Ocak 06, 2009, 11:21:49 ÖS
Teşbih İfade Eden L''fızlarla İlgîlî Görüşleri
İbni Hazm; «Allah´ın eli, onların ellerinin üstündedir.»[65] ve «Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak yüce ve cömert olan Rabbının yüzü bakîdir.»[66] ''yetleri karşısında bir şey söylemez. Allah´ın eli vardır, bunun mahiyetini bilemiyoruz; Allah´ın yüzü vardır, bunun hakikatini bilemiyoruz gibi sözleri de ağzına almaz. O, bu l''fızların zahirlerini kabul etmekle beraber z''hir´in, bunlar hakkında böyle söylenilmesine bir delaleti olmadığım ileri sürer. Ancak Arap dilinin üslûbuna olan vukufu ve kendi zevki selimi ile «yüz» kelimesinden «zat» dan başka bir şey muradedilmediğini kabul eder. Keza; «Allah´ın eli, onların ellerinin üstündedir.»[67] ''yetindeki «el» kelimesini: Allah, onların ellerinin üstündedir[68] diye tefsir eder. «O´nun (Allah´ın) iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle sarfeder.»[69] ''yetini: Allah dilediği gibi sarfeder, diye tefsir eder. «Ellerimizin yaptıklarından kendileri için bunca davarlar yarattığımızı görmediler mi?»[70] ''yetinde ki «ellerimizin yaptıklarından» sözünü: bizim yaptıklarımızdan, diye tefsir eder. «İstiva» sözünü de böyle münasip bir şekilde tefsir eder.
Görüyoruz ki İbni Hazm, kendisi de te´vil ve tefsircilerin yolundan gitmektedir. Fakat bunu, te´vil veya tefsir saymamakta ve mecazî l''fızların delalet ettiği m''n''lar olarak kabul etmektedir. Ona göre meşhur mecazlar, l''fızların zahirleri hükmündedir.
Bu suretle İbni Hazm, Allah´ın yüce zatının isimlerinden müteş''bih kelimeler bulunmadığını, ancak «H'' Mim» ve «Elif L''m Mim S''d» gibi Kur´an sûrelerinin başlarında yer alan harflerle, «And olsun güneşe ve onun aydınlığına.»[71] ve «Þu beldeye yemîn ederim.»[72] gibi ''yet-i kerîmelerde geçen eşya ve yaratılmış şeyler üzerine Allah´ın yapmış olduğu kasemlerde müteşabih bulunduğunu beyan eder.[73]
Cebr Ve İhtiyar Hakkındaki Görüşleri
İbni Hazm; «her şeyin yaratıcısı Allah´dır.» hükmü karşısında insanın kendi fiillerini yaratıp yaratmaması meselesinde cebr ve ihtiy''r´a dokunmak mecburiyetinde kalır. O, insanın fiillerini -Allah yaratmaktadır, dese, insanın iradesini yok etmiş olacak; bu da, teklifin ortadan kalkması gibi bir sonuca varacaktır. İnsan kendi fiillerini kendisi yaranmaktadır, dese, fiillerin yaratılmasında Allah´a şirk koşmuş olacaktır. İbni Hazm, bu işin içinden şu şekilde çıkar: Kul, Allah tarafından yaratılmıştır. Kendisinde bir irade ve güç vardır. O, bir şey yapabilir veya bir şeyi yapmak istiyebilir. Kulun bu irade ve gücünün üstünde Allah´ın kahredici kudreti vardır. Allah Te''l'' kendi iradesine m''ni olacak her şeyi yok etmeye muktedirdir. Buna göre Allah, bir kula hayır dilerse hidayet eder, şer dilerse ona m''ni olacak şeyleri yok eder ve onu fel''kete düşürür. Böylece Allah´ın, «De ki: Þüphesiz Allah kimi dilerse onu dal''lete götürür, gönlünü kendisine çevirenleri ise doğru yola iletir.»[74] sözü gerçekleşmiş olur.[75]
Siyasî Görüşleri
Siyasetin kucağında yetişmiş olan İbni Hazm, siyasî konularda kendi görüşlerini açıklar. Akîde ile ilgili de olsa, hilafetten halifenin nasıl seçileceğinden, siyasi fırkalar arasında tartışma konusu olan büyük günah işieyelnerin durumlarıyla ilgili meselelerden bahseder.
Hil''fet konusunda İbni Hazm şöyle düşünür: Bir halifenin iş basma getirilmesi müslümanlar için farzdır. Eğer müsülümanlar, başlarına bir halife tayin etmezlerse toptan günahk''r olurlar. Çünkü, müslümanlar arasında İmamet (hilafet)´in zaruretini gösteren birçok nass vardır.
İbni Hazm´e göre İmamet, ancak şartları bulunursa gerçekleşir. Þöyle ki:
1 ? İmam (halife) Kureyş´li olacaktır. Çünkü bu hususta nass vardır ve sahabîler Benî Saide´nin sofasında toplandıkları zaman Ansar, halifenin kendilerinden olmasını teklif etmişler; fakat bütün sahabîler halifenin Kureyşli olmasında, Kureyşli olması ve Hz. Peygamber´e yakınlığı bulunması hasebiyle Hz. Ebu Bekr´i halife seçmede icm'' etmişlerdir.
2 ? Halifenin akıllı (''kil) ve erkek olması şarttır. Çünkü Peygamber (S.A.), «İdarelerini bîr kadına teslim eden millet iflah olmaz.» buyurmuştur.
3 ? Halifenin emaneti omuzlamak için ileri çıkması; devlet işlerini yürütmek için yapacağı görevleri bilmesi, zahiri durumunun bu işe elverişli olması ve fena işlerle uğraştığı bilinmemesi şarttır. Bu konuda îbni Hazm şöyle der:
Bir kimse; tek bir şeyde bile olsa, Aliah´dan korkmayan, yeryüzünde açıkça fenalık işleyen, emniyete l''yık olmayan, Allah´ın emrini yerine getirmeyen veya dînî hakkında bir şey bilmeyen bir şahsı halifelik makamına takdim etse günah ve fenalığa yardım etmiş olur. Peygamber (S.A.); «Bir kimse bizim emretmediğimiz bir işi yaparsa o merduddur.» ve «Ey Eb'' Zerr, sen zayıfsın, iki kişiye reis ve yetim malına velî olma!» diye buyurmuştur. Alî''hû Te''l'' da; «Eğer üstünde hak bulunan (borçlu), bir sefih (beyinsiz) veya zayıf olursa, yahut da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velîsi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa razı olacağınız şahitlerden bir erkekle, biri unutursa ötekine hatırlatması için iki kadın yeter,»[76] buyurmuştur. Bundan anlaşılıyor ki sefih, zayıf ve kendi işlerini yürütmediği için velîye muhtaç olan kimselerin müslürnanlara velî olması caiz değildir.»[77]
İbni Hazm, hilafetin verasete dayanmayacağını söyler, İsl''m, soya dayanan saltanatı tanımaz. Bu konuda da İbni Hazm şöyle der: «Müslümanlar arasında İmamet (hilafet)´de verasetin caiz ol-mıyacağını, R''fiziler hariç, kabul etmeyen yoktur. R''fiziler ise, hem veraseti kabul ederler, hem de erginlik çağma ulaşmayan şahsın İmam olabileceğini caiz görürler. Keza, müslümanlar arasında kadının İmametinin caiz olmayacağında ihtil''f yoktur.»[78]
İbni Hazm´e göre şartları kendisinde bulunduran kimse İmamete nasıl getirilecektir? îbni Hazm, bu işin şu üç şekilden biriyle tamamlanacağını söyler:
1 ? Bu işin en iyi ve en doğru şekli, mevcut İmamın ölmeden Önce kendisinden sonra İmam olacak şahsı tavsiye etmesidir. Bu konuda şöyle der: «Nitekim Peygamber (S.A.),´ Ebu Bekr Sıddîk´i; O da, Ömer´i; Süleyman b. Abdilmelik, Ömer b. Abdilaziz´i böyle tavsiye etmiştir.» İşte İbni Hazm´in benimsediği şekil budur. Bu misallerden anlaşılıyor ki O, gelecek İmamı tavsiye işinde akrabalık ve adam kayırma değil, dinin ve müslümanlann maslahatının öne alınmasını şart koşmaktadır.
Bu tavsiye işi, bi´at´m vacip oluşuna engel teşkil etmez. Umumî bir bî´at şarttır. Tavsiye ile seçilmek, ancak bî´atla tamamlanır.
