üzmüştür. Öte yandan îbni Hazm´in hem şahsı, hem de ailesi için baskı artmıştı. Çünkü İbni Hazm, Emevilere bağlılığı ile meşhurdu. Bu kez îbni Hazm, karşılaştığı baskıya sükunetle veya ilmî çalış­malarına devam etmekle mukabelede bulunmadı. Aksine o, diğer baskıya uğrayanlarla birlikte Emevîlerden, hak sahibi olduğunu id­dia ederek, ayaklanan Murtaza Abdurrahman b. Muhammed´e ka­tıldı. Kendisi bu ktonuda şöyle der: «Emîru´i-Mü´minîn Murtaza Ab­durrahman b. Muhammed´in ortaya atılışı sırasında, Belensiye´ye gitmek üzöre deniz yoluyla hareket ettik ve orada ona katıldık.»

İbni Hazm, bu Emevî emîrini desteklemeye başlamış, fakat onun bu yardımı uzun sürmemiştir. Çünkü adı geçen Abdurrahman, kuv­vetli bir orduya sahip olmadığı gibi, İbni Hammûd kadar siyaset ve tedbir ''ahibi de değildi. Bunun,için İbni Hammûd, Abdurrahman kendi adamlarıyla askerlerini toplamadan onu öldürmek için bit düzene başvurmuş ve Öldürtmüştür. Bunun üzerine ayaklanma, ola­yı sona ermiş ve adamları onun siyasî emelini gerçekleştirecek bir Inıvyet .gösterememiştir. Hatt'' onlar .baskıya, sürgüne» esirlik va prangaya vurulmak gibi cezalara uğramışlardır.

İbni Hazin, Abdurrahman´ın harek''tına katılmış, onunla birlik­te Gırnata´yı istil'' etmek üzere yürüyüşe geçen ordu ile sefere çık­mıştır.[14] Fakat Abdurrahman maksadını tamamlamadan öldürül­müştür. Böylece İbni Hazm, yenilgiye uğramış bir kimsenin akıbeti­ne maruz kalmış, esir edilmiş ve bir müddet esarette kaldıktan son­ra, 409 H. yılında serbest bırakılmıştır.[15]



İlim Mihrabına Dönüşü


İbni Hazm, tekrar ilme dönmüş, durumu sıkıştığı zaman terkettiği ve altı yıl kadar uzak kaldığı Kurtuba´ya geri gelmiştir. Kendi­si bu konuda şöyle der: «Kurtuba´dan 404 yılı Muharrem ayının başında çıktım. Sonra oraya 409 yılı Þevval ayında geri geldim.»

îbni Hazm, sıkıntılı anlarında sığmağı olan ilme tekrar dönmüş­tür. Önceki gibi yine fıkıh ve hadis çalışmalarına başlamıştır. Daha sonra bu çalışmalarına dayanarak, İsl''mı müdafaa etmeye, Yahu­di ve Hristiyanların İsl''m etrafında meydana getirdikleri şüphele­ri reddetmeye koyulmuş ve bu yönlerden İslama çok faydalı hizmet­lerde bulunmuştur.[16]



Tekrar Siyasete Dönüsü


İbni Hazm´in önceki tecrübesinden sonra siyasetten tamamen uzak olması gerekirdi. Fakat o, tekrar siyasete karışmıştır. Onu si­yasete sevkeden şey, Emevî hanedanına olan bağlılığı ve ailesine iyilikte bulunan bu hanedana yardım etmek arzusudur. Bu sırada Emevîlerden birisi ayaklanmış olup Kurtuba´lılar onu 418 H. yılın­dan 422 H. yılına kadar desteklemişlerdir. Ebu Muhammed îbni Hazm de hemen onun yardımına koşmuş ve ona vezir olmuştur. Ya­kut´un «Mu´cemu´l´Üdeb''» smda şöyle denilmektedir: «Fakîh Ebu Muhammed (îbni Hazm), Abdurrahman el-Mustazhir Billah b. Hi-şam´ın veziri idi... Daha sonra o, Hişam el-Mu´tedd Billah b. Mu­hammed b. Abdilmelik b. Abdirrahman en-N''sır´m veziri olmuş­tur».

Adı geçen Hişam´a Kurtuba Valisi İbni Cehver, 418 H. yılında bi´at etmişti. Hişam, L''ride´de idi. Burada üç yıl kalmış, sonra Kur­tuba´ya gelmiş ve 422 H. yılında hal´edilmiştir. Bu zat, Endülüs Emevî hükümdarlarının sonuncusudur. el-Makkarî onun hal´edilişi hak­kında şöyle der:

«Ordu, onu, 422 H. yılında hal´etti. O da L''ride´ye kaçtı. 428 H. yılında öldü. Böylece Emevî devleti yer yüzünden silinip gitti. Mağrip´de hil''fet teşbihi dağıldı. Halifelerden sonra Tevaif-i Mülûk or­taya çıktı. Berberi, Arap, Mev''lilerden emir ve reisler her tarafa da­ğılarak ülkeyi paylaştılar.»[17]

Hil''fet adına hükümran olan Emevî hanedanı yer yüzünden si­lindi. Bu hanedanın ortadan kalkışı, İbni Hazm´in kesin olarak ilme yönelmesine, kendisinin ve ailesinin bundan sonra siyasî nüfuz sa­hibi olmaktan ümidini kesmesine sebep oldu. Onun ilme dönüşü, İs­l''m için çok hayırlı olmuştur. Siyasî nüfuz bakımından ümit kırık-.lığına uğraması ise, vücutça hastalanmasına, ruhî bir perişanlığa düşmesine ve insanlardan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bu yüz­den İbni Hazm´in yazılarında daima bir hiddet göze çarpar.[18]

Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

MiM

ADMiN
11,903
Yaşayışı


İbni Hazm, zenginlerin yaşayışına benzer bir hayat sürmüştür. Onun çiftlikleri vardı. Gerçi İbni Hazm, ailesinin bası m''li gelirin­den mahrum kalmıştır. Fakat bu, kendisini fakirliğe düşürmemiş veya o, zenginliğini kaybetmemiştir. Þu kadar ki İbni Hazm, kay­bettiği şeyleri acı acı ve üzüntü ile anlatır. Bir arkadaşına gönder­mek üzere kaleme aldığı «Tavku´I-Ham''me» adlı kitabının sonunda şöyle der:

«Sen biliyorsun ki zihnim karışık ve gönlüm muztariptir. Çün­kü; biz yurttan uzak düşmüş ve vatandan kovulmuşuz. Zaman de­ğişmiş, sultanın zulmüne uğramışız. Arkadaşlar değişmiş, vaziyet­ler kötüleşmiş, günler bambaşka olmuş, bolluk gitmiş, yeni ve eski bir şey kalmamış, baba ve atalarımızın, kazandıkları yok olmuş, va­tanda gurbet başlamış, mal ve mevki´ gitmiş, bütün düşünce aile ve çocukları korumakla meşgul, ''ile yurduna dönme ümidi yok, za­man ile boğuşmak ve kaderdekileri beklemek çok acıdır. Allah, bi­zi ancak şekvası kendisine olanlardan etsin, bizi yine alıştığımız o nimete kavuştursun. Onun bize bıraktığı aldığından çoktur. İhsan­ları bizi kuşatmaktadır. Bize verdiği nimetler sayısız olup şükrü öde­nemez. Her şey onun lütuf ve ihsanıdır. Bizim kendi üzerimizde bir hükmümüz yoktur. Biz O´ndanız, dönüşümüz de O´nadır. Emanet olan her şey, emanet sahibine dönecektir. Önce de sonra da, başlan­gıçta da sonuçta da hamd O´nadır.»[19]

Bu metinden anlaşılıyor ki İbni Hazm, zamandan şik''yet etmek­tedir. Fakat, bunda teslimiyet de vardır. Bu metin gösteriyor ki İbni Hazm´in elinde kalan malı ihtiyacından fazla olup kaybettiği mal kendisini maişet sıkıntısına düşürmemiştir. Belki şik''yet ettiği şey, mevkiini kaybedişidir. İşte tatmış olduğu acı budur. Bu ise; nüfuz­lu bir ailede doğup büyüyen ve sonra da bundan mahrum olan kim­selerin duyacağı şeydir. Bununla beraber İbni Hazm, dünya mev­kiine karşılık günümüze kadar kendisini ebedîleştiren ilim mevkiine sahip olduğu halde vezirlik ve saltanatlı günlerini unutamamıştır.[20]



Seyahatleri


Cennet misali Endülüs şehirlerinde İbni Hazm seyahatlere baş­lamış, nereye gelmişse orada kolayca oturma ve refahlı bir.yaşayış imk''nına kavuşmuştur. O, bu seyahatleri sırasında kendi fıkıh ve görüşlerini yaymıştır. Arapçaya h''kim oluşu; hikmet, felsefe ve cedel metodlarmı bilişi, her yerde gençleri kendisine çekiyordu. Dolayısiyle gençler, İbni Hazm´in etrafını çeviriyor, görüş ve fikirleri de onları sarıyordu. İbni Hazm´in görüş ve fikirleri onların düşünce­lerinde gözle görülür bir tesir icra ediyordu. Bu seyahatler, İbni Hazm´in hem ruhunu huzura kavuşturuyor, hem de kendi fikrini yaymasına vesile oluyordu.

İbni Hazm, bu seyahatlerinin birinde el-B''ci ile karşılaşmış ve aralarında fıkhî münakaşalar olmuştur. el-Makarrî, onların bu kar­şılaşmalarını naklederken şöyle der:

«O, (el-B''cî Endülüs´e) gelince îbni Hazm´in gözlerinde bir par­laklık görmüştür. Ancak İbni Hazm, mezhebin dışına çıkıyordu. En-dülüs´de onun ilmiyle kimse meşgul olmuyordu. Fakihler onunla mücadele etmekten ''ciz kalmışlardı. İbni Hazm´in görüşlerine c''­hil halktan bir zümre bağlanmıştı. Mayorka,adasına gelince ilmî sa­hada buranın reisi olmuş ve Mayorka´lılar ona . bağlanmışlardı. Ebu´l-Velîd (el-B''cî) gelince halk bunu kendisine haber vermiş, o da İbni Hazm´in yanma varıp münazaraya tutuşmuş ve onun yan­lışlarını ortaya koymuştur. el-B''cî´nin böyle onunla bir çok müna­zara meclisleri vardır.»[21]

Bu münazaralar, İbni Hazm´in olgun bir yaşa gelmesinden son­ra, yani gençlik çağını aşıp orta yaşlarına ulaştığı zaman olmuştur. el-Bacî´nin Endülüs´e ancak, 440 H. yılında gelmiş olduğu tesbit edil­miştir. Buna göre işaret ettiğimiz münakaşalar bu tarihte cereyan etmiştir ki, İbni Hazm bu sırada elli yaşını geçmişti.

îbni Hazm, birçok emirlerin yardımından mahrum olmuştu. Ona, ancak arkadaşları ve valilerden bazı bilginler destek oluyorlardı. İbni Hazm´in Mayorka adasındaki ikameti, buradaki ilmî riyaseti ve bura halkının kendisine hayranlığının sebeplerinden birisi, onun ar­kadaşı Ahmed b. Raşîk (öl. 440 H.)´in Mayorka valisi oluşudur. Bu vali, îbni Hazm´i desteklemekte ve ona yardım etmekteydi.

Adı geçen valinin ölümünden sonra İbni Hazm´in durumu hü­kümet yanında zayıflamış, geldiği her yerde olduğu gibi burada da fakihler İbni Hazm aleyhinde tezahürata başlamışlardır, Bu mak­satla Ebu´I-Velid el-B''cî´de,n medet umumuşlardır. Bunun üzerine el-B''cî, İbni Hazm ile münakaşa etmiş ve İbni Hazm´in fikirlerini hazmedemiyenlerin iddiasına göre el-B''cî onu yenmiştir.

İbni Hazm Mayorka´dan münakaşada yenilmiş olarak değil, ken­disini destekleyen yardımcıyı kaybettiği için gitmiştir. el-B''ci´nin bu galibiyeti, hüccet ve burhana değil, bil''kis adamlarının sayıca çokluğuna bağlıdır.

İbni Hazm´i fakihlerin suçladıkları şey; M''liki mezhebine mu­halefet edişi, hatt'' bu mezhebe saldırışı ve re´yi fıkhı bir metod ola­rak benimseyen fakihlerin büyük çoğunluğunun görüşlerini şiddet­le yere çalışıdır. Çünkü İbni Hazm, yalnız nass´lara dayanıyor, ken­di hesabına sadece nass´larm fıkıh olduğunu ve bunlardan başka bir fıkıh bulunmadığını söylüyordu. Ona göre aklın bu nass´ları anla­maktan başka bir vazifesi yoktur. Eğer akıl, nass´lardan ileri gider­se ortaya koyacağı şeylerin şer´î hüküm olması mümkün değildir.

İbni Hazm, Mayorka´dan ayrıldı ve diğer Endülüs şehirlerinde dolaşmaya başladı. Kitaplarını da yanında taşıyordu. Dili ve kalemi son derecede keskin ve kuvvetli olan İbni Hazm, inandığı şeyleri şid­detle ve fütursuzca savunuyordu.[22]



Kitaplarının Yakılışı


İbni Hazm, Endülüs´te hayli dolaştıktan sonra 439 - 464 H. yılların­da iktidarda olan el-Mutazıd b. Abb''d´m hükümdarlığı zamanına rastlayan senelerini İşbiliye´de geçirmiştir.

el-Mutazıd, artık ihtiyarlamış olan bu büyük ''lime hiçbir saygı duymamıştır. Hatt'' ona kin beslemiş ve ruhi bir ceza tatbik etmiş­tir ki, bir ''lim için bundan daha fena bir ceza düşünülemez...İşte bu ceza, onun kitaplarını yaktırmak olmuştur. Þukadar ki birçok tecrübelerle karşılaştıktan, kaderin acı ve tatlı şerbetlerini içtikten sonra bu fel''ketin gelişi onu fazla üzmemiştir. Bunları ve adı geçen el-Mutazıd´m soyunu kısaca anlatmak istiyoruz: el-Mutazıd, Kadı Ebu´l-Kasım Muhammed b. îsm''îl b. Abbad el-Lahmî´nin oğludur, Abbad oğullan hanedanının kurucusu adı geçen kadıdır. îşbiliye´li-ler onu, Hammûd oğulları devrinde ve bu hanedanın zayıflaması üzerine emir olarak ilan etmişlerdir: Bu zat, İşbiliye ve çevresini, ulem'' ve ileri görüşlü kimselerden seçilerek kurulan bir şûra mec­lisi ile idare etmiş, memleket işlerini, 439 H. yılında ölünceye kadar güzel bir şekilda yürütmüştür.

Bundan sonra işbaşına gelen oğlu el-Mutazıd, şûra meclisinden yardım görerek babasının yolunu takip etmiştir. Fakat birden bire istibdat hevesine kapılmış ve şartlar da kendisine yardım etmiştir. L''kin o, bu istibdat fikrini nasıl gerçekleştirecekti? Babası, gücünü millet tarafından seçilen bir meclisin iradesinden alıyordu. O, iktit darı eline aldığı zaman Emevî ve Abbasîlerde olduğu gibi soyca her hangi bir hilafet hanedanına mensup değildi. Bununla beraber o, bu makamı ele geçirmesinde beis görmemişti. Çünkü, iktidarı Eme-vi halifelerinden Hişam b. el-Hakem el-Müeyyed´den aldığını ve bu zatın h''len yaşadığını iddia ediyordu. Halbuki adı geçen Hişam, 422 H. yılında ölmüştü. Söylendiğine göre yukarıdaki iddia, el-Mu´tazıd´-ın babası olan kadı (Ebu´l-K''sım Muhammed b. İsmail tarafından ortaya atılmıştır. Ekseriyetin kanaatma göre işe, bu iddiayı el-Mu´ta-zıd kendisi ortaya atmıştır.

Böyle bir uydurmaca karşısında İbni Hazm susamazdı. Bu iddia onun bağlı olduğu insanları ilgilendiriyordu. Bu sebepten o, «Naktu´l-Arûs» adlı küçük eserinde keskin diliyle bu iddianın iç yüzünü or­taya dökmüştür. îbni Hazm, bu eserinde şöyle demektedir:

«Öyle bir uydurmaca ki, tarihte bunun misli görülmemiştir. Hi­şam b. el-Hakem el-Müeyyed´in ölümünden 22 sene sonra Husrîler-den bir adam çıkıyor ve kendisinin Hişam olduğunu iddia ediyor, kendisine bi´at ediliyor, bütün Endülüs minberlerinde muhtelif, zamanlarda onun adına hutbeler okunuyor, onun için kanlar, dökülü­yor ve ordular birbirine giriyor.»[23]

İşte el-Mu´tazıd veya babası, adı geçen Hişam namına hüküm­darlık yapıyorlardı. İbni Hazm ise bunların iddiasını açıkça çürütüyordu. el-Mu´tazıd da şiddetli ve katı kalbli bir insan olup gayesini gerçekleştirmek için onu yolundan hiç bir duygu alıkoymuyordu. Hatt'' o, bu yolda oğlunun kendisine suikast hazırladığını öğrenince onu dahi öldürtmüştü. el-Mu´tazıd, kendisinin aleyhinde atıp tutan kör bir şahsın malını müsadere etmiş, o da Mekke´ye kaçıp Beytu´l-Haram´da el-Mu´tazıd´a beddua ederek yine aleyhinde bulunmuştur. el-Mu´tazıd da birini gönderip onu zehirleterek öldürtmüştür.

îbni Hazm´in kitaplarını yaktıran İşbu el-Mu´tazıd´dır. Fakat, bu işi nasıl gerçekleştirmiştir? Her yerde ''limler, îbni Hazm´in görüşle­rine karşı tahammülsüzlük gösteriyorlardı. Bilhassa onun İmam M''lik´in görüşlerine hücum edişi, Þark ve Garb fakihlerinin büyük ço­ğunluğuna aykırı bir içtihad metoduna sahip oluşu düşmanlarını artırıyordu. Yukarıda gördük ki, Îbni Hazm, Mayoçka´dan ''limlerin gazabına uğrayarak uzaklaşmıştı. Elebette îşbiliye´de de böyle bir gazabla karşılaşacaktı.

Burada, bu büyük ''limin inancı uğruna karşılaştığı iki çeşit ga­zabın mevcudiyetini görüyoruz:

1 ? Âlimlerin gazabı,

2 ? Emîrin gazabı.

Çünkü İbni Hazin, Emîrin kendisinin veya babasının ortaya at­tığı Hişam adına hükümet iddiasını ibtal ederek, onun iktidarını çü­rütüyordu. Emîr, bunun intikamını elbette alacaktı. O, bunu gerçek­leştirmek için ''limleri müdafaa kisvesine büründü ve İbni Hazm´in kitaplarını yaktırdı. Zira ''limler, onun kitaplarını tanımıyorlardı. Îbni Hazm için kitaplarının yakılması en büyük işkence sayılmıştı. Fakat o, bu ruhî işkencenin altında kalacak bir kimse değildi... O, muarızlarının, k''ğıtları yaktıklarını, aslında kitaplarından hiçbir şey yakamadıklarmı söylemiştir.

