Kasım 06, 2008, 09:24:05 ÖÖ
HANEFİ MEZHEBİ
İmam-ı Âzam l''kabıyla şöhret bulan Ebû Hanîfe'ye iz''fe edilen fıkıh ekolünün adı. Ebû Hanife'nin asıl adı Num''n, babasının adı S''bit, dedesinin adı ise Zûta'dır. Zûta, Irak ve İran'ın müslümanların eline geçmesinden sonra müslüman olmuş ve Kûfe'ye yerleşmiştir. O ve oğlu S''bit Kûfe'de Hz. Ali ile görüşmüştür
Ebû Hanîfe H. 80 yılında Kûfe'de doğdu, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak orada yetişti. Irak ve Hicaz Ebû Hanife'nin yetiştiği dönemde önemli iki ilim merkezi h''lindeydi. Çünkü Hz. Ömer (ö.23/643) devrinde Fustat (eski Mısır), Kûfe ve Basra gibi büyük İsl''m şehirleri kurulmuş ve bu merkezlere aralarında birçok sah''benin de bulunduğu binlerce müslüman yerleşmişti. Hz. Ömer Kûfe'ye fasih Arapça konuşan kabîleleri yerleştirmiş ve Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652)'a onlara ilim öğretmesi için göndermiş, "kendisine ihtiyacım olduğu halde Abdullah'ı size göndermeyi tercih ettim" demiştir (İbnü'l-Kayyim, İ'l''mü'l-Muvakkin, I, 16, 17, 20).
İbn Mes'ûd, Kûfe'nin kuruluşundan Hz. Osman'ın halifeliğinin sonlarına kadar Kûfelilere Kur'''n ve fıkıh öğretmiştir. Bu sayede orası, pekçok kurr'', fıkıh ve hadis bilginiyle dolmuştur. Onun talebelerinin dört bin dolaylarında olduğu söylenir. Ayrıca Kûfe'de Sa'd b. Ebî Vakkas (ö. 55/675), Huzeyfe İbnü'l-Yem''n (ö. 36/656), Selm''n-ı F''risî (ö. 36/656), Amm''r b. Y''sir (ö.34/657), Muğîre b. Þu'be (ö. 50/670), Ebû Mûsa-Eş'ar, (ö. 44/664) gibi. seçkin sah''biler de bulunuyordu (en-Neys''bûrî, Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, nşr. es-Seyyid Muazzam, Kahire 1937, s. 191, 192). Bunlar İbn Mes'ûd'a yardımcı oluyorlardı. Hz. Ali Kûfe'ye geldiğinde buradaki fakihlerin çokluğuna sevinmiş,
"Allah, İbn Mes'ûd'a rahmet etsin, bu şehri ilimle doldurmuş; İbn Mes'ûd'un öğrencileri bu şehrin kandilleridir" demiştir (el-Kevserî, Fıkhu Ehli'l-Irak ve Hadisühum, Nasbü'r-R''ye mukaddimesi, I, 29, 30).
Mısır'a yerleşen sah''bilerin üç yüz dolaylarında olmasına karşılık el-İclî, yalnız Kûfe'ye yerleşen sah''bilerin bin beş yüz dolaylarında olduğunu, bunlardan yetmiş kadarının Bedir savaşına katıldıklarını söyler.
Kûfe'de bu alim sah''belerden feyiz ve ilim alarak ictihad yapabilecek dereceye ulaşan t''biîlerden bazıları da şunlardır: Alkame b Kays (ö. 62/681), el-Esved b. Yezîd (ö. 75/694), Þurayh b. e1-H''ris (ö. 78/697), Mesrûk b. el-Ecda' (ö. 63/683), Abdurrahm''n b. Ebî Leyl'' (ö. 148/765), İbrahim en-Neh''î (ö. 96/714), Âmiru'ş-Þa'bi (ö. 103/721), Said b. Cübeyr (ö. 95/714), Hamm''d b. Ebî Süleyman (ö. 120/738).
