Mâide / 89. Ayet
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Allah kasýtsýz olarak yaptýðýnýz yeminlerden dolayý sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptýðýnýz yeminlerden dolayý sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiðinizin orta hallisiyle on fakiri bir gün sabah akþam doyurmak veya giydiðiniz orta hallisiyle onlarý giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuþturmaktýr. Buna gücü yetmeyen üç gün oruç tutmalýdýr. Ýþte yemin ettiðinizde onu bozmanýn kefâreti budur. Bununla birlikte, yeminlerinize baðlý kalýp gereðini yerine getirin. Þükredebilmeniz için Allah size âyetlerini iþte böyle açýklamaktadýr.

ŞAFİİ MEZHEHBi

Başlatan Fussilet, Kasım 06, 2008, 09:23:46 ÖÖ

Fussilet

ADMiN
7,935
Kasım 06, 2008, 09:23:46 ÖÖ
ÞAFİİ MEZHEHBi



İmam Þafiî (ö. 204/819)'ye nispet edilen fıkıh ekolü. Þafiî'nin künyesi,

Ebû Abdullah Muhammed b. İdrîs elKureşî el-H''şimî el-Muttalibî b. Abbas b. Osman b. Þ''fi' olup H. 150'de Gazze'de doğmuştur. Hz. Peygamber'in dördüncü batından dedesi Abdu Men''f'ın dokuzuncu göbekten torunudur. İmam Þafiî'nin doğum yılı Ebû Hanîfe'nin (ö. 150/767) vefat yılına rastlar.

Babası İdris bir iş için Filistin'deki Gazze'ye gitmiş ve orada iken vefat etmişti. Doğumundan iki yıl sonra annesi onu alıp baba vatanı olan Mekke'ye getirdi. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i hıfzetti. Fasih Arapça konuşan Huzeyl kabilesi arasında şiir ve edeb öğrendi. Sonra Mekke müftîsi Müslim b. H''lid ez-Zen'''den ders alarak, onun yanında fetva verecek duruma geldi. O zaman on beş yaşlarında idi. Bundan sonra Medine'ye gitti. Orada müctehid İmam M''lik b. Enes (ö. 179/795) fıkıhta üstad idi. M''lik, kendi eseri olan el-Muvatta'ı, İmam Þafiî'nin ezbere okuduğunu görünce hayretini gizleyememişti. İmam Þafiî, Süfyan b. Uyeyne, Fudayl b. Iy''z'dan, amcası Muhammed b. Þ''fi' ve başkalarından hadis rivayet etti.

Muhammed b. el-Hasan'dan Irak fakihlerinin kitaplarını aldı. Onunla fıkhî konularda münazaralarda bulundu. 187 H.'de Mekke'de, 195 H. de Bağd''d'ta Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ile görüştü. Böylece Hanbelî fıkhına, usûlüne, n''sih ve mensûh konusuna muttali oldu. Sonra Bağdad'ta "İmam Þafiî'nin eski mezhebi" denilen görüşlerini ortaya koydu. 200 H.de Mısır'a geçti ve "Yeni Mezheb" denilen görüşlerini tasnif etti. Orada iken 204/819'da vefat ederek Karafe denilen yere defnedildi.

İmam Þafiî ilk olarak fıkıh usulünü tedvin etmiş ve bu konuda "erRis''le" yi yazmıştır. el-Hucce isimli eseri Irak'taki, "el-Ümm" ise Mısır'daki görüşlerini kapsar.

İmam Þafiî mutlak, bağımsız bir müctehid olup, fıkıh, hadis ve usûlde imamdı. O, Hicaz ve Irak fıkhını birleştirici bir yol izledi. Ahmed b. Hanbel onun hakkında; "Þafiî, Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünneti konusunda insanların en fakihi idi" demiştir. (Vehbe ez-Zühaylı, el-Fıkhu'l-İsl''mi ve Edilletüh, Dimask 1405/1985, I, 36,37).

Þafiî Mezhebinin Usûlü

Delil olarak Kitap, Sünnet, İcm'' ve Kıyas'a dayanır. Þafiî, Hanefi ve Malikîlerin aldığı "İstihsan"ı reddeder ve "kim istihsan yaparsa kendisi şeriat koymuş olur" derdi. Mas''lih-i Mürsele'yi ve Medinelilerin amelini delil almayı da reddederdi. Bağdad'lılar ona "Sünnetin Yardımcısı" lakabını vermişlerdi.

