Aralık 27, 2008, 08:18:48 ÖÖ
A) İsnaaşeriyye:
Bunlar, halifeliğin, Hz. Hüseyin (R.A.)´dan sonra Ali Zeynel''bi-din´e ondan sonra Muhammed el-B''kır´a ondan sonra Cafer-i Sadık´a, ondan sonra Musa K''zım´a, ondan sonra Ali el-Rıda´ya, ondan sonra Muhammed el-Cevad´a, ondan sonra Ali el-Hadiye, ondan sonra Hasan el-Askert´ye, ondan sonra onikinci imam olan Askerî´nin oğlu Muhammed´e ait olduğunu kabul ederler. îsnaaşeri´ler, onikinci imam Muharnmed´in, babasının evinde «Sirdab» diye adlandırılan bir sığmağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. îs-naaşerîler, gizlenen onikinci imamın yaşı mevzuunda ihtil''f ederek bazıları, gizlendiği zaman yaşının dört olduğunu, bazıları ise sekiz yaşında olduğunu söylerler. Yine İsnaaşeriler, gizlenen onikinci imamın, vereceği hüküm hakkında da ihtil''f etmişler, bazıları, kaybolduğu yasta iken, halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacib olduğunu ileri sürerken, diğer bir kısmı, hüküm vermenin, gizlenen imamın mezhebine mensup ''limlere ait olduğunu söylemişlerdir.
Günümüzdeki isnaaşeriyye mezhebi mensupları bu son görüşü benimsemektedirler. Irak nüfusunun hemen hemen yarısı, îsnaaşeriyye mezhebine mensup olan Þiiîerdendir. îtikadi meselelerde, aile hukukunda, miras, vasiyet, vakıf, zek''t ve ibadetlerinde, İsnaaeşriyye mezhebini tatbik ederler, İran halkının çoğu da Þiiliğin bu koluna mensuptur. Bu mezhep mensuplarından bazıları Suriye´de, Lübnan´da ve birçok İsl''m ülkelerinde bulunmaktadır.Bunlar çevrelerinde bulunan Sünnîlere hoş görünmeye ve onlan, kendilerinden nefret ettirmemeye çalışırlar.
İmamiyeniri İsnaaşeriyye kolu, diğer imamiyeler gibi imamda, Peygamber (S.A.V.)´in vasiyeti ile aldığı mukaddes bir otoritenin bulunduğunu kabul eder. İmamın, müslü m anların işini vasiyetle üzerine aldığı gibi...
İmamın bütün davranışları, vasiyetin sahibi Hz. Muhammed (S. Â.V.)´den kaynaklanmaktadır. Þimdi bunlara göre imamın yetkilerini ve yetkilerinin kanunî sınırlarını anlatmaya çalışalım.[27]
İmamiye´ye Göre Halifenin Mevkii
İmamiyye mezhebinde olanlar, imamın şer´î hükümler ve kanunlar bakımından otoritesinin tam olduğuna, her söylediğinin şer´î bir hüküm olduğu ve imamdan, şeriata ters düşen herhangi bir davranışın meydana gelmediğine dair ittifak içindedirler. Bu hususta büyük ''lim, Muhammed Hüseyin Ali K''şif el-Ðita, şöyle der: «İmamiye mezhebine mensup olanlar, ortaya çıkan her hadise hakkında ´Allah Teal''´nm bir hükmü bulunduğuna, mükellef olan kulların, yapmış oldukları her" amel hakkında Allah Teal''´nın şu beş hükmünden birinin mevcut olduğuna inanırlar: Yapılan iş, ya vaciptir, ya haramdır, ya mekruhtur yahut menduptur veya mubahtır, Allah Teaî'', bu hükümleri, peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed´e göndermiştir. Hz. Muhammed bu hükümleri ya ´Allah´ın vahyi ile veya ilhamla öğrenmiştir. Hz. Muhammed, bu hükümlerden çoğunu açıklamıştır. Özellikle etrafından ayrılmayan ashabına, her gün huzurunda bulunan ashabına açıklamıştır. Böylece o ashab, çevrede bulunan tüm müslümanlara dini tebliğ ediciler olsunlar... Netekim Allah Teal'' bir Âyet-i Kerime´de şöyle buyuruyor: «Böylece siz, insanlara karşı şahitler olasınız. Peygamber de size karşı şahit olsun...»[28] Birçok hükümler, tatbik edilmelerini icap ettiren sebepler gerçekleşmediğinden açıklanmamıştır. Yine dinin peyderpey yayılması hikmeti, bir kısım hükümlerin izah edilmesini, diğer bir kısmının da gizli tutulmasını gerektirmiştir. ´Ancak, Hz. Muhammed (S.A.V.) bu çeşit hükümleri vekillerine öğretmiş, her vekil de kendisinden sonraki vekile bunları aktarmıştır. Umumî hükümlerin istisnalarım, mutlak olarak bırakılan hükümlerin sınırlandırılın alarmı, kapalı olan hükümlerin izahına, hikmete uygun bir şekilde ve müsait zamanlarda vekiller tebliğ edeceklerdir.
