Bakara / 173. Ayet
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Allah size leþi, kaný, domuz etini ve Allah'tan baþkasý adýna kesilen hayvanlarýn etini haram kýldý. Bununla birlikte, kim yemediði takdirde ölecek derecede mecbur kalýrsa, baþkasýnýn hakkýna tecavüz etmemek ve zaruret sýnýrýný aþmamak kaydýyla bunlardan yemesinde bir günah yoktur. Çünkü Allah çok baðýþlayýcýdýr, çok merhametlidir.

CuMA NotLaRı/13

Başlatan MiM, Nisan 23, 2010, 08:46:13 ÖÖ

MiM

ADMiN
11,903
Nisan 23, 2010, 08:46:13 ÖÖ
Çoban ve Ağaç 

Yaşlı çoban, sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse onunla konuşarak:
"Hadi bakalım evladım, bu ihtiyarın elmasını ver artık." derdi. Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam, sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular; bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip
meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:
"Ver yavrum. Gönder bakalım bugünkü kısmetimi." derdi. Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir z''t olduğunu söylerlerdi.

Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen, nedense bir şey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :
"Canım!" dedi, hıçkırıp ağlayarak. "Benim güzel evl''dım, mis kokulum. Þu unutkan ihtiyarı üzmeden önce, neden söylemedin bugünün Ramazan'ın ilk günü olduğunu? "



bölüm/5

otelinizde güzel bir şekilde guslettiniz, en güzel elbiselerinizi giydiniz... kokuların en güzelini alarak süründünüz ve görevli eşliğinde yola çıktınız... geçen hafta anlattığım gibi, ziyaretine gittiğiniz ekmel-i't-tahiyat, seyyidi-l beşer sevgili efendimizin mübarek ve mücella hayatları bir film şeridi gibi gözlerinizin önüne geliverdi... bu tahayyülat içinde büyük bir aşk, edep ve heyecan içinde yol alıyorsunuz ona doğru...

ve ona doğru giderken, size bu büyük onuru, onu ziyaret etme, onu tanıma, ona ümmet olma şereflerini bahşeden Rabb-i Te''laya binler kez hamdediyor ve şükrediyorsunuz elbette...

burada bir hatırlatmada bulunmama müsaade buyrun. yolda ona doğru giderken yabancısı olduğunuz bir şehrin merak ve tecessüsüsyle yollarda karşılacağınız yüksek oteller, çarşılar, hiç alışık olmadığınız değişik manzaralara takılıp kalmayın lütfen... gözlerinizin o an içinde bulunduğunuz manevi atmosfer içinden sizi çekip alıvermesine asla izin vermeyin. yolunuz iki cihan efendisine giderken, "vay be! Amma da büyük otelmiş, acaba bu kaç katlı... aa şu zenci de amma pismiş, şu mağazada çok güzel şeyler var galiba, dönüşte hele bir girip bakayım... vs." gibi tamamen şeytani hatarattan kaynaklanan triplere asla girmeyeceğiz. aklımızda bulunduracağımız tek şey olacak: az sonra... evet az sonra, karşısında bulunacağımız hatemü-l enbiya efendimizin ruhaniyeti!

sanki o sağmış da, onun huzuruna gidip biat edecekmiş gibi, sanki huzuruna varıp mübarek ellerinden bus edecekmiş gibi... sanki dizi dibine çömelip bir evl''dın babasından şefkat beklemesi gibi... ya da binlerce ton ağırlığındaki günahlarımızla huzura varırken yüzümüzün kıpkırmızı kesileceğini düşünerek, tahayyül ederek, duyacağımız mahcubiyetin ağırlığı altında ezilecekmiş gibi... "ben seni orada bu halinle tanıyamam!" diyebileceğini düşünerek kahırdan, üzüntüden ölecekmiş gibi... yüreklerin salgıladığı adrenalin ile göğüs tahtamızın küt küt seslerini duyarak, hissederek, binlerce pişmanlığın ve utancın müntehasında olarak varacağız oraya...

bu arada izninizle 2001 haccı akabinde medine-i münevveredeki bir hatıramı nakletmeden geçemeyeceğim.

