Bakara / 182. Ayet
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

Kim de vasiyet edenin haksýzlýða meylinden veya günaha düþmesinden haklý bir endiþe duyar da, mirasçýlar arasýnda bir uzlaþma saðlamak üzere vasiyette deðiþikliðe giderse, bu takdirde ona bir günah yoktur. Doðrusu Allah, çok baðýþlayýcýdýr, engin merhamet sahibidir.

HURUFİLİK

Başlatan Fussilet, Kasım 06, 2008, 09:20:24 ÖÖ

Fussilet

ADMiN
7,935
Kasım 06, 2008, 09:20:24 ÖÖ
HURUFİLİK



Batıl inançlara sahip bir fırka ve uydurulmuş bir inanç sistemi.

Hurûf, harf'in çoğuludur. Harf, Arapça'da alfabeyi teşkil eden işaretlerin her biridir. Söz manasına gelir.

Hurûfî, Arapça sıfat olup, İlm-i hurûf ile ilgili olarak harflerin sırlarına dair itikat ve düşünceye inanan kişi demektir.

Hurufilik inançlarının temeli ilm-i huruf'un hur''fe fikirleri üzerine kurulan bir fırkadır (Luğatn''me, XI. s. 476; Hurûfîy''n, s. 229). Çok eskilere dayanan bir mazisi olmasına rağmen, Hurufilik denince, İran'da Ester''b''d Kadiu'l-Kud''tı'nın oğlu olàn Fazlull''h el-Hurûfi (740-796/1340 1394)'nin XlV. asrın sonlarında kurup bir sistem halinde geliştirdiği fırka anlaşılır.

Asırlar boyunca bir takım harf ve rakamlar mukaddes sayılmış ve bunlara muhtelif anlamlar verilerek, Allah'a mahsus sırların bunlar da gizlendiği düşüncesi kabul edilmiştir. Çok eski çağlardan bu yana insanoğlu zaman zaman, gökte veya yeryüzünde varlığı kabul edilen gizli kuvvetlerden istifade yollarını araştırmıştır; çözemediği esrarlı hadiselerden önceleri korkmuş, sonraları onlardan faydalanma yollarını aramıştır. Mevcudiyeti kabul edilen bu kuvvetler harf ve şekillerle tasvir edilmiştir. Neticede bu tabii ilimler önce efsûn (büyü), tılsım ve sihirb''zlık şeklinde ortaya çıkmıştır. Mısır'da Hz. Musa'dan evvel Kıptîler sihir ve tılsımla uğraştıkları gibi, Neb''tî, Keld''nî ve Süry''nîlerden ibaret olan Babil halkının da bu ilimlerle uğraştığı ve eserler meydana getirdikleri bilinmektedir (İbn Haldun, Mukaddime, III, 1).

Hurûfiliğin bilinen ilk şekli, mutasavvıflar tarafından yazılıp tasnif edilmemiş bir takım işaretlerden ibarettir (Rıfkı Melûl Meriç, Hurûfilik, s. 2). Hav''s ile uğraşanlar bunları kısımlara ayırarak üzerlerinde çalışmışlardır. Böylece bu araştırmaların sonunda ortaya çıkan Luğ''z, Muamm'', Remil, F''l, Cifr, Vefk, Az''yim ve Nucûm İlm-i Hurûf'un şubeleri sayılmıştır (Keşfû'z-Zunûn, I. 650-651; Mevzû''ttu'l-Ulûm, I, 130-136, 389-399).

Buna benzer inançlar eski Hind'de, Yunan'da, Mısır'da, Musevîlik ve Hıristiyanlıkta da mevcuttur. Hindûlara göre sayılarla harfler arasında bir münasebet vardır. Üç, yedi, on ve kırk rakamları kutsal olduğu gibi, her sayı bir şeye iş''ret eder. Mesel'' Pythagorasçılar, ''lemin aslının sayı olduğunu ve eşyanın da bundan meydana geldiğini ileri sürerler. Eşyanın aslı sayı olduğuna binaen, sayının aslı da bir'dir. Bu bir, bir'e tatbik edilirse nokta olur. Noktaların hareketi çizgiyi, çizginin hareketi sathı, satıh da cismi meydana getirir. Bundan da his, idrak ve akıl çıkar (Felsefe Tarihi, s. 22-23) .