İşte Hanefi mezhebînin kurucusu Ebû Hanîfe (ö.150/767) böyle bir ilim ortamında yetişti. Ebû Hanife'nin fıkhı, kendisinden on sekiz yıl ders aldığı Hammad b. Ebî Süleyman v''sıtasıyla, İbrahim en-Neh''î, Alkame ve Esved yoluyla, Abdullah b. Mes'ûd, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi sah''be bilginlerine dayanır. Hz. Ömer'in Irak ekolüne etkisi tbn Mes'ûd vasıtasıyla olmuştur. Hz. Ali ise kaz'' ve fetv''larıyla Iraklılara önderlik yapmıştır.
Kûfe aynı dönemlerde hadîs malzemesi bakımından da zengindi. Müctehidlerin kullandığı ib''det, mu''mel''t ve ukûb''tla ilgili hüküm hadislerinin sayısı sınırlı olduğu için, bu konularda Hicaz'ın hadis malzemesi bütün şehirlerin bilginlerince biliniyordu. Çünkü onlar hacc dolayısıyla sık sık Mekke ve Medîne'yi ziyaret ediyorlardı. Aralarında kırktan fazla hacc ve umre yapan vardı. Sadece Ebû Hanife elli beş kere haccetmişti. İmam Buh''rî'nin (ö. 256/869) hocalarında Aff''n b. Müslim el-Ens''rî el-Basrî'nin (ö. 220/835) şu sözü Irak yöresinin hadîs bakımında ne kadar zengin olduğunu göstermeye yeterlidir: "Kûfe'ye gelip dört ay oturduk. İsteseydik yüz bin hadis yazardık; ancak elli bin hadis yazdık. Biz yalnız herkesin kabul ettiği hadisleri aldık. Çok hadis yazmamıza Þerîk b. Abdill''h (ö. 177/793) engel oldu. Kûfe'de Arapça'sı bozuk ve hadis riv''yetinde gevşeklik gösteren kimseye rastlamadık" (el-Kevserî, a.g.e.,I, 35, 36).
Aff''n hakkında, İbnü'l Medinî;
"Hadisteki bir harfte şüphesi olsa o hadisi almazdı"; Ebû Hatîm ise; "imamdır, sik''dır." demiştir. Böyle titiz bir hadisçi kûfe yöresinde dört ayda Ahmed b. Hanbel'in (ö. 241/855) Müsned'indekinden daha çok hadis toplayabilmiştir.
Ebû Hanife Kûfe'de önce Kur'''n-ı hıfzetti. Sarf, nahiv, şür ve edebiyat öğrendi. Kûfe, Basra ve bütün Irak'ın en önde gelen üstadlarından hadis dinledi ve fıkıh meselelerini öğrendi. Doğuştan mantık, zek'', h''fıza gücü ve çalışkanlığı ile ilim sahipleri arasında temayüz etti. Onun ilme yönelmesinde Âmiru'ş-Þa'bî'nin etkisi olmuştur. Num''n, hacc seyahati sırasında, bizzat sah''belerden hadis dinlemiş olan At'' b. Ebî Rabah (ö. 115/733) ve İbn Ömer'in mevl''sı N''fi' (ö. 117/735) gibi t''biîlerden bazıları ile temas etmiş ve onlardan da hadis dinlemiştir.
