Ocak 03, 2009, 02:42:40 ÖS
İmam Cafer ve Mezhebi
İmam Caferi S''dık (80 -148 H.)
Doğumu Ve Gençlîğî
Kozomoloji (Kevniyy''t = Evrenbilim) Hakkındaki Görüşü.
Cefr İlmi
İmam Cafer İlmî Île Çağdaşlarına Feyz Veriyor.
İmam Cafer Ve Siyaset
İmam Cafer´in Þahsiyet Ve Karakteri
1- İhlası
2- Basiret Ve Îlmi
3- Cömertliği
4- Hilim Ve Müsamahası
5- Sabır Ve Þükrü.
6- Yîğîtlîğî
7- Firasetî
8* Heybeti
İmam Ca´ferin Görüşleri
Tevhld Görüşü.
Kader Görüşü.
Kur´an Hakkındaki Görüşleri
İmam Ca´fer´in Fıkhı
İmam Caferi S''dık (80 -148 H.)
Hicri I. asrın sonunda ve II. asrın ilk yarısında Medineli Münevvere´de nurlu bir irfan kaynağı ve Hz. Ali´nin soyuna mensup bir aile vardı. Þehidoğlu şehid Hz. Hüseyin´in ölümü faciasından beri Ehl-i Beyt mensupları sadece İlimle uğraşıyorlar, atalarının zek'' ve hidayet nurunu aksettiriyorlardı. Onları sahip oldukları şeref, basit işlerle uğraşmaktan ahkoyardı. Bu sayede onlar, daima acısını tattıkları ve hiç faydasını görmedikleri siyasetten uzaklaşarak, ilmî çalışmalara yönelmişler, atadan oğula miras kalan ictihad mevkilerini korumuşlardı.
Ali Zeynel''bidin, İlim ve asalet bakımından Medine´nin önderi idi. Oğlu Muhammed Bakır da ondan İlim ve irşat önderliğini miras olarak almıştı. İsl''m ''leminin her tarafından birçok bilginler ona başvurur, Medine´ye gelen herkes, kendisini ziyaret etmeden gitmezdi. Kendisini ziyaret eden ve Ehl-i Beyt taraftarı gözüken sapıklarla, bürünmüş oldukları gizlilik kisvesi altında din dışı fikirlere sahip olanları azarlar ve hayal kırıklığına uğratarak, yüzüstü geri çevirirdi.
İslam fıkhının büyük İmamlarından Süfyan-i Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Irak fakihîerinin başı Ebu Hanife onu ziyaret eder ve irşatlarından faydalanırdı. Irak´ın re´y ile meşhur olan büyük fakihi Ebu Hanife, Muhammed Bakırla Medine´de ilk karşılaştığı zaman aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
Muhammed Bakır:
? Dedemin yolunu ve hadislerim kııyasla değiştiren sen misin ? dedi.
Ebu Hanife:
trr Sen, sana l''yık olan bir şekilde yerine otur.. Ta ki ben de, bana l''yık olan bir şekilde yerime oturayım: Dedeniz Muhammed?(S. A.)´e hayatında sahabîleri nasıl saygı duyuyorlarsa, aynı şekilde ben de size saygı besliyorum,´dedi.:
Bunun üzerine her ikisi de oturdu ve. Ebu Hanife söze şöyle başladı:
? Size üç sorum var, lütfen cevap veriniz:
1 ? Kadın mı yoksa erkek mi daha zayıftır? Muhammed Bakır:
? Kadın, dedi. Ebu Hanife:
? Kadının mirasta hissesi erkeğe nisbetle kaçtır? diye sordu. O, buna:
? Erkeğin hissesi iki, kadının hissesi birdir, diye cevap verdi.
? Ebu Hanife:
? Dedenizin sözü işte budur. Eğer ben onun dinini değiştirmiş olsaydım, kıyasa dayanarak, erkeğe bir, ,kadma iki hisse verilmesini söylerdim. Çünkü kadın erkeğe nazaran daha zayıftır, dedi.
2 ? Namaz mı, yoksa oruç mu daha efdaldır?
İmam Muhammed Bakır, Ebu Hanife´nin bu sorusuna:
? Namaz daha efdaldır, cevabını verdi. Ebu Hanife:
? Bu da dedenizin sözüdür. Eğer ben onu değiş tirşeydim, kıyas gereğince kadının ayh''linden temizlendikten sonra namazı kaza etmesini, orucu da kaza etmemesini emrederdim, dedi.
3 ? İdrar mı, yoksa meni mi daha pistir?
Ebu Hanife´nin bu sorusuna da Muhammed Bakır:
? İdrar daha pistir, diye cevap verdi. Ebu Hanife:
?Dedenizin dinini kıyasla değiştirseydim, idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra da abdest alınmasını söylerdim. Fakat, kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allah´a sığınırını, dedi.
Bunun üzerine Muhammed Bakır kalkıp Ebu Hanife´yi kucakladı, yüzünden öptü ve ikramda bulundu.