Pisagorcularda üç rakamı ilk sayılır. Dört, unsurlara işaret eder. İki, kadın demektir. Üç ile ikinin toplamı olan beş, evlenmeyi gösterir. Üç ile üç'ün toplamı olan altı, her şeyin altı cihetine işarettir. Yedi, dört unsurla buûdu, varlığı gösteren ilk sayıdır. Yani üç ile dördü gösterdiğinden kutlu bir rakamdır. Onda mükemmeldir. Üç ve yedi adına and içilir (Veled İzhudak, Mesnevı Tercümesi, V., s. 366).

Havas ile meşgul olanlar harfleri rakamlarla açıklayarak eski çağlarda "Ebced" kelimelerini sihir ve büyüde kullanmışlardır. Burada elif'den gayn'a kadar her harf` bir tanrı ismi ile tabiî güç muk''bilidir. Böylece sayı ve harf arasındaki ilgiden bir sır sistemi kurulmuştur. Mesel'', efsûn ve muskalarda, harfler sayı değerlerine göre toplanır ve bu toplamın cinler ''lemi ile münasebeti olduğu kabul edilir .

Hristiyanlıkta bunun bir başka örneğini görürüz. Ahd-i Cedîd (Vahy-i Yuhanna, 1. B''b, 8 ve XX. B''b, 6)'da ilk harf "elif" ve son harf olan "ye"nin iptid'' ve intih''ya, yani başlangıç ve sona del''let ettiği bildiriliyor. Ayrıca Musevîlerin Yunan felsefesi'ne dayanan Kabalizm'i Tevrat ve Zebûr'un zahiri manasıyla iktifa etmeyerek, kutsal kitabın harflerinden gizli manalar çıkarmaya uğraşmaktır(Hilmi Ziva Ülken, İsl''m Feisefesi, s.24-25).

İsl''m ''leminde ise harflerin bazı husûsiyetlere sahip olduğu inancı oldukça eskidir (Ali Ekber Dehhuda, Luğatn''me, XI. s. 476). Bu itibarla Kur'an'ın yirmi dokuz sûresinin basındaki harflere çeşitli anlamlar verilmiştir. İsl''m uleması arasında hurûf ile uğraşanların başında Hall''c-ı Mansûr (ö. 922) ibn Nedim (ö. 987)'den sonra ibnü'l-Arabî (1165-1240), ibn-i Haldûn (1332-1406), Abdurrahman-ı Bist''mî (ö. 1454) ve Sarı Abdullah Efendi (1584-1660) gelir.

İsl''m Dünyası'nda Hurûfîliği bir inanç sistemi, bir fırka halinde yayan Ester''b''dlı Fazlull''h-i Hurûfî'dir. XlV. asrın sonlarında İran'da Timur'un saltanatında (1370- 1405), tarikat ehlinin büyük müs''maha gördüğü zamanda Fahlill''h-i Hurûfi, bugün Gurgan diye bilinen, İran'ın Hazar Denizi'nin güney-doğu kıyılarına yakın Ester''b''d şehrinde fırkasını yaymaya başlamıştır.

Eski devirlerden beri batını akidelerin kök saldığı İran'da kendi fikirlerini bu batınî metodlarla kurmaya çalışmış olan Fazlull''hi Hurûfi B''tıniyye'den Þeyh Hasan-i Cûrî (ö. 743/1342-3) ve O'nun halifelerinin tesiri altında kalarak fırkasını kurmuştur. Fazlûll''h, B''tınîlerin te'vil metotlarını en iyi bir şekilde değerlendirerek, harflerin önemini ve onların sayılarla olan münasebetlerini ortaya koymuş, dînî emîr ve hükümleri Arap ve Fars alfabelerindeki yirmisekiz ve otuziki harfe irca etmiştir. Allah'a ait sırların harf ve sayılarda gizlendiği kabul edilen manalarını çözmeğe çalışmış; gelecekteki hadiseleri önceden keşf için faydalanılan Ulûm-i garibe ve Ulûm-i harfiye yanında ilm-i hurûf'un esaslarını ortaya atarak bu bilgiyi orijinal bir şekle sokmuştur.

Fazlull''h-i Hurûfî, otuz iki yaşında iken kurduğu fırkayı, önceleri Tebriz ve İsfahan'da yaymaya başlamış ve yaptığı rüy'' tabirleriyle büyük şöhret kazanmıştır. Kurduğu Hurûfîlik fırkası kısa bir zamanda iran'ın her tarafına yayılmıştır (Abdulbaki Gölpınarlı, Hurûfilik Metinleri Kataloğu, s. 7).