2 ? Eğer İmamet için bir tavsiye yoksa gerekli şartlan haiz kimse ortaya atılır ve kendisine bî´at edilmesini teklif eder. Buna karşı çıkılmaz. İtaat etmek gerekir. Nitekim Hz. Ali ?Kerremall''-hü vechehû ? nin İmamete getirilişi böyle olmuştur.
3 ? Sağ olan halife, kendinden sonraki halifenin seçimini güvenilir bir şahsa veya bir zümreye bırakır. O şahıs veya zümre aralarından birini seçer. Nitekim Hz. Ömer, Peygamber (S.A.)´in hayatta iken kendilerinden razı olduğu altı kişiye bu işi havale etmiştir. İbni Hazm der ki: «Bize göre bu tarzdaki halife seçiminde müslümanların ittifak ettiği şahsa razı olmak gerekir. Üç günden fazla seçim işiyle uğraşmak caiz olmaz. Çünkü Peygamber (S.A.), Müslümanların iki geceden fazla İmamsız kalmalarını nehyetmiştir. Müslümanlar da, bundan fazla bir müddet içinde bu iş için toplanmamıştır. Bu süreden fazlası b''tıl olup caiz değildir.»
İmametle ilgili bütün bu şekillerde îbni Hazm´in zahirî görüşlerine göre hareket ettiği düşünülebilir. Çünkü o, burada müslümanlardan adalet ehli olanların icm''´ına. uymaktadır. Bu müslü-manlar Ebu Bekr, Ömer,- Osman ve Ali (R.A.) ´ye bî´atta icma´ etmişlerdir. Böylece her üç türlü halife seçimi de müslümanlardan adalet ehli olanların icm''´ına dayanmaktadır. B''gîlerin isyanı ise icm''´ı bozmaz.[79]
Kebîre İşleyenler Hakkındaki Görüşleri
Kebîre (büyük günah) işleyenlerin durumu üzerinde münakaşa, ilk defa Haricîler arasında çıkmıştır. Bunlara göre kebîre işleyenler k''firdir. Ehl-i Sünnet Ve´1-Cemaat, H''ricilerin bu görüşünü tanımamış ve kebîre işleyenlerin k''fir olmadığını, fakat işlediği bu günah için hesaba çekileceğini söylemiştir. Tevbe eder veya Allah´ın mağfiretine uğrarsa kebîre işleyen bir kimse hesaptan da kurtulur. Mürci´eye göre îman olduktan sonra kebîre hiç bir zarar vermez. Nitekim küför içindekilere taat da hiç bir fayda vermemektedir. Mu´te-zîlilere göre ise, kebîre işleyen ne mümindir, ne k''firdir. Bunun ikisi arasında bir yerde olup tevbe etmeden ölürse ebediyyen ateşte kalacaktır.
Ibni Hazm, Ehl-i Sünnet´in yoluna yaklaşır. Çünkü nass´Iann ^''hirleri onla)pu desteklemektedir. Fakat kendisi, bu konuda kısmi bir ayırım yapar ve şöyle der: «Yaptığı günahlar için Allah´a tevbe-i nasuh ile tevbe eden kimsenin Allah bütün günahlarını affeder. Bir kimse tevbe etmeden ölür ve sevapları günahlarından ağır gelirse günahları düşer. Kendisi de cennete gider, cehenneme gitmez. Sevapları günahlarına denk gelirse bunlar A´raf ehli olurlar. Burada bir müddet bekledikten sonra cennete giderler, cehenneme gitmezler. Eğer günahları sevaplarından ağır gelirse, bunlar günahlarının fazlası kadar ceza görürler. Bunun müddeti, yüzlerine ateşin bir defa parlama müddetinden elli bin yıla kadar değişir. Sonra ateşten çıkar ve kalan sevapları karşılığında cennete girerler.»[80]
Bundan anlaşılıyor ki, îbni Hazm günah işleyenlerin, isterse işledikleri günah büyük olsun, k''fir olmadığını kabul etmekte, sonra da nass´larm zahirlerine dayanarak bu hususta bazı tafsilatta bulunmaktadır. Böylece O, nakli ilim hakkında benimsediği metodunda da mantıkî olarak hareket etmektedir.
Artık İbni Hazm´in fıkhına geçebiliriz.[81]
İbnî Hazmin Fıkhı
İbni Hazm´in, nakilden ibaret olan nass´lan anlama metodunun, sadece bu nass´lann zahiri m''n''larını almak olduğunu söylemiştik.
îbni Hazm bu metodunu siyaset, Allah´ın sıfatları ve diğer akide mes´elelerine dair görüşlerine de tatbik etmiştir. Sadece ülûhiyetle nübüvveti ispat ederken akla dayanır. Ülûhiyyet ve nübüvvetin ispatından başka mes´elelerde nass´lann zahirine dayanır ve hükümlerin illetlerini araştırmaz.
îbni Hazm´in bu metodu, fıkhında tamamen meydana çıkar; hatt'' bu konuda temel unsur olur. İbni Hazm, fıkhı hükümler çıkarırken yalnız Kitap ve Sünnetin nass´larma dayanır. Bunlardan öte gitmez. Akla, nass´lann üstünde ve zahirî m''n''lannın İlerisinde bir işleme alanı bırakmaz. îbni Hazm-´e göre re´y´le de, hakkında nass bulunmayan bir mes´eleyi hüküm bakımından hakkında nass bulunan bir mes´eleye bağlamaktan ibaret ve istidlal bakımından neredeyse nass makamına kaim olan kıyas´la da, maslahatla da, sebep olduğu neticeye göre hüküm ifade eden zer''yi´ ile de ictihad asla caiz değildir.[82]
Re´ye Dayanan İçtihadı Îbt''lî
Yukandaki ifadelerden de anlaşılacağına göre, îbni Hazm fıkhı hükümlerin çıkarılmasında re´y´e dayanarak içtihad yapılmasını caiz görmemektedir. Bu görüşünü ispat için O, yine nass´lann zahirine dayanır. Burada biz, Ibni Hazm´in bu konudaki delillerini kısaca anlatmak istiyoruz:
1 ? Kur´''n: Ibni Hazm, Kur´''n´m, «Biz o kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık.»[83] ''yetini delil getirir. Eğer re´y için boş bir saha kalsaydı Kur´an-ı Kerim bir kısım şeyleri eksik bırakmış ve ihmal etmiş olurdu. Keza, «Ey îman edenler, Allah´a itaat edin. Peygamber´e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir şey hakkında çekiştiğiniz takdirde, Allah ve ''hiret gününe inanıyorsanız, hemen onu Allah´a ve Peygamber´e döndürün (bu hususta onların emirlerine başvurun).»[84] ''yet-i kerimesi, bu konuda İbni Hazm´in görüşünü ispat için bir delil teşkil eder.
Bu nass´da, îbni Hazm´e göre, şer´i hükümlerin kaynakları tesbit edilmiştir. Bunlar da Kitap, Sünnet ve ihtilaf konusu olmayan icma´dır.
2 ? Sünnet: îbni Hazm Sünnet nass´larının da zahirlerinden hareket eder. O, Peygamber (S.A.)´in şöyle buyurduğunu rivayet eder: «İlim insanların kalblerinden çıkarılıp al mm az. Ancak ilim, ''limlerin ölümüyle çıkıp gider. Âlim kalmayınca insanlar c''hil reisler edinirler. Bunlar da re´y ile fetva vererek hem kendileri saparlar, hem de başkalarını sapıtırlar.»
3 ? Sahabilerin sözleri: İbni Hazm, Hz. Ömer´in şu sözlerini rivayet eder: «Dininizde re´ye itibar etmeyiniz.» ve «Ancak, Peygamber (S.A.)´in re´yi isabetli olur. Çünkü ona, bunu ilham eden Allah´-dır. Bizim re´yimiz sadece zan ve tekliften ibarettir.»
îbni Hazm, seh''bilerden buna .benzer rivayetlerde bulunur. Hz. Ömer´in sözlerine benzer görüşleri, Hz. Peygamber´in halifesi Ebu Bekr ve Ali (R.A.)´den de rivayet eder.
