Temmuz 16, 2010, 02:25:48 ÖÖ
Görüşleri:
Geçen hafta verdiğimiz umumi bilgilerin arkasından bu haftadan itibaren de bir kaç hafta sürecek olan vehhabiliğin görüşleri yer alacaktır.
1. Tevhîd
Vehh''bîlik inancını tesis eden Muhammed b. Abdilvehh''b’ın görüşlerinin temelini tevhîd anlayışı teşkil eder. Þirk, bid’at, şefaat ve benzeri görüşlerinin hepsi de tevhide dayanmaktadır.
Ehl-i Sünnet kel''mcılarının büyük çoğunluğuna göre “tevhîd”, ALLAH’ın z''tı, sıfatları ve fiilleri yönünden birlenmesi; O’nun her hususta eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması demektir.
Yüce ALLAH, Kur’''n-ı Kerîm'de şöyle buyurur: “ALLAH, Kendisine ortak koşmayı ebette bağışlamaz; bundan başkasını dilediğine bağışlar. “ (Nisa: 4/48). “Muhammed’e, yüzünü doğuya yöneltmiş alarak dîne çevir, sakın puta tapanlardan olma; ALLAH’tan başkasına fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere yalvarma; öyle yaparsan şüphesiz z''limlerden olursun, denildi, ALLAH sana bir sıkıntı verirse, onu O’ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik dilerse, O’nun nimetini engelleyecek yoktur...” (Yunus: 10/105-107).
Ayrıca Resûlullah (s.a.s.), bir hadîslerinde, “L''il''heillALLAH diyen ve ALLAH’tan başka ib''det olunacak şeyleri ink''r eden kimsenin malı ve kanı haramdır; onun hesabı da ALLAH’a aittir” buyurur.
Bu ''yet ve hadîsler, tevhidin, ALLAH’ın birliğini tanımak, inanmak ve ikrar demek olduğunu göstermektedir. Oysa Muhammed b. Abdilvehh''b, “L''il''heillall''h"ı yalnızca tel''ffuz etmeyi kişinin mal ve kanı için yeterli bir koruyucu olarak görmemekte, aksine l''fzı ile birlikte anlamını bilmenin, ikrar etmenin, ortağı bulunmayan tek ALLAH’a ib''det etmenin, ALLAH’tan başka ib''det olunacak şeyleri tanımadıkça, bu hadîsin insanın malı ve kanı için koruyucu olamayacağını söyler(Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, Kahire 1377/1957, s. 115.). Ona göre tevhîd, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Müslüman sayılmaz.(Muhammed b. Abdilvehh''b, Keşfu’ş-Þubub''t, 43.)"
O, bu hususta C''hiliyye devri Arapları’nın davranışlarını mis''l gösterir ve “Resûlullah (s.a.s.)’ın kendileriyle savaştığı müşrikler de ALLAH’ın birliğine inanıyorlardı... Bunlardan bazılarının gece gündüz ALLAH’a dua ettiklerini ve bazılarının ALLAH’a yakınlık veya şefaat niyetiyle meleklere, L''t gibi iyi insanlara veya Hz. İsa gibi peygamberlere dua edip onlardan bir şeyler istediklerini” söyler(Muhammed b. Abdilvehh''b, Keşfu’ş-Þubub''t, 4-5.). İbn Abdilvehh''b için, C''hiliyye devri Arapları’nın şirki, bugünkülerin şirkinden daha hafiftir. Bu konuda der ki: “İlk müşrikler, yalnız boş ve kaygısız oldukları zaman şirk koşarlar; meleklere, evliyaya ve putlara iltica ederlerdi. Þiddet ve sıkıntı anında ise, yalnız ALLAH’a ihl''sla yönelirler; içreklerini O’ndan isterlerdi. ALLAH buyurur:
"Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, ALLAH’tan başka yalvardıklarınız, kaybolup gider; fakat O, sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz; Zaten insan pek nankördür.” (İsr'', 67).
"De ki: Üzerinize ALLAH’ın azabı gelse veya kıyamet saati size gelip çatsa, ALLAH’tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz Bana bildirin. Hayır, sadece ALLAH’a yalvarırsınız. 0 dilerse, yalvardığınız şeyi giderir; siz de O’na koştuğunuz ortakları unutursunuz.” (En’am, 40-41).