İmam Þafiî'nin "eski mezhebi"ni kendisinden dört Iraklı arkadaşı rivayet etmiştir. Bunlar Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr, Za'fer''nî ve Ker''bîsî'dir. el-Ümm'de yer alan "yeni mezhebi"ni şu Mısırlı arkadaşları rivayet etmiştir: el-Müzenî, el-Buveytî, er-Rabîu'l-Ceyzî, er-Rabî' b. Süleym''n ve başkaları. Þafiîlerde fetvaya esas olan yeni mezhep görüşleridir. Çünkü İmam Þafiî eski görüşlerinden rucû' etmiş ve "Benden kim bunları rivayet ederse ona hakkımı helal etmem" demiştir. Ancak basit on beş kadar mesele bundan müstesnadır. Diğer yandan İmam Þafiî'nin; "Hadis sahih olunca, benim mezhebim odur. Böyle bir durumda, hadisle çatışan bana ait sözü duvara çarpın" (ez-Zühaylî, a.g.e., 1, 37; Muhammed Ebû Zehra, Kitabü'ş- Þafiî, 149 vd.) dediği bildirilir.

Þafiî'nin Fıkıh Usûlünü Tedvini

Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmada, günlük fürû şer'î problemleri çözmede sahabe devrinden itibaren bir takım usûl kurallarına uyuluyordu. İlk müctehid imamların devrinde de sözlü olarak nesih kaideleri, mutlak, mukayyed, umum, husus gibi metotla ilgili bilgiler hüküm çıkarmada esas alınıyordu. Ancak bunlar tedvin edilerek yazılı bir eser haline getirilmemişti. İşte İmam Þafiî ilk olarak ûsul konularını kaleme alarak "er-Ris''le"sini meydana getirdi. Çünkü Þafiî, sahabe, t''biîn ve kendinden önceki fıkıh bilginlerinden intikal eden fıkıh servetini hazır bulmuş, İmam M''lik'ten aldığı Medine fıkhı ile İmam Muhammed aracılığı ile aldığı Irak fıkhını birleştirici bir yol izlemiştir. Kendi yetiştiği çevre olan Mekke fıkhını da iyi bildiği için, fıkıhtaki bu sağlam alt yapı sebebiyle, fıkhın genel metotlarını belirleme yeteneğini kazanmış ve bunun sonucunda fıkıh usûlünü tedvin etmiştir.

Mezheplerde fıkhın, usûlden önce tedvin edilmiş olmasında bir tuhaflık yoktur. Çünkü hükümlerde asıl konu fıkıhtır. Usûl ise bir metot ilmi olup, mantık gibi, aklın doğru ile yanlışı ayırdetme niteliği gibi doğuştan vardır. Aynı konuda birbiri ile çelişen iki ''yet olunca, sonra inenin öncekini neshetmesi, genel hükmün özel hükümle sınırlandırılması gibi.

Þafiî, dili iyi bildiği için ''yet ve hadislerden hüküm çıkarabilmiş, Kur'an'ın tercümanı olarak bilinen Abdullah b. Abbas'ın ilminin nakledildiği Mekke'de yetiştiği için nesih konusunu öğrenmiştir.

Þafiîlerin usûlüne mütekellimlerin usûlü de denilmiştir. Çünkü bunların usûle dair çalışmaları tamamen teoriktir. Mezhep gayreti onların metodunu etkilememiştir. Mesel''; Þafiî, sükûtî icmaı kabul etmez. el-Âmidî (ö. 631/1233) ise Þafiî mezhebinden olduğu halde "el-İhk''m" adlı eserinde sükûtî icmaı tercih eder (el-Âmidı, el-İhk''mî Usûli'l-Ahk''m, Kahire (t.y), I, 265). Bu usûl, kel''m ilminin metot ve konusundan istifade ettiği, felsefi ve mantıkî yönleri bulunduğu için "mütekellimlerin metodu" olarak nitelenmiştir. Mesel''; kel''m konusuna giren iyi ile kötünün akıl ile bilinip bilinemeyeceği, peygamberlerin peygamberlikten önce ismet sıfatına sahip (ma'sûm) olup olmadığı ve benzeri konular da tartışılmıştır.