Bundan anlaşılıyor ki, îbni Hazm´in kitaplarının bütün nüsha­ları yakılmamıştır. Çünkü talebeleri, her yerde onun kitaplarını mu­hafaza ediyorlar ve nüshalarını çoğaltıyorlardı.[24]



Leble´dekî Çiftliğine Dönüşü


Alimler, îbni Hazm´in ilmine karşı çekemezlik göstermişler, emirler de onun ahl''kını ve kuvvetli cesaretini hazmedememişlerdir. Îbni Hazm bundan dolayı çok yer dolaşmış, ilmini gençler ara­sında yaymış ve her yerde ''limlerin kin ve kıskançhklanyla karşı­laşmıştır. Emirlerden onu destekleyen çok az olmuş; ekseriya emir­ler ona değil, ''limlere yardım etmişlerdir. Îbni Hazm´i öyle güç bir duruma sokmuşlardır ki nihayet o, ailesinin Kurtuba´ya gelmeden önceki memleketi olan küçük bir köye[25] sığınmıştır. Burası Leble bölgesinde olup orada Îbni Hazm´in bir çiftliği vardı. O, kendisini burada sükûnet ve huzur içerisinde ilmî araştırmalara vermiştir. Fa­kat, bir çok eserlerinde görüldüğü gibi devamlı bir üzüntü içindeydi. Yanına gençler gelip onu dinliyorlar ve kendisinden ilim tahsil ediyorlardı. İbni Hayyan bu konuda şöyle der:

«Melikler (Emirler), Îbni Hazm´i kendilerine yakın yerlerden uzaklaştırıyorlar ve memleketlerinden sürüyorlardı. Nihayet onu yalnızlığa mahkûm ettiler. O da, Leble çölündeki memleketinin top­rağını tercih etmiş ve burada 456 H. yılında ölmüştür. İbni Hazm, bu­rada tamamen serbest idi. Onların (''limlerle emirlerin) kendisiyle bir ilgisi yoktu. O, memleketin vahalarından kendisine gelen ve on­dan umumi olarak istifade etmek isteyenlerle hiçbir şeyden korkma­yan genç talebelerine ilmini öğretiyordu. Onlara hadis rivayet edi­yor, fıkıh anlatıyor ve bunları yetiştiriyordu. O, ilimle meşgul olma­yı, telife devamı ve çok eser yazmayı elden bırakmıyordu.»[26]

Kısaca, İbni Hazm sürgün edilmiş fakat, ilmi gizlenememiştir, İbni Hazm´i sürgün edenler ve nihayet onu köyünde oturmaya mec­bur kılanlar, ondan fışkıran ilim nurunu söndürmek istemiştir. Al­lah da bu ilmi tamamlamayı murad edip öğrenmek isteyenlere onu müyesser kılmıştır. Tarih, îbni Hazm´i sürgün edenlerin adını silmiş­tir. Onun ismi ise bütün müslüman ''limleri, hatt'' bütün insanlar arasında olanca parlaklığı ile yaşamaktadır.

İbni Hazm, mal ve büyük bir nüfuza v''ris olmuş, vezirlik maka­mına gelmiş, fakat bunlann hepsi tarih içinde kaybolup gitmiş, sa­dece onun ''limlik sıfatı, tarihin karanlıklarını yararak günümüze kadar [27]gelmiştir.[28]



Þahsiyet Ve Karakteri


İlim adamının kabiliyet ve istidatları, onun ilmî şahsiyetini mey­dana getiren ilk unsur ve ilk kaynaktır.

Allah, İbni Hazm´e ilim nurundan faydalanması için gerekli sı­fatları ihsan etmiştir. Bu sıfatların başında onun güçlü bir hafızaya sahip oluşu yer alır. O, Peygamber (S.A.V.)´in hadislerini kolayca hıfzetmiş ve bu konuda büyük hafızlar mertebesine yükselmiştir. Peygamber (S.A.V.)´in hadislerinin yanında sah''bi ve tabiilerin fet­valarını da hıfzetmiştir. Çağdaşları onun güçlü hafızasına ve geniş ihatasına hayran kalmışlardır.

îbni Hazm, böyle bir hafıza gücüne sahip olmakla beraber, sürat-i intikal ve hazır cevaplılık bakımından da mükemmeldi. İhti­yaç duyduğu zaman buluşları kendiliğinden meydana çıkar, müca­dele ve münazaralarda ona yardımcı olurdu. O, hem hasımlarını, hem de onları destekleyen emirleri perişan ederdi.

Bu ilmî iki meziyetinin yanında Ibni Hazm, derin bir tefekkür sahibi olup m''n'' ve hakikat denizlerine dalardı. Biz bunu, onun İs­l''m fırkalarını, din ve mezhebleri incleyişinde açıkça görebiliriz. Keza, bunu, insan ruhlarını aşk yönünden derin bir şekilde tahlil eden «Tavku´l-Ham''me»[29] adlı eserinde görebiliriz. «Müd''v''tu´n-Nufûs»[30] adlı eserinde de onun bu tefekkürünü bulmak mümkün­dür. Hatt'' bu son eseri, insan nefsini tahlil bakımından onun tefek­kür derinliğini daha iyi göstermektedir. Kendilerini beğenenleri tas­vir ederken o, cidden takdiri değer... İbni Hazm birine, kendisini in­sanlardan üstün görüş sebebini sorar ve neticeyi şöyle anlatır:

«Bir kimsenin kendisini üstün görüşünün ve insanları küçümse­yişinin sebebini yumuşaklıkla sordum. Onun: ben, hürüm hiç kim­senin kölesi değilim, sözünden başka bir şey söylemediğini gördüm. Ona; gördüğün insanların çoğu bu fazilette seninle eşittir; onlar da senin gibi hürdürler, dedim. Onda daha fazla bir şey bulamadım. Bundan sonra, bu gibi insanların hallerini ve bu hallere bağlılıkla­rını araştırmaya koyuldum. Bu hususta onların böyle bir gurura ka­pılmalarının sebebini öğrenmek için yıllarca düşündüm. H''l'' da on­ların hallerinden, maksat ve sözlerinden ortaya çıkan ruhlarındaki gizli şeyleri araştırıyorum. Neticede onların üstün bir akla ve esas­lı bir görüşe sahip oldukları anlaşıldı. Eğer zaman, onların ayakla­rını bıraksa ve imk''n bulsalar, memleketleri güzel bir şekilde idare ederler. Kendilerinin diğer insanlardan üstün oldukları anlaşılır. On­lar, mal sahibi olsalar bunu gayet güzel idare ederler. îşte böyle im­k''nlardan yoksun oldukları için kendilerini kibir ve gurur istil'' et­miştir»[31]

Allah, İbni Hazm´e İşte bu aklî kabiliyetleri ihsan etmiştir. İbni Hazm, bu kabiliyetlerinin Allah vergisi ve il''hî bir nimet olduğuna, bunun için Allah´a hakkıyla şükretmesi gerektiğine; eğer o, Allah´a şükretmezse bu nimetleri veren Allah´ın onları geri alması tehlike­siyle karşılaşacağına inanırdı. Bu sebepten İbni Hazm, kabiliyet ve istidatlarıyla gurur duyan ve insanlara üstünlük satan kimseleri kınardı. O, ?Allah kendisinden razı olsun? bu konuda şöyle der: «Eğer sen ilmine hayranlık duyuyorsan, bil ki, bu ilimde senin herhangi bir fonksiyonun yoktur. O, sadece Allah vergisidir. Onu sana Allah vermiştir. Buna Allah´ı gazaplandıracak bir şeyle karşı­lık verme. Bakarsın ki Allah onu, imtihan ettiği bir şey vasıtasıyla unutturuverir. Böylece bildiğin ve, öğrendiğin her şeyi kaybedersin. İlim, zek'', her türlü istidlal ve doğru araştırma sahibi olan Abdulmelik b. Turayf bana şöyle haber verdi: Ben büyük bir hafızaya sa­hip olup hemen hemen işittiğim hiç bir şeyi unutmaz ve bunların tekrarına ihtiyaç duymazdım. Bir defa deniz yolculuğuna çıkmış­tım. Bu sırada geçirmiş olduğum şiddetli bir korku h''fızamdaki şey­lerin çoğunu unutturdu ve hafıza gücümü fena şekilde bozdu. Bun­dan sonra sahip olduğum hafıza ve zek''yı bir daha bulamadım. Ben (İbni Hazm) de, bir hastalığa yakalandım. İyileştiğim zaman h''fı­zamdaki bir çok şeyleri kaybettim. Bunlara, ancak yıllardan sonra kavuşabildim.»

İbni Hazm böyle bir İmanla ilme yönelmiş, bunu izzet ve şere­fin esası olarak kabul etmiş ve bundan bol bol nasibini almıştır. Ay­nı zamanda o, ilme ihlas ile yönelmiştir. Esasen îhlas, İbni Hazm´in sıfatlarının en seçkini idi. îhlas, hikmetin nuru ve hakikatin yolu­dur.

İbni Hazm´în sahip olduğu belli başlı sıfatı açık sözlülüğü idi. Onun bu sıfatının teşekkülünde en büyük rolü oynayan ihlasıdır. O, hak olduğuna inandığı şeyi, neticesi ister iyilik ister kötülük olsun, açıkça söylerdi. Çağdaşları onun söz ve kalemle görüşlerini il''n ederken çok şiddetli olduğunda ittifak etmişlerdir. Nitekim kitapla­rı buna şahitlik etmektedir. Hatt'' çağının ''limleri, İbni Hazm hak­kında; O, ilmi öğrenmiş, fakat ilmin siyasetini öğrenememiştir, demişlerdir.

Îbni Hazm sarahat (açık sözlülük) bakımından böylesine şid­detli olduğu halde zararsız şeylerde insanlarla anlaşmanın zarure­tine inanırdı. Allah´ın gazabına sebep olmayan şeylerde insanlarla dostça münasebetler kurardı. Aksi takdirde muhalifini, Allah´ın rı­z''sını kazanmak için taştan taşa çalardı. İbni Hazm´in bu hususta­ki şu satırlarını birlikte okuyalım:

«Arkadaşa muhalefet´den, az - çok dünya ve ''hiretine zararı olma­yan şeylerde zamanın insanlarına muarız olmaktan sakın. Çünkü sen ez'', nefret ve düşmanlık kazanırsın. Belki de bu hiçbir fayda sağlamadığı gibi, büyük bir zarara sebep olur. Eğer senin için halkın veya hakkın düşmanlığını kazanmaktan başka çare olmazsa insan­ları gücendirip düşmanlıklarını kazanmayı tercih et, Rabbını gazaplandırıp hakka düşman olma!»[32]

İbni Hazm, İşte bu duyguların gerçek timsali idi. O, çağındaki ''limlerin çoğuna karşı sadakatla sevgi gösterirdi. Bu ''limlere gön­derdiği mektupları sevgi, kardeşlik ve insanlara karşı beslediği ya­tkınlık ve kendisiyle düşüp kalkanlara gösterdiği iyi muaşeret ifade­leriyle doludur. Nihayet ''limlerin birçoğu ile ihtil''fa düşmüş, onlar kendisine karşı şiddetli bir muhalefet göstermişlerdir. Bunların bir kısmı, emîrleri(tahrik işinde büyük bir rol oynamıştır. İbni Hazm de bunlara çok kızmış, bunlarla, açık sözlülüğün ötesinde şiddet ve hiddetle mücadele etmiştir.

Þüphesiz İbni Hazm´in böyle derin anlayış ve idrak sahibi olu­şunun yanında mizacında bir hiddet vardı. Bunun içindir ki o, mü­cadelelerinde çok sert ve keskin bir dil kullanırdı. O, ekseriya mu­halif olduğu kimselerin görüşlerini tenkit ederken «şenî» kelimesi­ni kullanırdı. Mesel''; bu şenî´ bir yanlıştır, derdi. Bilginlerin hiddet­li olmaları aslında hoş bir şey değildir. Fakat, İbni Hazm´in böylesi­ne bir hiddete sahip oluşunun sebebini araştırmak gerekir. Biz bu konuyu araştırırsak şu iki hususla karşılaşırız:

1 ? İbni Hazm, emirlerin ve onları tahrik eden ''limlerin kendisine kötülük düşündüklerini hissediyordu. Unlar, kendisine liken­ce edilmesini İstiyorlar, hatt'' fiilen onu işkenceye maruz bırakıyor­lardı. İşte bu durum, İbni Hazm´in ruhunda şiddetli bir ıztırap do­ğurmuştur. Bu yüzden o, ''limlerden nefret ediyor ve onlardan şid­detli bir şekilde intikam almak istiyordu. Bir ''lim İçin, töpyekûn emeklerinin mahsulü olan eserlerinin halkın gözleri önünde yakıl­masından daha büyük bir işkence düşünülebilir nü? İşte bu, İbni Hazm´i hilimden uzaklaştırmıştır. Buna göre diyebiliriz ki; îbni Hazm´e düşmanlık besleyen emirlerin hileleriyle bunları tahrik eden ''limlerin tutumu, onun hiddetine sebep olmuştur.

2 ? İbni Hazm, sahip olduğu sarahat (açık sözlülük) sıfatının bir icabı olarak, maruz kaldığı bir hastalığın kendisinde bir hiddet meydana getirdiğini itiraf eder ve şöyle der: «Ben şiddetli bir has­talığa yakalandım. Bu hastalık, dalağımın çok büyümesine sebep ol­du. Bu da, bende huzursuzluk, sıkıntı, sabırsızlık, heyecan ve hafilik meydana getirdi. Ben, huyumun değişmesini beğenmiyorum. Tabiatımın benden ayrılması hiç hoşuma gitmiyor. Bana göre dalak ferahlık mahallidir. O, fenalaşmca ferahlığın zıddı meydana çık­maktadır»[33]

Bu, ince bir tahlildir. îbni Hazm burada ruhî zaafının sebeple­rini açıkça anlatmaktadır. Kendisini huzursuzluk ve huysuzlukla ni­telemekte ve bu hususta muhaliflerini vasıflandırırken gösterdiği şiddeti kendi nefsi için de göstermektedir.

İbni Hazm hiddetinden böyle şik''yet ettiği halde, bunun bir kı­sım faydaları da olduğunu kabul eder. O, bir çok teliflerinin sebep­leri arasında hiddetli oluşunu da zikreder ve şöyle der: «Ben, c''hil­lerin sıfatı olan hiddetten büyük menfaat gördüm. Bu benim tabia­tımı ateşinleştirdi, hafızamı alevlendirdi, fikrimi cevvalleştirdi ve heyecanımı artırdı. Bunlar da, faydalı birçok eserlerin telifine se­bep oldu. Onlar, benim sükûnetimi bozmasalar ve iç ''lemimi deşmeaelerdi bu eserlerin çoğu ortaya çıkmazdı»[34]

İşte İbni Hazm´in hiddetinin böyle bir takım faydalı neticeleri olmuş ve şiddetten böyle bir nur fışkırmıştır. Onun hiddeti, insan­lara söz veya ilim yönünden üzücü gelmişse de, neticesi güzel olmuş­tur.

İbni Hazm´in yetişme tarzı, ailesinin mazisi, ruhî temayülü ve basit şeylerden uzak oluşu, onun izzeti nefis sahibi olmak gibi en bariz sıfatının teşekkülüne yardım etmiştir. O, izzeti nefis sahibi idi. Çünkü izzetli bir millet içinde yetişmiştir. Ayrıca, o, ihlas ile sa­dece ilme sığınmıştır ki bu da, hakkıyla izzeti nefis sahibi olmak isteyen kimsenin sığınacağı bir kaledir. Onun izzeti nefsi sağlam bir cevherden doğmaktadır. H''diseler, ancak bu cevherin daha fazla panldamasma sebep olmuştur. O, hapis ve sürgün edilmek gibi iş­kencelere uğradığı zaman bile zaaf ve perişanlık göstermemiştir. Ha­yatın tatlı ve acı şeylerini tatmıştır. Tatlı ve lezzetli şeyler, Ibni Hazm´i izzeti nefsine aykırı blan mevki´lere sürüklememiş, hayatın ıstırapları, da onu zillete düşürmemiştir.

İbni Hazm´in izzeti nefis duygusunu geliştiren üç husus vardır:

1 ? İbni Hazm, ömrünün çoğunu siyasetten uzak geçirmiştir. Siyasete girişi, ancak Emevî hanedanına olan bağlılığının neticesi­dir. Siyasete girişi de, siyasetten uzak kalışı da izzeti nefsinden ile­ri gelmektedir, Siyasetle uğraşan kimsenin ruhunda bir hırs mey­dana gelir. İnsanların birbiriyle boğuşmaları, hırsların şimşekleri, altında cereyan eder. Bir Arap atasözünde: «Hırslar, insanların bo­yunlarını büktü.» denilmektedir Ebu Muhammed İbni Hazm, siya­seti terkedip ilme döndüğü gün izzeti nefsin muhkem kalesine sı­ğınmış oldu.

2 ? Allah, îbni Hazm´e öyle bir güç ve fikri bir istidat vermiştir ki o, bunlar için daima Allah´a hamdederdi. Âlimler, İbni Hazm´e karşı emirleri tahrik ettikleri zaman o, kendisinin hak ve ruh bakı­mından onlardan kuvvetli oldıiuğnu hisseder, emirlerin asla kendi­sinden üstün olmadığını görürdü. Çünkü kendisi de onların işgal ettiği mevkilerden gelip geçmişti. Eğer kendisi de onlar gibi yumu­şak davransa ve rengi, gayesi ve v''sıtası ne olursa olsun siy''sete razı olsaydı aynı mevki´lere yine gelebilirdi.

3 ? Ibni Hazm, Allah´ın kendisine ihsan ettiği bir bolluk için­de idi. İhtiyaç, hırs ve zaaf kendisini ezmemişti. O, daima Allah´a gü­venirdi.