ALLAH’ın Kur’''n-ı Kerîm'de açıkladığı bu mes'eleyi, yani Resûlullah’ın harp il''n ettiği müşriklerin boş zamanlarında ALLAH’tan başkasına iltica ettiklerini, şiddet ve sıkıntı anlarında ise efendilerini unutarak yalnız ALLAH’a yöneldiklerini ve O’na şirk koşmadıklarını anlayan kimse, zamanımızdaki şirkle eskilerin şirki arasındaki farkı da anlamış olur... İlk zaman müşrikleri ALLAH’la beraber ALLAH’a itaat eden, O’nun emrine boyun eğen peygamberlere, evliyaya, meleklere ya da taşlara ve ağaçlara iltica ederlerdi. Bunların hiçbirisi ALLAH’a karşı gelmez. Zamanımız İnsanları ise, ALLAH’la beraber f''sıkların en şiddetlilerine iltica ederler, onları yüceltirler. Bunlar, haddi aşanlar, zina yapanlar, hırsızlık edenler, namazı kılmayanlar ve benzeri kimselerdir. Salih insana yahut taş ve ağaç gibi ALLAH’a karşı gelmeyene iltica etmek, f''sıklığı, bozgunculuğu apaçık görülen kimseye iltica etmekten daha hafiftir.(Muhammed b. Abdilvehh''b, Keşfu’ş-Þubub''t, 27-29.)”
İbn Abdilvehh''b’a göre tevhîd üçe ayrılır: “İlki Tanrı’nın isim ve sıfatlarında birliktir; diğeri Rabblıkta tevhîd (Tevhîdu'r-Rubûbiyet)'dir ki, ALLAH’ın her şeyin Rabbi ve m''liki olduğunu bilmek ve ikrar etmekten ibarettir. Diğer üçüncüsü ise, “Tevhîdu'l-Ulûhiyettir.” Muhammed b. Abdüvehh''b’ın anlattığına göre bu çeşit tevhîdden maksat, kulların fiilleri ile ALLAH’ın birlenmesidir. Bu, kulun açık ve gizli söz ve eylemlerine taallûk eder. Tevhîdu'l-Ulûhiyet, ortağı olmayan ALLAH’tan başkasına dua ve recada bulunmamak, başkasından medet ummamak, büyük bir melek ve bir Peygamber için bile kurban kesmemektir. ALLAH’tan başkasından yardım isteyen, ALLAH’tan başkası için kurban kesen ve nezreden kimse k''firdir.”
Buna göre ALLAH’ın emirleri ve Peygamberi’nin Sünnet’i dışında emir ve yasak tanımayarak, Peygamber devrinde olmayan her şeyi (bid’at) ve tevessülü terk ederek ALLAH’ı birlemeye Tevhid-i Amelî denir. İman ile küfrü ayırt eden amelî tevhîddir. Bu tevhidi yerine getirmeyen, yani ALLAH’a ortak koşan, tazim ve ib''deti yalnızca ALLAH’a tahsis etmeyen, yardım ve mededi ALLAH’tan istemeyen, O’nun haram kıldığından sakınmayan kimse k''fir ve bu gibilerin malları ve canları hel''ldir ve “hakiki muvahhidlerin, bu müşriklerin üzerine hücum ile bunları katil ve mallarını yağma etmeleri hel''ldir.”
Böylece İbn Abdilvehh''b, bu mes'eledeki sert ve katı tutumuyla Haricîleri taklîd etmiş olmaktadır. Bilindiği gibi Haricîler de, Vehh''bîler gibi, amel’i îm''na d''hil sayarak namaz, oruç, hac ve benzeri emirleri yerine getirmemeyi küfür kabul ederler. 20 Mayıs 1802 (17 Muharrem 1217) tarihli Hatt-ı Hüm''yunda özetlendiğine göre Vehh''bîler amelin îm''nın bir parçası olduğu hususunda İbn Teymiye’ye uyarlar ve onlara göre farz olanları tembellikle veya inkar için terk eden kimse k''firdir, mal ve kanları hel''ldir. Nitekim Vehh''bîler, amelin îm''nın bir parçası olduğuna inandıkları için, farzlardan birini terk eden kimseyi dinden çıkmış olarak görmüşler ve kendilerinden olmayan kendileri gibi davranmayan Müslümanları müşrik saymışlar, dolayısıyla malları ve canlarının kendileri için hel''l olduğunu kabul etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet, “tevhîd"i, İbn Abdilvehh''b’ın anladığı şekilde fevkal''de dar kalıplar içinde ele almamış ve onun gibi keyfî yorumlara gitmemiştir. Bu anlayışıyla o, Ehl-i Sünnet'ten uzaklaşmış olmaktadır. O kadar ki, “...amelde ve îtik''dda Hanbeliyiz...” dedikleri halde, Ahmed İbn Hanbel'den de ileri gitmişlerdir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel'e göre îm''n, hem söz hem de ameldir, îm''n iyi amellerle artar, kötü amellerle eksilir. İnsan, kötü amellerle îm''ndan çıkar; ama tövbe edince yine îm''na döner, ALLAH’a şirk koşan, farzlardan birini ink''r eden kimse İsl''m'dan çıkar. Tembellik sebebiyle, farzlardan birini terkeden kimse ile ihmal eden kimsenin durumu, ALLAH’a kalmıştır; O, dilerse bağışlar, dilerse azab eder. İbn Hanbel'e göre, îm''n, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla ameldir. İsl''m ise, tasdik ve ikrardan ibarettir. Bu sebepten ALLAH’a şirk koşmamak, Kur’''n ve Sünnet'te sabit bir emri ink''r etmemek şartıyla, amelde bir ihmal olursa İsl''m'dan çıkılmış olmaz. Küfür ise şirk ve ink''rdır(Muhammed Ebû Zehra, İsl''m'da Fıkbi Mezhepler Tarihi, çev. Doç. Dr. AbdülkadirÞener (Ankara 1968), 3/221.). Oysa İbn Abdilvehh''b ve dolayısıyla Vehh''biler, ameli yerine getirmeyeni imansızlıkla vasıflandırmakta ve böylece Müslümanların cumhurunun görüşlerinden uzaklaşmış olmaktadırlar.