İbni Hazm, kendi görüşünün doğruluğunu ispatlamakla yetinmez, daha ileri giderek ve fakîhlerin büyük çoğunluğunun delil olarak kabul ettiği şeyleri nakzeder. Mesel''; «Ey akıl ve basiret sahipleri, siz ibret alın.»[85] ''yetinde re´y dayanılmasına del''let eden bir şey olmadığını, ancak bu ''yette cereyan eden olaylardan ibret alınmasına işaret buyunılduğunu söyler. Ayrıca îbni Hazm, Muaz b. Cebel´in Peygamber (S.A.)´e, Kitab ve Cünnefte bir hüküm bulunmadığı zaman re´yi ile içtihad yapacağını söylediğini ve Hz. Peygamber´in de onun bu fikrini tasvip ettiğini anlatan hadis´in doğruluğunu kabul etmez. Keza, Hz. Ömer´in Ebu Musa el-Eş´arî´ye gönderdiği kaza (yargı) mes´eleleriyle ilgili ve birbirine benzeyen olayları kıyas yoluyla halletmesini emreden mektubun sıhhatini ink''r eder. îbni Hazm´in bütün münakaşa ve istidlalleri, lafızların zahiri m''n''larına dayanır. Fakat sihhati (doğruluğu) sabit olan hadisleri ink''r etmesi tamamen yersizdir.
Artık İbni Hazm´in ileri sürdüğü delilleri inceliyebiliriz. Bize göre, re´yi kabul edenler, mes´eleleri başıboş ve bir kayda bağlamaksızın bırakmamışlardır. Fakihlerin caiz gördüğü re´y, ancak kıyas veya maslahattan ibarettir. Bütün re´y çeşitleri bu ikisine dayanır. Bunları kabul etmek, olayları Kitab ve Sünnetin ışığı altında halletmektir. Nitekim All''hu Te''l'', ihtil''f çıktığı zaman Kitab ve Sünnete başvurulmasını emretmiştir. O halde re´yi kabul etmek, Kur´''n nassınm dışına çıkmak demek değildir.
Kıy''sın Kitab ve Sünnete dayandırılması, hakkında nass bulunan mes´elelerin hükümlerini benzeri mes´elelere tatbik etmek demektir. Bu da, mes´eleyi Kur´an veya Sünnetin muayyen bir nassına dayandırmak olup Kur´''n ve Sünnetin dışına çıkmak değil, nass´ları anlamının ve onlarla istidlal etmenin yoludur. Nitekim Huccetu´l-İsl''m el-Gazzali de böyle söylemiştir.
Maslahata gelince; burada her türlü kayıttan ''z''de olmak söz konusu değildir. Muteber olan maslahat, îsl''miyetin tanınmış olduğu maslahattır. Bu da, naşs´lardan elde edilen umumî amaçlara başvurma olup nihayet Kitab ve Sünnete dayanmak demektir. Bunların dışına çıkmak veya hükümlerinin icabına uymamak değildir.[86]
İbni Hazm´e Göre Seri Deliller
İbni Hazm´e göre şeriatın emirleri ancak şu dört esas ile bilinir
1 ? Kur´''n nassı,
2 ? Peygamber (S.A.)´in sahih ve mütev''tir sünneti,
3 ? Ümmetin ''limlerinin icm''´i,
4 ? Ancak bir tek şekle ihtimali olan delil.
İbni Hazm´in fıkhının kaynaklarını İşte bu dört esas teşkil eder.[87]
1- Kitab
Kitab, bütün şeriatın ilk kaynağıdır. Diğer kaynaklar buna dayanır. Sünnetin hüccet oluşu .da ancak Kitab ile anlaşılmıştır.
Kitab, Peygamber (S.A.)´in en büyük mu´cizesi olup onun kıyamete kadar bakî olan şeriatının düsturunu teşkil eder.
Kur´''n-ı Kerimin hükmü ya bizzat açıktır; evlenme, boşanma ve mirasla ilgili hükümlerin çoğu böyledir. Veya Kur´''n´m ihtiva ettiği hükmün Sünnetle açıklanması gerekir. Mesel'' namaz, zek''t ve haccm hükümlerini Sünnet açıklamaktadır. Nitekim Kur´''n´da, Biz sana da Kur´''n´ı indirdik. T'' kî insanlara, kendilerine indirileni açıkça anlatsın...»[88] buyurulmuştur.
Kur´''n´m beyanları bazan apaçık olur, bazan da kapalı olur. Ancak zikir ehli onu anlar, Kur´an-ı Kerîm´de.de, «Bilmiyorsanız zikir ehline (bilenlere) sorun.»[89] emr-i il''hîsi yer almıştır. Ibni Hazm bu konuda şöyle söyler :
«Beyan (Kur´an´in ifadesi), vuzuh (açlık) bakımından değişir. Bazan açık, bazan kapalı olur. însanlar, bunları anlamakta değişik duruma sahiptirler. Bazısı bunları doğru olarak anlar, bazısı anlıya-maz. Nitekim, Ali b. Ebî Talip (R.A.), «Kur´an´ın ifadesini ancak dîninde kendisine bir anlayış ihsan edilen kimse kavrar.» demiştir.
İbni Hazm, Kur´''n´m bazan Kur´''n ile açıklandığını, bazı Kur´''n nass´lannın,kapalı.veya tahsis edilmeye ihtiyaç gösterecek bir şekilde umumî (''mm) olduğunu ve bunları Kur´''n´ın diğer nass´lannın tahsis (tayin) ettiğini söyler.
îbni Hazm, Kur´an´m umumi (''mm) ifadelerini açıklayan lafızların iki kısmı olduğunu anlatır:
1 ? Zaman bakımından Kur´an´m umumî ifadesine yakın olan lafızlar. Bu lafızların açıklanmasına «Tahsis» denir.
2 ? Zaman bakımından Kur´an´m umumî ifadesine yakın olmayan lafızlar. Bu lafızların açıklanmasına da «Nesih» denir.
İbn-i Hazm´e göre nesih, hükmün zaman içerisindeki umumîliğini istisna etmektir. Bu, şu demektir: Nesih´den önceki zamanda bu hüküm tatbik edilmiş olup daha sonra zamanın umûmundan istisna edilmiştir. İbni Hazm burada şöyle der:
«Nesih, istisnanın çeşitlerindendir. Çünkü nesih, zamanın istisnası, yani bir işi belli bir zamana tahsistir. Buna göre, her nesih istisnadır, her istisna nesih değildir, diyebiliriz.»
îbni Hazm, Kur´an nass´Iannm birbirleriyle çatıştığını kabul et-. mez ve bunu kesin olarak reddeder. Çünkü Kur´an, il''hî bir vahiydir. Dolayısiyle bunda birbirine zıt şeyler olamaz.
Kur´an nass´ları arasındaki çatışma (ta''ruz) nm varlığını kabul etmek, Kur´anda ihtilafın oldüuğnu kabul etmektir. Halbuki Allah Te''l'', şu sözüyle Kur´anda ihtil''f bulunmadığını beyan etmiş ve: «Onlar, h''l'' Kur´''n´ı gereği gibi düşünmiyecekler mi? Eğer O, Allah´dan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan birçok şey bulunurdu.»[90] buyurmuştur.
Bir kimse Kur´an nass´ları arasında çatışma bulunduğu vehmine kapılırsa, ya her iki ''yetin birbiriyle bağdaşma imk''nı, ya umumî (''mm) ifadesinin diğer bir ''yetle tahsisi veya nesih ile onun bu vehmi ortadan kaldırılır.[91]
2- Sünnet
İbni Hazm şöyle der:
«İsl''m şeriatında başvurulan asıl kaynağın Kur´an-ı Kerîm olduğunu beyan ettik. Kur´an-ı Kerîm´i inceledik ve onda gördük ki Peygamber (S.A.)´in emirlerine itaat etmemiz gerekmektedir. Allah Te''l''´nın Kur´''n´da Resulünü şöyle vasfettiğini de biliyoruz:
«O, kendi havasından söylemez. O, (peygamber´in söyledikleri) ancak kendisine gönderilen bir vahiydir.»[92] Buna göre, Allah´ın Peygamber (S.A.)´e göndermiş olduğu vahyi ikiye ayırabiliriz:
«1 ? Vahy-i Metlüv (til''vet edilen vahiy).Bu i´cazk''r bir üslûba sahip olan Kitab (Kur´an)´dır.
«2 ? Vahy-i Mervî (rivayet olunan vahiy) : Bu i´cazk''r üslûba sahip olmadığı gibi metlüv de değildir. Menkul olduğu halde kitap halinde rivayet edilmemiştir. Fakat makrû´ (okunmuş) dur. Y''ni bu, Peygamber (S.A.)´den varit olan haber olup Allahu Te''l''´nın mur''dını açıklayıcı mahiyettedir. Kur´an-ı Kerîm´de bu hususta şöyle Duyurulmuştur: «...T'' ki insanlara, kendilerine indirileni açıkça anlatasin.»[93] Buna göre Allahu Te''l'', nasıl vahyin birinci kısmını teşkil eden Kur´an´a itaat etmemizi enırettiyse, vahyin bu ikinci kısmına da itaat emmemizi emretmiştir. Bunlar arasında hiçbir fark yoktur.»