İbni Hazm´in ahl''kî ve içtim''i sıfatlarının başında vefak''rlığı gelir.´ Vefak''rlık onun ruh cevheridir. O, hem hocalarına, hem ar­kadaşlarına, hem de kendisiyle ilgisi olanlara karşı vefalı idi. O, her zaman bu vefak''rlığı ile öğünür ve şöyle derdi:

«Ben, bu sözü Öğünmek için söylemiyorum. Ancak Allah´ın ta­lim ettiği edebe uyarak söylüyorum, Allah şöyle buyurur: «Bunun­la beraber, Rabbi´nm nimetini durmayıp söyle!»[35] Yüce Allah, bana velevki bir defa olsun, karşılaştığım kimselere daima vefak''rlığı, velevki bir defa olsun, konuştuktan sonra benden ayrılan herkesin hakkını korumayı ihsan etmiştir. Bunun için ben Allah´a şükür ve hamdeder, O´ndan bunları artırmasını dilerim. Bana göre zulümden daha ağır bir şey yoktur. Andolsun ki nefsim, aramızda en az bir hak bulunan kimseye, isterse onun bana karşı davranışı kaba ve su-çu çok olsun, zarar getirmeyi düşünmeme asla müsaade etmemiştir. Dolayısıyla, bana pek çoğu kötülük etmiş, fakat ben daima kötülüğe iyilikle karşılık vermişimdir. Bunun için Allah´a çok şükürler ol­sun»[36]

Bu sözleri, İbni Hazm Tavku´l-Ham''me´sinde hayatının revnaklı günlerinde, yani nüfuz ve kudretli olduğu zamanlarda yazmıştır.Fakat kendisi, kötülük etme hastalığına asla yakalanmamıştır. O, durum ne olursa olsun, vefak''rlıktan ayrılmazdı. Karşılaştığı her­hangi bir ıztırap, işkence ve baskı sebebiyle vefasızlık etmişse, bu geçici olup onun asıl seciyesinde böyle bir şey yoktur.[37]


Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

MiM

ADMiN
11,903
Sanat Ve Edebî Zevkî


İbni Hazm, yukarıda işaret ettiğimiz fikrî, ahl''kî ve içtimaî se­ciyelerinin yanında son de)ecede duygulu bir insandı. İdrak edici akıl ve olgun ahl''kın yanında yer alan kuvvetli duygu, insanda doğ­ru ve isabetli görüş, ilhama benzer bir anlayış gücü, başkalarıyla kendi arasında müşterek bir vicdan husule getirir. Aynı zamanda bu duygu, onda, güzel olan şeye karşı bir san.at zevki doğurur. İşte İbni Hazm, hem nesirde hem de şiirde büyük bir sanat zevkine sahipti. O, derin tefekkürü, ince duygusu, zengin ve kuvvetli heye­canı sayesindedir ki, Tavku´l-Ham''me adlı kitabında insanların ruh­larını ve Müd''v''u´n-Nufûs adlı kitabında da, daha çok kendi ruhu­nu tahlil imk''nına kavuşmuştur. O, bu kitaplarını bir sanat eseri olan nesir üslubuyla yazdığı halde, ruhların derinliklerine kaplan­lar gibi iniverir.

Denilebilir ki İbni Hazm, eğer derin.ilmiyle meşhur olmasaydı, güzel yazılarıyla meşhur olur, ismi en büyük ve en meşhur yazarlar mevkiine yükselirdi.

İbni Hazm «sehl-i mümteni» sayılan böyle bir nesir yazarı olu­şunun yanında iyi bir şairdi. Eğer fıkıh ve ilim ona galebe çalmasaydı şairler arasında yer alması muhakkaktı.

Kısaca, bu büyük ilim adamına Allah öyle sıfat ve seciyeler ver­miştir ki bunlar sayesinde o, çağının en üstün adamı olmuş, bir yandan buyuk bır takdir, bir yandan da haset ve kin dolu bakışları üze­rine çekmiştir. Elbette bütün bunlar, iyilik ve kötülüklere sahne olan bu dünyadaki büyük ve n''dir insanlar için ola6an şeyleri

Þüphesiz ki yarattığı şeylerde Allah´ın bir çok hikmetleri vardır.[38]



İbni Hazmın İlmi


İbni Hayyan şöyle der: «Ebu Muhammed (îbni Hazm) hadis, fı­kıh, cedel, nesep, edebiyat, mantık ve felsefe gibi birçok ilimlere sa­hipti. Bu ilimlerin bazısı üzerinde bir hayli eserleri vardır. Ancak bu kitaplarında yanlış ve sakatlıklar da mevcuttur. Çünkü o, bütün ilimleri hocasız olarak tahsil etmek cesaretini göstermiştir»[39]

Bu sözler, îbni Hazm´in ilminin zenginliğini gösterir. Fakat bu­rada, şiddetli bir iğneleme de vardır. Çünkü îbni Hayyan, îbni Hazm´­in sözlerinde yanlışlıkların bulunduğunu ileri sürmektedir. Zira İbni Hazm, bütün ilimleri kendi gayretiyle, hocasız olarak kitaplar­dan öğrenmiştir. Bu noktadan îbni Hazm´i, İbni Haldun da tenkit etmiştir. Bu tenkitler ister yerinde olsun ister olmasın, kesin olarak bildiğimiz şey, îbni Hazm´in kendinden sonraki nesillere faydalı bir çok eserler bırakmış olmasıdır. Yine kesin olarak bildiğimiz bir şey daha vardır ki o da, îbni Hazm´in kendine has bir metoda sahip olu­şudur. İbni Hazm devamlı olarak bir kısım hocalara bağlı olsaydı, müstakil ve kuvvetli bir düşünceye sahip olmasaydı belki onun bu metodu teşekkül etmeyecekti.

İbni Hazm´i sert bir dille tenkit eden îbni Hayyan, onun bazı kitaplarını zikreder ve şöyle der:

«Þeyh (Üstad» Ebu Muhammed (îbni Hazm)´in, Allah´ın lanet ettiği yahûdiler ile, müslümanlar tarafından reddedilen diğer bazı mezheb mensupları arasında yapmış olduğu toplantıları ve yazılı bir kısım haberleri vardır. Onun pek çok eserleri mevcut olup en meşhuru «el-Fasl (el-Fısal) Beyne Ehlil-Âr''i ve´n-Nihal»[40] adlı ce­del hakkındaki kitabıdır. Müslüman fırkalarından te´vlli kabul eden­lerin k''fir olduğunu göstermek ve taklidi caiz görenleri reddetmek için kaleme aldığı «es-S''df ve´r-R''di´» adlı kitabı da meşhurdur. Ayrıca îbni Hazm´in «Þerhu Hadîsi´l-Muvatta´ ve´1-Kelam al'' Mes''ilihî»[41] senedlerini kısaltarak sahîh hadisleri tarif, lafız ve m''n''­larını izah eden ?el-C''mi´ fî Haddi Sahîhi´l-Hadis», Kitab ve Sünnet´-de hakkında bir nass bulunmayan nazari ve fer´ı meseleleri incele­yen «et-Telhıs ve´t-Tahlîs», ihtilaflı olduğu bilinmeyen meseleler ara­sında içma´ı ele alan «Müntek''´1-îcm''´ ve Bey''nuhû», halîfelerin siret ve derecelerini, bu konudaki sünnet ve vacipleri anlatan «el-îmame ve´s-Siyase», «Ahl''ku´n-Nefs», büyük ve meşhur bir eseri olan «el-îys''lil'' Fehmi Kitabi´l-His''l» ve «Keşfu´I-ÎItibas m'' Beyne Ashabı´z-Z''hîr Ve.Ashabı´l-Kıyas» gibi birçok kitapları vardır. Muh­telif konulara ait risalelerinin sayısı da çoktur.»[42]

îşte bunlar, îbni Hazm´in eserlerinin bir kısmını teşkil eder.[43] Yukarıda adı anılan eserlerinin çoğu İsl''m´ı müdafaa, İsl''m ,düşmanları veya müslümanların sapıkları ile mücadele için yazılmış­tır. Bu eserlerinde, çok şiddetli bir dil kullanan Îbni Hazm´in ufku­nun genişliğini ve ilminin zenginliğini görmekteyiz.

İbni Hayyan´in saydıkları, Îbni Hazm´in kitaplarını tam olarak içine almaz. Ancak onun bir çok kitaplarından pek azmi ifade eder. îbnı Hazm´in oğlu Ebu It''fi´ el-Fazl şöyle. demiştir: «Babamın elya-zısı ile telif etmiş olduğu kitaplardan dörtyüz cildini yanımda top­ladım. Bunlar, yaklaşık olarak seksen bin varak teşkil [44]eder.[45]



Îlmi Metodu


Birçok eser telif eden ve çeşitli ilimlerle uğraşan îbni Hazm, ken­disine has ilmî bir metod takip etmiştir. Onun bu metodu ikiye ay­rılır:

1 ? Akli ilimlere ait metodu.

2 ? Nakli ilimlere ait metodu.

Aklî ilimlere ait metodunu Îbni Hazm, muhalifleriyle fikrî mü­cadelelerinde kullanmıştır. Elbette fikrî mücadelelere girişen kimse­nin naklî değil, akli bir metodu olmalıdır. Çünkü, muarızlar nakli tanımadığı zaman onlarla aklî esaslara göre münakaşa etmek ge­rekir.[46]



Aklî Metodu


İbni Hazm, insanın insan olması hasebiyle doğuştan var olan (bedîhî) bilgilere sahip olduğunu kabul eder ve bu bilgilere «İlmu´n-Nefs» adım verir. Çünkü selim´bir fıtrata sahip olan herkes, öğre­time ihtiyaç duymaksızın bu bilgileri elde eder. Bunları kavraması ve inanması, bu konuda bizim için bir delil teşkil eder. Bu bilgilere misal olarak İbni Hazm, parçanın bütünden küçük olduğunu ile­ri sürer ve bunu isbat için şöyle bir delil serdeder: Çocuğa bir hur­ma tanesi verdiğimiz zaman ikincisini ister, ikinci hurma tanesini verirsek sevinir. Çocuğun bu bilgilere sahip oluşuna başka bir mi­sal olmak üzere îbni Hazm, onun iki zıt şeyin bir arada bulunmayacağmı bildiğini söyler. Mesel''; çocuğu iradesi hil''fına ayakta dur-durursak ağlar, serbest bırakılınca hemen oturur. Keza çocuk, iki cismin aynı anda tek bir yeri işgal etmiyeceğini bilir. Mesel''; onun oturmak istediği bir yer üzerinde başkasıyla çekiştiğini görürüz. Çünkü çocuk, o yerin kendisini başkasıyla birlikte içine almayaca­ğını bilir.[47]

İbni Hazm, «el-Fasl» adlı kitabında iki kişinin ihtil''f etmediği aklî bedihiyy''tı (açık seçik bilgileri), nefsin doğrudan doğruya bile­ceğini anlatır ve mis''l olarak şunları zikreder: İnsan kendisinin gör­mediği şeylerin birbirine aykırı olamayacağını bilir. Mesel'';-bir kim­se ona uzakta olan bir şeyi haber verse, sonra ikinci bir şahıs gelip o da aynı şeyi söylese o kimse, bu haberi tasdik eder. Eğer aynı olay hakkında ikinci şahsın verdiği haber değişik olursa o kimse, bu ha­berin her ikisini de tasdik etmez. însan bu ilim sayesinde haberle­rin doğruluğunu, doğanların doğumunu, ölenlerin ölümünü, azledi-lerin azlini, hastalananların hastalığını, şif'' bulanların şifasını, fe­l''kete uğrayanların fel''ketini ve kendisinden uzak memleketleri bi­lir. Nihayet insanın, idraki yükselince tarihî h''diseleri ve Peygam­berlere ait haberleri bilme imk''nına kavuşur. Aklı gelişince Pey­gamber (A.S.)´den nakledilen s''dık haberleri de tanıyabilir. Böy­lece akli ilim için bir esas teşkil ettiği gerçekleşmiş olur.

Bundan sonra İbni Hazm; bu bedîhîlerin her insanın nefsinde mevcut olduğunu, aklî şeyler üzerindeki düşünce hat''sının menşei-nin bu bedîhiyy''ttaki ihtil''f olmadığını, ancak bu hatanın menşeinin, bu bedîhîlerden uzaklaşmasından ibaret bulunduğunu söyler. Mukaddimeler (öncüller) öyle çoğalmıştır ki, onları bu bedıhilere dayandırmak güçleşnıiştir. Mesel''; matematik böyledir. Çünkü ra­kamlar çoğaldıkça hesapta yanılma ihtimali o nisbette artmaktadır. Bu sebepten cebir veya hesaba ait denklemlerin neticeleri değiş­mektedir. Rakamlar azaldıkça neticeler hat''dan o nisbette uzaklaş­maktadır. Bu hususta İbni Hazm şöyle der:

«İstidlal, ancak bu mukadimeler (bedîhiler) ile olur. Bir şeyin doğruluğu, ancak onu bunlara dayandırmakla mümkündür. Bu mu­kaddimelerden biri, herhangi birşeyin doğruluğuna şahitlik ederse o şey doğrudur, gerçektir. Herhangi bir şeyin doğruluğuna şahitlik etmezse o şey de b''tıl ve sakattır. Ancak bir şeyin bu mukaddime­lere dayandırılması yakınlık veya uzaklık bakımından farklı olabi­lir. Yakın olanlar, her nefs´te apaçık mevcut ve anlaşılması gayet kolaydır... Bir şey bu mukaddimelerden uzaklaştıkça İstidlal yap­mak işi zorlaşır; hatt'' insan hat''ya da düşebilir. Ancak kuvvetli bir anlayış ve temyiz gücüne sahip olanlar müstesnadır. Bu hal zikret­tiğimiz mukadimelere dayanan şeylerin doğruluğunu cerhetmez. Mesel''; sayılar azaldıkça toplanması kolay olur ve bunda hat''ya düşülmez. Sayılar çoğaldıkça toplanması güçleşir; hatt'' en büyük muhasip bile yanılabilir. Dolayısıyla bu mukaddimelere dayanma ba­kımından yakın veya uzak olan her şey doğrudur. Burada şeyler arasında her hangi bir üstünlük yoktur. Zikrettiğimiz mukaddimeler­den biri diğeriyle çatışmaz.[48]

Böylece İbni Hazm, neticelerdeki hat''nın menşeini ve aklın bü­tün hükümlerinin bu bedîhîlere dayandığını açıklamaktadır, Fakat o, hat''nın sebebini, sadece bu mukaddimelere dayanmamaya hasretmemiştir. Belki hat''nın bir kısmı şehvet veya muayyen bir fikre gösterilen taassubun tahakkümüne aittir. Þehvet veya taassup fik­re (düşünce) arız olan bir afattır; onu sapıtır ve hat''ya düşürür. Bu ''f''t, bazan öyle kuvvetli olur ki insan bu mukaddimelerin (bedîhlerin) bir kısmını ink''r eder. Bu konuda da İbni.Hazm şöyle der. «Doğru bir temyiz gücüne sahip olan kişi bu şeylerin (yani ak­lın bedihîlerinin) tamamen doğru ve münakaşa götürmez olduğun­dan şüphe etmez. Ancak, bunların doğruluğunu öğrendikten sonra aklına afat arız olan ve temyiz kabiliyeti bozulan veya bazı bozuk fikirlere meyleden kimseler, akim bu debîhîlerinden şüphe edebilir­ler. Esasen bozuk fikirler de, temyiz kabiliyetine arız olan bir afat­tır. Tıpkı duyu organlarına gelen afatlar gibi. Mesel''; safrası bulu­nan kimseye arız olan ''f''t böyledir. Bu afata uğrayan kimseye bal acı gelir.»

İbni Hazm, bu akli metodunu akaidi incelerken de kullanır. Al­lah´ın k''inattaki kanununu ve olağanüstü (harikulade şeyleri) bu metoduna göre açıklar. O, il''hi kanunları incelerken istikra´ ve tetebbua (tümevarım metodu) dayanır. Peygamberlere İmanın esası­nı açıklar ve bunu, sebeplerin üstünde bulunan olağanüstü olayla­ra dayandırır. Peygamber, bu olağanüstü şeyler (mucizeler) le da­vet ettiği kimselere meydan okur. Peygamberlerin meydan okudu­ğu bu harikulade şeylerle Peygamberliği sabit olduktan sonra, artık nakli metoda itibar edilir. Zira insan, Peygamberin getirdiği hüküm­leri bu metodla bilir ve bunlara uyar.[49]



Ruhî Ve Ahl''kî İncelemeleri


İbni Hazm´in ruhî (psikolo)ik) ve ahl''kî konularda incelemele­ri vardır. O, ruh üzerindeki incelemelerini «Tavku´l-Ham''me» adlı kitabında açıklamıştır. Ahl''kî incelemeleri de «Müdavatu´n-Nufûs» adlı kitabında görülmektedir. İhtiva ettiği konulardan anlaşıldığına göre İbni Hazm, bu ikinci eserini gençlik çağında değil, hayatının sonbaharında yazmıştır. Önce bu eserin konularına işaret etmek is­tiyoruz, İbni Hazm, bu eserde iki hususa dayanmaktadır.

1 ? İstikra´ ve tetebbu´.- Bunlar îbni Hazm´in kabul ettiği be-dîhi mukaddimelere dayanır! O, temas ettiği ve düşüp kalktığı in­sanların ahl''kını, kendisinden uzakta olanların haberlerini tek tek tesbit eder. Ve ahl''klarına ''f''t ''nz olan kimselerin kusurlarını söy­ler. İnceleme ve tetebbularmdan sonra tesbit ettiği bu kusurların tedavisi için il''ç olabilecek şeyleri ileri sürer.

İstikra´, her babayiğitin k''n değildir. Bu sebepledir ki istikr''´-ya gücü yetmiyenlerin, iyilik ve kötülükleri tanımaları için semavî kitaplara başvurmaları gerekir. Bu hususta îbni Hazm şöyle der: «İyiliklerin neler olduğunu bilmeyen kimse, Allah ve Resûlü´nün emrettiği şeylere itimat etsin. Çünkü bunlar, bütün iyilikleri içine almaktadır.»[50]

2 ? Felsefî incelemeler. İbni Hazm´in Müd''v''tu´n-Nufûp adlı eserinde dayandığı bu felsefî incelemeler, Yunan filozoflarından in­tikal eden ve esası aklî bedîhîlere veya istikra´ ve tetebbua daya­nan şeylerdir. İbni Hazm, kendi istikr''´ına itimat ettiği gibi, baş­kasının istikr''´ına ve filozofların ilk bedîhîlerin aslına ulaşmada kullandıkları mukaddimelerle elde ettikleri neticelere de itimat eder. Doğruluğu sabit olduktan sonra bu neticeler, beşer aklının ortak malı olup. herkes bunlardan faydalanabilir.

