Ocak 06, 2009, 11:16:20 ÖS
D''vûd Ez-Z''hiri ve Mezhebi
Zahirî Mezhebi
D''vûd Ez-Z''htrî (202-270 H.)
Mezhebinin Yayılışı
Endülüs´de Z''hîrî Mezhebi
DÂVÛD EZ-ZÂHİRÎ VE MEZHEBİ[1]
Zahirî Mezhebi
Bu bölümde Zahirî Mezhebini anlatacağız. Bu mezhebe´ göre fıkhı kaynaklar sadece nass´lardir. Þeriatın hiç bir hükmü re´y ile açıklanmaz. Bu mezhebe bağlı olanlar, bütün çeşitleriyle re´y´i tanımazlar. Kıyas, istihsan, mas''lih-i mürsele ve zer''yi´i delil olarak kabul etmezler. Sadece nass´lan delil sayarlar. Nasss bulunmadığı zaman istisbahın hükmünü esas kabul ederler. îstishabın hükmü de : «Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O´dur.»[2] ''yet-i kerimesiyle sabit olan ibahat-ı asliyyedir.
Bu mezheb mensupları, kabul ettikleri birçok hükümlerde diğer fakihlere muhalefette bulunmuşlardır. Mesel''; bütün fakihlere göre ölüm döşeğindeki hastasının tasarrufları, v''rislerin terekedeki hakkına taallûk ettiği için, bazı kayıtlara t''bidir. Sözgelimi, malını v''rislerinden birine hibe etmek gibi bir tasarrufla bazı v''rislerini kayırma endişesine kapılacağından onun bu hibesi vasiyet hükmünü alır. Çünkü malının tamamını veya çoğunu v''rislerinden birine hibe etmekle onun öteki v''rislerini-mirastan mahrum bırakmak istemiş olmasından endişe edilmektedir. Fakat zahirilere göre böyle bir hastanın tasarrufları, aynı sağlam insanların tasarrufları gibidir. Dölayısiyle böyle bir hasta bütün malını hibe etse hiç bir kimsenin itiraz hakkı yoktur. Zira ölüm döşeğindeki hastanın tasarruflarını kayıt altına alan esas, seddu´z-zer''yi´a dayanan re´ydir. Halbuki zahirîler re´y´in hiç bir çeşidini tanımamaktadırlar. Zahirîler re´y´i terkedip nass´lara sarılacağız derken son derecede tuhaf hükümler ileri sürmüşlerdir. Mesel''; insanın idrarı ile suyun pis olacağına hükmetmişlerdir. Çünkü bu konuda hadis-i şerif vardır. Öte yandan domUzun idranyla suyun pis olmayacağına hükmetmişlerdir. Zira bu konuda bir nass yoktur. Onlara: hayvanın idrarı etine bağlıdır, domUzun eti ise pistir, denilse, onlar; bu bir reydir, îsl''-mın hükümlerinde re´y´in bir yeri yoktur, derler.[3]
D''vûd Ez-Z''htrî (202-270 H.)
Asıl adı D''vûd b. Halef el-îsbahani´dir.[4] Hicrîüçüncü yüzyılın başlarında doğmuş ve 270 yılında ölmüştür. Fıkıf tahsilini Þafiî´nin talebelerinden yapmış ve onun yanından ayrılmayan bir çok arkadaşıyla görüşmüştür. O, İmam Þafii´ye son derecede hayranlık duyardı. Hatt'' Þafiî´nin faziletlerini anlatan bir de eser yazmıştır.
D''vûd, Þafiî´nin fıkhını tahsil ederken hadisle de meşgul olmuştur. Çağının birçok muhaddislerinden hadîs dinlemiş ve onlardan rivayetler yapmıştır. Memleketi oldn Bağdad´ta oturan muhaddisleri dinlediği gibi, Bağdad´ta bulunmayan muhaddislerden de hadis dinlemek için seyahatler etmiştir. Mesel''; Nisabur´a gitmiş, oradaki muhaddisleri dinlemiştir. Rivayet ettiği hadisleri kitaplarında toplamıştır. Davud´un kitapları hadislerle doludur. Zahirî fıkhını ortaya attığı zaman rivayet etmiş olduğu hadîslerden geniş ölçüde faydalanmıştır.
L''kin D''vûd, tahsil etmiş olduğu Þafiî fıkhından Zahirî fıkhına nasıl geçmiştir? Buna şöyle cevap verilebilir: Davud´un nass´ları esas kabul edişi, bunlara büyük bir önem veren Þafiî fıkhının tesirinde kalışı ve çağındaki hadis rivayetinin çok oluşu, onu yalnız nass´lara yöneltmiştir. Çünkü İmam Þafiî, şeriatı daima nass´lara dayanarak tefsir ederdi. Dolayısıyla şeriatın kaynaklarım nass´lardan ve nass´lara hamledilen kıyastan ibaret sayardı. Þ''fiîye göre içtihad, ya bir nassa dayanmalı, yahut da mevcut bir nass üzerine hamledilmelidir.