Þafiî veya kelamcıların metodu ile yazılmış en eski ve en önemli eserlerin üç tanesi şunlardır. 1) Mu'tezile ekolünden Ebu'l-Hüseyn Muhammed b. Alî el-Basrî'nin (ö.463/1071) Kit''bü'l-Mu'temed'i,” 2) Þafiî ekolünden İm''mü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin (ö.487/1085) "Kit''bü'l-Bürh''n"ı, 3), İmam el-Gazzalî'nin (ö.505/1111) "el-Mustasf''"sı.

Bu üç kitabı Fahruddin er-R''zî (ö. 606/1209) özetlemiş ve bazı ekler yaparak eserine "el-Mahsal " adını vermiştir. Seyfüddin el-Âmidi'nin (ö. 631/1233) "el-İhk''m" adlı eseri de aynı nitelikte birleştirici ve özet bir eserdir. Daha sonra el-Mahsûl'ü, Siracüddin el-Urmevî (ö.682/1283) "et-Tahsîl", T''cüddîn el-Urmevî (ö. 656/1258) ise "el-H''sıl " adlı kitaplarında özetlediler. Sih''buddîn el-Karafi (ö.684/1285) bu iki kitaptan önemli gördüğü bazı temel bilgi ve kuralları alarak bunları "et-Tenkih''t" adını verdiği küçük bir eserde topladı. Abdullah b. Ömer el-Beyz''vî (ö.685/1286) de bunun bir benzerini yaptı.

el-Âmidî'nin el-İhk''m'ını ise İbn H''cib (ö. 846/1442) "Münteh'' 's-Sül ve'l-Emel" adlı kitabında, bunu da "Muhtasaru'l-Münteh''" isimli eserinde özetledi. Daha sonra bu özet eserleri bunlara yazılan şerhler izledi.

Þafiî Fıkhının Dayandığı Kaynaklar

İmam Þafiî ictihadlarını dayandırdığı delilleri "el-Ümm"de şöyle belirlemiştir: "İlim çeşitli derecelere ayrılır. Birincisi, Kitap ve sabit olan Sünnettir. İkincisi, Kitap ve Sünnet'te hüküm bulunmayan meselelerde İcm'''dır. Üçüncüsü bazı sahabîlerin sözleridir. Ancak bu sahabe sözleri arasında çelişki bulunmamalıdır. Dördüncüsü, ashab-ı kiram arasında ihtilaflı kalan sözlerdir. Beşincisi, Kıyas'tır. Bu da temelde Kitap ve Sünnet'e dayanır. İşte ilim bu derecelerden en üst olanından elde edilir" (eş-Þafiî, elÜmm, Kahire 1321-1325, VII, 246).

Buna göre, Þafiî ekolü Kitap ve Sünneti İsl''m hukukunun asıl kaynağı olarak kabul etmektedir. Çünkü diğer deliller de temelde bu iki delile dayanır ve bunlara aykırı olamaz. Þafiî, Kitap ve sabit olan Sünneti aynı sırada delil kabul eder. Çünkü Sünnet Kur'an'ın beyanını tamamlar, kısa anlatımlarını (mücmel) genişletir ve bazı kimselerin kavrayamayacağı inceliklerini açıklar. Buna göre, Sünnetin açıklayıcı durumunda olabilmesi için ilim bakımından açıkladığı şeyin derecesinde olması gerekir. Birçok sahabîler de hadise bu gözle bakıyordu.

Ancak bu durum, İmam Þafiî'nin Sünneti her yönden Kur'an'a denk saydığı anlamına gelmez. Çünkü her şeyden önce Kur'an Allah kel''mı, Sünnet Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleridir. Kur'an ibadet amacıyla okunur, Sünnet bu maksatla okunmaz. Kur'an tevatür yoluyla sabittir. Sünnetin önemli bir bölümü tevatüre dayanmaz. İmam Þafiî'ye göre Sünnet Kur'an'ın dalı mesabesindedir. Bu yüzden gücünü Kur'an'dan alır, onu destekler ve tamamlar. Bu bakımdan açıklayanla açıklanan birbirine denk olmalıdır. Ancak bunun için, Sünnet sağlam olmalıdır. Bu yüzden, Ah''d ve Mürsel hadisler, birinciler kadar kuvvetli değildir. Diğer yandan Þafiî, inanç esaslarını belirlemede Sünnetin Kur'an derecesinde olmadığını açıkça ifade etmiştir (M. Ebû Zehra, İsl''m'da Fıkhı Mezhepler Tarihi, Terc. Abdülkadir Þener, İstanbul 1978, s. 336, 337)