Hocası Hamm''d'ın vef''tında Ebû Hanîfe kırk yaşlarında idi. Onun vef''tıyla boşalan kürsüsünde ders vermeye başladı. Ebû Hanife'nin ders ve fetv'' vermedeki usûlü, riv''yet ve an''necilerin sema' (dinleme) usûlünden farklıdır. Onun ders halkasında iki türlü müz''kerenin oluştuğu anlaşılıyor a) Talebeleri için verdiği düzenli fıkıh dersleri. b) Dışarıdan ve halk tarafından cevabı istenilen sorular (istift''). Hanefi mezhebi istiş''re esasına dayandırılmıştır. Ebû Hanife meseleleri tek tek ortaya atar, öğrencilerini dinler, kendi görüşünü söyler ve onlarla konuyu bir ay hatt'' daha fazla süreyle mün''kaşa ederdi. Meselenin incelenmesinde hazırlığı olan ve ictihad derecesinde bulunanlar da düşünce ve ictihadlarını söyledikten sonra, bu mesele hakkında müz''kere bitmiş sayılır ve sıra Ebû Hanife'ye gelirdi. O, meseleyi yeniden izah ve tasvir ettikten, kendi delillerini ve ictihadını ortaya koyduktan, gerekli düzeltmeler yapılıp cevaplar verildikten sonra, alınan karar çoğu defa delillerden tecrit edilerek son derece veciz cümlelerle, bizat kendisi tarafından iml'' ettirildi. Bu iml'' vecizeleri daha sonra fıkıh kaideleri h''line gelmiştir (Hatîb, Tarihu Bağd''d XI, 307 vd.; el-Kevserî a.g.e., I, 36 vd.). Ebû Hanife'nin bu ilim halkalarında İsl''m'ın bütün hükümleri yani ib''d''t, mu''mel''t ve ukub''ta ''it emir ve yasaklarını yeni baştan gözden geçirilerek incelenmiştir. Konularına göre tasnîf edilip tedvîn edilen bu hüküm ve meseleleri Z''hiru'r-Riv''ye adıyla kaleme alan Muhammed b. Hasen eş-Þeyb''nî'dir. (ö.189/805). eş-Þeyb''nî daha küçük yaşta iken Ebû Hanîfe'nin ilim meclislerinde hazır bulunmaya başlamış; eğitimini daha sonra Ebû Yusuf'un yanında tamamlamıştır. Ebû Hanife, öğrencileri için şöyle demiştir: "İçlerinizde otuz altı tane yetişkin olanı var, onlardan yirmisekizi kadılık, altısı müftîlik, ikisi de hem başkadılık ve hem de fetv'' makamına l''yıktırlar (el-Bezz''zî, Men''kıb, II, 125). Bunlar da Ebû Yûsuf ve Züfer'dir"
Z''hiru'r-Riv''ye kitapları altı tane olup, daha sonraki bilginlere tev''tür yoluyla nakledilmiştir. Bunlar; " el-Asl (veya el-Mebsût)", "el-C''miu's-Sağîr", " el-C''miu'l-Kebîr" " es-Siyeru's-Sağîr", "es-siyeru'l-Kebîr" ve "ez-Ziy''d''t" adlarını alırlar. Hanefi mezhebinin temellerini oluşturduğu için bunlara "Mes''il-i usûl"de denilmiştir. Z''hiru'r-Rivaye'de Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in görüşleri toplanır. Devrin özelliği olarak Ebû Hanife fıkıh meselelerini talebelerine iml'' ettirmiş olmalıdır. Bu altı kitap metinlerinde kendisine isnad edelin meselelerin ona ''it olduğunda şüphe yoktur. Hatt'' meselelerin ifadesinde vecîz metinlere bile Ebû Hanife'nin sözü ve uslûbu olarak bakılabilir.
Z''hiru'r-Riv''ye kitapları H''kim eş-Þehîd Ebû Fazl Muhammed el-Mervezî (ö. 334/945) tarafından kısaltılarak bir araya getirilmiş ve eser el-K''fr adını almıştır. Kendi devrinde bu eser Hanefi mezhebinin görüşlerini, meselelerini öğrenmek isteyene yeterli görülmüştür. el-K''fı, bir buçuk asır kadar sonra Þemsü'l-Eimme es-Serahsî (ö. 490/1097) tarafından şerhedilmiş ve el-Mebsût isimli bu eser otuz cilt h''linde basılmıştır.
Ebû Hanife'nin kendisine isnad olunan ve günümüze ulaşan kitapları dah çok akaid ve kel''m konularına ''ittir. el-Fıkhu'l-Ekber, Kit''bü'l-Âlim ve'l-Müteallim, Kit''bü'r-Ris''le, beş tane el-Haşiyye kitabı, el-Kasidetü'n-Nu'm''niyye, Ma'rifetü'l-Mez''hib, Müsnedü'l-İmam Ebî Hanife (Bunların riv''yet, nüsha ve şerhleri için bk., Brockelmann, Galş Fuad Sezgin, Gas; Halim S''bit Þibay, " Ebû Hanife ", İA, IV, 26, 27).