îşte D''vûd ez-Z''hirî, bu düşünceyi daraltarak Þafiî´den Uzaklaşmış ve şeriatı yalnız nass´lardan ibaret saymıştır. Ona göre, şeriatta re´y´in bir yeri bulunmadığı gibi, îsl''mî ilimler de ancak nass´larla olur. D''vûd ez-Z''hiri, kıyası da iptal etmiştir. Kendisine: kıyası nasıl iptal edersin? Halbuki Þafiî k)yas´ı kabul etmektedir, denildiğinde; «Þafii´nin istihsanı iptal etmek için kullandığı delilleri aldım; bir de gördüm ki bu deliller, kıyası da iptal etmektedir» demiştir.
Þeriatın zahirine uyulmasını ve sebepleri ''raştırılmaksızın nass´-ların zahirine göre hüküm verilmesini ilk olarak Davud´un ileri sürdüğünde ''limler ittifak etmişlerdir. Bunun içindir ki Hatîb Bağdadî, D''vûd ez-Z''hiri´nin haltercemesini anlatırken şöyle der: «Zahiri mezhebini ilk olarak benimseyen, hükümlerde kavli olarak kıyası tanımadığı halde,- «delil» adım vererek, fiilen kıyasa başvurmak zorunda kalan O´dur.»[5]
Bağdadî´nin zikrettiği «delil». Zahirîlere göre sarih nass´lara dayanan fıkhî istidlal esaslarmdandır, kıyas çeşitlerinden değildir. Delilin birkaç önerme (kaziye) leri vardır. Þöyle ki: İki öncülü (mukaddimeyi) ihtiva eden bir nass zikredilir ve netice açıklanmaz. Mesel''; «Her sarhoşluk veren şey şarap (hamr) dır ve her şarap haramdır.» Buradan *Her sarhoşluk veren şey haramdır neticesi çıkmaktadır, Fakat bu neticeyi nass açıkça ifade etmemektedir. Bu bir kıyas sayılır mı? Hayır; bu, l''fzın del''letidir veya mantıkçıların deyişiyle «Kıyas-ı izmari (kiyas-ı matvi dürülgen kıyas) dır.»
Zahirîlerin, «delil» adını verdikleri istidlal usullerine diğer bir misal olmak üzere şart fiilini tamim edişlerini söyleyebiliriz. Mesel''; «... vazgeçerlerse geçmiş olan (günah) lan yarlıganacaktır...»[6] ''yetindeki şart fiilini umumîleştirirler. Bu nass, k''firler hakkında v''rid olmuştur. Fakat lafzından anlaşılan m''n'', isyan halinde bulunan ve bu isyana son verip tevbe eden herkesin Allah´ın mağfiretine dahil olduğunu gösterir. Buradaki tamim, nass´m zahirinden ileri gelmektedir. Kıyas yoluyla değildir...
Allah, D''vûd b. Ali´ye zengin bir hadis ilmi vermiştir. Onun kitapları hadisle doludur. Zira yukarıda söylediğimiz gibi, onun fıkhı hadislere dayanmaktadır. Fakat zahiri mezhebini ortaya attığı ve : elimizdeki Kur´an-ı Kerîm mahluktur, dediği için ondan çok az hadîs rivayet edilmiştir. O çağdaki ''limler, Kur´an-ı Kerim´in mahluk olduğunu söyleyenleri bid´atçılıkla itham ediyorlar ve bid´atçıdan hadis rivayetini caiz görmüyorlardı. Bununla beraber D''vüd´dan az miktarda hadis rivayet edilmiştir. Hatib Bağdadî şöyle der: «D''vûd´dan oğlu Muhammed, Zekeriyy'' b. Yahya es-S''ci, Yusuf b. Ykub b. Mihran ed-Davûdi ve Abbas b. Ahmed el-Müzekkir hadis rivayet etmiştir.»[7]
Öyle anlaşılıyor ki D''vüd´dan hadis rivayet edenler, onun mezhebine giren ve fıkhını benimseyenlerdir. Fakat, umumî olarak, fa-kih ve muhaddisler ondan hadis rivayet etmekten çekinmişlerdir. Bilhassa D''vûd, Kur´an, fıkhî istidlal ve bazı fıkıh mes´eleleri hakkındaki görüşlerini il''n ettikten sonra ''limler ondan nefret etmişlerdir. Mesel''; Davud´a göre cünüp veya abdestsiz kimse Mushafa dokunabilir. îşte bu gibi görüşlere sahip olan D''vüd´dan büyük muhaddisler nefret etmişler ve ondan hadis rivayet etmemişlerdir.
