Nisâ / 22. Ayet
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًاۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلًا۟

Geçmiþte olanlar bir yana, babalarýnýzýn nikâhladýðý kadýnlarla evlenmeyin. Þüphesiz bu, çok çirkin bir hayâsýzlýk, Allah'ýn gazabýný celbeden bir günah ve pek iðrenç bir yoldur!

Kabrin Dehşeti

Başlatan ...Tefekkür..., Mayıs 24, 2009, 08:59:58 ÖÖ

« önceki - sonraki »

...Tefekkür...

Kabrin Dehşeti


Okuldan eve döndüğümde açılan kapıdan manidar nağmeler geliyordu kulağıma içli bir sesten:

"Ölüm ayrılık ama, bize bayram sevinci, Hoşnut ise Yaradan yolda bulunmuş inci. Ölüm bize dümdüz yol, onlara bir sarp yokuş; Hakk’a varan yollarda yokuşlar bile pek hoş..!"

Hazırlanmakta olan sofradan nefis kokular geldi burnuma. Güzel bir akşam yemeğinin ardından çayı ocağa koyup kütüphane olarak kullandığımız odaya geçtik. Aile içi münasebetleri menfi etkilediği ve faydasından çok zararı olduğu için evimizde televizyon bulundurmuyoruz. Vaktimiz, şark odası şeklinde tefriş ettiğimiz, kitaplarımız da orada bulunduğundan kütüphane diye isimlendirdiğimiz odada geçiyordu. Günümüzün nasıl geçtiğinden bahsederken çay demlenmişti. Bardağı elime alıp sırtımı duvara yasladım yer minderinde. Öğrencilerimle birlikte gittiğim kitapçıdan yeni aldığım kitabı okumaya başladım. Okudukça rengim atıyor nefes alış verişim değişiyordu. Eşim bunu farketmiş olacak ki okuduğum kitaba, beni etkileyen konuya bakmak istedi. Kabir yolculuğunu anlatıyordu. Konu onun da dikkatini çekmişti. Ne de olsa eninde sonunda hepimiz oraya gidecektik. Kendi okuduğu kitabı bıraktı ve benden sesli okumamı istedi.

Önümdeki sayfada sorgu melekleri Münker-Nekir ve kabir suali anlatılıyordu. Hadis-i

Þeriflere göre bunlar: ''€˜’Rabb’in kim? Dinin ne? Peygamberin kim? Amelin ne?’’ sorularıydı. Doğru cevap veremeyenler için kabir azabı başlayacaktı. İstenilen cevapları verenleri ise kabir nimetleri bekliyordu. Ama şehitlere sorgu-sual yoktu. Bunları okurken: “Allahümmecalne minhüm/ Allahım bizi onlardan eyle’’ diye kabirde nimetlenenlerden olmamız için dua ediyorduk.

Okumayı bırakıp Efendimizin: “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.’’ hadisini mütalaa ettik kısa müddet. Hayalen gözümün önüne bir bahçe gelip misafir oldu en yeşilinden. Neler yoktu ki içinde? Muzlar, kirazlar, elmalar...’’ ve gözün görmediği, kulağın işitmediği, hiçbir beşerin aklına gelmeyen’’ envai çeşit yiyecek içecekler. Cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar, şırıl şırıl akan dereler, göz kamaştıran altından köşkler... Ne büyük bir lütuftu kabrin cennet bahçesi olması. Böyle bir bahçenin çok cüzisine sahip olmak için bile ne yapılsa değerdi. Derken yüzüm buruşmaya iştahım kaçmaya başladı. Hadisin ikinci kısmını tefekkür ediyorduk. Ne feci bir akıbetti kabrin cehennem çukurlarından biri olması. Çukur deyince, Mersin’deki cennet- cehennem mağaralarını hatırladım. Cehennem olarak isimlendirilen yer ne kadar ürpertici! 40-50 m çapında 120 m derinliğinde inmesi çıkması mümkün görünmeyen bir kuyu. Orasının ateşle dolu olup etrafına alevler saçtığını ve içine atıldığımı düşündüm. “Yakıtının taşlar ve insanlar’’ olduğu geçiyordu Kur’an’da. Taşları yakıp eritecek, kül edecek bir ateş. Aman Allah’ım! Tasavvuru bile ne kadar ürperti hasıl ediyordu. Oturduğum yerde terlemeye başladım. Bu akıbete düçar olmamak için nelerden vazgeçmez, hangi fedakarlığı yapmaz ki aklı başında olan insan. Rabbimiz! Kabirlerimizi cennet bahçesi eyle.