Fazlull''h Arap Alfabesindeki yirmisekiz harf yerine Fars Alfabesindeki otuz iki harfi esas almıştır. Kur'''n-ı Kerim'e karşılık olmak üzere, Farsça, C''vid''n-n''me ismiyle kendi fikirlerinin ana kaynak kitabı olan eserini telif etmistir.

Fazlull''h-i Ester''b''dı'nin dini görüşleri yani akîdesi Þeriata muh''lif görüldüğünden, tevkif edilerek Alıncak Kalesi'nde yapılan muh''kemesi sonunda, Timur'un oğlu Mır''n Þ''h (1404-1407)'ın emriyle (796/1394)'de boynu vurularak katledilmiştir (D''nişmand''n-ı Azerbayean, s. 387; Hurûfîy''n, s. 232).

Hurûfî Akîdesi

Hurûfîliğin kurucusu Fazlull''h'a göre, İsl''m mutasavvıflarının da belirttiği gibi, Allah gizli bir hazine (kenz-i mahfî) olup; her şeyin hakikati, mevcudiyeti ve ruhu ise seslerdir (Clément Huart, Hurûfîlîk, İA, V/ l, s. 598). Gizli bir hazine olan Allah'ın ilk tecellisi kel''m şeklinde görülen seslerden ibarettir. Sesin (savt) kem''li kel''m, yani sözdür. Kel''m ise ancak insanlarda zuhûr eder ve kendisini sesle gösterir. Kel''m bir takım unsurlar halinde bazı şekiller alır. Bu unsurlar Arap ve Fars Alfabelerinin yirmi sekiz ve otuz iki harfidir. Söz ise harflerden meydana gelmiştir. Ses canlılarda bilfiil; cansız varlıklarda bilkuvve mevcuttur. Cansız bir maddeyi diğer bir cansıza vurursak, onun cevheri olan ses ortaya çıkar. Bu, canlılarda irade ve istekle meydana gelir. Neb''tatta yüksek bir tecelli halinde zuhûr eden savt, hayvanda kem''l ve insanoğlunda ise ekmel bir halde z''hir olur (C''vid''n-n''me'nin Nesimî'ye Tesiri, s. 30-31, 66).

Hurûfiler ''lemin sonsuzluğuna, daimî bir dever''n hareketine ve hareketten tabiî hadiselerin meydana geldiğine inanırlar. Cen''b-ı Hak bir insanın yüzünde tez''hür ve insanı temyîz eden bir kel''mdır. Bu kel''mın unsurlarında da bir sayı değeri vardır. Böylece bütün varlıkların asıl unsuru olan yirmisekiz harfi insan yüzünde görmek mümkündür. insan yüzünde doğuştan yedi hat vardır: iki kaş, dört kirpik ve bir saç. insan bu yedi hat ile doğduğu için bunlara "hutût-ı ummiye" (ana hatları) denir. Bunlar h''l ve mah''l toplamı ondört eder. Yedi de "hutût-ı ebiye" (baba hatları) vardır ki, bunlar erkekte ergenlik çağında çıkar: Yüzün sağ ve sol yanlarında iki sakal kılları, iki yanağın iki tarafındaki (burun) kılları, iki bıyık ve bir de alt dudaktaki (enfaka) kılları. Bunlar da h''l ve mah''l itibariyle on dört eder. Ana ve baba hatlarının toplamı yirmisekiz olur ki, bu Kur'''n'ın yazıldığı yirmisekiz harfe tekabül eder.

Bu hatlar hava, su, ateş ve toprak gibi dört unsurdan meydana geldiği için her biri dört telakki edilerek yedi ile çarpılırsa yine yirmisekiz elde edilir. Eğer saçı ortadan ikiye bölersek, bu yedi hat sekiz olur. Dört unsur ile çarpımı otuziki eder. Bir başka şekliyle söylersek, ana ve baba hatları yedişerden ondört eder. H''l ve mah''l itibariyle ise yirmi sekiz; buna Farsça'daki (p, ç, j, g) harflerini eklersek otuziki elde edilir. Ýlemde her ne varsa otuzikiye tatbik olunur. Bütün k''in''t dokuz felek, on iki hurç ve yedi seyy''reden ibaret olup, bunlara dört unsuru ilave edersek otuziki çıkar. Otuzikinin dışında başka bir şey mevcut olamaz (İstiv''-n''me, s. 6, 36, 48-49)