Mesel'': Peygamber Efendimiz (S.A.V.) umumî bir hüküm beyan eder, hayatının daha sonraki dönemlerinde o hükmü sınırlandırır veya sınırlarını beyan etmez de vakti gelince onu izah etmeleri için vekillerine bırakır."[29]
Evet bu sözler, muhterem el-Gita´dan alınmıştır. Bu sözlerden ve benzerlerinden, îmamiyenin, şer´i hükümler hakkındaki görüşlerine dair şu üç husus anlaşılır.
1) Bunlara göre kendi imamları, Resulullah´m kendilerine şeriatın sırlarını bıraktığı vekillerdir. Resulullah, şeriatın bir kısım hükümlerini beyan etmiş diğerlerinin zamanı gelmediği için izahla nnı vekillerine emanet etmiştir.
2) Vekillerin her söylediği İsl''m şeriatıdır. Çünkü bunların söyledikleri, peygamberliği tamamlamaktadır. Bunların sözleri, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in sözü gibidir. Zira, bunların söyledikleri, Resulullah´m, kendilerine emanet ettiği dini sırlardır. Onlar konuşurken, Resulullah´dan aldıklarını konuşur ve onun, özellikle, kendilerine tevdi ettiği şeyleri izah ederler.
3) İmamlar, dinin umumî hükümlerini hususileştirebilirler, mutlak hükümleri smırlandırabilirler.
Hüküm koyma bakımından imamların bu mertebede olduklarını sanan İmamîler, imamlarının hat'' yapmaktan, unutmaktan ve günah işlemekten beri olduklarına ve imamın, kendisine hiçbir şüphe arız olmayan, temiz ve temizleyen bir zat olduğuna inanırlar. Bu hususta îmamîler ittifak içindedirler.