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed, mezhebin teşekkülünde etkili olmuş büyük Hanefi müctehidleridir. Ebû Yûsuf, mal, vergi ve devlet hukukuna dair Kitabü'l-Har''c adlı eserini yazmış, hanefî meıhebinin devlet ric''li ve kitleler arasında yayılmasına katkıda bulunmuştur. Abb''sî halifesi H''run er-Reşîd zamanında "k''dıu'l-kud''t (baş kadı)" olmuş, böylece mezhebin icr'' ve kaz''da uygulanması yolunu açmıştır.
es-Serahsî'nin, el-Mebsût'undan sonra Hanefi fıkhını açıklayan ve geliştiren te'lifler devam etmiştir. el-K''s''nî'nin (ö. 587/1191) Bed''yiu's-Sanayi' fi Tertîbi'ş-Þer''yî' adlı eseri son derece sistemli ve değerli bir eserdir. Daha sonraki önemli te'lîf ve şerhlerden bazıları da şunlardı. el-Mergin''nî'nin (ö. 593/1197) el-Hidvye adlı eseri. Bunun başlıca şehrleri İbnü'l-Hüm''m'ın (ö. 861/1457) Fethu'l-Kadîr, es Siğnakı'nin (te'lif: 700/1300) en-Nih''ye, el-B''bertî'nin (ö. 786/1384) el-İn''ye ve el-Kurl''nî'nin (ö. VIII/XIV. asır) el-Kif''ye adlı eserleridir. en-Nesefi'nin (ö. 710/1310) Kenzü'd-Dek''ik'i sonraki önemli te'liflerden olup, yine aynı müelif tarafından, el-N''fı adıyla şerhedilmiştir. Diğer önemli şerhleri; ez-Zeylaî'nin (ö. 743/1342) Tebyînü'l-Hak''ik'i ile İbn Nüceym el-Mısrî'nin (ö. 970/1562) el-Bahru'r-R''ik adlı eserlerdir. Osmanlılar döneminde yazılan en önemli eserler şunlardır: Molla Hürsev'in (ö. 885/1480) ed-Dürer'i ve buna Vankulî (ö. 1000/1591) ile başkaları tarafından yazılan şerhler, el-Halebî'nin (ö. 956/1549) el-Mülteka'l-Ebhur'u ile bunun Þeyhz''de (ö.1078/1667) tarafından te'lif edilen Mecmau'l-Enhur adlı şerhi. Timurt''şî'nin (ö.1004/1595) Tenvîru'l-Ebs''r'ı ile el-Haskefî'nin (ö. 1088/1677) ed-Dürrü'l-Muht''r'ına yazılan şerh ve İbn Âbidîn (ö. 1252/ 1836) tarafından yazılan Reddü'l-Muht''r ale'd-Dürri'l-Muht''r adlı büyük şerh de önemli eserlerdendir. Yine Tanzimat devrinde Ahmed Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından 1869-1876 yılları arasında hazırlanan 1851 maddelik Mecelle medenî hukuk alanında meydana getirilmiş önemli bir çalışmadır. Mecelle, şahıs, aile ve miras mün''sebetlerine ve aynî haklara ''it birçok önemli konuları fıkıh ve fetv'' kitaplarına bırakmıştır. Mecelle'nin şerhleri arasında; Ali Haydar Efendi'nin (ö.1355/1936) Düraru'l-Hukk''m adlı Türkçe şerhi ile Mes'ud Efendi'nin (ö. 1310/1893) Arapça Mir'''t-ı Mecelle'si zikredilebilir. 1875 M. tarihinde Mısır adliye n''zın Muhammed Kadri paşa tarafından tedvîn edilen el-Ahk''mü'ş-Þer'iyye ile 1917 tarihli Osmanlı Hukuk Âile Kararn''mesi diğer kanun mecelleleridir.