Hurûfiler, Kur'''n'da manası açık ve kesin ''yetler (muhkem''t) ile sûre başlarındaki (mukatta''t) ve manası anlaşılamayan yani çeşitli te'vile mus''it ''yetler (muteş''bih''t) hakkında, tefsir ''limleriyle aksi görüştedirler. Kur'''n'ın sırrının yirmidokuz sûrenin başında gelen hurûf-ı mukatta''tda toplandığı kabul edilmiştir. Bu harfler ondört adettir:

(elif-lam-ra/kef-he-ye-ayn sın/tı-sın/ha-me/gaf-nun)

Bu sûre başlarında gelen ve tekrarlanmayan ondört harfin meydana getirdiği mukatta''tı, Hurûfîler muhkem''t sayarlar. Hurûf-ı mukatta''t kast edilirse yani, söylendiği gibi yazılırsa onyedi olur. Bu harflerin iml''larında: elif'de f, sad'da d ve nun'da v harfleri bulunur. Bu üç harfin (f, d, v) il''vesiyle hurûf-ı muhkem''t onyedi olur. Arap Alfabesindeki bu onyedi harfin dışında kalan(be-te-se-cim-ha-hı-zel-ze-şın-dat-zı-gayın) onbir harfe hurûf-ı müteş''bih''t denir.

Hurifîlerce asıl kelam-ı il''hı bu ondört huruf-ı mukatta''ttır ki, vech-i ''dem (insan yüzü) ondan feth olunmuştur, denir. insan yüzündeki ana hatlarının kendileri ve bulundukları yer itibariyle toplam sayıları olan ondört ile, hurûf-ı mukatta''tın ondört eşitliği buna delil gösterilir.

(he-zel/mim-nun/gaf-dat-le/ra-be-ye) "Bu Rabbimin faziletindendir" (en-Neml, 27/40) ve "Bu Allah'ın faziletidir" (el-Maide, 5/54) bey''nlarında olduğu gibi, Kur'''n-ı Kerim'de göçen (fazl:fe-dat-le) kelimesinden kastedilenin Fazlull''h-i Hurûfi olduğu ve insanın yüzünde de (Fazl:fe-dat-le) isminin okunduğu iddia edilir.

Hurûfîler bütün dinî hükümleri kendi düşünceleri doğrultusunda izah ederler. Kelime-i Þeh''det, namaz, oruç, hac ve zek''t gibi bütün dinî hükümler te'viller ile hep yirmisekiz ve otuziki harfe tatbik edilerek açıklanır. Rakam fazla veya eksik olursa, hesabı doğrultmak için ilm-i hurûf'un usullerine baş vurulur ve dört işlem yoluyla sonuca ulaşılır.

Bu fırkanın düşüncesinin esası, insana en yüce mertebeyi vermektir. Mevcûd''t, mutlak varlığın tez''hürüdür. Bu zuhûr kuvvet ''leminden, yani melekûttan tabiat ve an''sır ''lemine gelmiş, sem''v''tla an''sırın birleşmesinden cem''d''t, neb''t''t ve insanlar meydana gelmiştir. Bu zuhûr insan oğlunda kem''le ermiştir (hurûfîlik Metinler Kataloğu, s. 19-20).

İran'da XIV. asır sonlarında Ester''b''d havalisinde ortaya çıkan Hurûfîlik kısa bir sürede ülke sınırlarını aşarak Hindistan, Azerbaycan, Irak, Suriye, Anadolu ve Rumeli'ye sıçradı. İran hudutları içinde sık takib''ta uğrayan Hurûfîler, akidelerini yaymak, kendilerine bir yurt bulmak için bilhassa Osmanlı Ülkesine ''deta sığınmışlardır. Fazl'ın baş halifesi Ali el-A'l'' (ö. 822/1419) Anadolu'ya gelerek, Hacı Bektaş Tekkesi'nde inziva ederek Hurûfîliği yaymaya başlamıştır. C''vid''n'daki bütün ill''hî teklifleri te'vil ve ink''r eden bölümleri, nefs-i amm''renin isteklerine uygun olduğundan kısa zamanda çok taraftar bulmuştur. Hurûfi inançları Bektaşiler arasında "sır" adı altında yayılmıştır (Hoca İshak Efendi, K''şifu'l-esr''r, s.3-4). Yine bu fırkanın önde gelen halifelerinden İmadeddin Nesîmî (ö. 821/1418) gibi kudretli bir ş''irin tesiriyle ve onu takip edenlerin vasıtasıyla bu fırka uzun zaman Anadolu ve Rumeli'de yaşamıştır. Nesimî'nin müridi ş''ir Refiî (IX/XV. asır), Abdülmecid Ferişteoğlu (ö. 564/1459) ve Vir''nî Baba (Xl/XVII. asır) gibi Hurûfiler bu akımı daima canlı tutmuşlardır .