Bu ifadeden anlıyoruz ki İbni Hazm´e göre Sünnet, her ne kadar nazm, tilavet ve i´caz bakımından Kitab gibi değilse de, vahiy olma yönünden onun aynıdır. Dolayisiyle Sünnet, Kur´an-ı açıklamakta ve onun´bildirmediği hükümleri ihtiva etmekte olup Sünnete uymak Kur´an´ın emridir.
Îbni Hazm, Kur´an ve Hadîs nass´lannı şeriatın yeg''ne kaynağı sayar. Sünnet ve Kur´an, ona göre aynı mertebededir. Ondan önce Þafii de bu görüşü ileri sürmüştü. îbni Hazm, bu konuda şöyle der: «Kur´an ve sahih haber birbirine bağlıdır. Her ikisi de Allah katından gönderilmiş olma ve itaat bakımından aynı hükümdedir. Çünkü Allahu Te''l'' Kur´an´da; «Ey îman edenler, Allah ve Resulüne itaat edin. Kendiniz dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin. Kendileri dinlemedikleri halde, dinledik diyenler gibi olmayın.»[94] buyurmuştur.
Îbni Hazm, Peygamber (S.Â^)´in söz ve takrirlerini kesin olarak hüccet sayar. Peygamber (S.A.) ´in fiillerine gelince; îbni Hazm bunları, ancak onun emrettiği şeylerin tatbiki olduğuna del''let eden bir söz bulunursa hüccet olarak kabul eder. Mesel''; Peygamber (S.A.)´-in; Namazı ben nasıl kılıyorsam siz de benden gördüğünüz gibi kılınız.» sözü böyledir. Veya Peygamber (S.A.)´in fiilinin sözü makamında olduğunu gösteren bir karine (işaret) bulunursa, bu fiili îbni Hazm hüccet olarak kabul eder. Çünkü karine, fiili söz mevkiine kor.[95]
Rivayet Bakımından Sünnetîn Kısımları
Îbni Hazm, rivayet bakımından Sünneti ikiye ayırır:
1 ? Mütev''tir Sünnet: Bunun hüccet oluşunda icm''´ vardır. İbni Hazm´e göre mütev''tir Sünnet, kesin ve tereddütsüz bir hüccettir. Fakat, Îbni Hazm´in mütev''tir Sünneti tefsiri, Hadîs bilginleriyle diğer fakîhlerin tefsirine uymaz. Onlara göre mütev''tir, toptan yalan üzerinde birleşmeleri imk''nsız olan bir topluluğun sened bakımından Peygamber (S.A.)´e ulaşmak şartıyla yapmış olduğu rivayettir, îbni Hazm´e göre ise mütev''tir yalan üzerinde ittifak etmeleri imk''nsız olan en az iki kişi tarafından rivayet edilen şeydir. Mesel''; bir memleketten gelen kimse herhangi bir şey rivayet etse, başka bir memleketten gelen diğer bir şahıs da, her ikisi birbirini görmediği halde, aynı şeyi haber verse İşte bu rivayet, îbni Hazm?a göre tevatür ifade eder ve tasdiki gerektirir. İbn-i Hazm´in bu görüşünü, aklın bedîhilerinden bahsederken de anlattık.[96]
2 ? Âh''d Haber: îbni Hazm, bunu, tevatür şartlarını haiz olmayan bir veya daha fazla kimsenin rivayet ettiği şey, diye tarif eder.
îbni Hazm, ''h''d haberlerin tasdik edilmesini, bunların hem ak''id hem de amel hususunda delil olarak alınmasını ileri sürerken birçok bilginlere muhalefette bulunur. îbni Hazm´e göre ''h''d haberler hem îtikad, hem de amel bakımından uyulması gereken bir şeydir. Bu suretle îbni Hazm, birçok muhaddislerle Ahmed b. Hanbel gibi muhaddis fakîhlerin bir kısmı ile birleşir. Diğer fakîhlere göre de haber-i ''h''d´le amel etmek gerekir. Fakat, i´tik''dî mes´elelerde bu haberlere uymak gerekmez.
Âh''d haberleri ak''id mes´elelerinde delil olarak alan îbni Hazm´le muhaddislerin delilleri şudur: Peygamber (S.Â.), b''zı krallara yazdığı mektupları birer kişiyle göndermiştir. Keza, Peygamber (S.A.), müslümanlara vazifeli olarak b''zı kimseleri tek olarak gönderirdi ve bunların sayısmı nazarı itibara almazdı. Mesel''; Muaz´ı Yemen´e, Ebu Bekir´i Hac Emîri olarak Mekke´ye, Hz. Ali´yi, kadı olarak Yemen´e tek olarak göndermiştir. Sah''bîler, hakkında Kurf-''n nassı bulunmayan bir mes´eleyle karşılaştıkları zaman bunu halletmek için Peygamber´in Hadîsini araştırırlar ve bu hususla ilgili bir hadîs bulurlarsa, r''vîlerinin sayışma bakmaksızın bu Hadîs´e göre hükmederlerdi.
Mütev''tir ile ''h''d arasındaki fark, istidlal bakımmdan kuvvet farkıdır. Mütev''tir, ''h''d´dan önce gelir. İki haber çatışırsa, y''ni mü-tev''tirle ''h''d haber birbirine zıt olursa ve aralarını telif kabil olmazsa mütev''tir hadîs, Peygamber (S.Â.) ´den intikal eden s''dık haber olarak kabul edilir.
İbni Hazm, r''vilierin bizzat adaletli ve «sika» olmalarını şart koşar. Sika r''vîlerin en yüksek mertebesini fakih, öğrendiklerini iyi hıfz ve zapteden kimseler teşkil eder. H''li belli olmayan kimselerin rivayetleri, böyle bir kimsenin ''dil ve sözü makbul veya gayri ''dil ve rivayeti merdut bir kimse olup olmadığı anlaşılıncaya kadar kabul edilmez.
R''vînin fakîh olması, onu en yüksek mertebeye d''hil olmasının şartı olup -sözünün kabul edilmesinin şartı değildir. îbni Hazm bu konuda, Ebu Musa el-Eş´''rî´nin Peygamber (S.A.)´den rivayet ettiği hadîsi mis''l olarak ileri sürer ve «el-îhk''m» adlı eserinde şöyle der:
«Ebu Musa el-Eş´''ri´den Peygamber (S.A.) ´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «Allah´ın benimle gönderdiği ilim ve hid''yet, bir toprağa yağan yağmura benzer. Eğer bu toprak iyi ise suyu emer ve bereketli bitkiler verir. Bu toprak sert ve kuraksa suyu üzerinde tutar. Allah, bununla da insanları faydalandırır. Onlar bu sudan içerler, taşırlar ve hayvanlarına içirirler. Diğer bir kısım toprak da vardır ki, dümdüz çöl olup ne suyu üzerinde tutar, ne de bitki verir. İşte dinde fakîh olan ve kendisini Allah´ın bana gönderdiği şeylerle yararlandırdığı kimse de böyledir. O, öğrenir ve öğretir. Bu mertebeye yükselmeyen kimse, Allah´ın benimle gönderdiği hid''yeti kabul etmez.»
«Peygamber (S.S.), bu hadiste ilmin merteblerini eksiksiz olarak bir araya toplamıştır. Rivayet ettiği şeyleri tam olarak muhafaza eden ve nassm l''fızlarının iktiz'' ettiği m''n''ları anlayan, kişilerin ihtil''fa düştüğü şeyi, Kur´''n ve Sünnetin nassına dayandırmaya dikkat eden fakîh, İşte iyi ve saf bir toprak gibidir. İşittiği sözleri hıfzeden veya yazmak suretiyle tesbit ederek önu sadece olduğu gibi başkasına nakleden, rivayet ettiği şeylerin m''n''sına dikkat etmeyen, kişilerin ihtil''f ettiği şeylerin Kur´''n ve Sünnet nass´larma nasıl dayandırılacağını bilmeyen kimseler de, insanların faydalandığı suyu üzerinde tutmaktan öte gidemeyen toprak gibidir. Fakat Allah, onların bunu, daha anlayışlı kimselere tebliğ etmeleriyle insanları faydaîandırmiştir. Peygamber (S.A.), bu noktaya dikkati çekmiş ve: «B''zı tebliğ edenler vardır ki hıfzetme ve anlayış bakımından dinleyenden daha güçlüdür.» buyurmuştur. Yine Peygamber (S.A.)´den; «B''zı fıkıh ehli vardır İd aslında fakih değildir.» buyurduğu rivayet edilmiştir. İşittiklerini hıfz ve tesbit edemiyenler ne iyi toprak gibidir, ne de suyu üzerinde muhafaza eden toprak gibidir. Ancak bunlar, mahrum, m''zûr veya hem ot bitirmeyen, hem de suyu muhafaza etmeyen çöl durumundadırlar.»