Bu olaydan anlaşılıyor ki, Muhammed B''kır´ın İmamlığını bütün bilginler kabul ediyor, kendi görüşleri hakkında ona bir nevi hesap veriyor ve onun başkanlığını kendi istekleriyle teslim ediyorlardı; t'' ki o, kendilerine doğru yolu göstersin.
Muhammed Bakır, bütün sahabilere saygı gösterir, özellikle Ebu Bekr ve Ömer´i (R.A.) hepsinden üstün tutarak, şöyle söylerdi: «Ebu Bekr ve Ömer´in üstünlüğünü tanımayan Sünneti tanımamaktadır. Muhammed Bakır, bir gün dostlarından C''bir el-Cufî´ye şöyle söylemiştir: «Ey C''bir, Irak´ta bizi sevdiğini söyleyen, Ebu Bekr ve Ömer´e dil uzatan ve kendilerine benim böyle emrettiğimi iddia eden bir topluluk türemiş. Onlara, benim kendilerinden beri olduğumu söyle. Allah´a and olsun ki eğer ben halîfe olsam, onların hepsini Allah için öldürürüm. Eğer Ebu Bekr ve Ömer´e Allah´tan rahmet ve mağfiret dilemesem, Hz. Peygamber´in şefaatından mahrum kalırım. Allah´ın düşmanları onları hakkıyla tanıyamazlar.»
Muhammed Bakır, Kur´an ve îsl''m fıkhını, açıklayan, şeriatın hikmetlerini kavrayan ve onun amaçlarını tam olarak anlayan bir zat İdi. O, hem Ehl-i Beytin hadislerini, hem de hiç bir fark gözetmeksizin bütün sahabîlerin hadislerini rivayet ederdi.
Ruhi olgunluğu, kalbinin nuru, idrakinin büyüklüğü sayesinde o, ahl''kî ve içtimaî konularda pek çok kıymetli sözler söylemiştir ki bunların her biri, insanı yüceltmeye k''fi gelir. Burada misal olarak onun şu sözlerini naklediyoruz: «Bir insanın gönlüne bir miktar kibir girerse aklından o kadar eksilir*. Oğlu Ca´fer´e yaptığı nasihattan:, Yavrucuğum, tenbellik ve bezginlikten sakın. Çünkü bunlar, her türlü fenalığın anahtarıdır. Eğer tenbellik edersen hakkı yerine getiremezsin. Bezginlik gösterirsen hakka karşı sabredemezsin,» Hikmetli başka bir sözü: «Zenginleri seven bir bilgin görürseniz bilin ki o, dünya ehlidir. Bir zaruret olmaksızın hükümdarın yanından ayrılmayan bir bilgin görürseniz bilin ki, o da hırsızdır.»
Ona göre, farzları yerine getirerek İlim tahsil etmek, zahitük-ten hayırlıdır. O, İlim adamı hakkında şöyle söylemiştir. «Allah´a and olsun ki bir ''limin ölümü, şeytan için yetmiş ibadet ehlinin ölümünden daha sevindiricidir.»
Muhammed Bakır, 114 H. yılında ölmüştür. Ebu´1-Fid'', Tarih´inde onun 115 H. yılının başında öldüğünü söylemektedir.
îşte İmam Muhammed Baku-, bu vasıfta bir insan olup ilmi ve ilmin gayelerini hakkıyla kavramıştır, bayatını anlatmak istediğimiz îmam Ca´fer´in babası işte budur. Muhammed B''kır´ın durumundan, onun hangi sül''leye mensup olduğunu bilmek kolayca mümkündü. Çünkü güzel ahl''k, insanlık ve hakîkata yönelme gibi meziyetlerinin üstünde o, daima gençlere her yönden güzel örnek
olurdu.