Çayı içememiştik, soğumuştu. Zaten o sırada çaydan çerezden vazgeçirmişti kabrin dehşeti. Sayfanın devamında, hadisler ışığında kabir azabına sebep olan ameller anlatılıyordu. Bunlar: ''€˜’İdrardan sakınmamak ve temizlenmemek, gıybet ve nemime yapmak (söz taşımak), borçlu ölmek, ölünün arkasından -kaderi tenkit edercesine- yüksek sesle ağlamak, yalan söylemek, Kur’an öğrenip ahkamıyla amel etmemek, zina yapmak, faiz yemek’’ olarak sıralanıyordu. Okudukça günahlarım aklıma geliyor, yapıp ettiklerime bin pişman olup Aleyhisselatü vesselamdan öğrendiğim: “Allahümme ecirna min azabi’l kabr!/ Allah’ım bizi kabir azabından koru!’’ niyazında bulunuyordum.

Sayfayı çevirdiğimde beni dehşete düşüren, tüylerimi diken diken eden bir cümle çıktı karşıma. Önemine binaen simsiyah ve italik yazılmıştı. “Eğer ölüleri defnetmemeniz endişesi olmasaydı kabir azabının bir kısmını sizlere işittirmesi için Allah’a dua ederdim.” Peygamber Efendimizden nakledilen bu cümle kabir azabının dehşetini gözler önüne seriyordu. Ben bir kere daha Rabb’i Rahimime sığındım, Aleyhisselatü vesselamın sabah akşam sığındığı gibi.

Sesim korkudan titriyordu. Zorlanarak okumaya devam ettim. Kabirdeki azap şekillerini anlatıyordu yine hadislerle. “Kabir sıkması, tokmakla vuruş, bakırdan tırnaklarla yüzleri ve göğüsleri tırmalamak, yılan- akrep gibi haşerat-ı muzırranın ölüyü ısırması, sabah akşam ateşe arz edilmek, ibret olsun diye toprağın cesedi dışarı atması’’ azap şekillerindendi. Bunları okudukça nefis muhasebemi yapıyor, akıbetimden endişe ediyordum. Diğer yandan refikam durmadan: ''€˜''€˜Allahümme ecirna min az''bi’l kabr’’ duasını tekrarlıyordu.

Kitabı ona verip biraz da onun okumasını istedim. Sanki bir tevafuka işaret eder gibi birden konu değişti ve; “kabir azabını kaldıran veya hafifleten ameller’’ başlıklı bir bölüm geldi. Madde madde okudu: “Haramlardan sakınmak, kabir azabından Allah’a sığınmak, cenaze namazı kılmak, şehit olmak, açlık eziyeti çekmek, Mülk suresini okumak, ölenin arkasından dua edip hayır hasenatta bulunmak’’ kabir azabını kaldırır ya da hafifletirmiş. Bunları okuyup kitabı kapattık. Hayırlı evlat yetiştirmek ve anne-babamıza hayırlı evlat olmak üzerine konuşmaya başlamıştık ki yan odada uyumakta olan, Rabbimizin hediyesi oğlumuzun ağlamasıyla sohbetimiz yarım kaldı.