İsnaaşeriyyelerin kitapları da aynı meseleleri ortaya koymaktadır. Mesel'': eş-Þerif el-Murtaza «Þ''fî» adlıa kitabında şöyle der: Hem bize hem de bize muhalif olanlara göre îsl''mî hükümleri ve îsl''m ceza hukukunu tatbik edecek bir imamın mevcut olması şarttır. Mademki imamın bulunması şarttır, o halde bu imamın masum olması da şarttır. Çünkü, dini tatbik eden bir imam olduğu halde, masum olmazsa dinen hat'' mümkündür. îmamm hat'' işlemesi halinde ise bizlerin o hat''da imama uymamızı ve yaptıklarını taklid etmemizi gerektirir. Bu ise herhangi bir vesile ile dinen çirkin olan şeyleri yapmakla emrolunduğunıızsu icabettirir. Mademki dinen çirkin olan şeyleri yapmakla emrolunduğumuz iddiası b''tıldır. O halde kendilerine uymakla emrolunduğumuz ve dinen izlerini takip etmeye mecbur olduğumuz imamlar masumdur, asla yamlmaz ve hata işlemezler.[30]
îmamiyeler, imamlarının, hem zahiren hem de batmen, imam olmadan önce de imam olduktan sonra da masum olduğuna inanırlar. Bu hususta İmamiyelerin, ileri gelen din adamlarından olan «Tusî» şöyle der: «Hikmet sahibi olan yüce Allah´a, saygı ve tazimi gerektiren emaneti, kendisine batmen lanet edilmesi ve kendisinden uzaklaşılması caiz olan kişilere vermesi asla yakışmaz. Zira bu bir cehalet ve gaflettir. Keza, imamın, henüz Halife olmadan önce masum olduğu, halifelikten önceki davranışlarından anlaşılır. Çünkü imamın söylediği sözler, o konuda delil olan sözlerdir. Evet, imamın, imam olmadan önce de masum olması gerekir. Zira, böyle olmazlarsa onlardan uzak durulması gerekir. Bu ise doğru değildir. Nitekim, peygamberler hakkında da aynı şeyi söyleriz. Yani onlar, henüz peygamber olmadan dahi masumdurlar.[31]
îmamiyeler, imanım, imamlığını ispat etmesi için bir kısım akıl üstü davranışlar gösterebileceğine inanırlar. İmamda görülen harikulade davranışlara peygamberlerde görülenlere denildiği gibi «mucize» derler.
İmamîler şöyle derler.«imamlardan herhangi birinin imamlığına dair delil bulunmadığı takdirde, imamlığın, mucize ile ispat edilmesi gerekir. Bu hususta, zamanındaki îmamîlerin lideri olan Tusi şöyle der: «İmam, bazan delil ile bazan da mucize ile bilinir. Delilleri nakledenler, özür yollarını kapayacak bir şekilde bu konuda bir delil naklettikleri takdirde maksat hasıl olmuş demektir. Þayet, delilleri nakledenler bu hususta herhangi bir delil nakletmezler ve bundan yüz çevirirlerse Allah Teal''´nm, imamı başkalarından ayırdede-cek ve onun imam olduğunu tanıtacak bir ilmî mucizeyi, imamda göstermesi gerekir. Böylece insanlar, imamı tanıyabilsinler ve onu başkasından ayırabilsinler.»[32]
Daha önce de izah ettiğimiz gibi İmamüere göre imamın ilmi, din ile ilgili herşeyi ve kendisine tevdi edilmiş hükümleri kuşatmıştır. Bu hususta Tusî şöyle der: «İmam olan zatm, dinin her sahasında imam olduğu ve büyük, küçük, gizli, aşik''r bütün hükümleri tatbik etmeyi üzerine aldığı, tesbit olunmuş bir gerçektir. İmamın, imamlık sıfatına sahip olduğu halde hükümlerden bazılarını bilmemesi caiz değildir. Çünkü, ehli olmayana bir işi yüklemenin ve ehil olmayanı bir iş için yeterli görmenin, çirkin bir şey olduğu, bütün akıl sahiplerince ittifak edilen bir husustur.»
İmamiyeye göre, imamın herşeyi kuşatan bu ilmi, ledünnî bir ilimdir, Allah tarafından verilmiştir. Bu ilim fiilen mevcuttur. Ictihadla elde edilen veya mümkinattan olan bir ilim değildir.. Zira kişi ya bilir ve hüküm verir yahut ictihad eder, bilir ve hüküm verir. Nitekim, imam olmayan ''limlerin durumu böyledir. İmamın ise böyle olması mümkün değildir. Zira ictihadla bilinmesi mümkün olan ilimler, eksik olan ilimlerdendir. Bu tür ilimler, önce cehaletle başlar, daha sonra öğrenilir ve neticede ilim halini alır. İmamın, herhangi bir zaman dinî hükümlerden herhangi birisini bilmemesi caiz değildir.»