İmam Ca´fer´in babası olan bu büyük insan ?Muhammed Bakır?, kendisine eş olarak şerefli Arap kızlarından el-K''sım b. Muhammed b. Ebi Bekr´in kızı, yani Hz. Ebu Bekr´in torunu Ümmü-Ferve´yi seçmiştir. Böylece îmam Ca´fer´de hem Hz. Ali´nin yiğitliği, hem de Hz. Ebu Bekr´in vefak''rlığı birleşmiştir. Ayrıca onun kanında Hz. Ali´nin İlim deh''sı ile Hz. Ebu Bekr´in sabır ve ağırbaşlılığı kaynaşmıştır. el-Milel Ve´n-Nihal yazarı Þehrist''nî onun şeceresini şöyle özetler: «Ca´fer, baba tarafından; Hz. Peygamber´e, ana rafından da Hz. Ebu Bekr´e dayanmaktadır.»[2]
Doğumu Ve Gençlîğî
Ebu Abdillah Ca´fer-i Sadık işte böyle şerefli bir baba ve dededen doğmuştur. Ehl-i Beyt ilminin saf ve berrak kaynağı içerisinde yetişip büyümüş ve böylesine şerefli bir ailenin gölgesinde yaşamıştır. O devrin ''deti üzerine diğer Ehl-i Beyt mensupları gibi o da çocuk denilecek bir yaşta kendisini ilme vermiştir. Bütün Hİcaz´lıların gönüllerinde yaşayan, fazilet, şeref ve güzel ahl''k sahibi olduğu herkesçe kabul edilen dedesi Ali Zeynel''bidin´i görmüştür. İmam Ca´fer-i Sadık´ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hicrî 80 veya 83 yılında doğduğu söylenmektedir. Bazıları, onun, bu tarihlerden daha önce doğduğunu ileri sürmektedir. Genellikle Hicrî 80 yalında doğduğu kabul edilmektedir ki amcası İmam Zeyd de aynı yılda doğmuştur. Bu tarih, aynı zamanda Irak´ın büyük fakîhi îmam Ebu Hanifenin de doğum tarihidir. Buna göre, dedesi Ali Zeynel''bidin öldüğü zaman o, 14 yaşında olup fikrî erginlik çağına ulaşmıştı. Gençliğinde, dedesi Ali Zeynel''bidin ve babası Muhammed Bakır gibi parmakla gösterilen önemli iki kaynaktan feyz almıştır.
O, Medine´nin İlim muhitinde büyük şahabı ve tabiîlerin İlim ve hadisle uğraştığı bir çevrede yetişmiştir. Þüphesiz o, dedesinin yanından ayrılmamakla beraber, hadis ile uğraşan tabiilerin meclislerine Öalar ve onlardan büyük dedesi Hz. Muhammed´in ilmini almakta hiç bir tereddüt göstermezdi. Çünkü, Hz. Peygamber´in İlim ve hadisleri bütün sahabîlerin arasında yayılmıştı; Bazı hadisleri, bir lasjm sahabîler işitmemiş olsalar da, sahabîlerin hepsinin onları işitmemiş olması düşünülemez. Dolayısıyla, sahabîlerin bütününün v''kıf olmadığı bir hadis yoktur. Çünkü bir kısmının duymadığı bir hadîsi, diğer bir kısmı işitip öğrenmiştir. Hz. Peygamber´in ilmini almak isteyenler, bu ilme sahip olanlar arasında fark gözetmez. İşte Hz. Ali´nin teiniz soyundan gelen bu yüksek şahsiyetler de, kendilerini tamamen ilme vermişler ve bu ilmi kimde bulmuşlarsa ondan faydalanmışlardır. İlim bir adam şekline girecek olsa, şüphesiz onu mütevazı bir adam olarak görürdük. Bunun içindir ki bu İmamların, İlim ehline karşı kibirli davranmaları ve sahabîler arasında şu veya bu şekilde bir fark görmek suretiyle ilmi asıl kaynaklarından almamaları düşünülemez.
İmam Ca´fer, tahsil çağında hayatta bulunan Ibni Þihab ez-Zührî gibi Medine´de Hz. Ömer´den ve talebesi olan bazı sahabîlerden İlim öğrenmiş bulunan bilgin tabiilerden ders almıştır. Bu tabiîlerin bir kısmı, Ehl-i Beyt´e karşı özel bir ilgi gösteriyordu. Mesel'', Jbni Þihab ez-Zührî ile îmam Ca´fer´in yaşıtı olan îmam Zeyd arasında hususî bir ilgi vardı. Dolayısıyla Ehl-i Beyt ile tabiîlerin ilmî alış-verişl´eri çok sıkı idi. Çünkü hepsi Hz. Peygamber´e dayanmaktaydı.
Burada işaret etmek istediğimiz bir husus da şudur: İmam Ca´fer´in ailesi ile Ebu Bekr Sıddık ailesi arasında önemli bir bağ vardır. Çünkü Ca´fer´in annesi Hz. Ebu Bekr´in torunu el-K''sım b. Muhammed´in kızıdır. el-K''sım b. Muhammed, halası Hz. Âîşe´nin yanında yetişmiş ve ondan bir çok hadis rivayet etmiştir. el-K''sım b. Muhammed, aynı zamanda Medine´Ii yedi fakihten biridir, îlmini bu fakihlerden almış olan İmam M''lik, el-Muvatta´ adlı eserinde en çok bunların İlimlerini toplamıştır. Kısaca, Medine´deki ilmi çalışmalar, İmam Ca´fer´in ailesini de içine almaktadır.