îbni Hazm, rivayette r''vînin birkaç tane olmasını şart koşmaz. Mesel''; ona göre bir r''vînin rivayeti makbuldür. îbni Hazm, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliği ile hadîs rivayetini üç
cihetten birbirinden ayırır:
1 ? All''hu Te''l'', dînini korumayı üzerine almıştır. Dolayısıyla ''dil olan bir kişi, Peygamber (S.A.)´den naklolunan sözleri rivayete yeterlidir.Dinde kıskançlık ve çekişme yoktur. Rivayetler birbiriyle çatışırsa, sened bakımından kuvvetli olan öne alınır. Kullara ait işlere gelince, bunlar kıskançlık ve çekişmeye dayanmaktadır. Kıskançlık ve çekişme olan bir yerde itham bulunur. Elbette bu ithamı iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliğiyle gidermek
gerekir.
2 ? Kaza (yargı), adaletli kimselerin şahitliğiyle kesinlik kazanır. Bunun içindir ki ''dil kimselerin şahadetiyle hükmetmeyen kadı günah işlemiş olur. Kadı´nın mutlaka şahide dayanması gerekir.
3 ? Rivayet, şahitlik değildir. İbni Hazm, bu hususta şöyle der: «Allah şeriatın bütün mes´elelerinde; Peygamber (S.A.) şöyle buyurdu. Allah bize böyle emretti, dememizi farz kılmıştır. Çünkü All''hu Te''l'': «Allah´a itaat ediniz ve Usûlüne de itaat ediniz.»[97] ve «Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizden neyi yasak ettiyse ondan da sakının.»[98] buyurmuştur. Allah ve Resulü bizi bundan nehyetti veya bize bunu emretti, dememizi farz kılmış, bu şunun haklı olduğuna şahitlik etti, bunun haklı olmadığına bir kimse yemin etmedi, dememizi farz kılmamıştır.»[99]
Görüyoruz ki Îbni Hazm, bu son ciheti anlatırken tamamen l''fızların zahirî m''n''larını almaktadır. Çünkü O, rivayetin «şahit olduk» ve benzeri kelimelere dayanmasının şart olmadığını belirtmektedir. Ona göre şahadetle rivayet arasındaki farklardan biri de İşte
budur.
Îbni Hazm, rivayetleri ancak senedleri Peygamber (S.A.)´e ulaşıyorsa kabul eder. Buna göre, hadîs rivayet ettiği sah''binin ismini zikretmeyen tabiînin mürsel hadîsini kabul etmez. Keza, tabakalardan birinde senedi kesilen (inkıta´ eden) bir haberi kabul etmediği gibi, m''n''sı üzerinde icm''´ olmadıkça mürsel veya münkatı´ hadîsi de kabul etmez ve bu hususta şöyle der:
«Mürsel haber (hadis), nesilden nesile kabul edilmemiş ve sıh-hatında kesin bir şekilde icm''´ h''sıl olmamışsa reddedilir. Eğer onun üzerinde icm''´ edilmişse bunun Kur´''n gibi Peygamber (S. A.)´den nakledildiğini kabul eder ve sened aramayız. Mürsel hadisin, bizzat Peygamber (S.A.)´in ağzından işitilmiş olup olmaması eşittir. Mesel'' «V''rise vasiyet yoktur.» hadîsi ve Peygamber (S.A.)´-in nübüvvetini gösteren mu´cizelerin çoğu böyledir. Bunlar sağlam senedlerle rivayet edilmiş olup büyük bir topluluğun nakline dayanmaktadır. Kur´''n´da zikredilen ay (kamer)´in yarılması, Peygamber´in birazcık yemekle birçok kimseleri doyurması ve bir bardak su ile orduyu suya kandırması da böyledir.»
îbni Hazm, sah''bî: «Bunu Peygamber (S.A.) buyurdu» demedikçe, bir sözün Peygamber´e nisbetini kabul etmez. Ona göre bir sözün hadis olduğu açıkça söylenmelidir. Bu sebepten İbni Hazm, sah''bîlerin; «Sünnet böyledir» veya «Biz bununla emrolunduk» gibi sözlerini hadîs ^olarak kabul etmez ve bu ifadeleri Peygamber (S. A.V)´e isnad mahiyetinde saymaz. Çünkü bu ifadeler, sah''bîlerin bu konuda Peygamber (S.A.)´den bir şey işitmiş olmaları m''n''sına gelebileceği gibi, kendilerinin böyle ictihad ettikleri m''n''sına da gelebilir. Böyle bir ihtimal karşısında herhangi bir şey Peygamber (S.A.)´e nisbet edilemez. İbni Hazm, şahabının içtihadını hüccet saymaz. O, hem sah''bîyi, hem de derece bakımından sah''biden sonra gelenleri taklit etmez.
Buna göre, İbni Hazm´in rivayet hususunda da zahirî olduğu anlaşılmaktadır.[100]
3- İcm''1[101]
Þimdi İbni Hazm´e göre şeriatın üçüncü kaynağı olan icm''´ı anlatabiliriz, îbni Hazm´in icm''´
üzerindeki görüşleri üç noktada toplanabilir:
1 ? İcm''´ın hakikati,
2 ? Hakkında icm''´ h''sıl olan asıl; buna usûl-i fıkıhçılar icm''´ın senedi» adını verirler,
3 ? Îcm''´ın asrı.
İcm''´ın hakikatine gelince: İbni Hazm bunu açıkça tarif etmez.
Fakat şerîatin kaynak ve hükümlerini bölümlere ayırarak açıklamaya çalışır. Ona göre dînî hükümlerin sadece iki kaynağı vardır. Bu da; ya Mushaf ta yer alan vahy-i il''hî, y''ni Kur´''n´dır. Veya Mushaf ta yer almayan vahy-i il''hî, yani Peygamber´in Sünnetidir. Bu iki esasa dayanan dinî hükümler üç kısma ayrılır:
a) Ümmetin asırdan asra nakledegeldiği )ıükümler: Bunlar İman, namazlar, oruç ve haccm esasları gibi icm''´a dayanan «hükümlerdi.
b) Tevatürle nakledilegelen birçok sünnetler: Bunlar hakkında icm''´a tesadüf edilmemiştir. Peygamber (S.A.)´in sah''bîlerin yanında oturarak namaz kılması ve Hayber arazî´sini içinden çıkan gelirin yarısı karşılığında Yahudilere kiraya vermesi böyledir.
c) Güvenilir kimselerin nakledegeldikleri meseleler: Bunların bir kısmı üzerinde icm''1, bir kısmı üzerinde de ihtil''f edilmiştir.[102]
İcm''´m senedine gelince : îbni Hazm, üzerinde icm''´ yapılan mes´-elenin ancak bir nassa dayanmasını şart koşar. Bu nass da Peygamber (S.A.)´den nakledilen Sünnettir. Sünnet ise; ya Peygamber aleyhis-sel''m´m sözü, ya fiili veya ikrarı (takriri) dir. Hakkında böyle bir nass bulunmayan mes´ele üzerinde icm''´ olduğu iddiası b''tıldır. Çünkü Allah; «Rabbinizden size inen (Kur´''n-ı Kerim)´e uyun. Ondan başka velîlere uymayın.»[103] ve «Bugün sizin dininizi kem''le erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım.»[104] buyurmuştur. Dolayısıyla bir nassa dayanmayan icm''´ı kabul etmek, Allah´ın indirmediği bir şeye uymaktır. Keza, nassa dayanmayan bir mes´ele üzerinde icm''´a varmak, Peygamber devrinde hükmü bildirilmemiş mes´elelerin mevcut olduğunu ileri sürmek ve dînin Peygamber devrinde tam''m olmadığını ortaya atmak" demektir.