Þafiîlerin Âh''d Hadisi Delil Alması

Bir, iki veya daha fazla sahabî tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan haberlere "''h''d hadis" denir. Hanefiler, senedinde kopukluk olmayan hadisleri mütevatir, meşhur ve ''h''d olmak üzere üçe ayırırlar. Diğer çoğunluk müctehidlere göre ise, Sünnet, mütevatir ve ''h''d olmak üzere ikidir. Meşhur sünnet ise başlı başına bir çeşit olmayıp ''h''d sünnet kabilindendir. Çünkü meşhur sünnette ilk tabaka ravileri tevatür sayısına ulaşmamaktadır. Çoğunluğa göre ''h''d sünnet; garîb, azîz ve müstefîz olmak üzere üçe ayrılır. Garîb; her üç tabakada veya herhangi bir tabakada r''vî sayısı tek olan hadistir. Azîz hadis; her üç tabakada sadece iki r''vî tarafından rivayet edilen veya diğer tabaka yahut tabakalarda ikiden çok olsa bile tabakalardan birinde r''vî sayısı iki olan hadistir. Müstefîz hadis ise; her üç tabakada üç veya daha çok kişi tarafından rivayet edilen hadistir.

İmam Þafiî ''h''d haberi delil olarak alırken sadece senedin sahih ve kesintisiz olmasını yeterli görür. O, Hanefiler gibi ''h''d hadis ravisinin fakih olması, rivayet ettiği hadisle amel etmesi ve genel kurallara uygun düşmesi, İmam M''lik'in ileri sürdüğü Medinelilerin ameline uygun düşmesi gibi şartları öngörmez.

İmam Þafiî hadisi savunurken ''h''d haberlerin de delil alınması gerektiğini şu delillerle ortaya koymuştur:

1. Hz. Peygamber, İsl''m'a davet için tevatür sayısında olmayan tek tek elçiler göndermiştir. Bu elçilere, sayılarının yetersiz olduğunu ileri sürerek karşı çıkan olmamıştır.

2. Mal, can ve kanla ilgili davalarda iki kişinin şahitliği ile karar verilmektedir (bk. el-Bakara,2/282). Halbuki iki kişi tevatür sayısında değildir.

3. Hz. Peygamber, kendisinden hadis işitenlere, bir kişi bile olsa bunu başkasına rivayet etme izni vermiş, hatta buna özendirmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: "Allah Te''l'' benden bir söz işitip bunu başkalarına tebliğ edeni nurlandırsın" (Tirmizi, İlim, 7; Ebû D''vûd, İlim, 10; İbn M''ce, Mukaddime, 18; Men''sik, 46; Ahmed b. Hanbel, I, 437,V,183). Diğer yandan Ved'' haccı sırasında irad edilen hutbede de; hazır bulunanların, bulunmayanlara tebliğ etmesi, kendisine tebliğ ulaşanların, hükümleri ulaştıranlardan daha iyi kavramalarının mümkün olduğu belirtilmiştir (Buh''rî, Alim, 9, 10, 37; Hacc, 132, Sayd, 8; Ed''hî, 5; Meg''zî, 51; Fiten, 8; Tevhid, 24; Müslim, Hacc, 446; Kas''me, 29,30; Ebû D''vud, Tatavvu', 10; Tirmizî, Hacc, 1; Nes''î, Hacc, 111).

4. Sahabîler Hz. Peygamber'in hadislerini, birbirinden tek tek rivayet etmişler, birçok kimse tarafından rivayeti şart koşmamışlardır (Ebû Zehra, a.g.e., 339, 340).

İmam Þafiî'nin Mürsel Hadisi Delil Alışı

Senedinde kopukluk olan hadise "Mürsel Hadis" denir. Tabiînden olan birisinin sahabeyi; tebe-i tabiînden olan bir ravinin de tabiîn veya sahabeyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamber'den işitmiş gibi hadis nakletmeleri halinde bu çeşit hadis söz konusu olur. Ebû Hanife ve İmam M''lik, bu çeşit hadisleri, rivayet eden r''vi güvenilir olursa, başka bir şart öne sürmeksizin kabul ederler.

