Ocak 06, 2009, 11:05:45 ÖS
İmam Ahmed B. Hanbel ve Mezhebi
İmam Ahmed B. Hanbel (164 ? 241 H.)
Doğumu Ve Gençliği
Tahsilî
Hadîs Tahsili İçin Yapmış Olduğu Seyahatler.
Hokka Ve Kalem İle Mezara...
Fıkha Doğru.
Ahmed B. Hanbel Farsça Bîlir Miydi?.
Ahmed B. Hanbel´in Hadîs Rîvayetîne Ve Fetva Vermeye Başlayışı
Mihneti, Mihnetinin Sebep Ve Devreleri
Kur´''n´ın Yaratılmış Olup Olmamasıhakkında Ahmed B. Hanbel Ve Diğerlerinin Görüşleri
Ahmed B. Hanbel´in Yaşayışı
Halîfelerin İhsanlarını Ve Vazife Almayı Reddedişi
Þahsiyet Ve Karakteri
1- Hafızası
2- Sabır Ve Tahammülü.
3- Nez''heti
4- İhl''sı
5- Heybeti
6- İyî Muaşereti
Ahmed B. Hanbel´in Görüşleri
İman Hakkındaki Görüşü.
Büyük Günah İşleyenler Hakkındaki Görüşü.
Kader Ve İnsanın Fiilleri Hakkındakî Görüşü.
Allah´ın Sıfatları Hakkındaki Görüşü.
Siyaset Hakkındaki Görüşleri
Ahmed B. Hanbel´in Hadîs Ve Fıkhı
El-Müsned.
Ahmed B. Hanbel´în El-Müsned´î Rivayetteki Metodu.
El-Müsned´de Zaîf Hadîs Var Mıdır?.
Ahmed B. Hanbelin Fıkhı
İcm''´
Kıyas.
Mas''lîh.
İstihsan.
Zer''yi
İstish''b.
Hanbelî Mezhebinin Gelişmesi Ve Yayılışı
Mezhebin Rivayeti
Mezheb´dekî Kaviller.
Mezhebin Gelişmesi
Mezhebin Yayılışı
İMAM AHMED B. HANBEL VE MEZHEBİ[1]
İmam Ahmed B. Hanbel (164 ? 241 H.)
Hicri III. Asrın 18. yılında insanlar, hadîs dersinden, hadîsleri toplayıp müslümanlara neklederek sünnet fıkhım açıklamadan başka bir işi olmayan yaşlı bir zat görüyorlardı. Fakat O, hakaret ve horluğa m''rUz kalıyor; Bağdat´tan, elleri kelepçeli olarak ders meclisinden Uzaklaştırılıyor; sırtında simsiyah izler bırakan kırbaçların altında, Halife Me´mun´un halifelik için ayaklandığı ve ömrünün sonunda ölmüş olduğu Tarsus şehrine götürülüyordu. Bu zat, hapsediliyor ve hapishanede ona durmadan dayak atılıyordu. Fakat, dayak atan ve attıranlar, ona söyletmek istediklerini ve onun, söylenmesine dince müsaade edilmediğine inandığı şeyi söyletmekten ''ciz kalmışlardı. Hem onlar, hem de o zat bu hal üzere, 18 ay devam etmişlerdi. Bu süre içerisindeki işkence ve baskılarına rağmen O, bunların arzularını yerine getirmemiştir. Sonunda onlar ümitsizliğe düşmüş, O ise boyun eğmemiştir. Nihayet onu yaralar içersinde serbest bırakmışlardır. O, bu yaralardan şif'' bulup ıstırapları dinince dersine tekrar dönmüştür. Fakat onlar, bundan sonra, bu zatı yine hapsederek, Allah´ın yardımı erişinceye kadar dersinden alıkoymuşlardır. İşte bu zat, D''ru´s-Sel''m (Bağdad)´ın İmamı, çağındaki fakîh ve muhaddislerin üstadı İmam Ahmed b. Hanbel´dir.[2]
Doğumu Ve Gençliği
Ahmed b. Hanbel, 164 H. yılı Rabîulevvel ayında Bağdad´ta doğmuştur. Burası onun yaşadığı, ders verdiği ve şöhretinin yayıldığı yerdir. Annesi onu, babasının ik''met ettiği Merv şehrinden h''mile olarak getirmiştir. O, hem ana hem de baba tarafından soyca Araptır. Çünkü, ana ve babası Þeyban kabîlesindendir. Bu kabile de, Adnan kabilesinin bir kolu olan Rabî´a kabilesinden ayrılma olup Nizar kabilesinde Peygamber (S.A.)´in soyuna karışır.
Hanbel, babasının adı değildir, dedesinin adıdır, Babası Muham med b. Hanbel b. Hil''l´dir. Bu aile, önceleri Horasan´da oturmakta idi. Ahmed b. Hanbel´in dedesi Horasan bölgesinde bulunan Serahs Vil''yetinin Valisi idi. Babası da, müslüman kumandanlarından veya kumandanlık rütbesine yakın bir rütbeye sahip bir askerdi.
Bu aile, Ahmed´in doğumuna yakın bir sırada Bağdad´a gelmiş olup Abbasî halîfeleriyle münasebetlerini devam ettirmiştir. Zira Ahmed´in amcası, aynı vazifeyi üzerine almıştır. Çünkü. Ahmed´in babası Muhammed, Bağdad´a gelişinden kısa bir zaman sonra ölmüştür.