Her tabii, kendisine ulaşan hadisleri topluyor ve onları rivayet etmek isteyenlere aktarıyordu. îmam Ca´fer, annesinin babasına-yetişmiş, ondan İlim tahsil etmiştir. Yani,anne - babası olan el-K''sım b. Muhammed 108 H. yılında öldüğü zaman Ca´fer talebelik- devresini geçirmiş ve olgun bir yaşa ulaşmıştı. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi el-K''sım b. Muhammed, hem Hz. Âişe´den, hem de Abdullah b. Abbas´dan İlim almış olup Hz. Ali onun babası Muhammed b. Ebi Bekr´i öz oğlu gibi severdi. Çünkü Hz. Ali, Ebu Bekr Siddîk´dan dul kalan el-Kasım´m baba-annesi ile evlendikten sonra, el-K''sım´ın babası Muhammedi kendi evine almıştı.
el-K''sım; halası Hz. Âişe´den ve Hz. Hasan, Hüseyin ve Abdullah b. Abbas gibi H''şimî büyüklerinden hadis rivayet etmiştir. Aynı zamanda o, bir fakîh olupL hadisin metnini, Kur´an ve meşhur ha-´ dişlere kıyas ederek, eleştirirdi. Buna göre o, hem fakih hem de muhaddis idi. Talebesi Ebuz-Zin''d Abdullah b. Zekvan, onun hakkında ?el-K''sım´dan daha bilgin bir fakih, Sünneti ondan daha iyi bilen bir kimse görmedim.´» demiştir. O, çok dindar, derin bir fıkıh ve dikkatli bir rivayet metoduna malik olmakla beraber, h''diseler karşısında himmet, azim ye keskin .bir görüşe sahipti. İmam M''lik, Ömer b. Abdilazîz´den «Eğer elimde olsaydı, el-K''sım´ı yerime halife olarak gösterirdim.» dediğini rivayet etmiştir.
İşte İmam Ca´fer´in ilmî çalışmalarını ilerlettiği, bir devirde bu dedesi el-K''sım yaşamakta idi.
İmam, Ca´fer-i S''dık, İlimle uğraşırken ve bu yolda ilerlerken babası ölmüştür. O zaman kendisi 34 veya 35 yaşında idi. Olgunluk çağı olan 40 yaşına ulaştığı zaman hem hadis, hem de fıkıh ilmini elde etmiş ve bütün fakihlerin görüşlerini ehemmiyetle öğrenip en sağlam olan görüşleri bulmaya çalışmıştır.
îmam Ebu Hanîfe´den şöyle rivayet edilir:
«Halife el-Mansur buna; «Ey Ebu Hanife, halk Ca´fer b. Muhammed´e hayranlık duymaktadır. Ona sormak üzere en zor meseleleri tesbit et.» dedi. «Ben de, onun için 40 mesele hazırladım.» Bundan sonra iki İmam Hîre´de el-Mansur´un huzurunda karşılaşmışlardır. Ebu Hanife, bu karşılaşmayı da şöyle anlatır:
«el-Mansur´un huzuruna girdiğim zaman Ca´fer b. Muhammed sağında oturuyordu. Onu görünce içimde öyle bir korku belirdi ki bu, el-Mansur´un heybetinden değil, Ca´fer-i Sadık´in heybetinden geliyordu. Sel''m verdim ve Halife bana oturmamı işaret ettikten sonra, ona dönüp beni göstererek, îşte Ebu Hanife´dir, dedi. Ca´fer i Sadık da «evet» dedikten sonra Halife bana dönüp, ey Ebu Hanîfe, meselelerini Ca´fer´e sor, dedi. Ben hazırladığım meseleleri ona tek tek sordum. O; sîz bu hususta şöyle diyorsunuz. Medîneliler şöyle diyor, biz de böyle diyoruz... B''zan aramızda görüş birliği oluyor, b''zan da birbirimize muhalefet ediyoruz, dedi. Nihayet sorduğum 40 meselenin hepsini cevaplandırdı.»
Ebu Hanîfe, bunları anlattıktan sonra, «İnsanların en bilgini, onların ihtil''flarını en iyi bilendir.» demiştir.
İmam Ebu Hanife doğru söylüyordu. Çünkü fakihlerin ihtilaflarını, görüşlerini, işbat için ileri sürdükleri delilleri, en doğru olan görüşe ulaşmak için kullandıkları metodları bilmek şarttır.İşte Ca´fer-i S''dık, böyle bir bilgiye sahip olduktan sonradır ki, görüşler arasında bir karşılaştırma ölçüsü bulabilmiştir. Onun fıkhı, ne Irak ne de Medine fıkhının aynıdır. O, kendine has bir fıkıh meydana getirmiştir. Gerçi Irak, Medine ve îmam Ca´fer´in fıkhı da Kur´an-ı Kerim ile Hz. Peygamber?in Sünnetinin gölgesinde doğup büyümüştür.[3]
Kozomoloji (Kevniyy''t = Evrenbilim) Hakkındaki Görüşü
İbni Hallik''n, «Vefey''tu´l-A´y''n» adlı eserinde Ca´fer-i S''dık´ı şöyle tanıtır: «îmamiyye mezhebinin oniki İmamından biridir. Ehl-i Beyt´in ulularından olup sözünde sadakatli olduğu için «S''dık» l''kabını almıştır. Üstünlüğü herkesçe bilinmektedir. Sufî ve Tarsuslu C''bir b. Hayyan onun talebesi idi. C''bir b. Hayyan, Ca´fer-i S''dık´ın beşyüz adedi bulan risalelerini bin varaklık bir kitapta toplamıştır. Ca´fer-i S''dık, Medine´deki Bakî´ mezarlığında yatmakta olan babası Muhammed Bakır, dedesi Ali Zeynel''bidin ve dedesinin amcası Hasan b. Ali´nin kabrine defnedilmiştir. Onun yattığı mezar işte böyle mübarek ve şerefli bir yerdir».[4]
Bu ifadeden şu iki husus anlaşılmaktadır:
1 ? Büyük bir kimya bilgini olan; tabiat, kimya ve akaide dair bir çok eserleri bulunan C''bir b. hayyan, C''fer-i S''dık´ın talebesidir.