D''vûd, Ahmed b. Hanbel´den hadis rivayet etmek istemiş, fakat Ahmed b. Hanbeî onunla görüşmekten kaçınmıştır. Çok zeki bir kimse olan D''vûd, Ahmed, b. Hanbel´le görüşmek için bir çare aramış, bu maksatla Bağdad´ta görüşlerini açıklamaktan kaçınmış ve onları Nisabur´da il''n etmiştir. Bununla beraber Ahmed b. Hanbel, ona kendisiyle görüşme imk''nı vermemiştir. Bunun üzerine D''vûd, Ahmed b. Hanbel´in oğlu Salih´e başvurmuştur. Salih babasıyla konuşmuş ve müsaade istemiştir. Babasına; bir adam, size gelmek için benden ricada bulundu, demiş, babası da; adı nedir? diye sormuş, o da; D''vûd´dur, diye cevap vermiştir. Ahmed b. Hanbel; O, İsbahanlı mıdır? demiş, Salih de, babasının görüşmekten kaçınmaması için onu tam olarak tanıtmak istememiştir. Fakat Ahmed b. Hanbel, böyle muhalif fikirli bir kimseyi kabul etmek hususunda çok titizlik göstermiş, bu şahsın D''vûd b. Ali b. Halef olduğunu öğ-´ reninceye kadar durumu tetkik etmiş ve oğluna; «Muhammed b. Yahya bana bu adamın; Kur´an mahluktur, diye iddia ettiğini yazdı. O, bana asla yaklaşmasın!» demiştir. Salih de; «Kendisi, böyle bir iddiada bulunduuğnu ink''r ediyor.» diye cevap vermiştir. Fakat İmam Ahmed b. Hanbel, hakîkatta onun durumunu gizlemekten ibaret olan bu ink''rının sebebini anlamıştır. Z''ten, kendisine Muhammed b. Yahya da: «Onu iyi öğren ve izin verme» demişti.[8]
Kısaca Davud´un görüşlerine işaret ettik..Bunları İbni Hazm´den bahsederken genişçe açıklıyacağız. D''vûd, Zahirî fıkhını büyük bir kitap halinde yazmıştır. Onun bu eseri, Sünnet fıkhı ve Sah''bîlerin rivayetleri hakkında en büyük isl''m kaynaklarından biri sayılır. Aynı zamanda D''vûd, zahiri usûl-i fıkhını da müstakil bir kitap halinde tedvin etmiştir.
Çağdaşlarının kendisinden nefret etmelerine rağmen, D''vûd ez-Z''hiri´nin, şahsiyetini yücelten bir takım sıfatlara sahip olduğunu söyleyebiliriz. O, güzel, açık ve kuvvetli bir anlatışa sahipti. Hazırcevaplı, delil getirme bakımından güçlü ve sürat-i intikal sahibi idi. Çağdaşı Ebu Zur´a, D''vûd hakkında şöyle der: «Eğer o, ilim sahiplerinin yetindiği şeyle iktifa etseydi, sanırım ki bid´''t ehlini, sahip olduğu beyan ve delilleriyle ezerdi. Fakat o, ileri gitti.»[9] D''vûd, hak bildiği şey uğrunda cesaretle hareket ederdi. Onu söylemekten çekinmez ve kimsenin kınamasından korkmazdı. Ancak re´y´mi açıklaması, ilim tahsiline m''ni olacaksa ilimin hatırı için susardı; Ahmed b. Hanbel´le görüşmek için yaptığı teşebbüs hik''yesinde gördüğümüz gibi. Çağdaşı el-Müst''lî şöyle der: «D''vûd b. Ali el-İsbah''nfnin, İshak b. R''huye´yi reddedişini dinledim. D''vûd´dan önce de sonra da hiçbir kimsenin îshak´ı reddettiğini görmedim. Çünkü herkes, onun heybetinden buna cesaret edemezdi.»[10]
D''vûd, böyle cüretli görüşlere sahip olmakla beraber, aynı zamanda ibadet ehli, zühd ve takva sahibi idi. Maişet bakımından pek az bir şeyle iktifa ederdi. Bununla birlikte çok muttaki olduğu için hediye de kabul etmezdi. Devlet adamlarından birisi ona halini düzeltmesi için bin dirhem göndermişti. D''vûd, bunu uşağıyla geri çevirmiş ve şöyle demiştir: «Seni gönderen kimseye söyle: O, beni hangi gözle görmüş ve nasıl bir ihtiyaç içinde olduğunu duyup bunu seninle bana göndermiş, merak ediyorum doğrusu!»
D''vûd; zühd, takva ve ibadet ehli oluşunun yanında büyük bir tevazu´ ve insanlara yardım etme duygusuna sahipti. O, ilmi ve ibadetiyle kendisini hiç kimseden üstün görmezdi. Bazı z''hidler vardır ki, ibadet ve takvalarını, insanlara tahakküm etmek ve üstünlük satmak için bir v''sıta yaparlar. Hatt'' bunların bazısını o derecede gurur kaplamıştır ki bu, onların bütün ibadetlerinin faziletini yok etmiştir. Bazan da kibir ve gurur, ibadet ve tev''zû kisvesine bürünür. D''vûd, bu türlü insanlardan değildi. Bir çağdaşı onu şöyle anlatır.«D''vûd b. Ali´yi namaz kılarken gördüm, ben hiç bir müslümanın böyle güzel tev''zû sahibi olduuğnu ve bu bakımdan D''vûd´a benzediğini görmedim.»[11]
Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!