Ahmed b. Hanbel´in ailesi himmet sahibi ve cömert idi. Dedesi Emevîlerin valisi idi. Daha sonra Abbasî hareketinin haklı olduğunu ve Emevî idaresinin çöktüğünü görünce vazifesinden ayrıldı. Abbas oğullarının d''vetçileriyle temas kurduğu için işkenceye uğradı. Babası da, cömert ve ''licenap bir insandı. Horasan´daki evi Arap misafirlere açıktı. Onun evine inerler, ikram ve hürmet görürlerdi.
Fakat küçük Ahmed, babasını kaybettiği için bu cömertliğin nurunu görmemişti. Esasen O, babasını bile görmediğini söyler. Çünkü babası öldüğü zaman kendisi, gördüğünü tanıyacak bir çağa ulaşmamıştı. Tarihçilerin anlattığına göre babası, 30 yaşında çok genç iken ölmüştü.
Ahmed´in terbiye ve yetişmesini annesi üzerine almış ve buna amcası da nezaret etmiştir. Çocuk sayılacak bir yaşta annesi, onu ilim tahsiline başlatmıştır. Durum ve çevre de buna müsait idi. Zira ailesi, devamlı olarak İsl''m ilimlerinin merkezi olan Bağdad´ta oturuyordu. Bu sırada Bağdad´ta ilim ve sanat bütün çeşitleriyle ürünlerini vermeye başlamıştı. Burada muhaddisler, kıraat bilginleri, mutasavvıflar, dil ''limleri ve filozoflar bulunuyordu. Böylece Bağdad, İsl''m ''leminin medeniyet merkezi olmuştur.
Ahmed, çocukluğundan itibaren İsl''m ilimlerini öğrenmeye başlamıştı. O, önce Kur´an´ı hıfzetmiş, daha sonra Arapça, Hadîs, Sah''bî ve Tabiîlerin rivayetlerini, Peygamber (S.A.)´in sîretini, onun seçkin sah''bîleriyle güzelce onların yolundan gidenlerin (tabiîlerin) hayatlarını öğrenmeye koyulmuştu.
Çocukluk ve gençlik çağından beri onda asalet ve takva emareleri gözüküyordu. Onu, ''limler arasında muttaki bir ''lim, gençler arasında da müttakî bir genç olarak görüyorUz. Daha sonra onu, inancı uğruna en büyük imtihanlara katlanan, azim sahibi muttaki insnlardan başkasının dayanamıyacağı işkencelere fütursUzca göğüs geren ortayaşlı bir insan olarak görüyoruz.
Akranı olan çocuklar oyun oynarken Ahmed b. Hanbel, ciddî işlerle uğraşıyordu. Yetimlik ona ciddiyet, dayanıklılık ve çalışma aşkı vermiştir. Aslında bütün babalar, bunları arzu eder ve çocuklarının Ahmed gibi olmasını isterdi. Rivayet edildiğine göre bir çocuk babası şöyle demiştir: «Ben çocuklarım için bol bol masraf ediyorum. Onları, yetişsin diye hususi hocalara (müeddiblere) götürüyorum. Fakat umduğum şekilde yetişmiyorlar. Yetim bir çocuk olan Ahmed b. Hanbel´e bakınız! Onun edep ve güzel gidişatı herkesi hayran ediyor.»[3]
Tahsilî
Ahmed b. Hanbel, büyük adam olma sırrına sahip bir yaradılışta idi. O, biraz büyüyünce ailesinin teşvikiyle ilim tahsiline yönelmiş ve kısa bir zaman sonra, kendisinin takva üzere yetişme tarzına uygun olan bir ilmi seçmiştir. Ne felsefeyi, ne de matematiği tercih etmiştir. O, sadece din ilmini" seçmiş ve bu arada kendisini, memleket memleket dolaşmayı gerektiren hadîs ilmine vermiştir. Hadis ilmi de onu fıkha götürmüş, böylece onda hem fıkıh, hem de hadîs ilmi birleşmiştir. B''zı ''limler hadîs veya fıkıhtan birini tercih ettiği halde, Ahmed b. Hanbel, bunların her ikisini de aynı oranda kendisinde toplamıştır.
Ahmed b. Hanbel, emsali arasında takva, ciddiyet, sabır, metanet ve tahammülü ile meşhur olmuştur. Belki bu, onun çocukluğunda nöfsine fazla itimadından ve küçük yaştan beri ruhî istikl''lini hissedişinden ileri geliyordu. Ahmed b. Hanbel´in bu hali, çocukken temas ettiği ''limlerin"de dikkatini çekmiştir. Hatt'' el-Haysem b. Cemil, onun hakkında şöyle söylemiştir: «Bu çocuk yaşarsa, zamanın-dakilerin hücceti olacaktır.»
Ahmed b. Hanbel, biraz önce söylediğimiz gibi hadîs rivayet ve tedvini ile uğraşan, hadîs ilmini kendisinden sonrakilere devreden bir muhaddis olmak istemiştir. Hadis ilmini tercih edişi rasgele de-ğldir. Önce O, rivayetle dirayeti birleştiren fıkıh tahsiline başlamış, Ebu Hanife´nin talebesi ve o çağın en büyük kadısı Ebu Yusuf´tan ders almıştır. Fakat, onun hadîs ilmine meyletmiş, fıkhına fazla ilgi duymamıştır. Bu itibarla O, «îlk hadîs yazdığım şahıs Ebu Yusuf´tur.» demiştir. Yani Ahmed b. Hanbel, Ebu Yusuf´tan hadîs tahsil ettiği gibi fıkıh zevkini de ondan tatmıştır.