İmam Þafiî ise mürsel hadisi, bunu rivayet eden t''biî Medineli Saîd b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basrî gibi meşhur ve bir çok sahabî ile görüşen bir tabiî ise kabul eder. Ayrıca hadisin şu nitelikleri taşımasını da şart koşar:

1. Mürsel hadisi, senedi tam ve aynı anlamda başka bir hadis desteklemelidir.

2. Mürseli, ilim adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis desteklemelidir.

3.Mürsel hadis, bazı sahabe sözüne uygun düşmelidir.

4. İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğu onunla fetva vermiş olmalıdır.

Ancak mürsel hadisle, senedi tam olan hadis çakışırsa, bu sonuncusu tercih edilir (M. Ebû Zehra, Usûlü'lFıkh, D''ru'l-Fikri'l-Arabî tab' 1377/1958, ts., 111,112).

Uygulamadan örnek: Hz. Âişe (ö. 58/677)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hafsa'ya bir yiyecek hediye edildi. O sırada ikimiz de oruçlu idik. Bu yiyecekle orucumuzu bozduk. Sonra Rasûlüllah (s.a.s) yanımıza girdi. Ona durumu anlattık. Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu: "Zararı yok, onun yerine başka bir gün oruç tutun". Bu hadis mürseldir. Çünkü ez-Zuhrî (ö. 124/741) bunu Hz. Âişe'den rivayet etmiş, halbuki onu bizzat Hz. Âişe'den duymamış, Urve b. ez-Zübeyr'den duymuştur (eş-,Sevk''nî, Neylü'l-Evt''r, IV, 319). İmam Þafiî bu yüzden mürsel olan bu hadisle amel etmez ve n''file oruç tutan kimsenin, orucu bozması h''linde, başka bir günde kaza etmesi gerekmediğini söyler.

Diğer yandan yine ez-Zührî'nin rivayet ettiği; "Rehin bırakan kişi borcunu ödemeyince, rehnedilen şey rehin bırakanın mülkü olmaktan çıkmaz. Rehnedilen şeyin menfaat ve hasan rehnedene aittir" (İbn M''ce, Rûhûn, 3; Zeylaî, Nasbu'r-R''ye, IV, 319-321) hadisini ise, ravisi Said b. el-Müseyyeb meşhur olduğu için kabul eder. Buna göre, rehin, rehin alanın yanında bir emanet hükmündedir. Onun korunması konusunda kendisinin bir kasıt veya kusuru olmadan rehnedilen şey hasara uğrarsa rehin bırakanın borcunda bir eksilme olmaz (Zekiyüddin Þa'ban, Usûlü'l-Fıkh, Terc. İbrahim K''fi Dönmez, Ankara 1990, 80,81).

Þafiî'nin Sükûtî İcma'ı Delil Almayışı

İcma sarih ve sükûtî diye ikiye ayrılır. Birincinin delil oluşunda bir görüş ayrılığı yoktur. Sükûtî icma'; şer'i bir meselede bir veya birkaç müctehidin görüş belirttikten sonra, bu görüşe muttali olan o devirdeki diğer müctehidlerin açık şekilde bir katılma veya karşı çıkmada bulunmaksızın susmalarıdır. M''likîlere ve son görüşünde İmam Þafiî'ye göre sükûtî icm'' delil sayılmaz. Çünkü müctehidlerin bir konuda susması, onların açıklanan görüşe katıldıklarını gösterebileceği gibi, başka bir nedene de dayanabilir. Henüz o mesele ile ilgili ictihadî bir kanaate varmamış olması, görüşünü açıklayan müctehidden çekinmesi veya görüşünü açıkladığı taktirde bir zarara maruz kalma korkusunun bulunması susma nedenleri arasında olabilir. Kısaca, ittifak gerçekleşmedikçe icma'ın varlığından söz edilemez. Þ''fiîlerden sükûti icma'ı kabul eden el-Âmîdi de buna "zanni delil" deyimini kullanır (M. Ebû Zehra, eş-Þafiî, Terc. Osman Keskioğlu, Ankara 1969, s. 252 vd.).

Þafiî Ekolünün İstihsana Karşı Çıkması

İstihsan; müctehidin bir meselede, kendi kanaatince o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren nass, icm'', zarûret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile dayanarak o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermesidir.

