Bakara / 173. Ayet
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Allah size leþi, kaný, domuz etini ve Allah'tan baþkasý adýna kesilen hayvanlarýn etini haram kýldý. Bununla birlikte, kim yemediði takdirde ölecek derecede mecbur kalýrsa, baþkasýnýn hakkýna tecavüz etmemek ve zaruret sýnýrýný aþmamak kaydýyla bunlardan yemesinde bir günah yoktur. Çünkü Allah çok baðýþlayýcýdýr, çok merhametlidir.

Muhammedi Aşk

Başlatan Edeb, Temmuz 23, 2010, 01:32:01 ÖS

« önceki - sonraki »

Edeb

Muhammedî Aşk Nedir?



Ey Allah’ın Rasûlü! Ne mutlu Sana!
Senin aşkına düşen ve vurgunun olan,

Yüzüne müşt''k ve cem''line hayran olan,

D''ima hasret ve vuslat ümidiyle yaşayan,

Sofralarını ve sohbetlerini Seninle süsleyen,

İns’ten meleğe kadar sayısız perv''nelerin var.

* * *

Aziz Sultanım benim!

Ben şahsen Sana ve Senin her şeyine vurgunum;

Ama yeterince olmasa da, tutkun ve vurgunum.

Sensiz gönül hep hüzünlü; Sensiz ömür hep çorak.

Sevsin Seni bütün gönüller; vurulsun Sana bütün insanlar.

* * *

Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e asla doyul- maz ve Ona doyum olmaz. Yani O’nun Îm''nındaki ihl''sına, ib''detindeki samîmiyetine, it''atindeki seb''tına, sad''katin- deki met''netine, takv''sındaki ciddiyetine, ahl''kındaki güzelliğine, şefkatindeki enginliğine, sabrındaki sürekliliğine, davranışlarındaki fıtrîliğine, cem''lindeki sevimliliğine, terbiye sistemindeki mükemmelliğine, id''resindeki güzelliğine, ümmetine karşı duyduğu merhametin sıcaklılığına, özellikle de ''hirette ümmetine karşı göstereceği o en yüksek ve en kudsî fed''k''rlığına, yani yüce şef''atine asla doyulmaz.

Muhammedî aşk, Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’i ve ona ''it her şeyi, ondan başka her şeye Allah için tercih etmek, onunla yetinip başkasına ihtiyaç duymamak, bir kısım şahsî çıkarların zedelenmesi yüzünden Onu unutma- mak ve şartlar ne kadar ağır olursa olsun Onu hiçbir zaman terk etmemek demektir.

Muhammedî aşk ve iştiy''k, Hz. Muhammed’siz bir ömre r''zı olmamak, Onsuz olan bir mevsimi kurak görmek, Onsuz olan bir dünyayı çorak saymak ve Onsuz olan bir hayatı kesinlikle içine sindirememek demektir.

Muhammedî aşk ve iştiyak, her şeyde, her seste, her renkte ve her kokuda Onu görmek, Onun arzu ve isteklerin- de, gaye ve maksatlarında fanî olmak, Onu hatırlatmayan şeyleri yabancı görmek ve Ondan kaynaklanmayan her türlü zevk ve lezzeti unutmak demektir.

Muhammedî aşka sahip olan bir kimse, bu aşk ateşini, iştiyak har''retini ve bağlılık hasretini bazan namazdaki sal''t-ü sel''mlar ile, bazan Kur’an-ı Kerim’de Ondan bahseden ''yetlerle, bazan Onunla ilgili olarak yapılan sohbetlerle veya hay''len de olsa Onunla sohbet etmekle, bazan Onun adına başkalarına infakta bulunup bir kısım kırık kalbleri sarmakla, bazan en sevdiklerini bile İsl''m için terk etmekle, bazan ölümü bile hiçe sayıp Ona kavuşma ve Onunla öbür ''lemde görüşme arzusuyla ve sonra da yeniden Onunla yanıp tutuşmakla tatmin ve teskin etmeye çalışır.

Nitekim kalblerinde böyle yüce bir aşkı mis''fir edenler, daha doğru bir ifade ile kalblerini böyle bir aşka teslim eden s''dık ve vef''lı ''şıklar, hep bu minval üzere hareket etmiş ve ruhlarında Ona karşı h''sıl olmuş olan aşk ve iştiyak ateşlerini hep bu yollarla teskin etmeye çalışmışlardır.