Bu rivayeti, yani Ahmed b. Hanbel´in Ebu Yusuf´tan tahsil görüşünü anlatan rivayeti gözönüne alırsak, onun önce re´y´e dayanan fıkıhtan işe başladığı sonucuna varırız., Re´y´e dayanan fıkıh, o çağda Irak´ta h''kim olan ve Ebu Yusuf´un temsil ettiği fıkıhtır. Ahmed b. Hanbel, hadis çalışmalarını fıkıh çalışmalarıyla birleştirdikten sonra kıyasa bağlı olan fıkıh istinbatını hadîs´e dayandırmıştır. O, hükmü hadisten istinbat eder, bu hükme göre yeni birtakım hükümler çıkarır, kıyaslarda bulunur ve fer´î fıkıh mes´elelerini ? ortaya kordu.
Ahmed b. Hanbel, önce hadis tahsil edip fıkıh tahsilini sonraya bıraktı. Hadis bilginleri, bütün tsl''m memleketlerine dağılmıştı. Bağdad´ta, Kûfe´de, Basra´da, Mısır´da, Hicaz´da ve Yemen´de muhaddisler vardı. İşte bütün İsl''m ülkelerinde böyle muhaddisler bulunuyordu. Hadîs tahsil eden bir kimse, elbette bu ülkelere gidecek ve adım adım buraları dolaşacaktı.[4]
Hadîs Tahsili İçin Yapmış Olduğu Seyahatler
Ahmed b. Hanbel, 179 H. yılında, y''ni onbeş yaşında iken hadis tahsiline başladı. 186 H, yılına kadar, y''ni yedi yıl Bağdad´ta hadîs tahsiline devam etti. İlk olarak 186 H. yılında Basra´ya gitmek suretiyle seyahatlerine başlamış oldu.[5] Ertesi yıl Hicaz´a gitti. Daha sonra bunları Basra, Küfe, Hicaz ve Yemen seyahatleri takip etti.
Ahmed b. Hanbel´in seyahatleri, hayatta bulunan r''vilerden şifahî olarak hadîs tahsîl etmek maksadını güdüyordu. O, hadis nakletmek için kitaplarla yetinmiyordu. Bizzat r''vîlerle görüşmek suretiyle rivayet işini daha sağlam tutmak istiyordu.
Söylendiğine göre O, Basra ve Hicaz´a beşer defa seyahat etmiştir. Biraz önce işaret ettiğimiz gibi Hicaz´a ilk defa 187 H. yılında gitmiş ve orada İmam Þafiî ile ilk olarak görüşmüştür. Þafiî ile Mekke´de Mescid-i Har''m´da karşılaşmıştır. Bundan sonra onunla tekrar karşılaşması, Bağdad´ta olmuştur. İbni Kesîr, Ahmed b. Hanbel´in hac seyahatlerini anlatırken şu tafsil''tı verir:
«Ahmed b. Hanbel´in ilk hac seferi, 187 H. yılında olmuştur. Bundan sonraki hac seferleri 191, 196 H. yıllarında olmuştur. Bu son seferinde 197 H. yılına kadar mücavir kalmış ve 198 H. yılı haccmı if'' etmiş ve yine 199 H. yılma kadar mücavir kalmıştır. İmam Ahmed h. Hanbel şöyle der: Beş defa .hacca gittim, bunun üçünde yaya idim. Bu hac seferlerimin birinde otUz dirhem harcadım. Bir defasında yürürken yolumu kaybettim ve: Ey Allah´ın kulları, bana yolu gösteriniz´, diye feryada başladım; sonunda yolu bulabildim.»[6]
Bundan anlıyorUz ki Âhmed b. Hanbel, hacca çok gitmiştir. Fakat onun bu seyahatleri sadece hac için değildi. Diğer bir maksadı daha vardı ki, bu da Peygamber (S.A.V.) "in hadislerini rivayet etmekti.
Ahmed b. Hanbel, hadîs tahsili uğruna her türlü zorluğa katlanarak, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, hadîs r''vüerinin yanlarına kadar giderdi. O, bu yolda meşakket çekmeyi, muradına kolayca ermeye tercih ederdi. Çünkü kolayca elde edilen şeyler çabucak unutulmakta, güçlükle elde edilen şeyler ise unutulmamaktadır. Ahmed b. Hanbel, hac farizasını yerine getirdikten ve Beytullah´a mü-c''zir olarak (Mekke´de) kaldıktan sonra Yemen´in San´'' şehrinde bulunan meşhur muhaddis Abdurrazz''k b. Hemmam (öl. 211 H.)´a gidip hadîs öğrenmek istiyordu. Bu işi, adı geçen muhaddisle hac mevsiminde görüştükten sonra gerçekleştirdi. Ondan hac mevsiminde hadîs öğrenmesi mümkündü. Fakat O, hac mevsiminde Mekke ve Medine muhaddislerinden hadîs tahsilini tercih etmiş, Abdurrazz''k b. Hemmam´dan bundan sonra faydalanmayı kararlaştırmıştır. Maksadı, San´''´ya kadar zahmet çekip gitmek suretiyle sevap kazanmaktı.