İmam Þ''fiî istihsana karşı çıkmış ve bu konuda "İbtalu'l-İstiksan" adlı bir risale yazmıştır. Bu eserde şöyle der: "Allah'ın, Rasûlünün ve Müslümanlar topluluğunun hükmü olarak bütün bu zikrettiklerim gösteriyor ki, h''kim veya müftî olmak isteyen kimsenin ancak bağlayıcı bir delille hüküm ve fetva vermesi caiz olur. Bu da Kitap, Sünnet veya ilim sahiplerinin ihtilafsız olarak söyledikleri bir görüş yahut bunlardan bazısına kıyas yapma yolu ile olur. İstihsan ile fetva verilmez. İstihsan bağlayıcı olmaz, o bu anlamlardan birisini de taşımaz". Þ''fiî'nin "Cim''u'l-İlm" "er Ris''le" veya el-Ümm" kitabında da bu sözlerin benzerlerini bulmak mümkündür.

Hanefîler istihsanı geniş ölçüde kullanmış, M''likîler de bu konuda onları izlemiştir.

İmam Þ''fiî ise "İstihsan yapan kendi başına din koymuş olur" diyerek şu delillere dayanmak suretiyle istihsana karşı çıkmıştır:

1. Þer'î hükümler ya doğrudan nass'a (''yet-hadis) veya kıyas yoluyla nass'a dayanır. İstihsan bunlardan birisine dahilse ayrı bir terime ihtiyaç olmaz. Aksi halde Cenab-ı Hakkın bazı konularda boşluk bıraktığı sonucu çıkar ki bu, "İnsan başıboş bırakıldığını mı sanır?” (el-Kıy''me, 75/36) ''yeti ile çelişir.

2. Kur'an'da Allah ve Rasûlüne itaat emredilmekte, nefsî isteklere uyulması yasaklanmakta ve anlaşmazlık çıktığı takdirde yine Kitap ve Sünnete başvurulması istenmektedir (en-Nis'', 4/59)

3. Hz. Peygamber istihsan ile fetva vermez, hevasından konuşmazdı. Nitekim eşine; "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyen kimsenin sorusuna fetva vermemiş, "Zıh''r" ''yeti (el-Müc''dele, 58/1-4) gelinceye kadar beklemiştir.

4. Hz. Peygamber, kendi kanaatlerine göre, bir ağaca sığınan bir müşriki öldüren sahabîleri, yine öldürülme korkusuyla "L'' il''he illallah" diyen şahsı öldüren Us''me (r.a)'ın bu davranışını uygun görmemiştir.

5. İstihsanın bir kuralı, hak ile b''tılı karşılaştıracak bir ölçüsü yoktur. Serbest bırakılırsa, aynı konuda farklı bir çok fetvalar ortaya çıkar.

6. Sadece akla dayanan bir istihsan anlayışı ortaya çıkarsa, Kitap ve Sünnet bilgisi olmayanların da bu metodu kullanmaları caiz olurdu (eş-Þ''fiî, el-Ümm, VI, 303, VII, 271 vd.; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, 271 vd.).

Ancak burada İmam Þ''fii'nin reddettiği istihsanı şer'î bir delile dayanmaksızın, şahsî arzuya ve sübjektif düşüncelere göre hüküm vermek olarak değerlendirmek gerekir. Þüphesiz böyle bir istihsan Hanefilerin de kabul etmediği bir şekildir. Nitekim Hanefîlerde bir konuda istihsan yapabilmek için o meselenin şer'î bir mesele olması yanında şu altı delilden birisine dayanması şarttır:

1. Nass'a dayalı istihsan. Mesel'' mevcut olmayan bir şeyin satışı yasaklandığı halde (Ebû Davud, Büyü', 70), para peşin mal veresiye bir akit olan seleme izin verilmiştir (Ebû D''vud, Büyü', 57). İşte burada ikinci hadise dayanarak kıyas terkedilmekte ve istihsan yoluna gidilmektedir.

2. İcma'ya dayalı istihsan. Mesel'' sanatk''ra mal sipariş vermek anlamına gelen istisn'' akdi icm''a dayanır. Çünkü asırlar boyunca buna karşı çıkan bilgin olmamıştır.

3. Zaruret veya ihtiyaca dayalı istihsan. Pislenen kuyunun, bir kısım suyun çıkarılması ile temizlenmiş sayılması gibi (İbnü'l-Hüm''m, Fethu'lKadîr, I, 67 vd.; İbn Âbidîn, Reddü'lMuht''r, I, 147 vd).