Adı geçen eserinde İbni Hazm´in bazı Yunan filozoflarının gö­rüşlerine itimat edişi besbellidir. O, iyilik (fazilet) nazariyesini açık­lar ve iyiliğin iki kötülük Crezîlet) arasında bir şey olduğunu söy­ler.İşte bu nazariye Aristo´ya aittir. Bu konuda îbni Hazm şöyle der: «Fazilet, ifrat ile tefritin ortasmdadır. Y''ni ifrat da tefrit de kötüdür. Fazilet, bunların tam ortasindadır!»[51]

İbni Hazm, Eflatun´un istikr''´ını da kabul eder. Efl''tun´a göre faziletlerin esası dörttür. İbni Hazm kendi istikr''´ına uyarak bu esas­larda değişiklik yapar. İbni Hazm´e göre fazilet: Ma´rifet. (bilgi), yiğitlik, cömertlik ve ´doğruluktur. Burada görüyoruz ki İbni Hazm, Efl''tun´daki, iffetin yerine cömertliği koymakta ve iffeti doğruluğa (adalete) dahil etmektedir. îbni Hazm; «İffet ve emanet, adalet ve cömertliğin çeşitlerindendir, der.[52]

İbni Hazm incelemelerinde, nakil ile sabit olan İsl''mî ahl''kı terketmemiştir. Yunan felsefesinden ve buna dayanan istikralardan faydalanarak îsl''mî ahl''kın hükümlerini işaret etmiştir. Çoğu za­man felsefî nazariyeleri zikrettikten sonra Kur´an veya Hadîs nass´-larını sözlerine il''ve eder. Daima faydalı aklî bilgilere dayanarak, îsl''mî ahl''kın yaşatılmasını ister ve bu konuda şöyle der:

Faydalı bütün ilimleri öğrenmek, akim güzelliğini artırır, onu her türlü afattan korur ve aklı zayıf olanı helak eder. İyilik için uğ­raşan kimse, aynı şekilde akla önem verse, Hasan el-Basrî´den, Ati­nalı Efl''tun´dan ve İranlı Büzürgmihr´den daha büyük hakîm olur.»[53]

İbni Hazm, «Müd''v''tu´n-Nüfûs» adlı eserinde iyilik ve kötülü­ğün ahl''kî ölçüsünü kendi anlayışına göre açıklar. Keza güvenilmeye l''yık olmayan insanı anlatır. Bu felsefî incelemelerin sonun­da aynen İsl''m ''limlerinin vardığı şu neticelere varır: Din bir ce­maat için zaruridir. Cematin himayesi ve fertler arasındaki itimat dinle olur. Dindar insan, gayri müslim bile olsa güvene l''yıktır. Din­dar olmayan bir kimse, müslüman bile olsa itimada l''yık değildir. O, bu meselede aynen şöyle der:

«Dindar insana güven; isterse o, senin dininden başka bir dinde olsun. Dînin emirlerini hafife alan kimseye güvenme; isterse o, se­nin dinine mensup görünsün. Bir kimse, Allah´ın haramlarını hafi­fe alırsa ona hiç bir şeyini emanet etme!»

İşte bunlar, îbni Hazm´in adı geçen eserini tamamen aksettir­memekle beraber, ondaki güzellikleri gösteren bir kaç demettir.[54]



Tavku´l-Ham''me´si


İbrii Hazm´in bu eseri, sadakat, ülfet ve muhabbet hakkında psi­kolo)ik bir incelemedir. «Müd''v''tu´n-Nufûs» adlı eserini, hayatının sonbaharında, ruhları tedavi için tecrübelerinin bir il''ç olmasını dü­şünerek, kaleme almıştı. «Tavkü´l-Ham''me» adlı eserini ise, ifade­lerinden anlaşıldığı gibi, gençliğinin sonbaharında kaleme almış­tır. Bu eserde anlatılan olaylar gösteriyor ki îbni Hazm, onu yazdı­ğı zaman artık gençlik devresini bitirmek üzereydi. Bu eserinde de bir çok tecrübeleri ve hayat hik''yeleri yer almaktadır. Bundan son­ra İbni Hazm, kendisini tamamen ilme vermiştir.

Bu eser, istikra´ (endüksiyon) ve İbni Hazm´in «Îîmü´n-Nefs Fıtri bilgi» adını verdiği ilk bedihilere (açık seçik bilgilere) ulaşan mukaddime (öncül)´lere dayanarak yapmış olduuğ psikolo)ik tahlil­leri ihtiva eder. İstikra ve dînî hakîkatlardan faydalanarak yapmış

olduğu bu tahlil, sevgiyi tarif edişinde açıkça ortaya çıkar. îbni Hazm sevgiyi şöyle tarif eder:

«İnsanlar, onun (sevginin) mahiyetinde ihtil''fa düşmüşler ve uzun uzadıya l''f etmişlerdir. Bu hususta benim görüşüm şudur: Sevgi, bu varlık içinde bir güce sahip olan nefsin (ruhun) yüksek ve asıl unsurundaki parçalar arasında mevcut olan bir birleşmedir. Bu birleşme (ittisal), nefsin ulvî ''leme ait kararg''hındaki kuvvet­lerinin bağlantısı ve terkibinin şekline göre karşılık verme (mücavebet) hususiyeti vasıtasıyla olmaktadır. Biliyoruz ki, yaratılmışlar, arasındaki yaklaşma ve uzaklaşmanın sırrı, birleşme ve ayrılmadır. Þekil, ancak kendi şekline bağlıdır. Bir şey ancak kendi misline ısı­nır. Müc''nesetin (benzeşmenin), duyulur (mahsûs) bir işleyiş şek­li ve gözle görülür bir etkisi vardır. Birbirine zıt şeylerdeki uyuş-mazlık (mün''feret) ve benzer şeyler arasındaki uyarlık (muvafa­kat) , bizim aramızda da mevcuttur. Hal böyle olunca´ bu; nefsin ken­disinde, saf ve ruhanî ''leminde, mutedil ve yüce cevherinde nasıl­dır?.. Bunların hepsi, insanın tasarrufunun aslında fıtrî olarak ma­lûmudur. Buna göre insan, fıtratındaki birlikte sükûnete kavuşur. Nitekim Allah Te''l''; «Sizi bir candan (Âdemden) yaratan, bundan da gönlü kendisine yatıp ısınsın diye eşini yaratan O´dur.»[55] buyurmuştur. Yüce Tanrı burada ısınmanın (sükûnetin) sebebini, Âde­min eşinin kendisinden oluşuna bağlamıştır.»

Yine Ibni Hazm şöyle der: «Bunun delili şudur: Siz birbirini seven iki kişi arasında bir benzerlik ve tabiî sıfatlar bakımından bir uyuşma bulunduğunu görürsünüz. Þüphesiz ki bu, az da olsa, mev­cuttur. Benzerlikler çoğaldıkça müc''neset artar. Sevgi kuvvetlenir. Dikat ederseniz bunu açıkça görürsünüz. Peygamber (S.A.) de, şu sözleriyle bu görüşü destekler: «Ruhlar toplanmış ordular halinde­dir. Birbirini tanıyanlar birleşip kaynaşırlar, birbirini sevmeyenler de ayrılırlar.» S''lihlerin birinden; «Müminlerin ruhları birbiriyle ta­nışır», dediği rivayet edilmiştir. Bunun için Hipokrat kendisini seven zavallı bir adamın durumu anlatıldığı zaman üzülmemiş ve: «O, an­cak bazı ahl''ki yönlerinde kendisine uyduğum için beni sevmekte­dir.» demiştir.»

îşte görüyoruz ki îbni Hazm, felsefeye dayanmakta ve onu dînî nass´larla desteklemektedir. Daha sonra o, adı geçen kitabının bü­tün bölümlerinde, müşahade ettiği olayları anlatarak istikr''´ya is­tinat etmektedir. O, bu olayları tahlil ederek, nefsin (ruhun) derin­liklerine kadar varır ve bu tahlillerini tamamen gördüklerine daya­narak yapar, işittiklerine değil,.. Bu hususta şöyle der:

«Bu kitabımda, gördüklerimin veya güvenilir kimselerin rivaye­tine uyarak doğru bulduğum şeylerin dışına çıkmamayı esas olarak kabul ettim. Eskilerin ve bedevi araplann haberlerinde beni mazur görün. Çünkü, bunların yolu bizimkine uymamaktadır. Onlara ait pek çok haber mevcuttur. Benim mezhebim, başkasının binitiyle yo­la çıkmamaktır. Ben emanet zînet eşyası kullananlardan değilim.»

İbni Hazm, sevginin iki esası olduğunu söyler:

a) Nefsi benzeşme ve ruhi kaynaşma,

b) Þekil yönünden uyuşma.

İlk hayranlık, kişi için hoşuna giden şeklin güzelliklerini t''yin eder. Ona göre güzelliğin ölçüsü bu olur. Başkası hoşuna gitmez ve ondan başkasıyla istişarede bulunmaz.

İbni Hazm, bu eserinde tahlillerine devam eder ve sevginin de­recelerini açıklar. Sevginin en üstününün Allah sevgisi olduğunu söyler. O, takva veya işi en güzel şekilde yapmak, kurbiyyet veya Allah´a itaat etmek için Allah´ı sever. Bundan sonra ülfet ve sada-kata dayanan sevgi gelir. Arkadaşlık ve dostluk sevgisi de buna da­hildir. Bunlardan sonra aşk gelir. Bu da, hiç bir sebebe bağlı olma­yan ve ruhların birleşmesinden ibaret olan bir sevgidir.

Îbni Hazm, kitabının başka bir bölümünde m''nevî ruhî sevgiy­le şehvete dayanan sevgi arasındaki farkı açıklar. M''nevî-ruhi sev­ginin sebebinin ruhî kaynaşma oîduğ´unu anlatır ve şöyle der: İlk anda vücut bakımından güzel görme ve renkleri öte geçmeyen su­reti hoşbulnıanın sebeplerinden birisi şehvettir. Fakat, m''nevî-rûhî sebebi ise hakikattir»[56]

O, ruhî sevginin ancak tek varlık için, bedenî sevginin ise çok ve çeşitli olduğunu anlatır.

Îbni Hazm, aşk ile iffetin irtibatını^ iyi kadınlarla kötü kadın­ların aralarındaki farkı anlatmak için kitabında müstakil bir bölüm ayırmıştır. Bu hususta şöyle der: «îyi kadın, muhafaza ettiğin za­man kendisini koruyan, muhafaza imk''nları olmadığı zaman da kendisine h''kim olan kadındır. Kötü kadın ise, muhafaza ettiğin za­man bile kendisini korumayan kadındır.»

Îbni Hazm, hem derinliği, hem de güzelliğiyle meşhur olan bu eserindeki ilmi açıklamalarında istikra´, tetebbu ve tahlil metoduna dayanır. Fakat, onun istikr''´ının tam olduğunu söyleyemeyiz. Bel­ki bu eksiktir. L''kin inceleme ve araştırmalarına k''fi olup maksa­dına varması için ona yol gösterecek niteliktedir. Bundan sonra îbni Hazm´in nakli ilimlere ait metoduna geçebiliriz.[57]



Naklî İlimlere Ait Metodu Ve Görüşleri


İbni Hazm´in nass´lan inceleme ve bunlardan hüküm çıkarma metodu, bu nass´lann l''fızlarının zahirî m''nalarına dayanır, İbni Hazm, bu l''fızları te´vile, hükme esas teşkil eden illeti tesbit ve bu­na dayanarak kıyas yapmak için ta´lile teşebbüs etmez. Hakkında nass bulunan bütün Isl''mî konularda l''fızların zahirî m''n''larını kabul eder.

Burada, Önce îbni Hazm´in umumî olarak görüşlerini arzede-lim; daha sonra da fıkhını ele alalım.[58]



Akîdeye Ait Görüşleri


İbni Hazm, akideyi iki yönden inceler.

1 ? Ülûhiyyet ve nübüvveti isbat,

2 ? Kur´''n ve Sünnet l''fızlarının gösterdiği akaid meseleleri­ni tesbit.

Birinci konuda ilk bedîhüere, istikra´ ve tetebbulara dayanır. Bu incelemelerinin sonunda tek Tanrıya İman esasına", Peygamberin hak olduğuna ve mu´cizelerin, Allah katından gönderildiğini söyle­yen Peygamberler tarafından gösterilebileceğine inanır.

Peygamberlik sabit olunca, sadece hüccet, Peygamberin getir­diği nass´lardır. İbni Hazm, bu nass´lann z''hirleriyle amel ederek «O çok esirgeyici (Allah) arş üzere istiva etmiştir»[59] ''yetini okudu­ğu zaman, Allah´ın z''tına l''yık bir şekilde arş ve istivası olduğuna inanır ve herhangi bir te´vüe başvurmaz.

Bu balamdan İbni Hazm, Kur´''n-ı Kerim´in haber verdiği gay-be ait bir şeyin nass´lann zahirine göre gerçek olduğunu kabul eder ve zahirden başka şeyleri kabul etmez. Ona göre. Sünnetin bildirdi­ği gaybe ait şeylerin de hepsi gerçektir. İsterse sünnet mütevatir, is­terse ''h''d haberlerden ibaret olsun. Yeter ki güvenilir kimseler tarafından rivayet edildiği sabit olsun. Dolayısıyla İbni Hazm, kitab-lara, meleklere, sır''t´a, his''ba, mizana ve levh-i mahfuza îman eder.[60]



Vahd''niyyetle İlgili Görüşleri


İbni Hazm, Allah´ın vahd''niyyeti (birliği) ne, Kur´''n ve Sün­net nass´lannda bildirildiği şekilde inanır. Ona göre nass´lardan an­laşılan vahd''niyyet üç yönden incelenir.

1 ? Ma´budun birliği: Allah´dan başka hiç bir varlığa ibadet edilmez. Kullarından hiç birisi v''sıta edilerek, Allah´a yakınlık ka­zanmak için çalışılmaz. Takarrub (Allah´a yakın olmaya çalınmak) bir ibadettir. Allah´dan başka ma´bud yoktur. İnsana, taşa, türbeye ve herhangi bir mahluka tapınmak, asla caiz değildir.

2 ? H''lık (yaradan)´m birliği: Kainattaki her şeyi yaratan Al­lah Ta''l''dır. O´ndan başka hiç bir yaratıcı yoktur. Hiç bir kimse herhangi bir fiil veya bir şeyi yaratmak iddiasında bulunamaz. Nass´larda bildirildiği gibi her şeyin yaratıcısı Allah´dır.[61]

3 ? Allah´ın sıfatlarının birliği: îbni Hazm, Allah´ın sıfatları­nın veya z''tının birliği sözü ile, Allah´ın zat ve sıfatlarında hiçbir şeriki olmadığını ve z''t-i ilahiyenin tek olduğunu kasdetmektedir.

Allah Ta''l'', yaratılmışlardan hiç birisine benzemez. Nitekim Kur´''n-ı Kerim´de; «O´nun benzeri dahi yoktur. O, hakkıyla işitir ke­m''liyle görür.[62] buyurulur. İbni Hazm, bu meselede mevcuı nass´larla bildirilen şeyleri aynen kabul eder. Kur´''n ve Sünnet´de bildirilen Allah´ın sıfatlarına olduğu gibi İman etmenin gerektiğini söyler. Bu sıfatlan Allah´ın isimleri sayar. Allah Te''l'' yüce´z''tını kadîr, alîm, hakim, semî´, basir, mürid, muhtar, hayy ve kayyûm[63] gibi Kur´''n-ı Kerim´de geçen Esm''u´l-Husn'' (güzel isimler) ile isimlendirmiştir. Bunlar, Allah´ın sıfatlandır, diyemeyiz. Ancak bunlar, Allah´ın isim­leridir, diyebiliriz. İbni Hazm bu konuda şöyle der:

«Allah´ın sıfatlan olduğunu söylemek imk''nsızdır, caiz değildir. Çünkü Allah Te''l'', Peygamberine indirmiş olduğu kelamında «sıfat» l''fzını açıkça zikretmemiştir. Peygamber (S.A.)´den de bize Allah´ın sıfatı olduğuna dair´bir şey intikal etmemiştir. Evet, bu hususta bize, sah''bîlerle seçkin tabiîlerin tek birisinden herhangi bir şey intikal et­memiştir.»[64]

Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

MiM

ADMiN
11,903
Teşbih İfade Eden L''fızlarla İlgîlî Görüşleri


İbni Hazm; «Allah´ın eli, onların ellerinin üstündedir.»[65] ve «Yer­yüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak yüce ve cömert olan Rabbının yüzü bakîdir.»[66] ''yetleri karşısında bir şey söylemez. Allah´ın eli var­dır, bunun mahiyetini bilemiyoruz; Allah´ın yüzü vardır, bunun haki­katini bilemiyoruz gibi sözleri de ağzına almaz. O, bu l''fızların zahir­lerini kabul etmekle beraber z''hir´in, bunlar hakkında böyle söylenilmesine bir delaleti olmadığım ileri sürer. Ancak Arap dilinin üslû­buna olan vukufu ve kendi zevki selimi ile «yüz» kelimesinden «zat» dan başka bir şey muradedilmediğini kabul eder. Keza; «Allah´ın eli, onların ellerinin üstündedir.»[67] ''yetindeki «el» kelimesini: Al­lah, onların ellerinin üstündedir[68] diye tefsir eder. «O´nun (Allah´­ın) iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle sarfeder.»[69] ''yetini: Allah di­lediği gibi sarfeder, diye tefsir eder. «Ellerimizin yaptıklarından ken­dileri için bunca davarlar yarattığımızı görmediler mi?»[70] ''yetinde ki «ellerimizin yaptıklarından» sözünü: bizim yaptıklarımızdan, di­ye tefsir eder. «İstiva» sözünü de böyle münasip bir şekilde tefsir eder.

Görüyoruz ki İbni Hazm, kendisi de te´vil ve tefsircilerin yolun­dan gitmektedir. Fakat bunu, te´vil veya tefsir saymamakta ve me­cazî l''fızların delalet ettiği m''n''lar olarak kabul etmektedir. Ona göre meşhur mecazlar, l''fızların zahirleri hükmündedir.

Bu suretle İbni Hazm, Allah´ın yüce zatının isimlerinden müteş''bih kelimeler bulunmadığını, ancak «H'' Mim» ve «Elif L''m Mim S''d» gibi Kur´an sûrelerinin başlarında yer alan harflerle, «And ol­sun güneşe ve onun aydınlığına.»[71] ve «Þu beldeye yemîn ederim.»[72] gibi ''yet-i kerîmelerde geçen eşya ve yaratılmış şeyler üzerine Al­lah´ın yapmış olduğu kasemlerde müteşabih bulunduğunu beyan eder.[73]



Cebr Ve İhtiyar Hakkındaki Görüşleri


İbni Hazm; «her şeyin yaratıcısı Allah´dır.» hükmü karşısında insanın kendi fiillerini yaratıp yaratmaması meselesinde cebr ve ihtiy''r´a dokunmak mecburiyetinde kalır. O, insanın fiillerini -Allah yaratmaktadır, dese, insanın iradesini yok etmiş olacak; bu da, tek­lifin ortadan kalkması gibi bir sonuca varacaktır. İnsan kendi fiil­lerini kendisi yaranmaktadır, dese, fiillerin yaratılmasında Allah´a şirk koşmuş olacaktır. İbni Hazm, bu işin içinden şu şekilde çıkar: Kul, Allah tarafından yaratılmıştır. Kendisinde bir irade ve güç var­dır. O, bir şey yapabilir veya bir şeyi yapmak istiyebilir. Kulun bu irade ve gücünün üstünde Allah´ın kahredici kudreti vardır. Allah Te''l'' kendi iradesine m''ni olacak her şeyi yok etmeye muktedir­dir. Buna göre Allah, bir kula hayır dilerse hidayet eder, şer diler­se ona m''ni olacak şeyleri yok eder ve onu fel''kete düşürür. Böy­lece Allah´ın, «De ki: Þüphesiz Allah kimi dilerse onu dal''lete götü­rür, gönlünü kendisine çevirenleri ise doğru yola iletir.»[74] sözü gerçekleşmiş olur.[75]



Siyasî Görüşleri


Siyasetin kucağında yetişmiş olan İbni Hazm, siyasî konularda kendi görüşlerini açıklar. Akîde ile ilgili de olsa, hilafetten halife­nin nasıl seçileceğinden, siyasi fırkalar arasında tartışma konusu olan büyük günah işieyelnerin durumlarıyla ilgili meselelerden bah­seder.