O, bilfiil San´''´ya gitmek üzere yola çıktı. Bu uğurda açlık sıkıntısına düştü ve türlü güçlüklerle karşılaştı. Çünkü, yolda nafakası bitmişti. San´''´ya varıncaya kadar nakliyecilerin yanında ham-mallık yapmak zorunda kaldı. Yol arkadaşları ona yardım ellerini Uzatmaya teşebbüs etmişlerse de O, Allah´ın, kendisine bedenî olarak çalışmak suretiyle nafakasını kazanacak kuvveti ihsan etmiş ol-duuğnu ileri sürerek, bu yardımı kabul etmemiştir.
San´''´ya ulaşınca Abdurrazz''k´la görüştü. O da, kendisine yardım etmek teşebbüsünde bulundu ve: Ey Abdullah´ın babası, şunu al faydalan, çünkü bizim memleketimiz ticaret ve kazanç için elverişli değildir, dedi ve eline birkaç dinar Uzattı. Ahmed b. Hanbel de: Benim durumum iyidir, dedi. Bu meşakkatlere tam iki sene katlandı. Çünkü burada, "ez-Zührî ve Îbnu´l-Müseyyib yoluyla daha önce bilmediği birçok hadisleri işitip öğreniyordu.[7]
Hokka Ve Kalem İle Mezara...
Ahmed b. Hanbel, birçok meşakkatlere aldırmadan tahsili için İsl''m memleketlerinde dolaşıyor ve kitap çantalannı sırtında taşıyordu. Bir seferinde kendisini tanıyan biri onu görmüş ve hadis rivayetini, hadis hıfzını ve kitaplarını çok bulmuş, bu kadar hadîs yazıp hıfz ve rivayet etmesine itirazda bulunarak: «Bir Kûfe´ye, bir Basra´ya!.. Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?» demiştir. Ahmed b. Hanbel de; «Hokka ve kalem ile mezara kadar...» diye cevap vermiştir.
İmam Ahmed, hafızasının kuvvetli oluşuna il''veten, işitmiş olduğu Peygamber (A.S.)´in bütün hadîslerini yazmaya çok önem verirdi. Çünkü çağı, telif ve tedvin çağı idi. Bu çağda fıkıh ve dil ilimleri tedvin edilmişti. Hadîs ilimlerinin de tedvini gerekirdi. Gerçi îmam M''lk «el-Muvatta´» ı, Ebu Yusuf ve Muhammed b. Hasen «el-Âs''r» adlı eserlerini, Þafiî de «el-Müsned»ini tedvin etmişti. Elbette Ahmed b. Hanbel de; işittiği hadîsleri hem hıfzedecek, hem de tedvin edecekti. O, kendisine bir hadîs sorulduğu zaman ezberden rivayet etmezdi. Büyük bir ilim adamı olduğu zaman dahi ancak yazdığı hadîsleri rivayet ederdi. Rivayete göre Mervli birisi kendisine bir hadîs sormuş; o da, oğlu Abdullah´a bu hadîsi bulmak için Kitabu´l-Fev''id´i getirmesini söylemiştir. Fakat oğlu, bu kitabı bulamamıştır. Bunun üzerine kendisi kalkmış ve kitabı bulup getirmiştir. Birkaç cilt olan bu kitapta sorulan hadîsi araştırmaya [8]başlamıştır.[9]
Fıkha Doğru
Ahmed b. Hanbel´in topladığı Sünnet, Peygamber (S.A.)´in hadisleri, sah''bîler ile tabiîlerin fetva ve hükümleri idi. Bu rivayetler sünnet olmakla beraber, aynı zamanda, derin ve ince bir fıkıh idi. Bu itibarla, rivayetle uğraşırken Ahmed b. Hanbel´in, fıkıh, mes´ele ve fetvalardan Uzak kaldığını söyleyemeyiz. Aksine, O, fıkıhla sıkı sıkıya ilgili idi. Hayatının büyük bir kısmını rivayete ayırmışsa da, fıkha karşı ömrü boyunca ilgisiz kalmış değildir.
Onun ilk çalışmaları, Kadı Ebû Yusuf´tan fıkıh tahsiline yönelmişti. Olgunluk çağma ulaşınca sünnet fıkhına meyletmiştir. Belki de O´nu fıkha doğru çeken bu olmuştur. Bilhassa Mekke´de îmam Þafiî ile karşılaşınca Ahmed b. Hanbel, onun aklî kudretine ve fık-hî istinbat hususunda koymuş olduğu ölçülere hayran kalmıştır. Yakut el-Hamevî´nin Mu´cemu´l-Udeb''´smda aynen şöyle denilmektedir:
«İshak b. Rahûye (Rahveyh)[10] der ki: Süfyan b. Uyeyne´nin yanında idik. Amr b. Dinar´ın hadîslerini yasıyorduk. ´Ahmea b. Hanbel geldi ve bana: Ey Ebû Yakub, kalk sana benzerini şimdiye kadar görmediğin bir zatı göstereyim, dedi. Kalktun, beni zemzem kuyusundan tarafa götürdü. Orada beyaz elbiseli,, esmer benizli, yakışıklı, gayet zekî bir zat vardı. Beni onun yanına oturttu. Sonra bu z''ta hitaben: Ey Ebû Abdillah, İşte bu îshak b. aRhûye el-Hanzalî´dir, dedi. O da: Merhaba, diyerek beni sel''mladı. Karşılıklı müzakerelerde bulunduk. Onda, beni şaşkına çeviren bir ilim gördüm. Meclisimiz Uzayınca Ahmed b. Hanbel´e: Kalk, o söylediğin z''ta gidelim, dedim. Ahmed de; İşte: O zat budur, dedi. Ben de: Subh''nellah! «ez-Zührî bize şöyle... rivayet etti» diye anlatan bir zatın yanından kalktım ve zannettim ki sen, beni, ez-Zûhrî gibi veya ona yakın bir z''tın yanma götüreceksin. Halbuki sen, beni bu delikanlının yanına getirdin, dedim. Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel, bana. Ey Yakub´un babası, bu delikanlıdan (yani Þafiî´den) feyz al. Çünkü ben, bunun benzerini asla görmedim, dedi.»