Yatağıma yattığımda bunları düşünüyordum. Acaba kabirde halim nasıl olacaktı? Hz. Sa’d bin Muaz’ı bile sıkan kabir, beni nasıl karşılayacaktı? Bazı zatlar kabri tefekkür etmek ve gaflete dalmamak için evlerinin önüne mezar kazar arada bir içine girip yatarlarmış. Rebi bin Heysem aklıma geldi. O da bunlardanmış. Evinde bir mezar kazdırmış. Kalbinin katılaştığını, gaflete daldığını hissedince kabre girer bir saat kadar kalır tefekküre dalarmış. “Rabbim! Beni dünyaya geri çevir, ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi şeyler yapayım’’ diye yalvarırmış. Mü’minun suresinin: “Nihayet inanmayanlardan birine ölüm gelip çattığında, ''€˜Rabbim, der lütfen beni dünyaya geri gönder, ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım.’ Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.’’ anlamındaki 99-100. ayetlerini okur mezardan çıkarmış. Çıkınca da: “Ey Rebi! Bak geri çevrildin. Çevrilmeyeceğin an gelmeden, iyi amellerde bulun dermiş. Ben de İstanbul’da böyle biriyle karşılaşmıştım ''€˜Deli Ali Abi’diyorlardı. Evinin bahçesine kazdığı mezara zaman zaman girip tefekkür ediyordu. Bu aklıma gelince işte dedim, tefekkür böyle yapılır. Benim gibi Çamlıca tepesinde çay içip boğazı seyrederek değil! Tefekkür, sadece güzel manzara karşısında yapılmaz. Zahiren çirkin ve acı görünen olaylar karşısında da yapılır.

Neden sonra uyumuşum. Kendimi salonda hasta yatarken buldum. Azrail (as) bana akşama kadar mühlet vermiş, ''€˜Akşam gelip ruhunu kabzedeceğim!’ demişti. Başımda ailemden üç kişi vardı; validem, refikam ve beşiğinde herşeyden bihaber uyuyan evladım. Onlar ağlıyordu. Ben şoktaydım. Henüz 26 yaşındaydım ve ölümün bu kadar erken geleceğini hiç hesaba katmamıştım. Ne kadar zamanım var diye saate baktım. Çok az vaktim kalmıştı, yapabileceğim pek bir şey yoktu artık. Tevbe edecek ve arkada kalanlara vasiyette bulunacaktım. Anneme sarıldım sıkı sıkı. Dünyaya gelirken başımda o varmış şimdi giderken yine o. Hakkını ödemem mümkün değilmiş, öyle okudum kitaplardan. Bir de evladına yaptığı dua mutlaka kabul olurmuş. Ondan iki şey istedim; hakkını helal etmesini ve sürekli bana dua etmesini. Eşimin elinden tuttum; “Ağlama beni dinle, ağlamak bir şeyi değiştirmez’’ dedim. “Sana vasiyetim oğlumuzu en güzel şekilde yetiştir, mümkün olursa hafız yap, bana bol bol Kur’an okusun. Ayrıca ona; yaptığı her ibadet ve iyilikten bana da sevap yazılacağını anlat. Beni sevapsız komasın. Senden de ricam bana dua et devamlı; Allah’ın günahlarımı affetmesi, kabir azabı, cehennem azabı çektirmemesi için. Her ay en az bir hatim oku ruhuma. Buna çok ihtiyacım olacak. Benim için sadaka ver. Ve ne olur! Yavrumuzu da alıp mezarıma gel sık sık. Siz benden haber alamasınız da ben sizden haberdar olurmuşum.”

Þuurum yerindeydi. Kabir azabını daha akşam okumuştum ve hepsi aklımdaydı. Eyvah! dedim. Dünyayı baki sandım, ölüm haberli gelir diye, düşündüm, aldandım. Günahlarım ve onların cezası kabir azabı aklıma geldikçe tir tir titriyor, diğer yandan da sıkıntıdan buram buram terliyordum. Cehennem çukuruna atılıyor gibiydim. Ben, ayaklarımı sürüyor, diretiyordum. Ama koluma giren iki görevli zorla ateşe götürüyordu beni. Alevler yüzümü yalamaya başlamıştı ki birden aklıma kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe de olabileceği geldi. Ümitlendim. Akşam hayalime misafir olan bahçe yine geldi. Ne kadar günahkar olsam da Rabbi Rahimim kendini ''€˜’¼affaru’z-Zünub’’ olarak tanıtıyordu. Hem ondan başkasını Rab edinmemiştim. O’nun engin rahmeti beni ferahlandırdı, titremem geçti, terlemem kesildi. Su istedim. Getirdiler. Suyu içerken aniden bir şey hatırladım. Hatırlamamla beynimde şimşeklerin çakması bir oldu. ''€˜Aman Allahım! ben mahvoldum, bittim, tükendim, kurtulmam mümkün değil! diye söylenmeye başladım. Başımı ellerimin arasına alıp sıktıkça sıktım. Presliyordum başımı, ezmek istiyordum. Kul haklarını Allah’ın affetmeyeceği aklıma gelmişti. Hep günün birinde helalleşirim, diye ertelediğim, tüm ikazlara, kendi kendime söz vermeme rağmen önünü alamadığım kul hakları. Rabbim affederdi, amenna. Peki ya kul? Allah kimseyi insanların insafına bırakmasın! Üzerimde hakkı olanlar aklıma geldi; yaptığım gıybetler, ettiğim su-i zanlar, kırdığım kalpler, önemsiz diye, izinsiz kullandığım başkalarına ait küçük eşyalar, yemeğini yeyip çayını içtiğim insanlar, aynı evde kaldığım ev arkadaşlarım, yolculuk yaptığım yol arkadaşlarım, okul arkadaşlarım, iş arkadaşlarım... Hepsi teker teker gözümün önünden geçti. Kaybedecek zamanım yoktu.