2 ? C''bir b. Hayyan´m neşrettiği bu beşyüze yakın risale aslında Ca´fer-i S''dık´a aittir. Fakat bu husus tetkike muhtaçtır. Çünkü C''bir´e nisbet edilen bu risaleler, Ca´fer-i S''dık´a ait olsaydı, C''bir´in bunu, açıkça ona nisbet etmesi gerekirdi. C''bir, şiiliğe temayülü olan bir kimsedir. O halde, Hz. Ali soyundan olan çağındaki en büyük İmamın sözlerini ona nisbet etmeksizin nakletmesi akla yatmaz. Ancak, C''bir, bu risalelerin Ca´fer-i S''dık´tan aldığı ilham ve işaretlerin eseri olduğunu söylemiştir.
Bu risalelerin İmam Ca´fer´e nisbet edilişi ne derecede doğrudur, bilemiyoruz. Ancak, İmam Ca´fer´in bu İlimlerle uğraştığı anlaşılmaktadır. Zira, onun zek'' ve manevi gücü, her çeşit ilmi öğrenmeye kendisini sevketmiştir. İmam Ca´fer´in Kozmoloji (Evren bİlim = Kevniyy''t) ile uğraştığına dair elimizde birçok delil vardır. O, bu ilmi Allah´ı bilmek, Otoun vahd''niyyetini isbat etmek hususunda bir v''sıta olarak kullanırdı. O, bu konuda, Kur´an´m k''inat hakkında insanları düşünmeye davet ettiği metoda uyardı. Mufaddal b. Amr´e iml'' ettirdiği «Risale tu´t-Tevhîd» adlı eserinde güneş, gece ve´gündüz, karanlık ve ışık hakkında şöyle söylemektedir:
«Gündüz ve gece devletini ayakta tutmak içîn güneşin doğuş ve batışını düşününüz. Eğer güneş doğmasaydı dünyamız saçma bir şey olurdu. İnsanlar maişetleri için çalışamazlar, kapkaranlık bir dünyada işlerini yürütemezlerdi. Onlar, ışığın tadını kaybettikten sonra hayatta hiç bir saadet duyamazlardı. Güneşin doğusundaki faydalar açıktır, onları uzun uzun anlatmaya ihtiyaç yoktur... Güneşin batışını düşününüz. O batmasaydı insanlar için huzur ve sükûn olmazdı. Halbuki onlar, bedenlerini dinlendirmek, duygularını toparlamak, yediklerini sindirmek, besinleri organlarına yararlı olacak bir şekilde hazmedecek sindirim cihazlarını harekete geçirmek için huzur ve istirahata nekadar muhtaçtırlar. İnsanları yeniden ve sürekli olarak çalışmaya sevkeden şevk, böyle bir istirahattan sonra ortaya çıkmaktadır. İnsanların çoğu, gecenin karanlığı basmasaydı kazanmak, biriktirmek ve mal sahibi olmak için hiç istirahat etmezdi. Ayrıca yer yüzü, güneşin sürekli ışın ve sıcaklığı altında durmadan ısınırdı. Allah, hikmet ve tedbiri ile güneşin belirli vakitlerde doğuş ve batışını takdir etmiştir. Tıpkı bir evin l''mbası gibi, ev halkı ihtiyaçlarını gidersin diye bir müddet çevresini aydınlatmakta, sonra onların istirahat ve huzurlarını sağlamak için sönmektedir. Böylece, karanlık ve ışık, birbirine karşıt olmakla beraber, dünyanın nizamını sağlamak için biri diğerini desteklemektedir.