Evet bütün Sah''bî ve bütün İsl''m büyükleri bu ateşe sahip idiler ve Ona duydukları aşk ve iştiyak ateşini ancak böyle teskin edip rahatlıyorlardı. Hem onlar Onu düşün- medikleri, Ondan bahsetmedikleri, Onu anlatmadıkları ve Onun h''tırasına bir fed''karlıkta bulunmadıkları günleri, kendileri için bereketsiz, uğursuz ve kapkara günler olarak görüyorlardı. Böyle durumlarda bitkisel hayattan farksız bir gün geçirdiklerini düşünüyor, ciddi bir şekilde hayıflanıyor ve hicaplarından iki büklüm oluyorlardı.

Molla C''mî, ne kadar da is''betli bir tespitte bulunuyor:

Eğer Mısır kadınları Onun nur yüzünü görselerdi,

Ellerini değil; gönüllerini parça parça ederlerdi.

Evet, ş''yet Onun Yüce Ruhunu ve Mi’rac’ta rûhuna arkadaşlık yapacak ve birlikte yüce ''lemleri seyre çıkacak kadar nûr''nîleşen ve yücelen müb''rek cism-i şeriflerini, diğer bir tabirle Onun temsil ettiği Hakîkat-ı Muhammediye’sini sevgiden, aşktan, şevkten ve iştiyaktan az veya çok nasibi olan insanlar, gereği gibi görseler ve tanısalardı; o insanlar kendi ruh, kalb, gönül, zihin ve hayal ''lemlerinde kendilerini meşgul eden şeylerin en büyüğünden en küçüğüne kadar hepsini süpürüp temizlerlerdi de, o ''lemlerinde sadece ve sadece Yüce Allah sevgisini ve bir de Allah’tan ötürü Hz. Muhammed sevgisini yerleştirirlerdi. Bütün iç ''lemlerini böyle bir muhabbetle donatır ve süslerler ve bununla yetinir- lerdi de, başka bir aşka, bir iştiy''ka, bir sevgiye ve bir ilgiye asla ihtiyaç duymazlardı. Âleme o muhabbetle bakar, onunla yatıp kalkar ve başkalarıyla o sevgi adına irtibat kurarlardı.

* * *

Hz. F''tıma V''lidemizin aşkı ve tutkunluğu:

Her iki cih''nın biriciği ve eşsiz incisi olan Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in, “F''tıma benden bir parçadır. Onu kızdıran beni kızdırmış olur.” (Buh''rî, fez''ilü’s-Sah''be, 12) diye yücelttiği kızı Hz. F''tıma (r.a.), Sevgili Babası hastalığında bir şeyler hissetmiş olacak ki çok üzülmüş ve çok ağlamıştı.

Bir ara Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu Cennet kadınlarının efendisi olan biricik kızı Hz. F''tıma’yı yanına çağırdı ve ona bir şeyler söyledi. Hz. F''tıma “Âh” çekerek ve çığlık atarak ağlamaya başladı. Bu defa tekrar yanına çağırdı ve ona ikinci defa bir şey daha söyledi. Hz. F''tıma v''lidemiz bu defa sevinç gözyaşı döktü ve bir “Oh” çekerek ciddi bir rahatlığa kavuştu.

Daha sonraları Hazret-i F''tıma (r.a.) V''lidemize, bunun sebebi sorulduğunda özet olarak şöyle dedi:

- Babam beni ilk defa çağırdığında, kendisinin yakında ''hiret ''lemine irtih''l edeceğini söyledi. Ben de Ondan ayrı kalacağımdan ötürü dayanamayıp ağladım.

Babam benim çok üzüldüğümü görünce, beni tekrar yanına çağırdı, “Imr''n kızı Meryem ile annen Hatice’nın dışında bütün Cennet kadınlarının efendisi olman sana yetmez mi?” (Üsdü’l-G''be, 5/ 523) dedi ve bana “Benim ehli arasında kendisine ilk ulaşacak kimse olduğum” (Tirmizî, men''kıb, 61) müjdesini verdi.

İşte bu müjdeli haber üzerine de, ben sevinip güldüm ve o anda benim hüzün göz yaşlarım sevinç göz yaşlarına ve ağlamalarım gülmelere dönüştü.