Üzerimde hakkı olanlarla helalleşmek için hemen telefona sarılacaktım. Ölümü beklediğim hasta yatağımdan fırladım kalktım. Kanter içinde uyanmış, yatağın ortasında dikiliyordum. Karşımda saat vardı ve sabah namazı vaktini gösteriyordu. Dışarda kuş sesleri ve ağaçların yapraklarına tatlı tatlı çiseleyen yağmur vardı. Taptaze bir bahar sabahıydı uyandığım. Üzerimdeki vebalden kurtulmak için acele etmeliydim... Kul hakkıydı bu, bekletilmeye gelmezdi. Ölümün ne zaman kapımızı çalacağı belli değildi. Randevusuz geliyordu hep, davetsiz misafirdi yani.

Abdest alıp sabah namazını kılmak üzere camiye gittim. Namazdan sonra Rabbime dua ettim ve O’nu da şahit tutarak kendi kendime söz verdim: Artık günahlara karşı çok daha dikkatli olacağım. Sevaplarımı artırmaya uğraşacağım. Özellikle kul haklarına dikkat edeceğim. Hele gıybete, hele gıybete.... Kendim yapmadığım gibi yapanları da engellemeye çalışacağım. Bunu başaramazsam da gıybet edilen ortamdan uzaklaşacağım. Bir şeyler paylaştığım, birlikte bulunduğum insanlarla mutlaka helalleşeceğim. Arkadaşlarımdan ayrılırken, ''€˜kendine iyi bak!’ yerine, ''€˜hakkını helal et’ diyeceğim. Kimsenin hakkında kötü düşünmemeye, kalp kırmamaya gayret göstereceğim. Ne kadar küçük ve önemsiz olursa olsun başkasının eşyasını izinsiz kullanmayacağım. Ne zaman bir mezarlıktan geçsem Fatihalar okuyup dualar edeceğim. Ben ölünce mezarımın yanından geçenler de bana okur umuduyla. Bir de dilimde sürekli: ''€˜Allahümme ecirna min az''bi’l-kabr/ Allahümme ecirna min az''b-ı cehennem’’ dualarıyla dolaşacağım.

Güneş doğmuş, epey yükselmişti. Pencereyi açıp dışardan gelen toprak kokusunu içime çektim, kuşların sabah zikrini dinledim, şehrin hayata uyanışını seyrettim. Sonra, dün akşam bir kısmını okuduğum kitabı yeniden elime aldım. Cehennemi anlatıyor. Cehennem azabının yanında kabir azabının şiddeti devede kulak gibi kalırmış. “Allahümme ecirne minennar’’. “Ya Hafiyyel Eltaf! Neccine mimma nehaf!’’ Ey lütufları gizli olan Allahım! bizi

korktuklarımızdan emin eyle. Amin! Amin! Amin!


Kabrin Dehşeti/ YUSUF ÜNAL
Rabbim,her vesiLede SENÝN keremin saklýdýr,
SebepLer sayýsýnca hamd SANA....

“Benimdir” diye bildiklerim Senindir
Beni bende olanlara bende etme
“Ben” diye bildiðim de Senin emrindir
Beni bende býrakýp Senden etme
Rabbim, yüzümü Sana döndüm
Gönlümü de Sana çevir
Rabbim, bir Seni bir bildim
Sevdalarýmý Sende bitir...