Görülüyor ki İbni Hazm, sadece nass´lara dayanmaktadır. Diğer fakîhler ise, hem nass´lara dayanmakta, hem de hakkında nass bulunmayan mes´eleleri nass´lara hamletmek suretiyle bir hükme bağlamaktadırlar. Allah´ın bildirdiği hükümlerin sebeplerini keşfedip bunlara göre kıyaslar yaparak, yeni mes´elelerin hükümlerini bildirmek, dînin temel esaslarmdaki, mükemmelliği zedelemez. Namütenahi ve yeni olaylar, bu temel esasların ışığı altında bir hükme bağlanmak mecburiyetindedir.
İcm''´ın asrına gelince: İbni Hazm´e göre bir hüküm üzerinde kimler tarafından icm''´ yapılabilir ve hangi asrın icm''´ı muteberdir? İbni Hazm bu sorulara verdiği şu cevabı D''vûd ez-Z''hni´ye nisbet eder: Muteber olan icm''´ ancak sah''bilerin icm''´ıdır. Çünkü sah''bîler, dîni hükümleri bizzat Peygamber (S.A.)´den öğrenmişlerdir. Ancak bizzat Peygamber (S.A.)´in öğrettiği şeyler üzerinde icm''´ olabilir. Ayrıca sah''bîler, mü´minlerin tamamını temsil ediyorlardı. Dolayısıyla onların icm''´ı bütün mü´minlerin icm''´ı oluyordu. Sah''bîlerden sonraki asırlara ait mü´minler, müslümanların bir kısmını teşki-l etmektedirler. Mü´minlerin bir kısmının icm''´ı ise, icm''´ hüviyetini kazanamaz.[105]
Ibni Hazm´e göre´ icm''´, bütün ''limlerin Peygamber (S.A.)´den bizzat öğrenmiş oldukları mes´eleler üzerindeki tevatüre dayandığından, Medînelîlerin icm''´ı bütün mü´minlerin icm''´ı sayılmaz ve dinde bir hüccet teşkil etmez. Çünkü Medîneliler, bütün mü´minleri temsil edemezler.[106]
4- Delîl
Ibni Hazm´e göre şeriatın dördüncü kaynağını «delil? teşkil eder. Diğer Ehl-i Sünnet fakîhlerine göre ise, şeriatın dördüncü kaynağı kıyas´tır. Zahirîler kıyası tanımazlar. Fakat «delil» adını verdikleri] kıyasa benzer bir kaynak ileri sürerler. Hatib Bağdadî, T''rih´inde de bunu D''vûd ez-Z''hirî´nin ortaya? attığını söyler. L''kin Zahiriler, delilin kıyastan ayrı olduğunu ve nass´lann dışında bir şey olmadığını söylerler, İbni Hazm, bu konuyu anlatırken sert bir dil kullanır ve şöyle der:
«C''hiller bizim «delil» t''birimizi nass´ların ve icm''´m dışında bir şey zannederler. Bir kısmı da, delil ile kıy''sın aynı şey olduğunu söyler. Bunlar son derecede sakat ve yanlış bir zanna kapılmaktadırlar. Biz, ins''allah, hüccet olarak kabul ettiğimiz delil´i bütün çuplaklığıyla ortaya koyacağız.»
Bundan sonra Ibni Hazm delîli açıklamaya girişir ve onun nass veya icm''´dan çıkarılmış plan ve bizzat bunların del''letine dayanan bir şey olduğunu, bir illet sebebiyle nass´lara hamledilmediğini söyleyerek, kıy''sı reddeder. Çünkü, kıy''sın es''sı nass´dan çıkarılan illete dayanmakta ve o nass´ın hükmü, aynı illeti taşıyan diğer mes´elelere de tatbik edilmektedir. Nass´lara dayanan delîl ise bizzat nass´lardan [107]alınmaktadır.[108]
Nass´ların T''´lîli[109]
Fakîhlerle Zahiriler arasındaki asıl fark ve ihtil4fxfc. nasşlann ta´lîli teşkil eder. Fakîhlerin büyük çoğunluğuna göre nass´larîn man''ları akılla bilinir. Çünkü nass´lar, belirli maksatlar için gelmiştir. Din ve dünya işleri bunlarla tanzim edilir, insanlar, dosdoğru ve faziletli bir yolda ancak bunlar sayesinde gidebilir. Her nass´ın l''fızlarının del''let ve ifade ettiği umunu ve hususi m''n''ları iyice kavranır. Mesel''; şarabı yasak eden nass´dan bunun niçin yasak edildiği ve bu yasağın (tahrîmin) gayesi tesbit edilir. Sonra bu nass, tahrimin sebebi (illeti) ´ni taşıyan her içkiye tatbik edilir. Böylece Kur´an nass´larıyla Peygamber´in hadîslerinin toplamından bir kısım külli kaideler elde edilir. Birçok cüz´İ mes´eleler bu kaidelerin şümulüne girer. Bu kaidelerin tatbiki sayesinde mevcut olan h''diselerin hükümleri bilinmiş olur. Bu suretle de şeriatın tatbik imk''nı genişler. Çünk) bu kaideler, bir mes´elenin şer´î hükmünü öğrenmek isteyen ve bunun hakkında bir nass bulamayan herkesin ışığına doğru koştuğu bir nurdur.
İşte bu anlattıklarımız fakîhlerin görüşleridir. Zahirîlere gelince; onlar nass´ların, kulların her türlü ihtiyacına cevap vereceğini kabul ederler. Fakat her nass, sadece kendi konusunu açıklar ve bundan öte gidemez. Nass´dan istinbat edilen bir illetin mevcudiyeti düşünülemez. Eğer nass´ların, kulların maslahatını temin için geldiğine inanmak gerekirse hiçbir şeyin nass bulunmadıkça haram veya hel''l olduğu söylenemez. Eğer b''zı nass´lar belli sebeplerle gelmişse bu nass´ların hükümleri, ait oldukları mes´elelerin dışına çıkamaz, îbni Hazm bu hususta şöyle der:
«Þeriatın her hükmünün bir sebebi vardır diyemeyiz. Belki şöyle söyleyebiliriz: Þeriatın muayyen hükümlerinin sebepleri bulunduğu nass´la belirtilmiştir. Sebebi nass´la belirtilmeyen hükümler de vardır. Bu gibi hükümler, dilediği her şeyi yapma kudretine sahip olan Allah´ın mur''d ettiği şeylerdir. Biz, bir şeyin haram veya he lal olduğunu söyleyemeyiz. Rabbimiz ve Peygamberimiz (S.A.)´in . buyurduğu şeyleri ne artırabiliriz, ne de eksiltebiliriz. İşte hakîkî din budur. Hiçbir kimse bunun zıddına hareket edemez ve bundan başka türlü inanamaz. Muvaffakiyet de Allah´dandır. Kur´an´da; «O, yaptığından sorulmaz. Onlar ise sorguya çekilirler.»[110] buyurulmuştur. Böylece Allah, kendisiyle bizim aramızda kıyas edilemiye-cek kadar büyük fark olduğunu ve onun fiillerinde «niçin»in bit yeri bulunmadığını bildirmiştir. Allah´ın hüküm ve filleri hakkında niçin böyle yapmıştır, diye sorma hakkımız olmadığına göre, şeriatın hükümlerinde sebep aramamız b''tıldır. Allah bunu şu sebepten böyle yaptı diye nass´la belirtilmemişse, bizim ileri sürdüğümüz illetler tamamen değerini kaybeder. İşte bunun da sorulması caiz olmaz ve hiçbir kulun; «Niçin bunun bir sebebi var da, ötekinin yoktur?» demesi doğru olmaz. Keza; «Allah, niçin bunun sebebini bildirdi de diğerinin bildirmedi?» diyemez. Çünkü bir kimse, böyle bir soru ortaya atarsa, Allah´a isyan etmiş ve dinî bakımdan küfre düşmüş olur,»[111]
Burada îbni Hazm´in nass.ları ta´Iil konusunda meseleyi başka bir sahaya intikal ettirdiğini görüyoruz. O, nass´larm ta´lîlini Allah´ı yaptığı işlerden sorguya çekmek, Allah´ın fiil ve sözlerinde yaratıcı iradesini ta´lîl etmek gibi bir şey sayıyor. Burada İbni Hazm, konudan tamamen uzaklaşmaktadır. Çünkü fakîhlerce kabul edilen nass´larm ta´lîli, bu nass´larm maksat ve gayelerini tanımak ve onların ş''mil olduğu m''n''ları tamim etmektir. Bu ise, Allah´ın nass´Iarla neyi mur''dettiğini tesbit etmektir, Allah´ın iradesini söz konusu etmek değildir. Bunun için diyebiliriz ki, îbni Hazm gibi derin bir tetkik sahibi olan bir bilginin böyle düşünmesi yakışık almakmaktadır. Çünkü nass´larm ta´lîli ile, h''ş'', Allah´ı sorguya çekmek arasında büyük bir fark vardır. Nass´larm m''n''larını araştıran kimse, bu hükümlerden Allah´ın ne mur''dettiğini öğrenmek istemekte ve nass´-ları tefsir ederek, Rabbu´l-Âlemîn´in bu hükümlerdeki mur''dını anlamaya çalışmaktadır. Allah´ın ir''desini söz konusu yapan kimse de; «Bunu niçin böyle yaptın, ey Rabbu´l-ÂIemîn?» diye sormaktadır. Bu ikisi arasındaki fark şüphesiz çok büyüktür.[112]
Îstish''b
İbni Hazm kıyas, maslahat, istihsan ve zer''yi´ gibi bütün re´y çeşitlerini reddettikten sonra hakkında nass bulunmayan meseleleri neye göre halletmektedir?