sevgili efendimizi ziyaret için giderken, yolda birinin kafilemiz içinde olmadığını farkettik. sağa sola baktık, yok!

telefon ettik, kapalıydı... bazıları hemen yorum getirmeye başladılar... "o şimdi, çarşı tavafına çıkmıştır... peygamber ziyareti dururken alışverişe erken başlamıştır, vs..." durun dedim onlara... "ALLAHtan korkun, bilmeden, sormadan, hakkında su-i zan etmeyin. peygamber yolundayken bile şeytana mağlup oldunuz!"

ziyaretin akabinde malum şahsı otelin lobisinde bir köşede kıvrılıp malul mahzun otururken bulduk. herkesin gözü önünde yanına vardım ve, "neden?" diye soruverdim.

öylesine üzgün bir hali vardı ki tarifi imk''nsız... sanki yedi sülalesi katliama maruz kalmış, bütün sevdiklerini kaybetmiş bir mustağrip gibi duruyordu karşımda... kıvrandı önce, sağa sola kaçırdı yüzünü, cevap vermek istemedi... ısrar ettim!

sonra... çözülüverdi birden... gözlerinden akan yaşı görmenizi isterdim. hüngür hüngür ağlıyordu... kalktı, boynuma sarıldı ve... dedikodusunu yapanların kanını donduran şu sözler çıkıverdi ağzından:

"ben" dedi, "öyle günahk''rım ki... varabilecek yüz bulamadım kendimde!" "aslında biraz takılmıştım peşinizden, lakin... sonra dizlerimin bağı öylesine çözülüverdi ki... takat bulamadım kendimde... düşüp kalıverdim yolun ortasında... koluma düşüp buraya getirdiler!"

öyle bir duygu seline kapıldık ki hepimiz, herkes ağlıyordu artık, dedikodusunu yapanlar en başta olmak üzre!

ve en nihayetinde bu mübarek yerlerin kıymetini ve yüksekliğini düşünerek, boynu bükük, kalbi kırık olarak; (Bismillah ve al'' Milleti Resulillah) der ve hicret gecesi gelmiş olan (İsr'') suresinin 80. ''yetini ve namazda okunan salevat-ı şerifleri okuyarak ve (Vağfir li-zunubi veftah li ebv''be rahmetike ve fadlike) diyerek mescide gelir.

Mescid-i Nebevi'nin kıble tarafına doğru yönelir, b''b-ü selam kapısı önüne varırız... ve artık ALLAH Resulü efendimizle aramızda sadece 5-10 adım kalmıştır. heyecanın son haddindesinizdir... kolaymı ki, bir ömür sevdasıyla yaşadığınız iki cihan serveri k''inatın efendisinin tam önüne varacak, onunla aranızda sadece metreler kalacaktır... onun ruhaniyeti benliğinizin üzerine bir tül gibi örtülecek, hayatınızın en güzel anlarından birini yaşayacak ve bu idrakle Rabbinize şükredeceksiniz.

Bab-ı selamdan  mescide girip, minber yanında iki rekat Tahıyyetül mescid namazının akabine İki rekat da şükür namazı kılarsınız.

Rabbe dualar edersiniz içten içe... yakarırsınız bütün benliğinizle ki onun şefaatini sizlere müyesser kılsın diye... ve güllerin efendisinin hemen yanıbaşındasınız artık.

Duadan sonra edeple kalkıp Hucre-i Saadete gelir. Muv''cehe-i Saadet duvarına karşı, arkasını kıbleye dönerek, Resulullah efendimizin mübarek yüzüne karşı, iki metre uzakta, edeple durur. Resulullah efendimizin kabr-i şerifinde diri olduğunu, kendisini gördüğünü, selamını dualarını işittiğini ve cevap verdiğini, ''min dediğini düşünürsünüz. (Esselamu aleyke y'' seyyidi, ya ResulALLAH ...) diye başlayan duayı okur. Emanet olan selamları söylersiniz.

[Ziyaretçi, huşû ve hudû ile selam vermelidir! Sesini ne çok yüksek, ne de fısıltı derecesinde alçak etmeli, orta derecede çıkarmalı ki, edebe uygun olsun. Hz. Ömer, Resulullah efendimizin mescidinde, yüksek sesle konuşan Taifli iki kişiye; “Eğer bu şehir halkından olsaydınız, Resulullahın mescidinde böyle yüksek sesle konuştuğunuz için sizi döverdim” (Buhari) dediğini de elbet unutmadan!