Hanefi mezhebinin özelliklerine gelince bizzak Ebû Hanife ictihad ederken takip ettiği usûlü şu şekilde açıklamıştır: "Allah'ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ın mûtemed alimlerce m''lûm, meşhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ash''b-ı kiramdah dilediğim kimsenin re'yini alırım. Fakat iş, İbrahim en-Nehaî, eş-Þa'bî, el-Hasenü'l-Basrî ve At'''ya gelince, ben de onlar gibi ictihad ederim" (el-Mekkî, Men''kıb, I, 74-78; ez-Zehebî, Men''kıb, s. 20-21). Ebû Hanife fıkhı; "kişinin leh ve aleyhte olanı, yani iyi ve kötüyü tanımak" diye tanımlar ve meselelerin hükümlerini kitap, sünnet, icm'' ve kıyas delillerinden birisine bağlar. Herhangi fıkhî bir mesele önce Kur'''n ''yetleri ile karşılaştırılır. Âyetin İb''re, iş''re, iktiz'' veya del''letinde bir şey varsa ona bağlı olarak çözülürdü. Kur'''n'da bir çözüm bulunmazsa, sünnete başvurulur. Ancak Hanefilerin sünnetin Hz. Peygamber'e dayanmasını t''yin hususunda özel metotları vardır. Bu usûle göre, her an'ane bir sünnet olmayabilir. Mütev''tir ve meşhur hadisler dışında kalan haber-i v''hid ve mürsel hadisler özel incelemeye t''bi tutulur.
Ebû Hanife haber-i v''hidi (tek r''vînin riv''yet ettiği hadis), r''vînin güvenilir (sika), fakih ve ad''letli olması; riv''yet ettiği şeye aykırı bir amelde bulunmaması şartıyla kabul eder. Mesel'' Ebû Hüreyre'nin (ö. 58/677) riv''yet ettiği; "Birinizin kabına köpek batarsa, birisi temiz toprakla olmak üzere, onu yedi defa yıkasın" (Buh''rî, Vüdû', 33; Müslim, Tah''ret, 89, 91, 92, 93) hadîsini Ebû Hanife kabul etmez. Çünkü Ebû Hüreyre bu hadisle amel etmez ve böyle bir kabı üç kere yıkamakla yetinirdi. Bu durum hadîsi riv''yet bakımından zayıflatmakta, hatt'', Ebû Hüreyre'ye isnadını bile şüpheli bir duruma sokmaktadır. Ebû Hanife'nin ''h''d haberleri kabulde esas aldığı prensipleri şöylece özetlemek mümkündür:
a) Ah''d haber, İsl''m hukukunun kaynakları tek tek incelendikten sonra elde edilecek ortak esaslara göre değerlendirilir. Eğer ''h''d haber bu esaslarla çatışırsa, iki delilden daha kuvvetli olanı alınır; çatışan tek r''vili haber terkedilerek sözkonusu esasa dayanılır ve böyle bir haber "ş''z" sayılır.
b) Âh''d haber Kur'''n'ın genel ifadesine (''mm'e) veya Kur'''n'da bulunan bir l''fza (z''hir anlama) aykırı düşerse, haber terkedilerek Kitap'la amel edilir. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır. Çünkü Kur'''n'ın sübûtu kat'îdir. Ebû Hanîfe'ye göre, del''let bakımından Kur'''n'ın z''hirleri ve genel ifadeleri kesindir. Haber, Kur'''n'ın ''mm ve z''hirine aykırı olmaksızın, onun mücmel'ini beyan ederse, bu haber kabul edilir. Bu, ''h''d haberler Kur'''n'da olmayan bir hükmü ona il''ve anl''mına gelmez.
c) Âh''d haberin meşhur sünnetle çatışması h''linde, kuvvetli olan meşhur sünnet esas alınır.