«Bundan sonra güneşin yükselişini, yılın dört mevsimini meydana getirmek için alçalışını, bunlardaki tedbir ve maslahatı düşününüz! Kışın ağaç ve bitkiler üzerindeki ısı azalıyor, bunlar meyve ve ürün verme hazırlığı yapıyor, hava yoğunlaşıyor, dolayısıyle bulut ve yağmurlar meydana geliyor, hayvanların vücutları kuvvet ve sağlamlık kazanıyor. Bahar olunca, canlılara bir hareket geliyor, doğrucu unsurlar ortaya çıkıyor, bitkiler filizleniyor, bir süre sonra da çiçekleniyor. Hayvanlar çiftleşerek yavrulamaya hazırlanıyor. Yazın hava ısınıyor, meyveler olgunlaşıyor, vücutlardaki fazlalıklar atılıyor, yeryüzü kuruyarak iş ve bina yapmaya elverişli bir hale geliyor. Güzün hava berraklaşıyor, hastalıklar gidiyor, vücutlar sağlamlaşı-yor ve geceler uzuyor!.. Hava bu mevsimde gayet güzelleşiyor ve türlü faydalar meydana geliyor... Yılın devretmesini sağlamak için güneşin oniki burcu dolaşmasını ve bundaki tedbiri düşününüz t Dört mevsim işte bu devir sayesinde meydana gelmektedir.»[5]
Bu ifadelerin Ca´fer-i S''dık´a nisbeti doğru ise onun kozmoloji, burçlar ve yıldızlar hakkındaki İlimlerle uğraştığı bir gerçektir.
Adı geçen risalenin, Ca´fer-i S''dık´a nisbetini reddedecek bir delile sahip değiliz. İmamiyye (Ca´feriyye) mezhebi mensupları, bu risalenin İmam Cafer´e ait olduğunu kabul etmektedirler. Kesin bir delil olmadıkça bir çok bilginlerin kabullendiği bir görüşü reddetmek doğru değildir. Çünkü bir delile dayanmaksızın herhangi bir fikri ortaya atıp kabul ettirmek, ilmi de İlim geleneğini de temelinden yıkar. Düşünebilenler, böyle bir yola baş vurarak, delilsiz bir d''vayı ortaya atmazlar.
Tarihçiler, Ca´fer-i S''dıkla C''bir b. Hayyan arasındaki ilgiyi kabul etmektedirler. C''bir, itikad ve İman esasları konusunda îmam Ca´fer´den ders almış ve onun görüşlerini benimsemiştir, İmam Ca´fer´in, eşyanın mahiyetleri, madenlerin özellikleri ve eşyanın birbiriyle karışımından çıkan neticeler üzerinde durduğunu yine tarihçiler anlatırlar. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, adı geçen risalenin ihtiva ettiği bilgilerin, hiç olmazsa, büyük bir kısmı İmam Ca´fer´e aittir.
İmam Ca´fer, İsl''m ''leminde felsefî İlimlerin Arapçaya girmeye, felsefe ekollerinin kurulmaya ye araştırmaların düzenli bîr şekil almaya başladığı bir çağda yaşamıştır. Çünkü Emevîlerin sonuna doğru ve Abbasîlerin ilk devirlerinde, Süryanîler ve başkaları vasıtasıyla İsl''m düşüncesine Hint ve Yunan düşüncesi girmeye başlamıştır.[6]
Cefr İlmi[7]
İmam Ca´fer´in propagandasını yapanlar, onun İlim ve incelemeleriyle yetinmezler; ona, çalışıp okumakla öğrenilmeyen, fakat Peygamber (S.A.V.)´in Hz. Ali´ye verdiği ve onun da, Peygamber´-den aldığı vasiyet üzere, kendisinden sonra gelen oniki İmama devrettiği bir İlim nisbet ederler, işte onlar oniki İmamdan altıncısını teşkil eden İmam Ca´fer´e nisbet olunan bu ilme «Cefr ilmi» adını vermişlerdir.
Cefr kelimesi, aslında, kemikleri irileşmiş ve sertleşmiş kuzuya denir. Bu kelime, daha sonra deri m''nasına kullanılmıştır, İmam Ca´fer´in Cefr ilmine sahib olduğunu iddia edenlere göre bu İlim, tahsille elde edilmeyen ve Allah katından verilen bir ilmin adıdır. Günümüzdeki bazı şiî yazarları bu konuda şöyle derler: «Cefr ilmi, dünyanın sonuna kadar meydana gelecek h''diselerin bilinmesini sağlayan harflerin ilmidir. İmam Ca´fer´in Cefr ilmine sahip olduğu kendisinden nakledilmiştir. O, bu ilmi şöyle anlatmıştır: Cefr, deriden bir kap olup geçmiş İsrailoğulları bilginlerinin ilmi onun içindedir. O bilginlerden Cefr´e dair birçok şey bize kadar gelmiştir. Bu ilmi ve onunla ne kasdedildiğini bilmesek de, Cefr ilminden bahseden bazı hadisleri biliyoruz. Bu İlim, îsrailoğulları bilginlerinin faydalandığı kaynaklardandır. Allah, bu şerefli ilmi onlara ihsan etmiştir»[8].