Burada belirtmeliyiz ki, Ahmed b. Hanbel tahsile başladığı zaman fıkıh ve istinbat ilmini rivayet ilmi ile birlikte tahsil ediyordu. Yukarıda söylediğimiz gibi, tahisle Ebu Yusuf´un yanında başlamıştı. Daha sonra Þafiî ve diğerlerinden tahsil gördü. Þafiî ile 1.98 H. yılında Bağdad´ta tekrar görüşmüştü. Þafiî, ondan, kendisinin ortaya koyduğu mes´elelere muhalif olarak tesbit ettiği her hadîsi kendisine hatırlatmasını rica etmiştir. Þafiî, Mısır´a gittiği zaman, Ahmed b. Hanbel de onun yanına gitmek niyetinde idi. Fakat bunu gerçekleştirememiştir.
îşte böylece Ahmed b. Hanbel´de hadîs, sünnet ve rivayet fıkıhla birleşmiş oldu. îster önce fıkıh tahsiline başlasın, isterse hadîs ve sünnetten sonra fıkha dönmüş olsun, gerçek odur ki, Ahmed b. Hanbel tam manasıyla fıkha yönelmiştir. Bu konuda bşnim görüşüm şudur: Ahmed b. Hanbel, hadîslerin ihtiva ettiği fıkhı incelerken bu derin tetkikleri sayesinde fıkha yönelmiştir. O, sah''bîlerin fıkhını öğrenmek istiyordu. «el-Müsned» adlı kitabında her sah''bî için müstakil bir sened tahsis etmiştir. Ali b. Ebî T''lib, Zeyd b. Sabit, Resûlüllah´ın Halîfesi Ebu Bekr, Müzminlerin Emîri Ömer b. el-Hattab ?Radiyall''hu anhum? gibi fetva vermekle meşhur olan müctehid sah''bîler için ayrı ayrı tahsis ettiği senedlerle bu sah''bîlerin fıkhını incelemeye ve bunların fıkhının gaye ve maksatlarını anlamaya önem vermiştir. Bunlar ve Abdullah b. Mes´ud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. el-Âs gibi diğer sah''bilerin fıkhını tetkik etmek, şuurlu bir r''vinin aklını keskinleş-tirir; zihnini açar ve ona derin fıkhî bir meleke kazandırır. îmam
Þafiî´nin istinbat ilmi için koymuş olduğu esasları Ahmed b. Hanbel´in öğrenmiş olduğu bunlara il''ve edilecek olursa, şüphesiz onun sünnet fıkhını tam olarak bilen bir fakîh olduğu ve görüşlerinde şeriatın doğru yolundan ayrılmasının imk''nsızlığı kendiliğinden anlaşılır.
Bundan sonra Ahmed b. Hanbel, sah''bîlerin fıkhını incelemekle yetinmemiş, tabiîlerin fıkhını öğrenmiş ve fetvalarını toplamıştır. Tabiîler arasında re´y tarafı galip olanlar bulunduğu gibi, bir hadîs bulamayınca fikir beyan etmekten çekmen kimseler de vardı. Ahmed b. Hanbel, tabiîlerin fıkhında öyle fıkhı bir miras bulmuştur ki, kendisi de Kitab ve .Sünnet´te bir nass, yahut da sah''bî veya tabiînin herhangi bir fetvasını bulamadığı zaman bu mirasa uymuş, onların metoduna ve sah''bîlerden intikal eden metodlara göre hüküm çıkarmıştır.[11]
Ahmed B. Hanbel Farsça Bîlir Miydi?
Ahmed b. Hanbel´in ailesi Merv´den gelirken annesi ona h''mile idi. Annesi onu Bağdad´ta dünyaya getirmiştir. Ailesinin Uzun zaman Horasan´da oturduğu anlaşılıyor. Amcasının işinin de Horasan´la ilgili oluşu, bu ailenin farsça bildiğini göstermektedir. Buna göre Ahmed b. Hanbel´in de farsça bildiği ve bu dili konuştuğu anlaşılmaktadır. Bu hususu Zehebî, T''rih´inde anlatmaktadır. Rivayete göre Ahmed b. Hanbel´in teyzesinin oğlu Horasan´dan gelmiş ve onun yanma müsafir olmuştur. Ahmed b. Hanbel ona yemek getirmiş, Horasan ve oranın halkıyla ilgili şeyler sormuştur. Müsafiri, kendisinin dilini anlanıaymca, Ahmed b. Hanbel onunla farsça konuşmuştur.