d) Âh''d haber, kendisi gibi tek r''vili bir haberle çelişirse, r''visi daha bilgili ve fakîh olan tercih edilir.
d) İki haberden birisinde, senet veya metin bakımından fazlalık varsa, ihtiyat yönü düşünülerek bıi fazlalık kabul edilmez.
e) Âh''d haberle, kaçınılması imkansız olan "umumî belv''", yanı sık sık vukû bulduğu için herkesin yapmak zorunda kaldığı hususlarda amel edilmez. Bu gibi durumlarda haberin mütev''tir veya meşhûr olması gerekir.
f) Yine Ebû Hanife ''h''d haberlerin, seleften hiç kimse tarafından tenkid ve ta'n'a uğramaması; r''vînin onu işittiği andan riv''yet ettiği ana kadar ezberinde tutması, haberi kimden aldığını hatırlamaması halinde, yazısına güvenmemesi; şüpheli hallerde uygulanmayan had cezalarında değişik riv''yetler bulunursa, ihtiyat yönünün tercih edilmesi; başka haberlerle desteklenene ''h''d haberlerin alınması gibi prensipler geliştirmiştir (M. Zahid el-Kevserî, a.g.e., I, 27, 28) Aynı Müellif; Te'nîbü'l-Hatîb,1361 Kahire, s. 152-154).
Mürsel hadisler için de bazı şartlar öngörülmüştür. Senedi Hz. Peygamber'e ulaşmayan ve senedinde kopukluk bulunan hadîse mürsel veya munkatı' hadis denir. Þ''fiîler mürsel için birtakım kabul şartları öne sürerken; Ebû Hanîfe ve İmam M''lik mürsel hadisi kayıtsız-şartsız kabul eder. Yalnız hadîsi riv''yet eden r''vinin sika olmasını yeterli görürler. Diğer yandan mürsel hadis, kendisinden daha kuvvetli olan bir delille çatışmamalıdır. İsl''m'ın ilk devirlerinde mürsel hadislerle amel edilmiştir. Hatt'' İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922), "mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicrî ikinci yüzyılın başında ortaya çıkan bir bid'attır" demiştir. Buh''rî ve Müslim gibi mûteber hadisçiler eserlerinde mürsel hadislere yer vermişler, bunları delil olarak zikretmişlerdir (Buharî, Ez''n, 95; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s. 111).
Ebû Hanife'nın az hadis bildiğini, hadise gereken önemi vermediğini veya hadislere muh''lefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını öne sürenler, mezhep imamlarının hadisleri kabul için ileri sürdükleri şartları tetkik etmeyen kimselerdir. Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde, Hz. Peygamber şöyle buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin riv''yet ettiği hadîsi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muh''lefet ettiğini sanırlar. Halbuki onlar, kitap, sünnet ve sah''bilerin hükümleri gibi nass'ların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik göstermişler; nass'a dayanan ve kabule l''yık görülen, birbirine benzer meseleleri çıkardıkları temel prensibe dayandırarak bir kaide altında toplamışlardır. Tarafsız ''limlerin incelemesini göre, Ebû Hanife'nin ictihad şûr''sında kendisine yardımcı olan hadis h''fızlarının bulunduğu ve ictihadlarında bizzat üstadlarından öğrendiği dört bin kadar hadis kullandığı açığa çıkmıştır. Onun bazı hadisleri reddetmesi, hadisin sıhhati için ileri sürdüğü şartlara bu hadislerin uymaması yüzündendir. Ebû Hanife sahih hadîsi reddetmek bir yana, mürsel ve zayıf hadisleri bile kıyasa tercih etmiştir (İbn Hazm, el-İhk''m fi Usüli'l-Ahk''m, Nşr. A.M. Þakir Mısır (t.y.), s. 929; el-Kevserî, Te'nîb, s. 152; Mekkî, Men''kıb, II, 96).