Hil''fet konusunda İbni Hazm şöyle düşünür: Bir halifenin iş basma getirilmesi müslümanlar için farzdır. Eğer müsülümanlar, başlarına bir halife tayin etmezlerse toptan günahk''r olurlar. Çün­kü, müslümanlar arasında İmamet (hilafet)´in zaruretini gösteren birçok nass vardır.

İbni Hazm´e göre İmamet, ancak şartları bulunursa gerçekle­şir. Þöyle ki:

1 ? İmam (halife) Kureyş´li olacaktır. Çünkü bu hususta nass vardır ve sahabîler Benî Saide´nin sofasında toplandıkları zaman Ansar, halifenin kendilerinden olmasını teklif etmişler; fakat bütün sahabîler halifenin Kureyşli olmasında, Kureyşli olması ve Hz. Peygamber´e yakınlığı bulunması hasebiyle Hz. Ebu Bekr´i halife seç­mede icm'' etmişlerdir.

2 ? Halifenin akıllı (''kil) ve erkek olması şarttır. Çünkü Pey­gamber (S.A.), «İdarelerini bîr kadına teslim eden millet iflah ol­maz.» buyurmuştur.

3 ? Halifenin emaneti omuzlamak için ileri çıkması; devlet iş­lerini yürütmek için yapacağı görevleri bilmesi, zahiri durumunun bu işe elverişli olması ve fena işlerle uğraştığı bilinmemesi şarttır. Bu konuda îbni Hazm şöyle der:

Bir kimse; tek bir şeyde bile olsa, Aliah´dan korkmayan, yer­yüzünde açıkça fenalık işleyen, emniyete l''yık olmayan, Allah´ın emrini yerine getirmeyen veya dînî hakkında bir şey bilmeyen bir şahsı halifelik makamına takdim etse günah ve fenalığa yardım etmiş olur. Peygamber (S.A.); «Bir kimse bizim emretmediğimiz bir işi yaparsa o merduddur.» ve «Ey Eb'' Zerr, sen zayıfsın, iki kişiye reis ve yetim malına velî olma!» diye buyurmuştur. Alî''hû Te''l'' da; «Eğer üstünde hak bulunan (borçlu), bir sefih (beyinsiz) veya zayıf olursa, yahut da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velîsi dos­doğru yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa razı olacağınız şahitlerden bir erkekle, biri unu­tursa ötekine hatırlatması için iki kadın yeter,»[76] buyurmuştur. Bundan anlaşılıyor ki sefih, zayıf ve kendi işlerini yürütmediği için velîye muhtaç olan kimselerin müslürnanlara velî olması caiz değil­dir.»[77]

İbni Hazm, hilafetin verasete dayanmayacağını söyler, İsl''m, soya dayanan saltanatı tanımaz. Bu konuda da İbni Hazm şöyle der: «Müslümanlar arasında İmamet (hilafet)´de verasetin caiz ol-mıyacağını, R''fiziler hariç, kabul etmeyen yoktur. R''fiziler ise, hem veraseti kabul ederler, hem de erginlik çağma ulaşmayan şah­sın İmam olabileceğini caiz görürler. Keza, müslümanlar arasında kadının İmametinin caiz olmayacağında ihtil''f yoktur.»[78]

İbni Hazm´e göre şartları kendisinde bulunduran kimse İmamete nasıl getirilecektir? îbni Hazm, bu işin şu üç şekilden biriyle tamamlanacağını söyler:

1 ? Bu işin en iyi ve en doğru şekli, mevcut İmamın ölmeden Önce kendisinden sonra İmam olacak şahsı tavsiye etmesidir. Bu ko­nuda şöyle der: «Nitekim Peygamber (S.A.),´ Ebu Bekr Sıddîk´i; O da, Ömer´i; Süleyman b. Abdilmelik, Ömer b. Abdilaziz´i böyle tav­siye etmiştir.» İşte İbni Hazm´in benimsediği şekil budur. Bu misallerden anlaşılıyor ki O, gelecek İmamı tavsiye işinde akrabalık ve adam kayırma değil, dinin ve müslümanlann maslahatının öne alın­masını şart koşmaktadır.

Bu tavsiye işi, bi´at´m vacip oluşuna engel teşkil etmez. Umumî bir bî´at şarttır. Tavsiye ile seçilmek, ancak bî´atla tamamlanır.

2 ? Eğer İmamet için bir tavsiye yoksa gerekli şartlan haiz kimse ortaya atılır ve kendisine bî´at edilmesini teklif eder. Buna karşı çıkılmaz. İtaat etmek gerekir. Nitekim Hz. Ali ?Kerremall''-hü vechehû ? nin İmamete getirilişi böyle olmuştur.

3 ? Sağ olan halife, kendinden sonraki halifenin seçimini gü­venilir bir şahsa veya bir zümreye bırakır. O şahıs veya zümre ara­larından birini seçer. Nitekim Hz. Ömer, Peygamber (S.A.)´in ha­yatta iken kendilerinden razı olduğu altı kişiye bu işi havale etmiş­tir. İbni Hazm der ki: «Bize göre bu tarzdaki halife seçiminde müslümanların ittifak ettiği şahsa razı olmak gerekir. Üç günden faz­la seçim işiyle uğraşmak caiz olmaz. Çünkü Peygamber (S.A.), Müs­lümanların iki geceden fazla İmamsız kalmalarını nehyetmiştir. Müslümanlar da, bundan fazla bir müddet içinde bu iş için toplan­mamıştır. Bu süreden fazlası b''tıl olup caiz değildir.»

İmametle ilgili bütün bu şekillerde îbni Hazm´in zahirî görüş­lerine göre hareket ettiği düşünülebilir. Çünkü o, burada müslümanlardan adalet ehli olanların icm''´ına. uymaktadır. Bu müslü-manlar Ebu Bekr, Ömer,- Osman ve Ali (R.A.) ´ye bî´atta icma´ et­mişlerdir. Böylece her üç türlü halife seçimi de müslümanlardan adalet ehli olanların icm''´ına dayanmaktadır. B''gîlerin isyanı ise icm''´ı bozmaz.[79]



Kebîre İşleyenler Hakkındaki Görüşleri


Kebîre (büyük günah) işleyenlerin durumu üzerinde münakaşa, ilk defa Haricîler arasında çıkmıştır. Bunlara göre kebîre işleyenler k''firdir. Ehl-i Sünnet Ve´1-Cemaat, H''ricilerin bu görüşünü tanıma­mış ve kebîre işleyenlerin k''fir olmadığını, fakat işlediği bu günah için hesaba çekileceğini söylemiştir. Tevbe eder veya Allah´ın mağ­firetine uğrarsa kebîre işleyen bir kimse hesaptan da kurtulur. Mürci´eye göre îman olduktan sonra kebîre hiç bir zarar vermez. Nite­kim küför içindekilere taat da hiç bir fayda vermemektedir. Mu´te-zîlilere göre ise, kebîre işleyen ne mümindir, ne k''firdir. Bunun iki­si arasında bir yerde olup tevbe etmeden ölürse ebediyyen ateşte kalacaktır.

Ibni Hazm, Ehl-i Sünnet´in yoluna yaklaşır. Çünkü nass´Iann ^''hirleri onla)pu desteklemektedir. Fakat kendisi, bu konuda kısmi bir ayırım yapar ve şöyle der: «Yaptığı günahlar için Allah´a tevbe-i nasuh ile tevbe eden kimsenin Allah bütün günahlarını affeder. Bir kimse tevbe etmeden ölür ve sevapları günahlarından ağır ge­lirse günahları düşer. Kendisi de cennete gider, cehenneme gitmez. Sevapları günahlarına denk gelirse bunlar A´raf ehli olurlar. Bu­rada bir müddet bekledikten sonra cennete giderler, cehenneme git­mezler. Eğer günahları sevaplarından ağır gelirse, bunlar günahla­rının fazlası kadar ceza görürler. Bunun müddeti, yüzlerine ateşin bir defa parlama müddetinden elli bin yıla kadar değişir. Sonra ateşten çıkar ve kalan sevapları karşılığında cennete girerler.»[80]

Bundan anlaşılıyor ki, îbni Hazm günah işleyenlerin, isterse iş­ledikleri günah büyük olsun, k''fir olmadığını kabul etmekte, son­ra da nass´larm zahirlerine dayanarak bu hususta bazı tafsilatta bu­lunmaktadır. Böylece O, nakli ilim hakkında benimsediği metodun­da da mantıkî olarak hareket etmektedir.

Artık İbni Hazm´in fıkhına geçebiliriz.[81]



İbnî Hazmin Fıkhı


İbni Hazm´in, nakilden ibaret olan nass´lan anlama metodunun, sadece bu nass´lann zahiri m''n''larını almak olduğunu söylemiştik.

îbni Hazm bu metodunu siyaset, Allah´ın sıfatları ve diğer aki­de mes´elelerine dair görüşlerine de tatbik etmiştir. Sadece ülûhiyetle nübüvveti ispat ederken akla dayanır. Ülûhiyyet ve nübüvve­tin ispatından başka mes´elelerde nass´lann zahirine dayanır ve hü­kümlerin illetlerini araştırmaz.

îbni Hazm´in bu metodu, fıkhında tamamen meydana çıkar; hatt'' bu konuda temel unsur olur. İbni Hazm, fıkhı hükümler çı­karırken yalnız Kitap ve Sünnetin nass´larma dayanır. Bunlardan öte gitmez. Akla, nass´lann üstünde ve zahirî m''n''lannın İlerisin­de bir işleme alanı bırakmaz. îbni Hazm-´e göre re´y´le de, hakkında nass bulunmayan bir mes´eleyi hüküm bakımından hakkında nass bulunan bir mes´eleye bağlamaktan ibaret ve istidlal bakımından neredeyse nass makamına kaim olan kıyas´la da, maslahatla da, se­bep olduğu neticeye göre hüküm ifade eden zer''yi´ ile de ictihad asla caiz değildir.[82]



Re´ye Dayanan İçtihadı Îbt''lî


Yukandaki ifadelerden de anlaşılacağına göre, îbni Hazm fıkhı hükümlerin çıkarılmasında re´y´e dayanarak içtihad yapılmasını ca­iz görmemektedir. Bu görüşünü ispat için O, yine nass´lann zahirine dayanır. Burada biz, Ibni Hazm´in bu konudaki delillerini kısaca anlatmak istiyoruz:

1 ? Kur´''n: Ibni Hazm, Kur´''n´m, «Biz o kitapta hiçbir şey ek­sik bırakmadık.»[83] ''yetini delil getirir. Eğer re´y için boş bir saha kalsaydı Kur´an-ı Kerim bir kısım şeyleri eksik bırakmış ve ihmal etmiş olurdu. Keza, «Ey îman edenler, Allah´a itaat edin. Peygamber´e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir şey hakkında çekiş­tiğiniz takdirde, Allah ve ''hiret gününe inanıyorsanız, hemen onu Allah´a ve Peygamber´e döndürün (bu hususta onların emirlerine başvurun).»[84] ''yet-i kerimesi, bu konuda İbni Hazm´in görüşünü is­pat için bir delil teşkil eder.

Bu nass´da, îbni Hazm´e göre, şer´i hükümlerin kaynakları tesbit edilmiştir. Bunlar da Kitap, Sünnet ve ihtilaf konusu olmayan icma´dır.

2 ? Sünnet: îbni Hazm Sünnet nass´larının da zahirlerinden hareket eder. O, Peygamber (S.A.)´in şöyle buyurduğunu rivayet eder: «İlim insanların kalblerinden çıkarılıp al mm az. Ancak ilim, ''limlerin ölümüyle çıkıp gider. Âlim kalmayınca insanlar c''hil re­isler edinirler. Bunlar da re´y ile fetva vererek hem kendileri sapar­lar, hem de başkalarını sapıtırlar.»

3 ? Sahabilerin sözleri: İbni Hazm, Hz. Ömer´in şu sözlerini ri­vayet eder: «Dininizde re´ye itibar etmeyiniz.» ve «Ancak, Peygam­ber (S.A.)´in re´yi isabetli olur. Çünkü ona, bunu ilham eden Allah´-dır. Bizim re´yimiz sadece zan ve tekliften ibarettir.»

îbni Hazm, seh''bilerden buna .benzer rivayetlerde bulunur. Hz. Ömer´in sözlerine benzer görüşleri, Hz. Peygamber´in halifesi Ebu Bekr ve Ali (R.A.)´den de rivayet eder.

İbni Hazm, kendi görüşünün doğruluğunu ispatlamakla yetin­mez, daha ileri giderek ve fakîhlerin büyük çoğunluğunun delil ola­rak kabul ettiği şeyleri nakzeder. Mesel''; «Ey akıl ve basiret sahip­leri, siz ibret alın.»[85] ''yetinde re´y dayanılmasına del''let eden bir şey olmadığını, ancak bu ''yette cereyan eden olaylardan ibret alın­masına işaret buyunılduğunu söyler. Ayrıca îbni Hazm, Muaz b. Cebel´in Peygamber (S.A.)´e, Kitab ve Cünnefte bir hüküm bulun­madığı zaman re´yi ile içtihad yapacağını söylediğini ve Hz. Peygam­ber´in de onun bu fikrini tasvip ettiğini anlatan hadis´in doğruluğu­nu kabul etmez. Keza, Hz. Ömer´in Ebu Musa el-Eş´arî´ye gönderdi­ği kaza (yargı) mes´eleleriyle ilgili ve birbirine benzeyen olayları kı­yas yoluyla halletmesini emreden mektubun sıhhatini ink''r eder. îbni Hazm´in bütün münakaşa ve istidlalleri, lafızların zahiri m''­n''larına dayanır. Fakat sihhati (doğruluğu) sabit olan hadisleri in­k''r etmesi tamamen yersizdir.

Artık İbni Hazm´in ileri sürdüğü delilleri inceliyebiliriz. Bi­ze göre, re´yi kabul edenler, mes´eleleri başıboş ve bir kayda bağlamaksızın bırakmamışlardır. Fakihlerin caiz gördüğü re´y, ancak kıyas veya maslahattan ibarettir. Bütün re´y çeşitleri bu ikisine dayanır. Bunları kabul etmek, olayları Kitab ve Sünne­tin ışığı altında halletmektir. Nitekim All''hu Te''l'', ihtil''f çık­tığı zaman Kitab ve Sünnete başvurulmasını emretmiştir. O halde re´yi kabul etmek, Kur´''n nassınm dışına çıkmak demek değildir.

Kıy''sın Kitab ve Sünnete dayandırılması, hakkında nass bu­lunan mes´elelerin hükümlerini benzeri mes´elelere tatbik etmek demektir. Bu da, mes´eleyi Kur´an veya Sünnetin muayyen bir nassına dayandırmak olup Kur´''n ve Sünnetin dışına çıkmak de­ğil, nass´ları anlamının ve onlarla istidlal etmenin yoludur. Ni­tekim Huccetu´l-İsl''m el-Gazzali de böyle söylemiştir.

Maslahata gelince; burada her türlü kayıttan ''z''de olmak söz konusu değildir. Muteber olan maslahat, îsl''miyetin tanın­mış olduğu maslahattır. Bu da, naşs´lardan elde edilen umumî amaçlara başvurma olup nihayet Kitab ve Sünnete dayanmak demektir. Bunların dışına çıkmak veya hükümlerinin icabına uymamak değildir.[86]



İbni Hazm´e Göre Seri Deliller


İbni Hazm´e göre şeriatın emirleri ancak şu dört esas ile bilinir

1 ? Kur´''n nassı,

2 ? Peygamber (S.A.)´in sahih ve mütev''tir sünneti,

3 ? Ümmetin ''limlerinin icm''´i,

4 ? Ancak bir tek şekle ihtimali olan delil.

İbni Hazm´in fıkhının kaynaklarını İşte bu dört esas teşkil eder.[87]



1- Kitab


Kitab, bütün şeriatın ilk kaynağıdır. Diğer kaynaklar buna da­yanır. Sünnetin hüccet oluşu .da ancak Kitab ile anlaşılmıştır.

Kitab, Peygamber (S.A.)´in en büyük mu´cizesi olup onun kıya­mete kadar bakî olan şeriatının düsturunu teşkil eder.

Kur´''n-ı Kerimin hükmü ya bizzat açıktır; evlenme, boşanma ve mirasla ilgili hükümlerin çoğu böyledir. Veya Kur´''n´m ihtiva etti­ği hükmün Sünnetle açıklanması gerekir. Mesel'' namaz, zek''t ve haccm hükümlerini Sünnet açıklamaktadır. Nitekim Kur´''n´da, Biz sana da Kur´''n´ı indirdik. T'' kî insanlara, kendilerine indirileni açık­ça anlatsın...»[88] buyurulmuştur.

Kur´''n´m beyanları bazan apaçık olur, bazan da kapalı olur. An­cak zikir ehli onu anlar, Kur´an-ı Kerîm´de.de, «Bilmiyorsanız zikir ehline (bilenlere) sorun.»[89] emr-i il''hîsi yer almıştır. Ibni Hazm bu konuda şöyle söyler :

«Beyan (Kur´an´in ifadesi), vuzuh (açlık) bakımından değişir. Bazan açık, bazan kapalı olur. însanlar, bunları anlamakta değişik duruma sahiptirler. Bazısı bunları doğru olarak anlar, bazısı anlıya-maz. Nitekim, Ali b. Ebî Talip (R.A.), «Kur´an´ın ifadesini ancak dî­ninde kendisine bir anlayış ihsan edilen kimse kavrar.» demiştir.

İbni Hazm, Kur´''n´m bazan Kur´''n ile açıklandığını, bazı Kur´''n nass´lannın,kapalı.veya tahsis edilmeye ihtiyaç gösterecek bir şe­kilde umumî (''mm) olduğunu ve bunları Kur´''n´ın diğer nass´lan­nın tahsis (tayin) ettiğini söyler.

îbni Hazm, Kur´an´m umumi (''mm) ifadelerini açıklayan lafız­ların iki kısmı olduğunu anlatır:

1 ? Zaman bakımından Kur´an´m umumî ifadesine yakın olan lafızlar. Bu lafızların açıklanmasına «Tahsis» denir.

2 ? Zaman bakımından Kur´an´m umumî ifadesine yakın ol­mayan lafızlar. Bu lafızların açıklanmasına da «Nesih» denir.

İbn-i Hazm´e göre nesih, hükmün zaman içerisindeki umumîli­ğini istisna etmektir. Bu, şu demektir: Nesih´den önceki zamanda bu hüküm tatbik edilmiş olup daha sonra zamanın umûmundan istis­na edilmiştir. İbni Hazm burada şöyle der:

«Nesih, istisnanın çeşitlerindendir. Çünkü nesih, zamanın istis­nası, yani bir işi belli bir zamana tahsistir. Buna göre, her nesih is­tisnadır, her istisna nesih değildir, diyebiliriz.»

îbni Hazm, Kur´an nass´Iannm birbirleriyle çatıştığını kabul et-. mez ve bunu kesin olarak reddeder. Çünkü Kur´an, il''hî bir vahiy­dir. Dolayısiyle bunda birbirine zıt şeyler olamaz.