Zehebi, bu olayı Ahmed b. Hanbel´in torunu Züheyr´den rivayet etmiş ve Züheyr´in bu olaya şahit olduğunu söylemiştir. Bu durumda bize düşen, bu haberi kabul etmektir. Çünkü, onu rivayet eden güvenilir bir kimse olup İmam Ahmed b. Hanbel´in ailesiyle yakınlığı bulunan bir şahıstır. Ayrıca bu haberi reddedecek elimizde herhangi bir delil de yoktur. Güvenilir bir kimsenin rivayet ettiği bir haber, ancak, rivayet bakımından daha kuvvetli veya daha sağlam bir delille reddedilir.[12]
Ahmed B. Hanbel´in Hadîs Rîvayetîne Ve Fetva Vermeye Başlayışı
Ahmed b. Hanbel, hadîsi, bütün muhaddislerden tahsil etmiş; Bağdad, Basra, Küfe, Mekke ve Medine ile yetinmemiş, Yemen´e dahi gitmiştir. Hatt'' üstadı Þafiî´nin ardından Mısır.a da gitmeye niyetlenmiştir. Hadis ilmine sahip olan kimi işitmişse, gidip ondan hadîs rivayet etmiştir.
O, yalnız rvayet ilmiyle iktifa etmemiştir. Rivayet ilmi, onu derin bir fıkha ulaştırmıştır. Esasen ilk tahsil çağında fıkha karşı bir Cinsiyet kazanmış, din ile ilgili olan çeşitli ilimleri öğrenmiş ve bunların b''zısında oldukça derinleşmiştir. Bilhassa Kitab ve Sünnetle ilgili rivayet ve fıkıh üzerinde ihtisas sahibi olmuştur.
Böyle bir ilim adamının artık aldıklarım verme, yazdıklarını başkalarına yazdırma ve öğretme zamanı gelmişti. Fakat O, hadîs rivayetine ve fetva vermeye ancak kırk yadına ulaştıktan sonra başlamıştır. Acaba O, bu durumda Uz. Peygamber´e mi uyuyordu? Çünkü Peygamber (S.A.V.), ancak kırk yaşından sonra Peygamber olarak vazifelendirilmişti. Gerçekten insan kırk yaşma ulaştığı zaman, tam olgunluk çağma gelmiş olur, nefsî arzular bu çağda azalır, akıl ve irade yükselir. Ebu Hanîfe de, fetva vermeye ancak kırk yaşında başlamıştır.
Ahmed b. Hanbel, bizi yukarıdaki soruya cevap aramaktan kurtarmıştır. Çünkü bu soru, kendisine de sorulmuş, o da; «Hocaları hayatta iken hadîs rivayet etmediğini» söylemiştir. Bir çağdaşı, kendisine, Abdurrazz''k´tan rivayet ettiği hadîsleri yazdırmasını söylediğini, Ahmed b. Hanbel´in de, Abdurrazz''k sağ olduğu için bundan kaçındığını anlatır. Bu ifadelerde Ahmed b. Hanbel´in, niçin 204 H. yılından sonra hadîs rivayetine ve fetva vermeye başlamış olduğunu gösteren açık bir delil mevcuttur. Çünkü bu tarihte, İmam Þafiî Mısır´da ölmüştü. Böyle bir izahı, tarihî olaylar da desteklemektedir.
Burada söylemeliyiz ki Ahmed b. Hanbel, hadîs rivayetine ve fetv'' vermeye başladıktan sonra, hadîs ve fetva konusunda başvurulan bir kaynak olmuştur. Bu demek değildir ki, kendisine daha önce sünnetle ilgili bir soru sorulduğu zaman O cevap vermezdi. Zira, ilmi ketmetmek caiz değildir. Din; irş''d etmeyi, başkalarının bilmediklerini öğretmeyi ve Peygamber´in hadislerini yaymayı emreder. Ahmed b. Hanbel´in 198 H. yılında 34 yaşında iken Mescid-i Hayfda[13] kendisine sorulan bir meseleye fetva verdiği rivayet edilmiştir.
Buna göre Ahmed b. Hanbel´in, kırk yaşına varmadan önce de, mecbur olduğu zaman fetva verdiğini söyleyebiliriz. Çünkü zaruret, onu bazan bu işe zorluyordu. Ancak kendisine ilim tahsili için gelen talebelerine ders vermeye kırk yaşına değdikten sonra başlamış ve Peygamber´in Sünnetine uyarak kırk yaşından sonra irş''d ve fetva verme işini üzerine almayı bir vazife bilerek, mevcut boşluğu doldurmaya karar vermiştir.
Ahmed b. Hanbel´in iffet, nezahet ve takvası, insanlar arasında yayılmıştı. Herkes ona fıkıh -ve hadîs rivayeti için başvuruyordu. O da, bunlara mescidde cevap vermek zorunda kaldı. Þöhreti de, bunun üzerine gittikçe artmaya başladı. Bundan sonra Ahmed b. Hanbel, ileride açıklayacağımız ve onun nefsini olgunlaştıran sabır ve metanetinin derecesini gösteren mihnetlere uğramıştır. Fakat, bu mihnetler onu daha çok yükseltmiş, Allah ve insanlar katında değerini daha çok artırmış ve halka onu daha iyi tanıtmış, halk da onun adını dört yana yaymıştır. O, Allah yolunda insanlara karşı tevazu´ gösterdikçe yüceliyordu.