Ebû Hanife ictihadlarında kıyas ve istihsana çok yer vermiştir. Kıyas; hakkında Kur'''n ve sünnette hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamak demektir. Aslında daha önce sah''be devrinden müctehid imamlar devrine kadar kıyasa başvurulmuştu. Ebû Hanife'nin yaptığı, kıyası kaideleştirmek, çok kullanmak ve henüz meydana gelmemiş h''diselere de uygulamaktan ibarettir (İbnü'l-Kayyim, İ'l''mü'l-Muvakkıîn, l, 77, 227).
Kıyas uygun düşmeyen yerde Ebû Hanife istihsan yapardı. Ebû'l-Hasen el-Kerhî (ö. 340/951) İstihs''nı şöyle tarif eder: "Müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerin hükmünden başka bir hükme başvurmasıdır" (Ebû Zehra, a.g.e., s. 262). İmam M''lik; "İstihsan ilmin onda dokuzudur" derken; İmam Þafiî, istihsanı şer'i bir delil saymamı ve onu " Bir kimsenin keyfine göre bir şeyi beğenmesi, hoş ve güzel bulmasıdır"sözleriyle reddetmiştir. Hatt'' o, el-Ümm adlı eserinde, "Kit''bü İbt''li'l-İstihs''n" başlıklı bir bölüm ayırarak, istihs''na hücum etmiştir (bk. el-Ümm, VII,267-277). İbn Hazm'a göre istihsan; "Nefsin arzuladığı ve beğendiği şekilde hükmetmektir" (İbn Hazm el-İhk''m, s. 22; İbn Hazm İbt''lü'l-Kıy''s, s. 5-6)
Ancak hiçbir İsl''m hukukçusu, bu arada Hanefiler istihs''nı bu şekilde anlamamışlardır. Aksi görüşte olanlar yanlış anladıkları için tenkitte bulunmuşlardır. Kıyası kabul edenler arasında Hanefilerin kastettiği anlamda istihsan yapmayan yoktur. Þafiilerin istihs''nın aleyhinde öne sürdükleri deliller, doğru bulunursa, bu onların benimsediği kıyası da geçersiz kılar (M. Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s. 270 vd.)
el-Kevserî'nin, Ebû Bekir er-R''zi'den (ö. 370/980) nakline göre, istihsan iki alanda cereyan eder. a) İctihad ve re'yimize bırakılmış miktarların miktar ve tespitinde re'yimizi kullanmak. Mehir, nafaka, tazminat bedeli, yasak ava karşılık kesilecek hayvanın takdirlerinde olduğu gibi. b) Daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terketmek. es-Serahsî (ö. 490/ 1097) bunu şöyle açıklar: "Gerçekte istihsan iki kıyastan ibaret olup, birisi açık (celî) ve etkisi zayıftır. Buna "kıyas" adı verilir. Ötekisi kapalı (hafî) ve etkisi kuvvetlidir. Buna da "İstihs''n" adı verilir, yani "kıyas-ı müstahsen" denilir. Bunlarda tercih, tesire göre olup, açıklık ve kapalılık sebebiyle değildir" (es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; el-Kevserî a.g.e., I, 24-27).
Yukarıdaki kıyasa şu örneği verebiliriz: Kurt vb. yırtıcı hayvanların etleri haram olduğu gibi, içtikleri suyun artığı da haramdır. Aynı şekilde yırtıcı kuşların da hem etleri, hem de artıkları haramdır. Bu z''hir (açık) kıyasın bir sonucudur. İstihsana göre ise, hafi (gizli) kıyas yoluna gidilerek, başka bir sonuca ulaşılır. Þöyle ki; yırtıcı hayvanların artıkları salyaları karıştığı için pistir, çünkü salyaları onların pis olan etlerinden meydana gelmektedir. Yırtıcı kuşlar ise, suyu gagalarıyla içtikleri için artıkları salyalarıyla temas etmez. Gagaları de kemik olduğu için artıkta herhangi bir eser bırakmaz. Buna göre, istihs''nen yırtıcı kuşların artığı olan su pislenmez, ancak ihtiyat bakımından böyle bir suya mekruh denilir.