Kur´an nass´ları arasındaki çatışma (ta''ruz) nm varlığını kabul etmek, Kur´anda ihtilafın oldüuğnu kabul etmektir. Halbuki Allah Te''l'', şu sözüyle Kur´anda ihtil''f bulunmadığını beyan etmiş ve: «Onlar, h''l'' Kur´''n´ı gereği gibi düşünmiyecekler mi? Eğer O, Allah´dan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan birçok şey bulunurdu.»[90] buyurmuştur.

Bir kimse Kur´an nass´ları arasında çatışma bulunduğu vehmi­ne kapılırsa, ya her iki ''yetin birbiriyle bağdaşma imk''nı, ya umu­mî (''mm) ifadesinin diğer bir ''yetle tahsisi veya nesih ile onun bu vehmi ortadan kaldırılır.[91]



2- Sünnet


İbni Hazm şöyle der:

«İsl''m şeriatında başvurulan asıl kaynağın Kur´an-ı Kerîm ol­duğunu beyan ettik. Kur´an-ı Kerîm´i inceledik ve onda gördük ki Peygamber (S.A.)´in emirlerine itaat etmemiz gerekmektedir. Al­lah Te''l''´nın Kur´''n´da Resulünü şöyle vasfettiğini de biliyoruz:

«O, kendi havasından söylemez. O, (peygamber´in söyledikleri) an­cak kendisine gönderilen bir vahiydir.»[92] Buna göre, Allah´ın Pey­gamber (S.A.)´e göndermiş olduğu vahyi ikiye ayırabiliriz:

«1 ? Vahy-i Metlüv (til''vet edilen vahiy).Bu i´cazk''r bir üs­lûba sahip olan Kitab (Kur´an)´dır.

«2 ? Vahy-i Mervî (rivayet olunan vahiy) : Bu i´cazk''r üslûba sahip olmadığı gibi metlüv de değildir. Menkul olduğu halde kitap halinde rivayet edilmemiştir. Fakat makrû´ (okunmuş) dur. Y''ni bu, Peygamber (S.A.)´den varit olan haber olup Allahu Te''l''´nın mur''dını açıklayıcı mahiyettedir. Kur´an-ı Kerîm´de bu hususta şöy­le Duyurulmuştur: «...T'' ki insanlara, kendilerine indirileni açıkça anlatasin.»[93] Buna göre Allahu Te''l'', nasıl vahyin birinci kısmını teşkil eden Kur´an´a itaat etmemizi enırettiyse, vahyin bu ikinci kıs­mına da itaat emmemizi emretmiştir. Bunlar arasında hiçbir fark yoktur.»

Bu ifadeden anlıyoruz ki İbni Hazm´e göre Sünnet, her ne ka­dar nazm, tilavet ve i´caz bakımından Kitab gibi değilse de, vahiy olma yönünden onun aynıdır. Dolayisiyle Sünnet, Kur´an-ı açıkla­makta ve onun´bildirmediği hükümleri ihtiva etmekte olup Sünnete uymak Kur´an´ın emridir.

Îbni Hazm, Kur´an ve Hadîs nass´lannı şeriatın yeg''ne kaynağı sayar. Sünnet ve Kur´an, ona göre aynı mertebededir. Ondan önce Þafii de bu görüşü ileri sürmüştü. îbni Hazm, bu konuda şöyle der: «Kur´an ve sahih haber birbirine bağlıdır. Her ikisi de Allah ka­tından gönderilmiş olma ve itaat bakımından aynı hükümdedir. Çün­kü Allahu Te''l'' Kur´an´da; «Ey îman edenler, Allah ve Resulüne itaat edin. Kendiniz dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirme­yin. Kendileri dinlemedikleri halde, dinledik diyenler gibi olma­yın.»[94] buyurmuştur.

Îbni Hazm, Peygamber (S.Â^)´in söz ve takrirlerini kesin olarak hüccet sayar. Peygamber (S.A.) ´in fiillerine gelince; îbni Hazm bun­ları, ancak onun emrettiği şeylerin tatbiki olduğuna del''let eden bir söz bulunursa hüccet olarak kabul eder. Mesel''; Peygamber (S.A.)´-in; Namazı ben nasıl kılıyorsam siz de benden gördüğünüz gibi kı­lınız.» sözü böyledir. Veya Peygamber (S.A.)´in fiilinin sözü maka­mında olduğunu gösteren bir karine (işaret) bulunursa, bu fiili îbni Hazm hüccet olarak kabul eder. Çünkü karine, fiili söz mevkiine kor.[95]



Rivayet Bakımından Sünnetîn Kısımları


Îbni Hazm, rivayet bakımından Sünneti ikiye ayırır:

1 ? Mütev''tir Sünnet: Bunun hüccet oluşunda icm''´ vardır. İbni Hazm´e göre mütev''tir Sünnet, kesin ve tereddütsüz bir hüc­cettir. Fakat, Îbni Hazm´in mütev''tir Sünneti tefsiri, Hadîs bilginleriyle diğer fakîhlerin tefsirine uymaz. Onlara göre mütev''tir, top­tan yalan üzerinde birleşmeleri imk''nsız olan bir topluluğun sened bakımından Peygamber (S.A.)´e ulaşmak şartıyla yapmış olduğu ri­vayettir, îbni Hazm´e göre ise mütev''tir yalan üzerinde ittifak et­meleri imk''nsız olan en az iki kişi tarafından rivayet edilen şeydir. Mesel''; bir memleketten gelen kimse herhangi bir şey rivayet etse, başka bir memleketten gelen diğer bir şahıs da, her ikisi birbirini görmediği halde, aynı şeyi haber verse İşte bu rivayet, îbni Hazm?a göre tevatür ifade eder ve tasdiki gerektirir. İbn-i Hazm´in bu görü­şünü, aklın bedîhilerinden bahsederken de anlattık.[96]



2 ? Âh''d Haber: îbni Hazm, bunu, tevatür şartlarını haiz ol­mayan bir veya daha fazla kimsenin rivayet ettiği şey, diye tarif eder.

îbni Hazm, ''h''d haberlerin tasdik edilmesini, bunların hem ak''id hem de amel hususunda delil olarak alınmasını ileri sürerken birçok bilginlere muhalefette bulunur. îbni Hazm´e göre ''h''d haber­ler hem îtikad, hem de amel bakımından uyulması gereken bir şey­dir. Bu suretle îbni Hazm, birçok muhaddislerle Ahmed b. Hanbel gibi muhaddis fakîhlerin bir kısmı ile birleşir. Diğer fakîhlere göre de haber-i ''h''d´le amel etmek gerekir. Fakat, i´tik''dî mes´elelerde bu haberlere uymak gerekmez.

Âh''d haberleri ak''id mes´elelerinde delil olarak alan îbni Hazm´le muhaddislerin delilleri şudur: Peygamber (S.Â.), b''zı kral­lara yazdığı mektupları birer kişiyle göndermiştir. Keza, Peygamber (S.A.), müslümanlara vazifeli olarak b''zı kimseleri tek olarak gön­derirdi ve bunların sayısmı nazarı itibara almazdı. Mesel''; Muaz´ı Yemen´e, Ebu Bekir´i Hac Emîri olarak Mekke´ye, Hz. Ali´yi, kadı olarak Yemen´e tek olarak göndermiştir. Sah''bîler, hakkında Kurf-''n nassı bulunmayan bir mes´eleyle karşılaştıkları zaman bunu hal­letmek için Peygamber´in Hadîsini araştırırlar ve bu hususla ilgili bir hadîs bulurlarsa, r''vîlerinin sayışma bakmaksızın bu Hadîs´e gö­re hükmederlerdi.

Mütev''tir ile ''h''d arasındaki fark, istidlal bakımmdan kuvvet farkıdır. Mütev''tir, ''h''d´dan önce gelir. İki haber çatışırsa, y''ni mü-tev''tirle ''h''d haber birbirine zıt olursa ve aralarını telif kabil olmazsa mütev''tir hadîs, Peygamber (S.Â.) ´den intikal eden s''dık ha­ber olarak kabul edilir.

İbni Hazm, r''vilierin bizzat adaletli ve «sika» olmalarını şart ko­şar. Sika r''vîlerin en yüksek mertebesini fakih, öğrendiklerini iyi hıfz ve zapteden kimseler teşkil eder. H''li belli olmayan kimselerin rivayetleri, böyle bir kimsenin ''dil ve sözü makbul veya gayri ''dil ve rivayeti merdut bir kimse olup olmadığı anlaşılıncaya kadar ka­bul edilmez.

R''vînin fakîh olması, onu en yüksek mertebeye d''hil olması­nın şartı olup -sözünün kabul edilmesinin şartı değildir. îbni Hazm bu konuda, Ebu Musa el-Eş´''rî´nin Peygamber (S.A.)´den rivayet et­tiği hadîsi mis''l olarak ileri sürer ve «el-îhk''m» adlı eserinde şöy­le der:

«Ebu Musa el-Eş´''ri´den Peygamber (S.A.) ´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «Allah´ın benimle gönderdiği ilim ve hid''yet, bir toprağa yağan yağmura benzer. Eğer bu toprak iyi ise suyu emer ve bereketli bitkiler verir. Bu toprak sert ve kuraksa suyu üzerinde tutar. Allah, bununla da insanları faydalandırır. Onlar bu sudan içerler, taşırlar ve hayvanlarına içirirler. Diğer bir kısım toprak da vardır ki, dümdüz çöl olup ne suyu üzerinde tutar, ne de bitki verir. İşte dinde fakîh olan ve kendisini Allah´ın bana gönderdiği şeyler­le yararlandırdığı kimse de böyledir. O, öğrenir ve öğretir. Bu mer­tebeye yükselmeyen kimse, Allah´ın benimle gönderdiği hid''yeti ka­bul etmez.»

«Peygamber (S.S.), bu hadiste ilmin merteblerini eksiksiz ola­rak bir araya toplamıştır. Rivayet ettiği şeyleri tam olarak muhafa­za eden ve nassm l''fızlarının iktiz'' ettiği m''n''ları anlayan, kişile­rin ihtil''fa düştüğü şeyi, Kur´''n ve Sünnetin nassına dayandırmaya dikkat eden fakîh, İşte iyi ve saf bir toprak gibidir. İşittiği sözleri hıfzeden veya yazmak suretiyle tesbit ederek önu sadece olduğu gi­bi başkasına nakleden, rivayet ettiği şeylerin m''n''sına dikkat et­meyen, kişilerin ihtil''f ettiği şeylerin Kur´''n ve Sünnet nass´larma nasıl dayandırılacağını bilmeyen kimseler de, insanların faydalan­dığı suyu üzerinde tutmaktan öte gidemeyen toprak gibidir. Fakat Allah, onların bunu, daha anlayışlı kimselere tebliğ etmeleriyle in­sanları faydaîandırmiştir. Peygamber (S.A.), bu noktaya dikkati çekmiş ve: «B''zı tebliğ edenler vardır ki hıfzetme ve anlayış bakı­mından dinleyenden daha güçlüdür.» buyurmuştur. Yine Peygam­ber (S.A.)´den; «B''zı fıkıh ehli vardır İd aslında fakih değildir.» bu­yurduğu rivayet edilmiştir. İşittiklerini hıfz ve tesbit edemiyenler ne iyi toprak gibidir, ne de suyu üzerinde muhafaza eden toprak gibidir. Ancak bunlar, mahrum, m''zûr veya hem ot bitirmeyen, hem de suyu muhafaza etmeyen çöl durumundadırlar.»

îbni Hazm, rivayette r''vînin birkaç tane olmasını şart koşmaz. Mesel''; ona göre bir r''vînin rivayeti makbuldür. îbni Hazm, iki er­keğin veya bir erkekle iki kadının şahitliği ile hadîs rivayetini üç

cihetten birbirinden ayırır:

1 ? All''hu Te''l'', dînini korumayı üzerine almıştır. Dolayısıy­la ''dil olan bir kişi, Peygamber (S.A.)´den naklolunan sözleri riva­yete yeterlidir.Dinde kıskançlık ve çekişme yoktur. Rivayetler bir­biriyle çatışırsa, sened bakımından kuvvetli olan öne alınır. Kullara ait işlere gelince, bunlar kıskançlık ve çekişmeye dayanmaktadır. Kıskançlık ve çekişme olan bir yerde itham bulunur. Elbette bu it­hamı iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliğiyle gidermek

gerekir.

2 ? Kaza (yargı), adaletli kimselerin şahitliğiyle kesinlik ka­zanır. Bunun içindir ki ''dil kimselerin şahadetiyle hükmetmeyen kadı günah işlemiş olur. Kadı´nın mutlaka şahide dayanması gere­kir.

3 ? Rivayet, şahitlik değildir. İbni Hazm, bu hususta şöyle der: «Allah şeriatın bütün mes´elelerinde; Peygamber (S.A.) şöyle buyur­du. Allah bize böyle emretti, dememizi farz kılmıştır. Çünkü All''hu Te''l'': «Allah´a itaat ediniz ve Usûlüne de itaat ediniz.»[97] ve «Peygam­ber size ne verdiyse onu alın, sizden neyi yasak ettiyse ondan da sa­kının.»[98] buyurmuştur. Allah ve Resulü bizi bundan nehyetti veya bize bunu emretti, dememizi farz kılmış, bu şunun haklı olduğuna şahitlik etti, bunun haklı olmadığına bir kimse yemin etmedi, deme­mizi farz kılmamıştır.»[99]

Görüyoruz ki Îbni Hazm, bu son ciheti anlatırken tamamen l''­fızların zahirî m''n''larını almaktadır. Çünkü O, rivayetin «şahit ol­duk» ve benzeri kelimelere dayanmasının şart olmadığını belirtmek­tedir. Ona göre şahadetle rivayet arasındaki farklardan biri de İşte

budur.

Îbni Hazm, rivayetleri ancak senedleri Peygamber (S.A.)´e ula­şıyorsa kabul eder. Buna göre, hadîs rivayet ettiği sah''binin ismini zikretmeyen tabiînin mürsel hadîsini kabul etmez. Keza, tabakalar­dan birinde senedi kesilen (inkıta´ eden) bir haberi kabul etmediği gibi, m''n''sı üzerinde icm''´ olmadıkça mürsel veya münkatı´ hadîsi de kabul etmez ve bu hususta şöyle der:

«Mürsel haber (hadis), nesilden nesile kabul edilmemiş ve sıh-hatında kesin bir şekilde icm''´ h''sıl olmamışsa reddedilir. Eğer onun üzerinde icm''´ edilmişse bunun Kur´''n gibi Peygamber (S. A.)´den nakledildiğini kabul eder ve sened aramayız. Mürsel hadi­sin, bizzat Peygamber (S.A.)´in ağzından işitilmiş olup olmaması eşittir. Mesel'' «V''rise vasiyet yoktur.» hadîsi ve Peygamber (S.A.)´-in nübüvvetini gösteren mu´cizelerin çoğu böyledir. Bunlar sağlam senedlerle rivayet edilmiş olup büyük bir topluluğun nakline dayan­maktadır. Kur´''n´da zikredilen ay (kamer)´in yarılması, Peygamber´in birazcık yemekle birçok kimseleri doyurması ve bir bardak su ile orduyu suya kandırması da böyledir.»

îbni Hazm, sah''bî: «Bunu Peygamber (S.A.) buyurdu» deme­dikçe, bir sözün Peygamber´e nisbetini kabul etmez. Ona göre bir sözün hadis olduğu açıkça söylenmelidir. Bu sebepten İbni Hazm, sah''bîlerin; «Sünnet böyledir» veya «Biz bununla emrolunduk» gibi sözlerini hadîs ^olarak kabul etmez ve bu ifadeleri Peygamber (S. A.V)´e isnad mahiyetinde saymaz. Çünkü bu ifadeler, sah''bîlerin bu konuda Peygamber (S.A.)´den bir şey işitmiş olmaları m''n''sına gelebileceği gibi, kendilerinin böyle ictihad ettikleri m''n''sına da gelebilir. Böyle bir ihtimal karşısında herhangi bir şey Peygamber (S.A.)´e nisbet edilemez. İbni Hazm, şahabının içtihadını hüccet say­maz. O, hem sah''bîyi, hem de derece bakımından sah''biden sonra gelenleri taklit etmez.

Buna göre, İbni Hazm´in rivayet hususunda da zahirî olduğu an­laşılmaktadır.[100]



3- İcm''1[101]


Þimdi İbni Hazm´e göre şeriatın üçüncü kaynağı olan icm''´ı an­latabiliriz, îbni Hazm´in icm''´

üzerindeki görüşleri üç noktada top­lanabilir:

1 ? İcm''´ın hakikati,

2 ? Hakkında icm''´ h''sıl olan asıl; buna usûl-i fıkıhçılar icm''´ın senedi» adını verirler,

3 ? Îcm''´ın asrı.

İcm''´ın hakikatine gelince: İbni Hazm bunu açıkça tarif etmez.

Fakat şerîatin kaynak ve hükümlerini bölümlere ayırarak açıkla­maya çalışır. Ona göre dînî hükümlerin sadece iki kaynağı vardır. Bu da; ya Mushaf ta yer alan vahy-i il''hî, y''ni Kur´''n´dır. Veya Mushaf ta yer almayan vahy-i il''hî, yani Peygamber´in Sünnetidir. Bu iki esasa dayanan dinî hükümler üç kısma ayrılır:

a) Ümmetin asırdan asra nakledegeldiği )ıükümler: Bunlar İman, namazlar, oruç ve haccm esasları gibi icm''´a dayanan «hükümlerdi.

b) Tevatürle nakledilegelen birçok sünnetler: Bunlar hakkında ic­m''´a tesadüf edilmemiştir. Peygamber (S.A.)´in sah''bîlerin yanında oturarak namaz kılması ve Hayber arazî´sini içinden çıkan gelirin ya­rısı karşılığında Yahudilere kiraya vermesi böyledir.

c) Güvenilir kimselerin nakledegeldikleri meseleler: Bunların bir kısmı üzerinde icm''1, bir kısmı üzerinde de ihtil''f edilmiştir.[102]

İcm''´m senedine gelince : îbni Hazm, üzerinde icm''´ yapılan mes´-elenin ancak bir nassa dayanmasını şart koşar. Bu nass da Peygamber (S.A.)´den nakledilen Sünnettir. Sünnet ise; ya Peygamber aleyhis-sel''m´m sözü, ya fiili veya ikrarı (takriri) dir. Hakkında böyle bir nass bulunmayan mes´ele üzerinde icm''´ olduğu iddiası b''tıldır. Çünkü Allah; «Rabbinizden size inen (Kur´''n-ı Kerim)´e uyun. On­dan başka velîlere uymayın.»[103] ve «Bugün sizin dininizi kem''le erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım.»[104] buyurmuştur. Do­layısıyla bir nassa dayanmayan icm''´ı kabul etmek, Allah´ın indir­mediği bir şeye uymaktır. Keza, nassa dayanmayan bir mes´ele üze­rinde icm''´a varmak, Peygamber devrinde hükmü bildirilmemiş mes´elelerin mevcut olduğunu ileri sürmek ve dînin Peygamber dev­rinde tam''m olmadığını ortaya atmak" demektir.