Bir ara Hurûfiler Fatih Sultan Mehmed (saltanatı: 1451-1481)'in Sarayına kadar nùfûz etmişlerdir. Ulemayı tel''şa düşüren bu olayda, Vezir Mahmud Paşa (ö. 879/1474)'nın gayreti ve Mevl''n'' Fahreddin-i Acemî (ö. 865/1460)'nin yardımıyla Hurûfiler korkunç bir şekilde cezaya çarptırılmışlardır (Taşköpri-z''de, Þek''yık-ı Nu'm''niye, trc. Mecdı, s. 81-83). Bundan sonra Anadolu ve Rumeli'deki Hurûfîler, kendilerini gizleyerek, ekseriye Bektaşî gibi görünerek varlıklarını uzun süre muhafaza etmişlerdir .

XIV. asrın ikinci yarısı sonlarında Hurûfîliğin İran'da ortaya çıkmasıyla beraber, kısa bir müddet sonra bu fırkanın esasını ve prensiplerini ortaya koyan pek çok eser telif edilmiştir. Zaman zaman t''kib''ta uğrayan bu fırkanın taraftarlarıyla beraber kitaplarının da yok edilmesine rağmen halen dünyanın muhtelif kütüphanelerinde Hurûfî eserlerine rastlanmaktadır (Ali Ekber Dehhuda, Luğat-n''me, XI, s. 488).

Hurûfi fırkası'nın harf ve sayı nazariyesinin esasını bir sistem olarak ortaya koyan eserlerin başında Fazlull''hî Hurûfı'nin C''vid''n-n''me adlı eseri gelmektedir. Bu, Hurûfîliğin ana kaynak kitabıdır. Bundan başka Fazl'ın Arş-n''me, Muhabbet-n''me, Nevm-n''me ile bir Dîv''n ve Vasiyetn''me adlı eserleri bulunmaktadır. Fazlull''h'ın baş halifesi olan Ali el-A'l'''nın Kly''met-n''me ve tevhîdn''me'si; Nesîmî'nin Dîv''n ve Mukaddimetu'l-Hak''ik'i; Emîr Giy''seddin'in İstiv''-n''me ve Mektub'u; Mır Þerîf'in Hacn''me, Mahşer-n''me ve Bey''nu'l-v''kî'si; Refiî'nin Beş''retn''me ve Gençn''me'si; Abdulmecîd Ferişteoğlu'nun Işk-n''me ve Ahiretn''me; Yemınî'nin Fazîlet-n''me'si; Muhîtî'nin Dîv''n'ı; Mis''lî'nin Dîv''n'ı; Arşî'nin Dîv''n'ı; Hamza Dede'nin C''vid''n-n''me şerhleri; İskurt Muhamed Dede'nin Sal''t-n''me'si; Emîr İshak'ın Tur''b-n''me'si gibi eserleri Hurûfiliğin diğer kaynakları olarak sayabiliriz (Gölpınarlı, Hurûfîlik Metinleri Kataloğu, III-VII; A/i Ekber Dehhuda, Luğat-n''me, XI, s. 488).

Hüsamettin AKSU

içimdeki tüm putlarý kýrdým ve sana yöneldim Rabbim...
Bu geliþimi kabul et, beni benden al, beni sana baðýþla...
-Fussilet-
_____________________________________________
Bugün gam tekkegahýnda feda bir canýmýz vardýr
Gönül abdal-ý aþk olmuþ gelin kurbanýmýz vardýr
Çimende bülbülü gördüm yaman efgan ile söyler
Dili kahhar ile her dem gül-i handanýmýz vardýr


Urfalý Abdi


Oruç nedir?, Orucu Bozan Haller ,  Ramazan Orucu...

SMF 2.1.3 © 2022, Simple Machines, TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022
Sayfa 0.126 saniyede 27 sorgu ile oluşturuldu.
Lithium theme by Bloc © 2017