2. Þefaat
Þefaat, birinin bağışlanmasına del''let etme anlamına gelir. İbn Abdilvehh''b, şefaat konusundaki görüşlerinde İbn Teymiye’yi takib eder ve delil olarak Kur’''n-ı Kerîm’in şu ''yetlerini gösterir:
"Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur’''n’la uyar. O’ndan başka bir dost ve aracı (şefî') yoktur..” (En’am, 51).
"O’nun izni olmadan katında şefaat edecek olan kimdir?” (Bakara, 255).
"ALLAH katında, kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez...” (Sebe', 23).
"De ki: Bütün şefaat ALLAH’ın iznine bağlıdır...” (Zümer, 44).
"ALLAH dilediğine ve hoşnud olduğuna izin vermedikçe göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz.” (Necm, 26).
Ehl-i Sünnet mezheplerinin hepsi de, şefaatin ALLAH’a ait ve ALLAH’ın izniyle olacağını söylerler. Bunun böyle olması da tabiîdir; çünkü O, her şeyin Sahibidir, M''likidir, Dileyenidir. Ancak yine Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamber ve s''lih kulların şefaat haklarının bulunduğunu da kabul eder. Gerçi İbn Abdilvehh''b da, Hz. Peygamberin şefaatinin bulunduğunu kabul eder ve O’nun şefaatini beklediğini söyledikten sonra, “Fakat şefaatin hepsi aslında ALLAH’ındır” der ve şöyle devam eder: “Þu halde, şefaati ALLAH’tan iste ve şöyle de ‘ALLAHım beni onun şefaatinden mahrum etme... ALLAHım, onu bana şefaatçi kıl...’ Eğer, Hz. Peygamber’e şefaat izni verilmiştir; ben de ondan ALLAH’ın kendisine verdiğinden istiyorum, derse şu cevabı ver: “ALLAH ona şefaati vermiş ve seni bundan nehyetmiştir. Zira buyurmuştur ki: ALLAH’la beraber kimseyi çağırmayım...” (Cin, 18). Þayet Peygamberi’ni sana şefaatçi kılmasını istiyorsan, O’na itaat et ve emrine uy. Yine peygamberlerden başka, mesel'' meleklere, velilere, küçük iken vefat eden çocuklara şefaat izni verilmiştir. Bu durumda sen, ALLAH onlara şefaat izni vermiştir; ben onu onlardan isterim, diyebilir misin? Þayet evet dersen; ALLAH’ın Kit''bı’nda zikrettiği iyi insanlara ib''det mefhûmuna dönmüş olursun. Hayır, dersen, ALLAH, şefaat iznini (asıl metinde izin kelimesi yoktur) ona vermiştir; ben de ALLAH’ın kendisine verdiğinden istiyorum, şeklindeki sözünü çürütmüş olursun.(Muhammed b. Abdilvehh''b, Keşfu’ş-Þubub''t, 20-21.)"
Ona göre, “Cenab-ı ALLAH da müşriklerin ALLAH’ın varlığına inandıklarını; fakat meleklere, peygamberlere, velîlelere sarılıp, işte bunlar ALLAH nezdinde bizim şefaatçimiz, diyerek küfre gittiklerini beyan eder... Þayet derlerse ki, k''firler doğrudan doğruya onlardan istiyorlar; halbuki biz, fayda ve zarar temin edenin, işleri idare edenin yalnız ALLAH olduğuna inanıyor, şahadet ediyoruz. Ve biz her şeyi yalnız kendisinden istiyoruz. Salih İnsanlar, hiçbir şey yapamazlar; fakat biz onlara yöneliyor ve şefaatlerini ALLAH’tan bekliyoruz. Onlara de ki, bu, tıpatıp k''firlerin sözüdür.(Muhammed b. Abdilvehh''b, Keşfu’ş-Þubub''t, 13-17.)”
Bu noktadan itibaren, İbn Abdilvehh''b’a göre şef''atla bir arada müt''l''a edilen tevessül konusu ortaya çıkar.
devam edecektir... (bi iznillah...)
Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!