îbni Hazm, hakkında nass bulunmayan meselelerde istishab ve ibahat-ı asliyye[113] prensibine dayanır, İbni Hazm´e göre istishab´ın m''n''sı, nass´a dayanan bir hükmün değiştiğini gösteren nass´lar arasında bir delil bulununcaya kadar devam etmesidir. Ona göre haram edilenler hariç, her şeyin mubah oluşu nass´la sabittir. Allahu Te''l'', Hz. Âdem´in yeryüzüne inişi sırasında şöyle buyurmuştur: «Yeryüzünde sizin için bit vakte kadar durak ve faydalanacak şeyler vardır.»[114] İbni Hazm bu nass´ı şöyle açıklar: Allau Te''l'' bu ''yetinde, «bizim için faydalanacak şeyler» olduğıanu bildirerek insanlara her şeyi mubah kılmıştır. Sonra bunlardan dilediğini yasak etmiştir. Y''ni bunların hepsi, şer´î bir nass´'' dayanır.»[115]
İbni Hazm, istishabı alıp birbirine benzeyen şeyleri bir hüküm altında birleştiren kıyas yoluyla içtihadı terkedince, b''zan- acaip durumlara düşmüştür. Þöyle ki:
a) Eşyada renginin, kokusunun ve tadının t değişmesi gibi pis olan bir şeyin maddî eserleri görülmedikçe o eşya temizdir. Mesel'', suya pis bir şey düşse ve onda böyle bir değişiklik meydana gelmese, bu su temiz olup içilmesi ve abdest alınması caizdir. Bundan, ancak durgun suya idrarın katışması istin'' edilmiştir. Çünkü böyle bir suyun pis olduğunu bildiren bir nass vardır.[116]
b) Köpeğin artığı, y''ni köpeğin bir kaptan içmiş olduğu su ve benzeri maddelerin geriye kalan miktarı pistir. Bu kabı temizlemek için, biri temiz toprakla olmak üzere, yedi kere yıkamak gerekir. Çünkü bu hususta nass vardır. Buna mukabil domuzun artığı temiz olup içilmesi veabdest alınması caizdir.[117]
c) Durgun bir su insan idranyla pis olur. Öte yandan domuzun idrarı böyle bir suyu pis etmez. Çünkü nass sadece insan idrarı hakkında varit olmuştur. Dolayısıyla domuz vesair hayvanların idrarı buna kıyas edilemez.[118]
Þüphesiz bu görüşler, fıkıh ve fikir alanında tuhaf şeylerdir.İbni Hazm´i bunlara sürükleyen sebep, onun, re´y ve riass´larm m''n''larının akıl ile kavraıulabileceğini reddedişidir. Bu yüzden O, nass´ların hükümlerini muayyen İlletlere, tesbit edilmiş maslahatlara, meseleleri benzerlerine mukayese edip bunları aynı hüküm altında birleştirme (kıyas) esnasına dayandırmaz. L''kin böylece, istinbat temelinden yıkılmış olar.[119]
Sonuç
Bu kısa açıklamalar, umumî olarak Zahirî fıkhını ve özellikle îbni Hazm´in fıkhî görüşlerini aksettirmektedir.
Nass´lann Zahirî m''n''larını kabul etmek konusunda şiddet gösteren ve diğerlerine sert bir şekilde muhalefet eden Zahirî mezhebinin ilk im''mı D''vûd el-lsbah''nf´dir. O´nun bir kısım görüşlerini yukarıda abattık. Onlar, D''vûd ez-Z''hirî´nin fıkhî metodunu yansıtmaktadır.
İşte bu metod, onu bütün rivayete ve senedleriyle hadîs toplamaya sevketmiştir. Çünkü o, re´y´e itimat etmediği müddetçe, nass´-ların Zahiri m''n''larına göre hüküm vermek için buna mecbur olmuş ve netice itibariyle de çok zengin bir servet bırakmıştir[120]
Zahiri Mezhebinin Yayılışı
Bu mezheb, ilk kurucusu D''vûd zamanında ve ondan sonra çok az yayılmıştır.
Büyük şehirlerdeki mezheplerin hiç birisi kadar yayılma imk''nı bulamamıştır. Hicrî beşinci asırda îbni Hazm ortaya çıkıp bu mezhebe üç yönden büyük hizmetlerde bulunmuştur.
1 ? Zahirî mezhebinin usûlünü tesbit etmiş ve bunlan günümüze kadar tesirini devam ettiren kitaplarında belirtmiştir. Bu kitapların en büyükleri şunlardır:
a) el-lhk''m fî Usûli´1-Ahk''m: Ibni Hazm bu eserinde kendi mezhebinin usûlünü ele alıp açıklamış, diğer mezheplerin usulleriyle karşılaştırmış ve görüşlerinin hepsinde haklı değilse de, bunlan şiddetle savunmuştur.
b) Ibni Hazm, adı geçen kitabını gayet güzel bir risale şeklinde telhis etmiş ve buna «en-Nubez[121] adını vermiştir. Bu risalede Zahirî mezhebine ait metodlann ince bir özeti ve diğer mezheplerle küçük münakaşalar yeralmaktadır.
c) el-Muhall'': Bu eser, kelimenin tam manasıyla İsl''m fıkhı-nınm bir mecmuasını teşkil eder. Ibni Hazm, bu eserinde ahk''m hadislerini, bütün îsl''m ülkesindeki ''limlerin fıkhî görüşlerini toplamıştır. Bu eser, haddizatında çok faydalı olup bütün Zahirî mezhebini ihtiva etmekte ve ona tarihteki yerini kazandırmaktadır. Eğer bu eserde îbni Hazm´in bazı sert çıkışları ve bir kısım tuhaf ifadeleri yer almasaydı, Sünnet fıkhı üzerine yazılmış olan eserlerin en üstünü olurdu.
2 ? İbni Hazm, Zahiri mezhebini yaymak için davete başlamıştır. Fakat dilinin sert oluşu, hasetçilerin kinini üzerine çekmiştir. Davetine edilen icabet, onun bu uğurda harcamiş olduğu gayrete nis-betle çok az olmuştur. O, ?Allah kendisinden razı olsun bunu, «Bir ''lime memleketinde itibar edilmez» diye açıklar ve şöyle der: «Bizim durumumuz da, kişi kendi muhitinde takdir edilmez[122] atasözüne uymaktadır. İncil´de Hz.´İsa´nın: «Bir peygamber, ancak kendi memleketinde hürmetsizlik görür.» dediğini okudum. Peygamber (S.A.V.)´in Kureyşten gördüğü muameleleri düşününce bunu daha iyi anlarız. Kureyşliler zek''ca daha ileri, akılca daha kuvvetli, kavrayış bakımından daha sağlam, en mübarek yerde oturmak şerefine sahip oldukları ve en güzel nimetlerle beslendikleri halde, Hz. Peygamber´i takdir edememişlerdir. Allah, (Medine´de oturan) Evs ve Hazrec kabilelerine bu takdir imk''nmı bahşetmiş, böylece onları bütün insanlardan üstün kılmıştır. Allah, fazlını dilediği kimselere ihsan eder. Bizim Endülüs de aynı durumdadır. Endülüslüler, aralarından yetişen ve kendilerinden üstün olan bir ''limi çekeme-mişlerdir. Onun yaptığı çok şeyi azımsamişlar, iyiliklerini kötülük - saymışlar, kusur ve hat''larını araştırmaya koyulmuşlar, hayatı boyunca karşılaştığı bu gibi fena davranışlar, diğer memleketlerdekilerden kat kat fazla olmuştur. Bu ''lim başarılı olunca hırsız, evirip çevirici ve iddiacı demişler, orta halli olduğu zaman soğuk yüzlü, değersiz, zayıf ve düşüktür demişler; ilerleyince bu ne zaman böyle oldu, ne zaman okuyup yetişti? vay anasını! demişlerdir.[123]
îşte bu sözler açıkça göstermektedir ki hasetçilerin kini, îbni Hazm´in bu mezhebi yaymasına engel olmuştur. Þüphesiz Endülüs ''limlerinin, İbni Hazm´in şahsına olan kinleri, Zahirî mezhebini daha da kötü durumlara düşürmüş ve bu mezhebi kuvvetlendirmek için onun göstermiş olduğu´gayretlerin netice vermesini engellemiştir. Bu yüzden îbni Hazm, milletine karşı çok şiddetli davranmış, onlar da kendisine karşı aynı şekilde şiddet göstermişler, böylece îbn Hazm´in emekleri boşa gitmiştir.