Adının ilim, zühd ve takva ile birlikte yayılışı, dersinde izdihama sebep oldu. B''zılarının rivayetine göre, onun dersini dinleyen-´ lerin sayısı beşbin civarında idi. Bunlardan beşyüz kadarı dinlediklerini yazıyorlardı. Biz, bu kadar talebenin onun dersinde hazır bulunduğunu teslim edemeyiz. Fakat, buna yakın bir miktarda olduğunu söyleyebiliriz. Yahut, talebelerinin sayısı çok kabarıktı, diyebiliriz. Çünkü «Bin» kelimesi şüphesiz «pekçok» m''n''sına da kullanılır. Ahmed b. Hanbel´in derslerini dinleyenlerin sayısı zikredilen sayının yansına, hatt'' beştebirine dahi indirilse, yine de azımsanamaz ve onun Bağdad´taki mevkiini ve İsl''m ülkelerinden kendisine tahsil için gelenlerin çokluğunu gösterir.
Ahmed b. Hanbel´den ders alanların ve işittiklerini yazanların çokluğu, ondan hadîs ve sünnet rivayet edenlerle onun fıkhını nakledenlerin çokluğunu gösterir.
Burada söylememiz gerekir ki, Ahmed b. Hanbel, faziletli muttaki; zühd, sabır ve metanet sahibi idi. Yukarıda dediğimiz gibi, insanlar, O´nu, bu meziyetlerinden dolayı dinlemek istiyorlardı. Þüphesiz onu dinlemek için gelenlerin hepsi ilim tahsil eden talebe değildi. Bir kısmı, Ahmed b. Hanbel´in meclisine, onu sevdikleri ve saydıkları için geliyorlardı. Bir kısmı da, onun yaşayışına göre yaşamak, onu tanımak, ahl''k, edep ve irşadından faydalanmak için geliyorlardı. Îbnul-Cevzî´nin Menakıbu´1-İmam Ahmed b. Hanbel adlı eserinde onun bir çağdaşından şöyle rivayet edilir: «Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel)´e oniki.sene gelip gittim, o çocuklarına el-Müsned´i okuturdu. Ondan bir tek hadîs yazmadım, ancak ona ahl''k ve irşadı için gelirdim.»
Öyle anlaşılıyor ki, onun iki türlü meclisi (ders halkası) vardı:
1 ? Çocuklarıyla özel talebelerine hadîs anlatmak için evindeki meclisi.
2 ? Hem talebelerinin, hem de halktan istiyenlerin hazır bulunduğu mescid´deki meclisi. Ahmed b. Hanbel´den hadîs yazan talebelerinin sayısı, mescid´de dersini dinliyenlerin ondabiri kadardı.
Zehebî, Ahmed b. Hanbeî´in mescid´deki derslerinin ikindiden sonra olduğunu söyler. Ebu Hanîfe´nin Küfe mescidindeki dersi de böyle idi. Çünkü ikindiden sonraki vakit, insanın dinlenmiş olduğu, ruhun safa bulduğu ve hayat meşgalelerinden kurtulduğu bir vakittir. Hadîs ve fetva bu vakitte anlatılırken, ruhlar dinlenmiş ve öğrenmeye hazırlanmış bir vaziyettedir. Yorgun ve bıkkın değildir. însanlar ruhî bakımdan hazır bulundukları zaman, dersin tesiri daha büyük ve daha derin olur.
Ahmed b. Hanbel´in derslerinde, dinleyicilerin ruhunda güzel bir tesir bırakan şu üç husus dikkati çekiyordu:
1 ? Onun meclisine vakar, ciddiyet, tevazu ve ruhî hUzur h''kim idi. Kendisi şaka ve alay eüneyi sevmezdi. Çünkü ciddî olmak gereken bir yerde şaka etmek, akıl kıtlığından ileri gelir. Böyle bir durumda alay etmek, saçmalıktır. Dersinde hazır bulunanlar bu durumu gözönünde tutarlar ve onun meclisinde, ders vermiyor olsa dahi, şakalaşmazlardı. Ebu Nuaym, Halef b. S''lim´den şöyle rivayet etmiştir: «Biz, Yezid b. Harun´un meclisinde idik, Yezid şaka yaptığı için Ahmed b. Hanbel kalkıp gitti. Yezid bunun üzerine eliyle
alnına vurdu ve Ahmed´in burada olduğunu bana bildirseniz ya! T'' ki şaka yapmıyayım, dedi.»[14]
2 ? Ahmed b. Hanbel, dersinde ancak hadîsleri rivayet etmesi istendiği zaman anlatırdı. Böylece hadîs rivayetine rağbet artıyordu. O, bir hadis rivayet edeceği zaman kendi yazdığı kitaplardan rivayet ederdi. R''vîlerden almış olduğu hadîsleri anlatırken yanhş olur korkusuyla hafızasına asla itimad etmezdi. Peygamber´in söylemediği şeyi rivayet etmemek için mecbur kalmadıkça ve hadîsin metninden emin olmadıkça ezberden hadîs rivayet etmezdi. Öyle ki talebeleri, kitab´a başvurmaksızın okuttuğu hadîsleri saymışlar ve bunların yüz adedi aşmadığını görmüşlerdir.
Zehebi´nin Tarih´inde, Ahmed b. Hanbel´in talebesi Mervezî´den şöyle rivayet edilir: «Herhangi bir mecliste hiçbir fakir görmedim ki o, Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel)´in meclisindeki gibi kıymetli olsun. Ahmed b. Hanbel, tamamen fakirlerle ilgilenirdi- Dünya ehli ile ilgilenmezdi. Aceleci değildi. Çok mütevazı idi. Vakar ve ciddiyet sahibi idi. İkindiden sonra dersine oturur ve kendisine birşey sorulmadıkça konuşmazdı.»[15]
3 ? Ahmed b. .Hanbel, ancak hadîslerin yazılmasına müsaade ederdi. Hatt'' hadîs rivayet ve nakli için îsl''m memleketlerinde dolaşırken kendi nefsini mecbur ettiği gibi, hadîsleri yazmaya talebelerini de mecbur ederdi.