Fahr-i k''inat efendimizi ziyaret ederken, mübarek yüzüne karşı durup, arkasını kıbleye vermelidir! Halife Mansur, (Ziyarette, kabr-i şerife mi, kıbleye mi döneyim?) diye sorunca, imam-ı Malik hazretleri, (Fahr-i k''inat, sana ve baban Hz. Âdem'e kıyamette şefaatçidir. Ona arka dönülmez) buyurdu.

Þerefli kabre çok yakına varmamalı, sağlığında, şerefli huzurunda nasıl durulursa, öyle edepli durmalı, önüne bakmalı, etrafa bakmaktan sakınmalıdır!]

ve artık huzurdasınız... yüreğiniz yerinden fırlayacakmış gibi 'pervaz urup' kanatlanmamışsa gözyaşı da dökemiyorsunuz demektir... ama orada sizinle beraber bulunanlardan çoklarının çocuklar gibi hüngür hüngür ağladığına şahit olacağınızdan eminim. tarif edilmez duygular yaşanır orada... onun 63 yıllık ömr-i saadeti tıpkı bir film gelir geçer gözlerinizin önünden... hatta kıyamet günü kuzularını, koyunlarını tehlikeden uzaklaştırmak isteyen müşfik bir çoban olarak tahayyül edebilirsizin o an!

onu kıyamet günü tablosu içinde, kalabalıklar içinde kaybolmasın diye sıkı sıkıya yavrusunun ellerinden tutan müşfik bir baba gibi tıpkı...

Sonra yarım metre sağa gelip, (Esselamu aleyke y'' halifeti Resulillah ...) diye başlayan uzun duayı okuyarak Hz. Ebu Bekir’e selam verir. Sonra yarım metre sağa gidip, Hz. Ömer’e selam verir, Sonra kendine ve ana babasına ve bütün müslümanlara dua edersiniz. Sonra yine Resulullah efendimizin mübarek yüzünün karşısına gelir, dilediği duaları yaptıktan sonra, Ebu Lübabe hazretlerinin kendini bağlayarak tevbe etmiş olduğu direğe gelir, Burada ve Ravda-i mutahharada nafile, kaza kılar, Tevbe ve dua edersiniz.

tabii ki, çok kalabalık değilse, aşırı izdiham nedeniyle başkalarına sıkıntı vermeyecekseniz eğer! elbet ki bu da büyük bir ihtimaldir ve işin bu yönünü düşünmekte elzemdir.

ve son olarak onun huzur-u saadetinden hüzünlerle yüklü ayrılmadan önce onun bu ziyaretlerle ilgili sözlerini aktarıyorum.

(Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip oldu.) [İbni Huzeyme, Bezzar, Dare Kutni, Taberani]

(Sadece beni ziyaret için gelen, kıyamette şefaatimi hak etmiş olur.) [Müslim, Taberani]

(Hac edip kabrimi ziyaret eden, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur.) [Taberani, Dare Kutni, Beyheki, İbni Cevzi]

(Sevap umarak beni ziyaret eden, kıyamette bana komşu olur.) [Mevahib-i Ledünniyye]

(Hac edip de beni ziyaret etmeyen, bana eza cefa etmiş olur.) [Dare Kutni, İmam-ı Malik, İbni Neccar, Mevahib-i Ledünniyye]


Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

MiM

ADMiN
11,903
Nisan 23, 2010, 08:48:42 ÖÖ
biraz geç kaldığımı biliyorum. hakkınızı helal etmenizi istirham ederim. umre notları konusu bu son bölümle nihayetlendi bi iznillah. cuma notları bundan böyle normal seyriyle devam edecektir inşaallah.

Bana öyle bir resim çiz ki... Gözlerim açýkken deðil, kapatýnca göreyim!

SMF 2.1.4 © 2023, Simple Machines, TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022
Sayfa 0.127 saniyede 28 sorgu ile oluşturuldu.
Lithium theme by Bloc © 2017