Bazan şer'i bir delille çatışan kıyas terkedilerek istihsan yoluna gidilir. Kıyasa göre, unutarak yiyip içen kimsenin orucu bozulur, fakat bu kimsenin orucunu bozulmayacağına dair Hz. Peygamber'den riv''yet edilen bir hadis (Buharî, Savm, 26; Müslim, Sıyam,171) sebebiyle kıyas terkedilmiştir. Yine namazda kahkaha ile gülenin, kıyasa göre yalnız namazının bozulması gerekirken, hadisle abdestinin de bozulacağı bildirilmiştir. (Zeylaî, Nasbu'r-Raye, I, 47). İstisn''' (sanatk''ra bir iş ısmarlama) akdinde, akde konu olan şey, akid sırasında mevcut olmadığı için kıyasa göre akdin b''tıl olması gerekirken, her devirde bu türlü akitle mu''mele yapılageldiğinden, onun sıhhati üzerinde icm''' veya örf teşekkül etmiş ve bu yüzden kıyas terkedilmiştir. Bazan zarûret yüzünden kıyas terkedilerek istihsan yapılır. Mesel''; kadının bütün vücudu mahremdir. Fakat, hastalık h''linde doktorun onun bazı uzuvlarına bakması c''iz olur. Burada, "zarûretler haram olan şeyleri mübah kılar" kaidesi uygulanır. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, Hanefilerin uyguladığı istihsan ya nass'a, ya kıyasa, ya icm'''a yahut da zarûrete dayanmaktadır. Bu temele dayanan istihs''nı, başka kavramlar altında da olsa Þ''fiîlerin de kabul etmesi gerekir. Þ''fiî'nin itirazları belki, sadece örf sebebiyle istihsan çeşidini içine alabilir. Çünkü örfün hüküm istinb''tı için bir temel teşkil edip etmemesi bu iki mezhep arasında ihtil''flıdır (bk. eş-Þ''fiî, el-Ümm, VII, 267 vd.; el-Kevserî, a.g.e., I, 23-27; es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; es-Serahsî, el-Usûl, II, 201; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s. 263-273).
Hanefî mezhebi Irak'ta doğmuş ve Abb''sîler devrinde ülkenin başlıca fıkıh mezhebi olmuştur. Mezhep özellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve M''ver''unnehir'de en büyük gelişmesini göstermiştir. Birçok ünlü Hanefî hukukçu bu ülkelere mensuptur. Mağrib'te Hanefîler V. yüzyıla kadar M''likîlerle beraber bulunuyorlardı. Sicilya'da ise h''kim durumda idiler. Abbasîlerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme görülmüşse de, Osmanlı devletinin kurulmasıyla yeniden gelişme olmuş; Osmanlı sınırları içinde, halkı başka bir mezhebe bağlı olan yerlere bile, İstanbul'dan Hanefi mezhebine s''lik h''kimlerin gönderilmesi, mezhebe buralarda resmîlik kazandırmıştır (Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi). Günümüzde Afganistan, Pakistan, Türkistan, Buhara, Semerkand gibi Orta Asya ülkelerinde hanefîlik hakimdir. Bugün Türkiye ve Balkan Türkleri", Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya müslümanları genel olarak Halefîdirler. Hicaz, Suriye Yemen'in, Aden bölgesindeki müslümanların bir kısmı da Hanefidir (Ebû Zehra, Ebû Hanife, terc. O, Keskioğlu, İst. 1966, s. 473 vd.).
Hamdi DÖNDÜREN
içimdeki tüm putlarý kýrdým ve sana yöneldim Rabbim...
Bu geliþimi kabul et, beni benden al, beni sana baðýþla...
-Fussilet-
_____________________________________________
Bugün gam tekkegahýnda feda bir canýmýz vardýr
Gönül abdal-ý aþk olmuþ gelin kurbanýmýz vardýr
Çimende bülbülü gördüm yaman efgan ile söyler
Dili kahhar ile her dem gül-i handanýmýz vardýr
Urfalý Abdi
Oruç nedir?, Orucu Bozan Haller , Ramazan Orucu...