İmamilerin, imamlarının ilminin kuşatıcı mahiyette olduğuna hüküm vermeleri, imamların, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafından vekil tayin edildiklerini ve onlara dini açıklamayı tamamlayacak bir kısım ilimleri tevdi ettiğini söylemelerinin zaruri bir neticesidir, îmamîlere göre, imamların ilmi, peygamberlerin, kendilerine aktardığı bir emanettir, ve imamlar hatadan beri kişilerdir.
îmamilere göre, imamların varlığı, sadece dini izah etmeleri ve Resulullah´ın açıklamaya başladığı hükümlerin açıklanmasını tamamlamaları için değil, şeriatı korumaları ve onu kaybolmaktan muhafaza etmeleri için de gereklidir. İmam, hem şeriatı tamamlar hem de korur. İmam, Resulullah (S.A.V.)´den sonra, şeriatın koru-yucusudur. Onu bozulmaktan, sapık düşüncelerin karışmasından, yıkıcı görüşlerin tesiri altında kalmasından korur. Zira imam, Allah´ın yeryüzünde kıyamete kadar devam edecek bir hüccetidir. Bu hususta Ali b. Talib (S.AV.) şöyle der: «Yeryüzü ve meşhur olmayan gizli veya açık olduğu halde herkesçe idrak edilemeyen, Allah´ın hükmünü ayakta tutan bir hüccetten h''li değildir.»
İmamilere göre, yeryüzünde Allah´ın hükmünü ayakta tutan delili, «vasi» diye adlandırılan vekildir. Vekilin, kendisine itaat edilmesini ve izinde yürünmesini gerektiren İSMET (masumiyet) sıfatı sayesinde din kıyamete kadar korunmuş olur.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde «Ümmetim sapıklıkta birleşmez,» buyurmuşlardır.[33] Dinin kıyamete kadar konmuşu aslında îsl''m ümmetinin, sapıklıkta birleş memesinden ileri gelmektedir. îmamîler şöyle derler: «îsl''m ümmetinin sapıklıkta birleşmesi, aklen mümkündür. Fakat masum olan imam (vasi) ümmeti doğru yola sevkeder, irşad eder ve ümmeti sapıklığa düşmekten korur. Diğer dinlerin mensupları, içlerinde masum bir imam bulunmadığı için sapıklıkta birleşmişlerdir. Yine diğer ümmetlerin şe-şeriatları, şeriatların sonuncusu olmadığı halde, Hz. Muhammed (S. ´A.VJ´m şeriatı şeriatların sonuncusudur. Elbetteki böyle bir şeriatı kıyamete kadar sapıklıktan koruyacak bir masum kişinin bulunması gerekir.»[34]
Bu anlatılanlar, îmamiyenin İsnaaşeriyye fırkasına göre imamın mertebesine kısaca bir işarettir. Diğer bütün îmamilerin de, aynı görüşte oldukları anlaşılmaktadır. İmamın mertebesinin, peygamberin mertebesine yakm olduğu hususunda îmamîler asla ihtil''f etmemişlerdir. Çünkü onlar, «vasi» olan imamın, peygamberden sadece bir sıfatla ayrıldığını açıkça söylerler. O da, imama vahyin gelmemesidir.
İmamın mertebesi hakkında geniş iddiaları kapsayan bu sözleri okuyan kişi, bunların herhangi bir delile dayanmadığını, bil''kis b''tıl olduklarına dair delil bulunduğunu anlayacaklardır. Zira Hz. Muhammed (S.A.V.) îsl''m şeriatını tümüyle açıklamıştır. Bu hususta Allah Teal'' şöyle buyurur: «Bugün size dininizi tamamladım...»[35]
Eğer Hz. Muhammed (S.A.V.) İmamilerin iddia ettikleri gibi herhangi bir şeyi gizlemiş olsaydı, Rabbinin, kendisine tebliğ etmesini emrettiği dini tebliğ etmemiş olurdu. Bu da mümkün değildir.[36]
Diğer yandan, hatalardan beri olmak ancak peygamberlere mahsustur. Peygamberlerden başkasının masum olacağına dair herhangi bir delil yoktur.[37]
Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!