Verdiği fetvalara gelince, bunların yazılıp nakledilmesini menederdi. Ona göre yazılmayı icabeden din ilmi, ancak Kitab ve Sünnettir. Bundan başkası yazılmaz. İşte fetvalarının yazılmasını bu sebeple menederdi. Birisi kendisine, Irak fakîhlerinden re´y taraftarlarının kitapları yazılabilir mi? diye sordu. Ahmed b. Hanbel, hayzr, dedi. Soran kimse; İbnu´l-Müb''rek onları yazmıştır, deyince, Ahmed b. HanbeÞ; «Îbnu´l-Müb''rek gökten inmedi, biz ilmi yukardan almakla emrolunduk.» dedi. Hatt'' O, muhaddisleri Þafiî´nin kitaplarını yazmaktan bile menederdi. Halbuki O, îmam Þafiî´ye hocası nazarıyla bakar ve gönlünde ona büyük bir yer verirdi. Ahmed b. Han-bel´e göre Kitab ve Sünnetten başka din ilmi konusunda yazılarak gelecek nesillere nakledilmeye l''yık bir şey yoktur. Çünkü, ilim adamlarının sözleri zamanlarına ait olup çağlarına mahsus olan müşkillerin hallinden ibarettir. Bunların gelecek nesillere intikalinde bir faide yoktur. Yazılması da önemli değildir. İnsanlara İntikali gereken şey, Kur´''n ilmiyle Peygamber, Sah''biler ve Tabiîlerin ilmidir. Yalnız bu ilimlerin saf bir şekilde intikali gerekir. Âlimleri ve kişileri isimlerine göre taklit etmek gerekmez.
Fakat, bu konuda çok ileri gitmiş olan Ahmed b. Hanbel´i Allah, istemediği bir şeye m''ruz bırakmıştır. Y''ni talebeleri, kendisinden kocaman ciltler halinde kitaplar rivayet etmişlerdir.
Ahmed b. Hanbel, kendisinden öncekilerin meşgul olmadığı bir şeyle uğraşmamıştır. Kendisinden öncekiler Kitab ve Sünnet ilmi ile, fetva ile, Kitab ve Sünnet´ten faydalanarak müslümanlara dinî meselelerini öğretmekle uğraşmışlardır. Akidenin de kaynağı sadece Kitab ve Sünnettir. Dolayısıyla Kitab ve Sünnet´tn bildirmiş olduğu şeyler, inanılması gereken akideyi teşkil eder. Akîde veya diğer İsl''mî ilimlerin delil ve kaynağı, Allah´ın Kel''mı ile Resûlull''h´ın Sünnetidir. Sırf akıl yoluyla akideden bahsedilemez; elbette akîde nakil ile izah edilir ve bu konuda naklin dışına çıkılamaz. Ahmed b. Hanbel devrinde akaid konusunda çok söz ediliyordu. Fakat, Kitab ve Sünnetin metoduna uyulmuyordu. Akîde ile ilgili cebr ve ihtiyar (irade) konusunda münakaşalara girişiliyordu. Allah´ın Kur´-''n´da zikredilen isimleri, Allah´ın sıfatları olup, z''tından ayrı mıdır, yoksa z''tının aynı mıdır? Allah´ın kel''m sıfatı var mıdır. Kur´''n kadîm mi, yoksa mahlûk mudur? İşte kel''mcı (mütekellim) denilen ''limler bu gibi meseleler üzerinde tartışıyorlardı.
Ahmed b. Hanbel, bunların yaptığını yapmadı; derslerinde asla bunların sözlerinden bahsetmedi. Esasen O, bunları sapıklardan sayardı. Bir kimse kendisine mektup yazarak, kel''mcüarla münazara hakkında sormuş, O da şu cevabı vermiştir:
«Allah, senin sonunu iyi eylesin. Bizim, işittiğimiz ve ulaştığımız kimselerden gördüğümüze göre onlar kel''m konusundan hoşlanmıyordu, sapıklarla düşüp kalkmıyorlardı. Mesele, önünde sonunda Allah´ın Kitabına teslim olmak ve bundan öte gitmemektir. İnsanlar, kitap yazmaktan ve bidatçılarla düşüp kalkmaktan hoşlanmamaktadırlar. Böylece onlar, bid´atçüann din konusunda insanın içerisine soktuğu şüpheleri reddediyorlardı.»[16]
İşte Ahmed b. Hanbel´in tuttuğu yol, böyle bir yol idi. Elbette onun bu tutumunu devrin Abbasî Hükümeti teşvik etmiyordu. Bu çağ da Abbasî Hükümetinin başında Abdullah el-Me´mun b. Harun el-Reşîd bulunuyordu. Bu Halîfe, kendisini mu´tezilî ''linılerden sayıyordu. O Mu´tezile mezhebini desteklemek için münazaralar düzenliyor ve Kur?an?ın mahluk olup olmadığına dair mühaddislerden bir kımına bu görüşü kabul ettirmek için zor kullanmaya başlamıştı.D''ru-s-Selam (Bağda)ın İmamı Ahmed b. Hanbel de, işte bu yüzden işkenceye uğramıştır.[17]
Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!