4. Gizli kıyasa dayalı istihsan. Mesel''; yerleşik kurala göre; özel kayıt konulmadıkça arazinin satımı ile irtifak hakları kendiliğinden alıcıya geçmez. Bu konuda vakfın satıma kıyası açık veya celî kıyas, kiraya kıyası ise gizli kıyastır. Vakıf istihsan yoluyla kiraya kıyas edilerek, irtifak (su içme, su alma, geçit gibi) haklarının vakıf kapsamına girmesi esası benimsenmiştir (Zekiyüddin Þa'ban, Usûlü'l-Fıkh, 168).

5. Örfe dayalı istihsan. Yerleşik kurala göre vakfın ebedî olması gerekir. Bu da vakfın sadece gayri menkullerde olabileceği anlamına gelir. Halbuki İmam Muhammed eş-Þeyb''nî kitap ve benzeri vakfedilmesi örf haline gelen şeylerin kıyasa aykırı olmakla birlikte vakfa konu olabileceğine hükmetmiştir. Bu esastan hareket edilerek nakit para vakıflarına da fetva verilmiştir.

6. Maslahata dayalı istihsan. Yerleşik kurala göre ziraat ortakçılığı, kira akdine kıyasla taraflardan birisinin ölümü ile sona erer. Ancak ürün henüz yetişmemiş bir durumda iken toprak sahibi ölse, emek sahibinin menfaatini korumak için istihsan yapılarak akit ürün alınıncaya kadar uzamış sayılır (Zekiyüddin Þa'ban, a.g.e., 171).

Sonuç olarak Hanefî ve Þ''fiîlerin istihsan anlayışı dikkatlice incelendiğinde arada önemli bir ayrılığın bulunmadığı görülür. Çünkü Hanefîlerin istihsan yaptığı meselelerin temelinde daima yukarıda belirtilen delillerden birisi bulunur. Nitekim el-Âmidî'nin belirttiğine göre, İmam Þ''fiî de bazı meselelerde istihsan terimini de kullanarak bu metoda başvurmuştur. Þ''fiî'nin "Mut'anın otuz dirhem olmasını uygun buluyorum", "Þüf'a hakkı sahibinin bu hakkını üç gün içinde kullanmasını uygun görüyorum" sözleri buna örnek verilebilir (el-Âmidî, el-İhk''m, III, 138).

Þ''fiî'nin Sahabe Sözünü Delil Alışı

Þ''fiî ûsul bilginlerinden bazıları, onun eski mezhebine göre sahabe kavlini delil aldığını, yeni mezhebinde bu görüşten vazgeçtiğini söylemişlerdir. Ancak yeni mezhebi rivayet eden Rabî b. Süleyman el-Mur''dî'nin naklettiği başka bir eser olan "er-Ris''le" de Þ''fiî'nin sahabe sözlerini delil olarak aldığı görülür (er-Ris''le, Halebî baskısı ve Ahmet M. ,Sakir nesri, Kahire 1940, s. 597). Yine Þ''fiî, yeni mezhebini kapsayan el-Ümm adlı eserinde şöyle der: "Kitap ve Sünneti bilenler için özür söz konusu olmayıp, gereğine uymak şarttır. Kitap ve Sünnet'te hüküm yoksa sahabenin veya onlardan birinin sözlerine başvururuz. Eğer ihtilaflı meselede Kitap ve Sünnete daha yakın olan söze bir del''let bulamazsak Ebû Bekr, Ömer ve Osman (r. anhüm)'ın sözüne uymamız daha iyi olur. Eğer bir sözün Kitap ve Sünnete daha yakın olduğuna dair bir delil bulunursa, o söze uyarız" (Þ''fiî, el-Ümm, VII, 246).

Þeriat İlminin Kısımları

İmam Þ''fiî'ye göre şeriat ilmi ikiye ayrılır.

1. Hükümlere kesin olarak del''let eden nasslarla s''bit olan kesin ilim.

2. Galip zanna dayanan zannî ilim. İşte ''h''d haberler ve kıyas bu kısma girer. Müctehid nasslardan kesin hüküm çıkaramazsa, galip zanla elde edilen ilimlerle yetinir.