3 ? Îbni Hazm, gençleri yanma toplamıştır. O, Zahirî mezhebini, emsali veya yaşça kendisine yakın olan kimseler arasında neşredemeyince, istiyerek veya mecburen son ömrünü geçirdiği çiftliğinde mezhebine ait görüşleri yanma gelen gençlerin kalblerine yerleştirmiştir. İşte îbni Hazm´in bu genç talebeleri, hocalarının ilmini samimiyetle öğrenmeye çalışmışlar, onun fıkıh, hadîs ve diğer îslamı ilimlere dair görüşlerini benimsemişlerdir. Bunlar- sayı bakımından az ve genç olmalarına, büyük ''limler, arasında, yer almamalarına rağmen, ihl''s ve çalışkanlıkları sayesinde büyük toplulukların yapamıyacağı şeyleri başarmışlardır. Ölümünden sonra İbni Hazm´in kitaplarını toplamak ve görüşlerini açıklamak hususunda bunların tesiri büyük olmuştur.[124]
Îbni Hazm´den Sonra Zahiri Mezhebi´nîn Durumu
Bu mezheb, İbni Hazm´in ölümüyle ortadan kalkmamıştır. İbni Hazm, bu mezhebi kitaplarıyla ebedileştirmiş ve kendisinden ilim tahsil eden öğrencileri vasıtasıyla yaymaya muvaffak olmuştur. Onun bu genç öğrencilerinden bir kısmı, Zahirî mezhebini yalnız Endülüs´te değil, Doğu İsl''m ülkelerinde de yaymışlardır.
Doğu İsl''m ülkelerine giden talebesi Buharî ve Müslim´in sahihlerini bir araya toplayan el-Humeydî´dir. Bu zat, İbni Hazm´in vefatından sonra Endülüs´den kaçmış olup hocasının yazmış olduğu eserler vasıtasıyla Zahiri mezhebini Doğu İsl''m ülkelerine yaymıştır.
el-Humeydi´nin adı Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Nasr´dır.420 H. yılında doğup 488 H. yılında ölen el-Humeydî, tarihçi ve haddis idi. İbni Hazm´den tahsil görmüş, İsl''mı birçok ilimlerde ondan icazet almış, îbni Hazm´in kitaplarını bizzat kendisinden okumuş ve Zahirî mezhebini yaymaya çalışmıştır.
îbni Hazm´in talebeleri her tarafa dağılmışlardır. Gittikleri yerlere hocalarının kitaplarını götürmüş olmaları, gelecek nesiller üzerinde büyük tesirler bırakmış, "böylece her nesil arasında zahirî olanlar bulunmuş ve her asırda Endülüs bir zahirî fakihinden h''lî kalmamıştır.
Hicrî 6. ve 7. yüzyıllarda yaşayan ''limlerden Ebu-1-Hattab Mec-duddin Ömer b. el-Hasan[125] dikkati çekmektedir. Ebu´l-Hatatb, «İbni Dıhye» künyesinyle anılır. Bu zat, bütün Endülüs´ü dolaşmış ve buranın büyük bilginlerinden ilim tahsil etmiş, sonra Eyyûbîler devrinde Mısır´a gelmiştir. el-Makkarî bu bilgin hakkında şöyle der:
«Ebu´l-Hattab Mısır, Mağrib, Þam, Irak ve İranda rivayetle meşgul olmuş, hadîs tahsili için seyahatler yapmış, bir çok kitap telif etmiş, usûl okumuş, hadîs rivayetinde pek yararlı olmuş... ve gayet faydalı bir çok eser yazmıştır.»
Dikkati çeken ve İsl''m tefekküründe büyük tesirleri olan ''limlerden Muhyiddin b. el-Arabî (öl. 638 H) de, ibadet bakımından Zahirî mezhebinde olup Ebu´l-Hattab b. Dıhye ile çağdaş idi. el-Mak-kari bunun hakkında da; «ib''det bakımından zahirî, itikat bakımından da b''tinî görüşlere sahipti.» der.[126]
Ebu´l-Hatab ile Îbnu´l-Afabî Endülüs´e hükmeden Muvahhidîler devrinde yaşamışlardır. Diyebiliriz ki Hicrî 6. asrın sonu ile 7. asrın başı Zahirî mezhebinin parlak ve yayılma devridir. Bu mezhebi Hicri 580-595 yıllarında iktidarda olan Yakub b. Yusuf b. Abdilmü´-min b. Ali, Kuzey Afrika ve bütün Endülüs ülkelerinde yaymıştır.
Adı geçen Emir, bu mezhebe göre amel edileceğini halka il''n etmiş ve kendisinden sonra gelenler de onun izinden giderek bu mezhebi yaymaya çalışmışlardır. «el-Mu´cib fî Telhîs-i Ahb''ri´l-Mağrib» adlı eserin yazarının[127] anlattığına göre, Emir Yakub, müslüman-îarı Sünnete sarılmaya ve Maliki mezhebini bırakmaya, sadece Allah´ın Kitabı ve Resulünün Sünneti ile amel etmeye çağırmıştır. Hatt'', M''liki mezhebi üzerine yazılmış olan fıkıh kitaplarını´ toplatıp hepsini yaktırmıştır. Burada sözü" el-Mu´cib yazarına bırakıyoruz:
«Adı geçen Emir Yakub´un saltanat günlerinde fürû´ ilmi sönmüş ve fakihler bu Emirden korkmaya başlamıştır. Emir. Yakub, Kur´''n-ı Kerim ve Hadis kitaplarını ayırdettikten sonra Maliki mezhebine göre yazılmış olan kitapların tamamen yakılmasını emretmiştir. Bütün ülkede, M''liki mezhebine ait kitapların yakılmasına devam edilmiştir. Sahnun´un «el-Müdewene»si, îbnı Yûnus´un «Kitab» ı, Ebu Zeyd´in[128] «Nevadır» ve «Muhtasar» ı, el Berazii´nin[129] «Kit''bu´t-Tehzib» i, İbni Habib´in[130] «el-Vadıha fi´s-Sünen ve´I-Fıkh» ı gibi eserler bunlar arasındadır. O günlerde ben, Fas şehrinde idim. Bu kitapların yüklerle getirilip bir yere yığıldığını, daha sonra ateşlenip yakıldığını gördüm.»[131]
el-Mu´cib yazan yine şöyle der: «Emir Yakub, insanların re´y ilmi ile iştigal ´etmelerini ve re´y´ dayanarak münakaşaya girmelerini yasaklamış ve dinlemiyenlerin şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını bildirmiştir... Maksadı, M''liki mezhebini topyekûn yok etmek, onu bir anda Mağrib´den kaldırıp atmak, insanları Kur´''n ve Sünnet zahirine göre amel etmeye mecbur kılmaktı.»
Bu surette Zahiri mezhebi yeniden canlanmışta. Çünkü Muvahhidîler, yalnız Kur´an ve Sünnet´in zahirine göre amel edilmesini istemekle, taklidi reddeden ve sadece nass´larm z''hirleriyle yetinen Zahirîlerin metodunu yaymış oluyorlardı.
İbni Hazm, Emîr Yakub b. Yusuf´un takdirini kazanmıştı. Hatt'', Emir Yakub, Endüslüs´e girdiği zaman gidip rahmetli îbni Hazm´in kabrini ziyaret etmiştir.[132]
Muvaffak kılan ve doğru yolu gösteren Allah´dır.[133]
Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!