Görülüyor ki İbni Hazm, sadece nass´lara dayanmaktadır. Diğer fakîhler ise, hem nass´lara dayanmakta, hem de hakkında nass bu­lunmayan mes´eleleri nass´lara hamletmek suretiyle bir hükme bağ­lamaktadırlar. Allah´ın bildirdiği hükümlerin sebeplerini keşfedip bunlara göre kıyaslar yaparak, yeni mes´elelerin hükümlerini bildir­mek, dînin temel esaslarmdaki, mükemmelliği zedelemez. Namüte­nahi ve yeni olaylar, bu temel esasların ışığı altında bir hükme bağ­lanmak mecburiyetindedir.

İcm''´ın asrına gelince: İbni Hazm´e göre bir hüküm üzerinde kimler tarafından icm''´ yapılabilir ve hangi asrın icm''´ı muteber­dir? İbni Hazm bu sorulara verdiği şu cevabı D''vûd ez-Z''hni´ye nisbet eder: Muteber olan icm''´ ancak sah''bilerin icm''´ıdır. Çünkü sah''bîler, dîni hükümleri bizzat Peygamber (S.A.)´den öğrenmişler­dir. Ancak bizzat Peygamber (S.A.)´in öğrettiği şeyler üzerinde ic­m''´ olabilir. Ayrıca sah''bîler, mü´minlerin tamamını temsil ediyor­lardı. Dolayısıyla onların icm''´ı bütün mü´minlerin icm''´ı oluyordu. Sah''bîlerden sonraki asırlara ait mü´minler, müslümanların bir kıs­mını teşki-l etmektedirler. Mü´minlerin bir kısmının icm''´ı ise, icm''´ hüviyetini kazanamaz.[105]

Ibni Hazm´e göre´ icm''´, bütün ''limlerin Peygamber (S.A.)´den bizzat öğrenmiş oldukları mes´eleler üzerindeki tevatüre dayandı­ğından, Medînelîlerin icm''´ı bütün mü´minlerin icm''´ı sayılmaz ve dinde bir hüccet teşkil etmez. Çünkü Medîneliler, bütün mü´minleri temsil edemezler.[106]



4- Delîl


Ibni Hazm´e göre şeriatın dördüncü kaynağını «delil? teşkil eder. Diğer Ehl-i Sünnet fakîhlerine göre ise, şeriatın dördüncü kaynağı kıyas´tır. Zahirîler kıyası tanımazlar. Fakat «delil» adını verdikleri] kıyasa benzer bir kaynak ileri sürerler. Hatib Bağdadî, T''rih´inde de bunu D''vûd ez-Z''hirî´nin ortaya? attığını söyler. L''kin Zahiriler, delilin kıyastan ayrı olduğunu ve nass´lann dışında bir şey olmadı­ğını söylerler, İbni Hazm, bu konuyu anlatırken sert bir dil kullanır ve şöyle der:

«C''hiller bizim «delil» t''birimizi nass´ların ve icm''´m dışında bir şey zannederler. Bir kısmı da, delil ile kıy''sın aynı şey olduğu­nu söyler. Bunlar son derecede sakat ve yanlış bir zanna kapılmak­tadırlar. Biz, ins''allah, hüccet olarak kabul ettiğimiz delil´i bütün çuplaklığıyla ortaya koyacağız.»

Bundan sonra Ibni Hazm delîli açıklamaya girişir ve onun nass veya icm''´dan çıkarılmış plan ve bizzat bunların del''letine dayanan bir şey olduğunu, bir illet sebebiyle nass´lara hamledilmediğini söy­leyerek, kıy''sı reddeder. Çünkü, kıy''sın es''sı nass´dan çıkarılan il­lete dayanmakta ve o nass´ın hükmü, aynı illeti taşıyan diğer mes´elelere de tatbik edilmektedir. Nass´lara dayanan delîl ise bizzat nass´lardan [107]alınmaktadır.[108]



Nass´ların T''´lîli[109]


Fakîhlerle Zahiriler arasındaki asıl fark ve ihtil4fxfc. nasşlann ta´lîli teşkil eder. Fakîhlerin büyük çoğunluğuna göre nass´larîn ma­n''ları akılla bilinir. Çünkü nass´lar, belirli maksatlar için gelmiştir. Din ve dünya işleri bunlarla tanzim edilir, insanlar, dosdoğru ve faziletli bir yolda ancak bunlar sayesinde gidebilir. Her nass´ın l''­fızlarının del''let ve ifade ettiği umunu ve hususi m''n''ları iyice kav­ranır. Mesel''; şarabı yasak eden nass´dan bunun niçin yasak edil­diği ve bu yasağın (tahrîmin) gayesi tesbit edilir. Sonra bu nass, tahrimin sebebi (illeti) ´ni taşıyan her içkiye tatbik edilir. Böylece Kur´an nass´larıyla Peygamber´in hadîslerinin toplamından bir kı­sım külli kaideler elde edilir. Birçok cüz´İ mes´eleler bu kaidelerin şümulüne girer. Bu kaidelerin tatbiki sayesinde mevcut olan h''di­selerin hükümleri bilinmiş olur. Bu suretle de şeriatın tatbik imk''nı genişler. Çünk) bu kaideler, bir mes´elenin şer´î hükmünü öğrenmek isteyen ve bunun hakkında bir nass bulamayan herkesin ışığına doğ­ru koştuğu bir nurdur.

İşte bu anlattıklarımız fakîhlerin görüşleridir. Zahirîlere gelince; onlar nass´ların, kulların her türlü ihtiyacına cevap vereceğini kabul ederler. Fakat her nass, sadece kendi konusunu açıklar ve bun­dan öte gidemez. Nass´dan istinbat edilen bir illetin mevcudiyeti düşünülemez. Eğer nass´ların, kulların maslahatını temin için geldi­ğine inanmak gerekirse hiçbir şeyin nass bulunmadıkça haram veya hel''l olduğu söylenemez. Eğer b''zı nass´lar belli sebeplerle gelmiş­se bu nass´ların hükümleri, ait oldukları mes´elelerin dışına çıka­maz, îbni Hazm bu hususta şöyle der:

«Þeriatın her hükmünün bir sebebi vardır diyemeyiz. Belki şöy­le söyleyebiliriz: Þeriatın muayyen hükümlerinin sebepleri bulun­duğu nass´la belirtilmiştir. Sebebi nass´la belirtilmeyen hükümler de vardır. Bu gibi hükümler, dilediği her şeyi yapma kudretine sahip olan Allah´ın mur''d ettiği şeylerdir. Biz, bir şeyin haram veya he lal olduğunu söyleyemeyiz. Rabbimiz ve Peygamberimiz (S.A.)´in . buyurduğu şeyleri ne artırabiliriz, ne de eksiltebiliriz. İşte hakîkî din budur. Hiçbir kimse bunun zıddına hareket edemez ve bundan başka türlü inanamaz. Muvaffakiyet de Allah´dandır. Kur´an´da; «O, yaptığından sorulmaz. Onlar ise sorguya çekilirler.»[110] buyurulmuştur. Böylece Allah, kendisiyle bizim aramızda kıyas edilemiye-cek kadar büyük fark olduğunu ve onun fiillerinde «niçin»in bit yeri bulunmadığını bildirmiştir. Allah´ın hüküm ve filleri hakkında ni­çin böyle yapmıştır, diye sorma hakkımız olmadığına göre, şeriatın hükümlerinde sebep aramamız b''tıldır. Allah bunu şu sebepten böyle yaptı diye nass´la belirtilmemişse, bizim ileri sürdüğümüz il­letler tamamen değerini kaybeder. İşte bunun da sorulması caiz ol­maz ve hiçbir kulun; «Niçin bunun bir sebebi var da, ötekinin yok­tur?» demesi doğru olmaz. Keza; «Allah, niçin bunun sebebini bil­dirdi de diğerinin bildirmedi?» diyemez. Çünkü bir kimse, böyle bir soru ortaya atarsa, Allah´a isyan etmiş ve dinî bakımdan küfre düş­müş olur,»[111]

Burada îbni Hazm´in nass.ları ta´Iil konusunda meseleyi başka bir sahaya intikal ettirdiğini görüyoruz. O, nass´larm ta´lîlini Allah´ı yaptığı işlerden sorguya çekmek, Allah´ın fiil ve sözlerinde yaratıcı iradesini ta´lîl etmek gibi bir şey sayıyor. Burada İbni Hazm, konu­dan tamamen uzaklaşmaktadır. Çünkü fakîhlerce kabul edilen nass´­larm ta´lîli, bu nass´larm maksat ve gayelerini tanımak ve onların ş''mil olduğu m''n''ları tamim etmektir. Bu ise, Allah´ın nass´Iarla neyi mur''dettiğini tesbit etmektir, Allah´ın iradesini söz konusu et­mek değildir. Bunun için diyebiliriz ki, îbni Hazm gibi derin bir tet­kik sahibi olan bir bilginin böyle düşünmesi yakışık almakmaktadır. Çünkü nass´larm ta´lîli ile, h''ş'', Allah´ı sorguya çekmek arasında büyük bir fark vardır. Nass´larm m''n''larını araştıran kimse, bu hükümlerden Allah´ın ne mur''dettiğini öğrenmek istemekte ve nass´-ları tefsir ederek, Rabbu´l-Âlemîn´in bu hükümlerdeki mur''dını an­lamaya çalışmaktadır. Allah´ın ir''desini söz konusu yapan kimse de; «Bunu niçin böyle yaptın, ey Rabbu´l-ÂIemîn?» diye sormaktadır. Bu ikisi arasındaki fark şüphesiz çok büyüktür.[112]



Îstish''b


İbni Hazm kıyas, maslahat, istihsan ve zer''yi´ gibi bütün re´y çeşitlerini reddettikten sonra hakkında nass bulunmayan meselele­ri neye göre halletmektedir?

îbni Hazm, hakkında nass bulunmayan meselelerde istishab ve ibahat-ı asliyye[113] prensibine dayanır, İbni Hazm´e göre istishab´ın m''n''sı, nass´a dayanan bir hükmün değiştiğini gösteren nass´lar arasında bir delil bulununcaya kadar devam etmesidir. Ona göre haram edilenler hariç, her şeyin mubah oluşu nass´la sabittir. Allahu Te''l'', Hz. Âdem´in yeryüzüne inişi sırasında şöyle buyurmuştur: «Yeryüzünde sizin için bit vakte kadar durak ve faydala­nacak şeyler vardır.»[114] İbni Hazm bu nass´ı şöyle açıklar: Allau Te''l'' bu ''yetinde, «bizim için faydalanacak şeyler» olduğıanu bildi­rerek insanlara her şeyi mubah kılmıştır. Sonra bunlardan dilediği­ni yasak etmiştir. Y''ni bunların hepsi, şer´î bir nass´'' dayanır.»[115]

İbni Hazm, istishabı alıp birbirine benzeyen şeyleri bir hüküm altında birleştiren kıyas yoluyla içtihadı terkedince, b''zan- acaip du­rumlara düşmüştür. Þöyle ki:

a) Eşyada renginin, kokusunun ve tadının t değişmesi gibi pis olan bir şeyin maddî eserleri görülmedikçe o eşya temizdir. Mesel'', suya pis bir şey düşse ve onda böyle bir değişiklik meydana gelme­se, bu su temiz olup içilmesi ve abdest alınması caizdir. Bundan, ancak durgun suya idrarın katışması istin'' edilmiştir. Çünkü böy­le bir suyun pis olduğunu bildiren bir nass vardır.[116]

b) Köpeğin artığı, y''ni köpeğin bir kaptan içmiş olduğu su ve benzeri maddelerin geriye kalan miktarı pistir. Bu kabı temizlemek için, biri temiz toprakla olmak üzere, yedi kere yıkamak gerekir. Çünkü bu hususta nass vardır. Buna mukabil domuzun artığı te­miz olup içilmesi veabdest alınması caizdir.[117]

c) Durgun bir su insan idranyla pis olur. Öte yandan domuzun idrarı böyle bir suyu pis etmez. Çünkü nass sadece insan idrarı hak­kında varit olmuştur. Dolayısıyla domuz vesair hayvanların idrarı buna kıyas edilemez.[118]

Þüphesiz bu görüşler, fıkıh ve fikir alanında tuhaf şeylerdir.İbni Hazm´i bunlara sürükleyen sebep, onun, re´y ve riass´larm m''­n''larının akıl ile kavraıulabileceğini reddedişidir. Bu yüzden O, nass´ların hükümlerini muayyen İlletlere, tesbit edilmiş maslahatla­ra, meseleleri benzerlerine mukayese edip bunları aynı hüküm al­tında birleştirme (kıyas) esnasına dayandırmaz. L''kin böylece, istinbat temelinden yıkılmış olar.[119]



Sonuç


Bu kısa açıklamalar, umumî olarak Zahirî fıkhını ve özellikle îbni Hazm´in fıkhî görüşlerini aksettirmektedir.

Nass´lann Zahirî m''n''larını kabul etmek konusunda şiddet gösteren ve diğerlerine sert bir şekilde muhalefet eden Zahirî mezhe­binin ilk im''mı D''vûd el-lsbah''nf´dir. O´nun bir kısım görüşlerini yukarıda abattık. Onlar, D''vûd ez-Z''hirî´nin fıkhî metodunu yan­sıtmaktadır.

İşte bu metod, onu bütün rivayete ve senedleriyle hadîs topla­maya sevketmiştir. Çünkü o, re´y´e itimat etmediği müddetçe, nass´-ların Zahiri m''n''larına göre hüküm vermek için buna mecbur ol­muş ve netice itibariyle de çok zengin bir servet bırakmıştir[120]



Zahiri Mezhebinin Yayılışı


Bu mezheb, ilk kurucusu D''vûd zamanında ve ondan sonra çok az yayılmıştır.

Büyük şehirlerdeki mezheplerin hiç birisi kadar yayılma imk''­nı bulamamıştır. Hicrî beşinci asırda îbni Hazm ortaya çıkıp bu mez­hebe üç yönden büyük hizmetlerde bulunmuştur.

1 ? Zahirî mezhebinin usûlünü tesbit etmiş ve bunlan günü­müze kadar tesirini devam ettiren kitaplarında belirtmiştir. Bu ki­tapların en büyükleri şunlardır:

a) el-lhk''m fî Usûli´1-Ahk''m: Ibni Hazm bu eserinde kendi mezhebinin usûlünü ele alıp açıklamış, diğer mezheplerin usulleriy­le karşılaştırmış ve görüşlerinin hepsinde haklı değilse de, bunlan şiddetle savunmuştur.

b) Ibni Hazm, adı geçen kitabını gayet güzel bir risale şeklin­de telhis etmiş ve buna «en-Nubez[121] adını vermiştir. Bu risalede Zahirî mezhebine ait metodlann ince bir özeti ve diğer mezhepler­le küçük münakaşalar yeralmaktadır.

c) el-Muhall'': Bu eser, kelimenin tam manasıyla İsl''m fıkhı-nınm bir mecmuasını teşkil eder. Ibni Hazm, bu eserinde ahk''m ha­dislerini, bütün îsl''m ülkesindeki ''limlerin fıkhî görüşlerini topla­mıştır. Bu eser, haddizatında çok faydalı olup bütün Zahirî mezhe­bini ihtiva etmekte ve ona tarihteki yerini kazandırmaktadır. Eğer bu eserde îbni Hazm´in bazı sert çıkışları ve bir kısım tuhaf ifadele­ri yer almasaydı, Sünnet fıkhı üzerine yazılmış olan eserlerin en üs­tünü olurdu.

2 ? İbni Hazm, Zahiri mezhebini yaymak için davete başlamıştır. Fakat dilinin sert oluşu, hasetçilerin kinini üzerine çekmiştir. Da­vetine edilen icabet, onun bu uğurda harcamiş olduğu gayrete nis-betle çok az olmuştur. O, ?Allah kendisinden razı olsun bunu, «Bir ''lime memleketinde itibar edilmez» diye açıklar ve şöyle der: «Bizim durumumuz da, kişi kendi muhitinde takdir edilmez[122] atasözüne uymaktadır. İncil´de Hz.´İsa´nın: «Bir peygamber, ancak kendi memleketinde hürmetsizlik görür.» dediğini okudum. Peygamber (S.A.V.)´in Kureyşten gördüğü muameleleri düşününce bunu daha iyi anlarız. Kureyşliler zek''ca daha ileri, akılca daha kuvvet­li, kavrayış bakımından daha sağlam, en mübarek yerde oturmak şerefine sahip oldukları ve en güzel nimetlerle beslendikleri halde, Hz. Peygamber´i takdir edememişlerdir. Allah, (Medine´de oturan) Evs ve Hazrec kabilelerine bu takdir imk''nmı bahşetmiş, böylece onları bütün insanlardan üstün kılmıştır. Allah, fazlını dilediği kim­selere ihsan eder. Bizim Endülüs de aynı durumdadır. Endülüslüler, aralarından yetişen ve kendilerinden üstün olan bir ''limi çekeme-mişlerdir. Onun yaptığı çok şeyi azımsamişlar, iyiliklerini kötülük - saymışlar, kusur ve hat''larını araştırmaya koyulmuşlar, hayatı bo­yunca karşılaştığı bu gibi fena davranışlar, diğer memleketlerdekilerden kat kat fazla olmuştur. Bu ''lim başarılı olunca hırsız, evirip çevirici ve iddiacı demişler, orta halli olduğu zaman soğuk yüzlü, değersiz, zayıf ve düşüktür demişler; ilerleyince bu ne zaman böyle oldu, ne zaman okuyup yetişti? vay anasını! demişlerdir.[123]

îşte bu sözler açıkça göstermektedir ki hasetçilerin kini, îbni Hazm´in bu mezhebi yaymasına engel olmuştur. Þüphesiz Endülüs ''limlerinin, İbni Hazm´in şahsına olan kinleri, Zahirî mezhebini da­ha da kötü durumlara düşürmüş ve bu mezhebi kuvvetlendirmek için onun göstermiş olduğu´gayretlerin netice vermesini engellemiş­tir. Bu yüzden îbni Hazm, milletine karşı çok şiddetli davranmış, on­lar da kendisine karşı aynı şekilde şiddet göstermişler, böylece îbn Hazm´in emekleri boşa gitmiştir.

3 ? Îbni Hazm, gençleri yanma toplamıştır. O, Zahirî mezhe­bini, emsali veya yaşça kendisine yakın olan kimseler arasında neşredemeyince, istiyerek veya mecburen son ömrünü geçirdiği çiftli­ğinde mezhebine ait görüşleri yanma gelen gençlerin kalblerine yer­leştirmiştir. İşte îbni Hazm´in bu genç talebeleri, hocalarının ilmini samimiyetle öğrenmeye çalışmışlar, onun fıkıh, hadîs ve diğer îslamı ilimlere dair görüşlerini benimsemişlerdir. Bunlar- sayı bakı­mından az ve genç olmalarına, büyük ''limler, arasında, yer alma­malarına rağmen, ihl''s ve çalışkanlıkları sayesinde büyük topluluk­ların yapamıyacağı şeyleri başarmışlardır. Ölümünden sonra İbni Hazm´in kitaplarını toplamak ve görüşlerini açıklamak hususunda bunların tesiri büyük olmuştur.[124]



Îbni Hazm´den Sonra Zahiri Mezhebi´nîn Durumu


Bu mezheb, İbni Hazm´in ölümüyle ortadan kalkmamıştır. İbni Hazm, bu mezhebi kitaplarıyla ebedileştirmiş ve kendisinden ilim tahsil eden öğrencileri vasıtasıyla yaymaya muvaffak olmuştur. Onun bu genç öğrencilerinden bir kısmı, Zahirî mezhebini yalnız En­dülüs´te değil, Doğu İsl''m ülkelerinde de yaymışlardır.