Þ''fiî Mısır'da yazdığı kitaplarla Bağdad'ta yazdığı kitapları neshetmiş ve o; "Bağdad'ta yazdığım kitapları benden kimsenin rivayet etmesine cevaz vermiyorum" demiştir. Þ''fiî'nin eski kitaplarında, yeni kitaplarında olduğu gibi bir konu üzerinde çeşitli görüşler yer alır. Bazan iki veya üç çeşit kıyas yapılır, fakat tercih okuyucuya bırakılır. Buna, zek''t verilmeden satılan tarım ürünlerini örnek verebiliriz. Bir kimse zek''tını vermeden meyve veya tahılını satsa, sonra alıcı bunların zek''tının verilmediğini anlasa, şu durumlar söz konusu olur:

a. Alıcı, malın tamamı için mi, yoksa zek''t olarak verilmeyen miktarı için mi satım aktini feshetme hakkına sahiptir?

b. Zek''t miktarı arazi yağmurla sulanmışsa onda bir, ''letle sulanmışsa yirmide birdir. Alıcı burada seçimlik hakka sahip midir?

c. Zek''t düşüldükten sonra kalan kısmı paranın tümü ile mi alır, yoksa satışı fesih mi eder? Þ''fiî bütün bu görüşlerin doğru olabileceğini belirtir.

Þ''fiî mezhebinde görüşlerin çok oluşunun bu mezhebin gelişmesine yardımcı olduğu söylenebilir. Çünkü bu mezhebte tercih kapısı sürekli olarak açık bırakılmıştır (Ebû Zehra, İsl''m'daFıkhî Mezhepler Tarihi, 354, 355).

Þ''fiî Mezhebinin Yayılması

Þ''fiî mezhebi özellikle Mısır'da yayılmıştır. Çünkü mezhebin imamı hayatının son dönemini orada geçirmiştir. Bu mezhep, Irak'ta da yayılmıştır. Çünkü Þ''fiî fikirlerini yaymaya önce orada başlamıştır. Irak yoluyla Horasan ve M''veraü'n-Nehir'de de yayılma imk''nı bulmuş ve bu ülkelerde fetv'' ile tedrisatı Hanefî mezhebi ile paylaşmıştır. Bununla birlikte bu ülkelerde Hanefî mezhebi, Abbasi yönetiminin resmi mezhebi olması nedeniyle h''kim durumda idi. Mısır'da yönetim Eyyübîlerin eline geçince Þ''fiî mezhebi daha da güçlenmiş, hem halk, hem de devlet üzerinde en büyük otoriteye sahip olmuştur. Ancak Kölemenler devrinde Sultan Z''hir Baybars, kadıların dört mezhebe göre atanması gerektiği görüşünü öne sürmüş ve bu görüş uygulanmıştır. Ancak bu dönemde de Þ''fiî mezhebi o yörede diğer mezheplerden üstün bir mevkiye sahiptir. Mesel''; taşra şehirlerine kadı atama yetkisi ile yetim ve vakıf mallarını kontrol hakkı yalnız Þ''fiî mezhebine ait idi.

Osmanlılar Mısır'ı ele geçirince Hanefi Mezhebi üstünlük kazandı. Daha sonra Mehmet Ali Paşa Mısır'a h''kim olunca, Hanefi mezhebi dışındaki mezheplerle resmi olarak amel etmeyi ilga etmiştir.

Þ''fiî mezhebi İran'a da girmiştir. Günümüzde Þiî ekolü ile yanyana bulunmaktadır.

Günümüzde Anadolu'nun doğu kesiminde, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filistin, Seylan ve Malaya müslümanları arasında Þafiî mezhebine mensup olanlar bir hayli fazladır. Endonezya adalarında ise h''kim olan tek mezhep Þ''fiî mezhebidir (Ebû Zehra, a.g.e, 358 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN


içimdeki tüm putlarý kýrdým ve sana yöneldim Rabbim...
Bu geliþimi kabul et, beni benden al, beni sana baðýþla...
-Fussilet-
_____________________________________________
Bugün gam tekkegahýnda feda bir canýmýz vardýr
Gönül abdal-ý aþk olmuþ gelin kurbanýmýz vardýr
Çimende bülbülü gördüm yaman efgan ile söyler
Dili kahhar ile her dem gül-i handanýmýz vardýr


Urfalý Abdi


Oruç nedir?, Orucu Bozan Haller ,  Ramazan Orucu...

SMF 2.1.3 © 2022, Simple Machines, TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022
Sayfa 0.121 saniyede 27 sorgu ile oluşturuldu.
Lithium theme by Bloc © 2017