Muhammed b. Yakub el-Kuleynî (el-Kulînî, Öl. 328 H.) «el-K''fi» adlı eserinde ? bu eser, İsn''-Aşeriyye mezhebine göre kaynak vazifesi gören dört hadis kitabından biridir? şöyle demektedir: «Cefr1-de Musa´nın Tevratı, isa´nın İncili ve bütün Peygamber ve vasilerin, geçmiş îsrailoğulları bilginlerinin İlimleri, hel''l, haram, olmuş ve olacak şeylerin ilmi mevcuttur. Cefr iki kısma ayrılır: Birinci kısmı keçi derisi üzerine yazılmış kitaplar, diğeri de koç derisi üzerine yazılmış kitaplardır.»
el-Kuleyni, el-K''fi´sinde aynen şunları da söylerler: «İmam Ca´fer-i S''dık şöyle demiştir: Bu gün sabahleyin, Allah´ın Hz. Mu-hammed´e ve O´ndan sonra gelecek olan İmamlara özel olarak vermiş olduğu Cefr kitabına baktım. Orada bizim gaib İmam (bu onikinci İmanıdır)´m doğuşunu, S''mmarra´da kayboluşunu, geri dönüşündeki gecikişini, ömrünün uzunluğunu, o zaman mü´minlerin karşılaşacağı bel''ları, kalblerinde şüphelerin doğuuşnu, çoğunun dinlerinden dönüşünü ve Kur´anda Allah´ın, «Her insanın amelini kendi boynuna doladık»[9] ''yetiyle işaret buyurduğu İsl''m bağını, yani velayeti omuzlarından atışını düşündüm.»
«Ey Peygamber´in torunu, bildiğin bu İlimle bizi birazcık şereflendirmez misin?dedik. O da bize şöyle cevap verdi: Allah, bizden gelecek kaim´e peygamberlerinin sünnetlerinden bazı şeyler ihsan etmiştir. Mesel'', Nuh´un sünnetinden uzun ömürlülüğü, İbrahim´in sünnetinden gizlice doğmayı ve insanlardan uzak yaşamayı, Musa´nın sünnetinden başkalarını korkutma ve gözden gaip olmayı, İsa´nın sünnetinden kendisi üzerinde insanların ihtil''fa düşmesini, Eyyub´un sünnetinden sıkıntıya uğradıktan sonra ferahlığa kavuşmayı, Muhammed´in sünnetinden de kılıçla ortaya çıkmayı vermiştir. Kaim, işte O´nun hidayetine uyar ve O´nun yolundan gider.»[10]
Bundan sonra el-K''fî´de, Cefr´in İmam Ca´fer´e verilen bir kitap olduğu ve onun zaman zaman bu kitaba başvurarak olmuş ve olacak şeylere ait gayb ilmini gerek harfler, gerek remzler, gerekse haberler vasıtasıyla bildiği anlatılmaktadır. Bir kısım Ca´ferüerin iddiasına göre Cefr, her İmamın kendisinden sonra gelen İmama bıraktığı bir kitap veya İlimdir. Daha sonra el-Kuleynî, el-K''fî´sinde aynen şöyle demektedir:
«Allah Teal'', Peygamberine bir kitap indirdi. Bu kitabı getiren Cebrail, ey Muhammed, bu senin asil (necib)´lere vasiyyetindir, dedi. Muhammed de, ey Cebrail, asiller kimlerdir? diye sordu. O da: Ali ve evl''tlarıdır, dedi. Bu kitap üzerinde altın mühürler vardı. Hz. Muhammed, aldığı bu kitabı Ali (R.A.)´ye verdi. Ona mühürlerden birini açıp onunla amel etmesini söyledi. Sonra Hz. Ali, bunu oğlu Hasan´a verdi. O da bunun bir mührünü açıp onunla amel etti. Sonra Hasan, onu kardeşi Hüseyn´e verdi. Hüseyn de onun bir mührünü açınca kendisine; ailenle birlikte şehid olmaya çık; onlara şehid-lik, ancak seninle nasip olacaktır. Canını Allah´a sat ...denildiğini gördü.»
«Daha sonra o, bu kitabı oğlu Ali Zeynel''bidin´e verdi. O da, bunun bir mührünü açınca kendisine; başını eğerek sus, evine çekil, ölünceye kadar Rabbma ibadet et, diye emredildiğini gördü. Sonra o, bunu oğlu Muhammed Bakır´a verdi. Muhammed Bakır da, bunun bir mührünü açınca; insanlara anlat, onlara fetva ver, Ehl-i Bey t´in İlimlerini yay, salih atalarını doğrula, Allah´tan başka kimselerden korkma, sana kimse dokunamaz... sözleriyle karşılaştı. Sonra onu Ca´fer-i S''dık´a verdi. O da, bunda;*insanlara anlat, onlara fetva ver, yalnız Allah´tan kork, Ehl-i Beyt´in İlimlerini yay, atalarını doğrula. Çünkü sen eman ve muhafaza altındasın... sözlerini gördü.»[11]
İsl''m bilginleri, İsn''-aşeriyyeden Cefr ilmi hakkında bir çok şeyler nakletmişlerdîr. Kimisi bu mezhebe bağlı olanların görüşlerini açıklamak, kimisi de onlarla alay etmek için Cefr´den bahsetmiştir. İbni Kuteybe, «Uyûn´l-Ahb''r» adlı eserinde şöyle anlatır: Talha b. Musarrif der ki: Ben abdestli olmasaydım şiüerin Cefr´e dair sözlerini size anlatırdım. Zeydîlerin reisi olan Harun b. Sa´d el-İclî de bir manzumesinde şöyle demiştir:
«Görmez inisin Rafizîleri, bölük bölük oldular! Hepsi de kötü sözler söyler Ca´fer hakkında Onlardan bir bölük, il''h dedi ona.[12] Diğer bir bölük de tertemiz peygamber dedi. Eğer onların sözünden razı olursa Ca´fer, Allah için ben Cafer´i bırakırım. Cefr derisine şaşarım onların. Cefr´le uğraşanlardan Allah´a sığınırım.» Bu şiirde yer alan şu beyt dikkati çekmektedir: «Onlar fil sırtlandır, zinci kızıldır Deselerdi daha doğru söylemiş olurlardı».[13] Ebu´1-Al'' el-Maarrî de, Cefr hakkında şöyle söylemiştir: «Hayret ettiler Ehli Beyte, İlimleri Cefr derisinde gelince. Küçük olduğu halde müneccimin aynası, Çöl olsun, mamur olsun gösterir her yeri.»