Doğu İsl''m ülkelerine giden talebesi Buharî ve Müslim´in sa­hihlerini bir araya toplayan el-Humeydî´dir. Bu zat, İbni Hazm´in vefatından sonra Endülüs´den kaçmış olup hocasının yazmış olduğu eserler vasıtasıyla Zahiri mezhebini Doğu İsl''m ülkelerine yaymış­tır.

el-Humeydi´nin adı Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Nasr´dır.420 H. yılında doğup 488 H. yılında ölen el-Humeydî, tarihçi ve haddis idi. İbni Hazm´den tahsil görmüş, İsl''mı birçok ilimlerde ondan icazet almış, îbni Hazm´in kitaplarını bizzat kendisinden okumuş ve Zahirî mezhebini yaymaya çalışmıştır.

îbni Hazm´in talebeleri her tarafa dağılmışlardır. Gittikleri yer­lere hocalarının kitaplarını götürmüş olmaları, gelecek nesiller üze­rinde büyük tesirler bırakmış, "böylece her nesil arasında zahirî olanlar bulunmuş ve her asırda Endülüs bir zahirî fakihinden h''lî kalmamıştır.

Hicrî 6. ve 7. yüzyıllarda yaşayan ''limlerden Ebu-1-Hattab Mec-duddin Ömer b. el-Hasan[125] dikkati çekmektedir. Ebu´l-Hatatb, «İbni Dıhye» künyesinyle anılır. Bu zat, bütün Endülüs´ü dolaşmış ve buranın büyük bilginlerinden ilim tahsil etmiş, sonra Eyyûbîler dev­rinde Mısır´a gelmiştir. el-Makkarî bu bilgin hakkında şöyle der:

«Ebu´l-Hattab Mısır, Mağrib, Þam, Irak ve İranda rivayetle meş­gul olmuş, hadîs tahsili için seyahatler yapmış, bir çok kitap telif etmiş, usûl okumuş, hadîs rivayetinde pek yararlı olmuş... ve gayet faydalı bir çok eser yazmıştır.»

Dikkati çeken ve İsl''m tefekküründe büyük tesirleri olan ''limlerden Muhyiddin b. el-Arabî (öl. 638 H) de, ibadet bakımından Za­hirî mezhebinde olup Ebu´l-Hattab b. Dıhye ile çağdaş idi. el-Mak-kari bunun hakkında da; «ib''det bakımından zahirî, itikat bakımın­dan da b''tinî görüşlere sahipti.» der.[126]

Ebu´l-Hatab ile Îbnu´l-Afabî Endülüs´e hükmeden Muvahhidîler devrinde yaşamışlardır. Diyebiliriz ki Hicrî 6. asrın sonu ile 7. as­rın başı Zahirî mezhebinin parlak ve yayılma devridir. Bu mezhebi Hicri 580-595 yıllarında iktidarda olan Yakub b. Yusuf b. Abdilmü´-min b. Ali, Kuzey Afrika ve bütün Endülüs ülkelerinde yaymıştır.

Adı geçen Emir, bu mezhebe göre amel edileceğini halka il''n etmiş ve kendisinden sonra gelenler de onun izinden giderek bu mez­hebi yaymaya çalışmışlardır. «el-Mu´cib fî Telhîs-i Ahb''ri´l-Mağrib» adlı eserin yazarının[127] anlattığına göre, Emir Yakub, müslüman-îarı Sünnete sarılmaya ve Maliki mezhebini bırakmaya, sadece Al­lah´ın Kitabı ve Resulünün Sünneti ile amel etmeye çağırmıştır. Hat­t'', M''liki mezhebi üzerine yazılmış olan fıkıh kitaplarını´ toplatıp hepsini yaktırmıştır. Burada sözü" el-Mu´cib yazarına bırakıyoruz:

«Adı geçen Emir Yakub´un saltanat günlerinde fürû´ ilmi sön­müş ve fakihler bu Emirden korkmaya başlamıştır. Emir. Yakub, Kur´''n-ı Kerim ve Hadis kitaplarını ayırdettikten sonra Maliki mez­hebine göre yazılmış olan kitapların tamamen yakılmasını emret­miştir. Bütün ülkede, M''liki mezhebine ait kitapların yakılmasına devam edilmiştir. Sahnun´un «el-Müdewene»si, îbnı Yûnus´un «Kitab» ı, Ebu Zeyd´in[128] «Nevadır» ve «Muhtasar» ı, el Berazii´nin[129] «Kit''bu´t-Tehzib» i, İbni Habib´in[130] «el-Vadıha fi´s-Sünen ve´I-Fıkh» ı gibi eserler bunlar arasındadır. O günlerde ben, Fas şehrin­de idim. Bu kitapların yüklerle getirilip bir yere yığıldığını, daha sonra ateşlenip yakıldığını gördüm.»[131]

el-Mu´cib yazan yine şöyle der: «Emir Yakub, insanların re´y il­mi ile iştigal ´etmelerini ve re´y´ dayanarak münakaşaya girmeleri­ni yasaklamış ve dinlemiyenlerin şiddetli bir şekilde cezalandırıla­cağını bildirmiştir... Maksadı, M''liki mezhebini topyekûn yok et­mek, onu bir anda Mağrib´den kaldırıp atmak, insanları Kur´''n ve Sünnet zahirine göre amel etmeye mecbur kılmaktı.»

Bu surette Zahiri mezhebi yeniden canlanmışta. Çünkü Muvah­hidîler, yalnız Kur´an ve Sünnet´in zahirine göre amel edilmesini iste­mekle, taklidi reddeden ve sadece nass´larm z''hirleriyle yetinen Za­hirîlerin metodunu yaymış oluyorlardı.

İbni Hazm, Emîr Yakub b. Yusuf´un takdirini kazanmıştı. Hatt'', Emir Yakub, Endüslüs´e girdiği zaman gidip rahmetli îbni Hazm´in kabrini ziyaret etmiştir.[132]

Muvaffak kılan ve doğru yolu gösteren Allah´dır.[133]



Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

MiM

ADMiN
11,903
[1] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/447.

[2] Tam adı Ebu Amr Ahmed b. Hazm´dir (öl. 402 H.). Alim, edip, ''dil ve iyi bir idareci olan bu zat bir kaç defa vezirlik mevkiine yükselmiştir.

[3] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/449.

[4] Bu zat, Kadı S''id b. Ahmed el-Ceyy''nî el-Endelüsî (ÖL 426 H.) dir.

[5] Tam adı, Ebul-Velîd Süleyman b. Halef b. Esed el-B''cî´dir. Bu zat, takriben 480 H. yılında ölmüştür. Çeviren.

[6] el-Makkarî, Nerhu´t-Tîb, c. VI, s. 202, Ferid Rif''i neşri.

[7] Tavkul-Ham''me, & 50, Kahire baskısı.

[8] Adı geçen eser, s. 126.

[9] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/450-451.

[10] Hişam el-Müeyyed, Endülüs Emevî halifelerinden ikinci Hişam olup 10 yaşında iken tahta çıkarılmış ve vezirlerin elinde oyuncak edilmİşte. Onun adına H''cihi el-Mansur devlet işlerini yürütmüş ise de, adı geçen halife Endülüs Emevî devletinin çöküşünü hızlandırmaş ve 403 H yılında öldürülmüştür. Çeviren.

[11] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/451-452.

[12] Þafiî´nin bu kitabı, el-Umm´un VII. Cildinin bir bölümünü teşkil etmek­tedir. Çeviren.

[13] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/452-454.

[14] Bu sırada İbni Hazm, Abdurranman´ın veziri idi. Çeviren.

[15] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/454-455.

[16] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/455.

[17] el-Makkarî, Nefhu?t-Tib, c IV, s. 50.

[18] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/455-456.

[19] Tavkul-Ham''me, s. 154, Kahire baskısı.

[20] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/456-457.

[21] Nefhu´t-Tib, c VI, s. 176, Ferid Rif''î nesri.

[22] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/457-458.

[23] Naktul Arûs, s. 83, Prof. Dr. Þevki Dayf neşri, 1951.

[24] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/458-460.

[25] Bu köy, Leble Nahiyesinin «Manta lisanı» köyü olup İbni Hazm´in aile­si buradan neş´et etmiştir. Çeviren.

[26] Mu´cemul-Udeb'', c. XII s. 248, Kifaî Neşri.

[27] İbni Hazm, 28 Þaban 456 (15 Ağustos 1064 M.) da köyünde ölmüştür. Oğullarından Ebu R''fi´ el-Fazl (öl. 479 H.), Ebu Üs''me Yakub ile Ebu Süleyman el-Mus´ab, babalarının ilmini yaymak için çok çalışmışlardır.Çeviren.

[28] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/460-461.

[29] Bu isim, «Güvercin Gerdanlığı» anlamına gelmektedir.Çeviren.

[30] Bu isim de «Bunların Tedavisi» anlamındadır. Çeviren.

[31] Müd''v''tu´n-Nüfûs, s. 61, Þam baskısı.

[32] Mudav''tu´n-Nufûs, s. 45.

[33] Aynı eser, s. 54,

[34] Aynı eser, s. 30.

[35] Duh'', 11.

[36] Tavkul-Ham''me, s. 82.

[37] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/462-467.

[38] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/467-468.

[39] Yakut, Mu´cemul-Üdeb''´, c. XII, s. 47. Rifaî tabı.

[40] Bu eşer, 1321 H. yılında Kahire´de basılmış ve 1907 M. yılında da İspan­yolca´ya terceme edilmiştir. Çeviren.

[41] Bu «el-Mavatta´ın hadislerini şerh ve mes´elelerini tenkid» anlamında­dır. Çeviren.

[42] Ayra eser, c. XII, s. 256.

[43] Îbni Hazm´in diğer mühim eserleri:

1 ? Tavku´el-Ham''me (ingilizce, Fransızca ve Rusça´ya terceme edil­miştir.), 2 ? Risale fi Fadül-Endelfis, 3 ? Naktnl Arûs, 4 ? Cevhera-tul-Ens''b, 5 ? Esv''kul-Arab, 6 ? Zikru Evk''tfl-Ümer'' ve Eyyamihİm bil-Endelüs, 1 ? etfhk''m fî Usûlil-Ahk''m (Kahire´de 1345 H. yıhnda basılmıştır.) 8 ? el-MuhaU'' Fil-Fıkh (1347-1352 H. yılmda Kabire´de 11 cilt halinde basılmıştır), 9 ? Ibtalul-Kıyas ve´r-Rey vel-İstihs''n (Gold-zîher tarafından «Die Zahirilten» ?Leibzig, 1844? adlı eserinde mufas­sal bir şekilde tetkik edilmiştir.), 10 ? Mes''ini Vsûlil-Fıkh (1333 H. yılında Mısır´da başlamıştır.), 11 ? Kitabul-Usul Vel-Furû, 12 ? Me-ratibul-tcm''´, 13 ? En-Nabzetul-K''fİye, 14 ? Risaletul-Beyan An-Ha-kîkatil-tman, 15 ? Et-Tahkîfc fî Nakdi Muhammed 1». Zekeriyya er-Razî, 16 ? et-Takrîb Fî-Hudûdil-Kel''m, 17 ? Haccetu Ved'', 18 ? En-N''sİh Vel-Mensûh (1397 ve 1308 Hicrî yıllarında Kahire´de basilmiş olan Ce-laleyn Tefsiri´nin kenarında yayımlanmıştır.), 19 ?, Esm''´u´s-Sah''be, 21 ? Müd''v''ttt´n-Nöfös (İspanyolca´ya terceme edihniştîr,), ZZ ? Ma-rifetu´n-Nefs Bİgayrîh'' ve Cehlih'' Bizatih'', 33 ?Mer''tibu´I-UIûnı. Îbni Hazm´in bunlardan başka daha bir çok feitap ve risaleleri vardır.Çeviren.

[44] Adı geçen eser.

[45] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/469-471.

[46] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/471.

[47] el-Fasl, c. I, s. 5.

[48] Adı geçen eser, c. I, s. 7.

[49] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/471-473.

[50] Müd''v''tu´n-Nüfûs, s. 66.

[51] Adı geçen eser, s, 42.

[52] Adı geçen eser, s, 66.

[53] Adı geçen eser, s. 13.

[54] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/473-475.

[55] A´raf Sûresi, 189.

[56] Tavkul-Ham''me, s. 3, 4, 76.

[57] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/475-477.

[58] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/478.

[59] T''h'' Sûresi, 5.

[60] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/478-479.

[61] Bak. En´''m : 103, Ra´d: 16, Hicri: 28, Zumer: 63, Mü´min: 63. (Çeviren)

[62] Þûra Sûresi, 11.

[63] Bu isimler sıra ile şöyle terecine edilebilir: Kudret sahibi, bilen, hük­meden, işiten gören, irade sahibi, ihtiyar sahibi, diri ve kendi kendine var olan. Çeviren.

[64] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/479.

[65] Feth Sûresi, 10.

[66] Rahman Sûresi, 26, 27.

[67] Feth Sûresi, 26, 27.

[68] Yani Allah, onların ne yaptıklarını bilmektedir. Çeviren.

[69] Maîde Sûresi, 64.

[70] Yasin Sûresi, 71.

[71] Þems Sûresi, 1.

[72] Beled Sûresi, 1.

[73] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/480.

[74] Ra´d Sûresi, 27.

[75] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/481.

[76] Bakara Sûresi, 282.

[77] el-Fasl, c. IV, s. 166.

[78] Aynı eser, s. 167.

[79] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/481-483.

[80] el-Fasl, c IV, s. 46.

[81] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/483-484.

[82] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/485.

[83] En´am Sûresi, 38.

[84] Nisa Sûresi, 59.

[85] Haşr Sûresi, 2.

[86] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/485-487.

[87] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/488.

[88] Nahl Sûresi, 44.

[89] Aynı sûre, 43.

[90] Nisa Sûresi, 82.

[91] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/488-489.

[92] Necm Sûresi, 3, 4.

[93] Nahl Sûresi, 44.

[94] Enfal Sûresi, 30, 21.

[95] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/489-490.

[96] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/491.

[97] Nisa Sûresi, 59.

[98] Hasr Sûresi, 7.

[99] el-İhkam, «. I, s. 139-141, 331.

[100] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/491-494.

[101] Müellif, yutanda İbni Hazm´e göre şer-i delillerin dört olduğunu söyle­diği halde, borada üçüncü ve dördüncü delili açıklamamıştır. Biz bun­ları, müellifin «İbni Hazm» adlı ve Kahire´de 1954 yılında basılmış olan eserinin 354-364. sayfalarından özetleyerek terceme ettik. Çeviren.

[102] el-İhkam, c. IV, s. 143.

[103] A´raf Sûresi, 3.

[104] Maide Sûresi, 3.

[105] el-İhkam, c. IV, s. 147.

[106] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/494-496.

[107] Misaller, için yukarıya «D''vûd e^Z''hirî» bahsine bakınız. Çeviren.

[108] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/496.

[109] Nasslann sebep ve metlerinin tesbit edilerek ortaya çıkarılması.». Çe­viren.

[110] Enbiy'' Sûresi, 23.

[111] el-İhkam, e, VIII, s. 102.

[112] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/497-498.

[113] Her şeyde aslolan mubah olmaktır. Çeviren.

[114] Bakara Sûresi, 3S.

[115] el-lhkam, c I, 3. 59.

[116] el-Muhall'', c. I, s. 135.

[117] Aynı eser, s. 132.

[118] Aynı eser, s, 69.

[119] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/498-499.

[120] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/499-500.

[121] Bu eser, Zahld el-Kevserî´nin mnfratfdime ve ban taaçryeleriyle «en-Nabez fi Usli-Fıkhiz-Z''hirî» adı altında Emin el-Hancî tarafından 1940 yılında Kahire´de neşredilmiştir. Brockelmann ve İsl''m Ansiklopedisi, Ibni Haran maddesinde bu eserin adını «en-Nabze» olarak göstermekte ve Berlin Kraliyet Kütüphanesinde No. 5376´da yazma bir nüshasının bu­lunduğunu kaydetmektedirler. Çeviren.

[122] Türkçemizde bu m''nada «Ev danası öküz olmaz» diye bir atasözü var­dır. Çeviren.

[123] Nefhu´t-Tîb, C..II, s. 130, Hayriyye baskısı.

[124] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/501-503.

[125] 14 Rebiülevvel 633 tarihinde Kahire´de ölmüştür. Çeviren.

[126] Nefhu´t-Tib, c. I, s. 100, Rifaî neşri.

[127] Bu zat, Abdnlv''hid b. Ali el-Merrakeşî´dir (öl. 647 H.). Çeviren.

[128] Tam adı, Ebu Zeyd Said b. Evs el-Ans''ri´dir (öl. 215 H.)Çeviren.

[129] Halef el-Berazü´nin 430 H. yılında yaşadığı biliniyor. Metinde anılan ese­ri, «el-Müdewene»nin ihtisarıdır. Çeviren.

[130] Adı Abdulmelik´dlr (Öi. 238 H.). Çeviren.

[131] el-Mu´cib, s. 278, Ticariyye baskısı (Mısır).

[132] Emir Yakub, 595 H. yılında öldükten sonra Endülüs ve Mağrib´de M''­liki mezhebi yeniden kuvvetlenmiş ve Zahirî mezhebi zamanla sönmüş­tür.

İran´da bir hayli yayılmış olan Zahiri mezhebi yavaş yavaş burada da sönmüştür. Ancak günümüzde Hindistan´ın Bhop''l eyaletinde bulunan müslümanlar arasında bu mezhebe mensup olanlar vardır. Zahirî mezhebine ve bilhassa Îbni Hazm´in görüşlerine vefatından son­ra daha çok yazı île hücum edilmiştir. Mesel'', ´yaklaşık olarak Îbni Hazm´den bir asır sonra, M''liki ''limlerinden Îbni Zerkun diye meşhur olan Muhammed b. Muhammed b. Said el-lşbîlî (öl. 621 H.) «Kit''bul-Muahall''» adlı eseriyle Îbni Hazm´in «Kitab´ul-Muhall''?sını tenkit ve red­detmiştir. Çeviren.

[133] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/503-505.

Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

GüL_GüZeLi

Ziyaretçi
Çok kısaymış :) birinci bölümünü okudum ikinciyi yarın inşallah okurum,Allah razı olsun...


SMF 2.1.3 © 2022, Simple Machines, TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022
Sayfa 0.102 saniyede 27 sorgu ile oluşturuldu.
Lithium theme by Bloc © 2017