Düşünün ki, çok yakın bir zamanda vefat edeceğini anlayan Hz. F''tıma v''lidemiz, henüz yirmi beş yaşlarında idi. Yani daha çok genç idi. Belki de henüz dünyayı tanımış değildi. Ama o müb''rek v''lidemiz, Hz. Muhammed’siz (sallallahü aleyhi ve selem) bir hayatı istemiyor ve bu yüzden de çok yakın bir zamanda Ona kavuşacağı müjdesini aldığında seviniyor, bayram yapıyor ve sevincinden ''deta göklere uçuyordu.

İşte Muhammedî aşkın ve Ona duyulan iştiyakın, Ona olan tutkunluk ve vurgunluğun ve Onsuz bir hayatı istihk''r etmenin gayet çarpıcı, düşündürücü ve ibret verici bir örneği..

Sakın kalkıp da bana, ‘Hz. F''tıma v''lidemiz, ne de olsa Onun kızıdır. Babasına karşı bu derece düşkün olması normaldir ve pek fazla bir şey ifade etmez’ demeyesiniz. Çünkü gerek o asırda olsun gerekse sonraki asırlarda ve günümüzde olsun Onun binlerce ve milyonlarca ''şıkları, tutkunları ve vurgunları vardır.

İşte tutkunluk ve vurgunluk Umm''n’ını bağrında taşıyan bir katre:

Uhud savaşında, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in bir dişinin kırıldığını duyan bir Sah''bî, bunu içine sindiremedi de, bir kenara çekildi ve “Onun dişinin kırıldığı bir dünyada ben diş taşıyamam” diyerek, eline aldığı taşla ağzındaki bütün dişlerini kırdı.

İşte Muhammedî aşk ve iştiyak, işte Onun vurgunu ve tutkunu olmak ve işte Onsuz bir hayatı ve onsuz her şeyi değersiz görmek…

* * *

Y'' Rasûlallah! Senin Uhud’da kırılan o mübarek dişine bedel, içinde bulunduğum şu asırda, Senin Allah’tan alıp bize getirdiğin, harcını yıllarca kan, ter ve göz yaşlarınla kardığın ve bin''sını bizzat o müb''rek ellerinle kurduğun İsl''m ''lemi, nerede ise taş taş üstünde kalmayacak bir şekilde yıkılmaya başlamış ve hüzün ve sabır göz yaşların ile sulayarak ve bin bir güçlükle özenerek yetiştirdiğin İsl''m bahçesinin havuzları kurumaya, ağaçları solmaya ve bülbülleri susmaya yüz tutmuş bulunmaktadır.

Ama bütün bu yıkılışlar ve har''beler karşısında, Seni “tanıyor ve seviyor” gibi görünen benim, kılım bile kıpırdamamaktadır. Yani bunca yıkılışları sadece izlemekle yetinmekte, îm''n ve hay'' adına can çekişmekte olan neslin her gün biraz daha insanlıktan uzaklaşması karşısında h''l'' can kaygısına düşmekte, her tarafı kasıp kavuran fitne ve fesatların önüne geçmek için ciddi ve kalıcı her hangi bir ç''re aramamakta; hatt'' ç''re aramak şöyle dursun, h''l'' dünyevi zevkler ve nefs''nî saf''lar peşinde koşmakta ve gününü gün etmeye çalışmaktayım. Diğer bir if''de ile Sensiz olan denî bir hayata -hem de zararını ve m''n''sızlığını pek çok defa gördüğüm halde- r''zı olmaktayım.

İşte ey benim Aziz Efendim! Duyarsızlığımdan ve vef''sızlığımdan dolayı hiç olmazsa Yüce Z''tınızdan özür dileyim de, Seninle olan irtibatım tamamen kopmuş olmasın. Çünkü biliyorum ki, Sen gerçekten çok, ama pek çok vef''lısın. Benim bağlılık adına gösterdiğim bu kadarcık bir özrü bile kabul edersin. Hem ümit ederim ki, bir kerecik dahi olsun şu dünyada bana nûr yüzünü ve mütebessim çehreni gösterir ve inş''allah ''hirette de bana ve benim gibilerine şef''at elini uzatırsın.