Cefr hakkında söylenilenlerin bir kısmı bunlardır. Burada şu üç noktayı belirtmek bizim için bir vazifedir:
1 ? Biz, Cefr ile ilgili sözlerin İmam Cafer-i S''dık´a nisbetini kabıü etmiyoruz. Çünkü Cefr, gayb ilmi ile al''kalı bir şeydir. Gayb ilmini ise, Allah kendi zatına hasretmiştir. Kur´an-ı Kerim´de Hz. Peygamber´e şöyle buyurulmuştur: «De ki: ben nefsim için ne bir hayra, ne de bir kötülüğe m''likim. Ancak Allah´ın dilediği müstesnadır. Ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim. BaAa hiç bir kötülük de dokunmazdı.»[14]
Allah, Peygamberine gaybe ait bir takım bilgiler vermiştir. Fakat, O´na bunları mu´cize olmak üzere vermiştir. Nitekim Kur´an´-daki şu ''yetler böyledir: «Elif L''m Mim, Rumlar (Bizanslılar) yenilgiye uğradı, yakında bir yerde. Halbuki onlar, bu yenilgilerinin ardından galip olacaklar, bir kaç yıl içinde, Önünde de sonunda da emir Allah´ındır. Ogün mü´mlnler de sevinecek, Allah´ın yardımıyla. O, kimi dilerse ona yardım eder. O, pek güçlüdür ve pek esirgeyicidir.»[15]
Cefr´i kabul etmemek, îmam Ca´fer´in değerini azaltmaz. O, Allah´ın dininde bir İmam ve hüccet olup İmam Ebu Hanife ve M''lik gibi büyük fakihler, Süfyan-ı Sevrî ve Süfyan b. Uyeyne gibi büyük muhaddisler ondan İlim almışlardır.
2 ? İmam Cafer´e nisbet edilen Cefr ile ilgili rivayetlerin çoğu el-Kuleynî yoluyla gelmektedir. Bu el-Kuleynî, aynı zamanda İmam Ca´fer´in Kur´an´da eksiklik bulunduğunu söylediğini de rivayet etmiştir. El-Kuleynî´nin Kur´an´la ilgili bu rivayetinin yalan olduğunu, İmam el-Mardî ve öğrencisi et-Tusî gibi Isn''-Aşeriyye´nin büyük İmamları ortaya koymuş ve İmam Ca´fer´den bu rivayetin tam aksini nakletmişlerdir. Asılsız bir şeyi böyle bir İmama nisbet ederek rivayet eden kimsenin bütün rivayetleri, hakikat araştırıcıları nazarında kabul edilmeye l''yık değildir.
3 ? Ca´ferî Mezhebi bilginleri, şimdi de İmam Ca´fer için yaz-dızları haltercemelerinde Cefr ile ilgili rivayetleri ona nisbet ediyorlar. Fakat bunları teyid edecek herhangi bir şey ortaya koyamıyorlar, sadece onları nakille yetiniyorlar.
Bana göre Cefr fikrini, Îsn''-Aşeriyye mezhebine sokanlar Hat-t''bîlerdir. Makrîzî´nin «el-Hıtat» adlı eserinde şöyle denilmektedir: «Hatt''bilerin hepsi Ca´fer-i S''dık b. Muhammed´in kendilerine «Cefr» denilen bir deri bıraktığını, bu deride ihtiyaç duydukları bütün gayb İlimleri ile birlikte Kur´an tefsirinin bulunduğunu iddia etmişlerdir.»[16]
Hatt''blerin başı olan Ebu´l-Hatt''b Muhammed b. Ebî Zeyneb´in sözlerini İmam Ca´fer´in nasıl reddettiğini ileride göreceğiz.[17]
Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!